@emineylmzz
|
Karanlık ve soğuk uykuda ki bedenini tamamen alıp zamandan ve mekandan azad ettiğinde kadın, bütün bedeninde soğuğu hissetti. Korkutucu soğuk tüm damarlarında gezinirken Mizisa uyanmamak için çabalıyordu. Hala bedeninin varlığını hissediyordu. Oysa ki daha önce bu kadar zorlandığı bir görü olmamıştı. Bilmediği bir durumla mücadele veriyor bedeni ruhundan ayrılmış olsada hala odasından çıkmayı başaramadığı için bedeninin varlığı onu engelliyordu. Yatağında uzanan bedeni odasının bir köşesinde izlemeye başladığında büyük bir ızdırap çektiğini görüyordu. Bedenindeki damarları morarmış ve irileşmişti, titremeler arasında iki eli ile yatağın kenarlarını kavramış direnmeye çalışıyordu. Soğuğa inat bedeni ter içinde kalmıştı. Başını hafif şekilde yastığına bastırıp geri doğru attığında boynundaki tüm damarların patlayacak kadar şiştiğini fark etti. Misiza, odanın camına doğru baktığında dışarıdaki fırtınanın her şeyi yok edişini izliyordu. Büyük ağaçlar rüzğarın etkisiyle oradan oraya dal parçası gibi savrulurken, top şeklinde ki şimşekler adeta yeri dövüyordu. Ruhu yavaş yavaş bedenine doğru çekilirken son bir defa dışarıdaki fırtınaya baktı. Çaresizlik içinde yatağında acı çeken bedene döndü. Misiza, ruhunun bedenine geri dönmesiyle, vücudundaki damarlar yok olurken soğuğun etkisiyle mora dönen ten rengi yine normal rengini aldı. Vücudu normale dönünce altı köşeli yıdıza benzeyen sarı gözlerini açtı. Yaşadığı anın etkisiyle hızla yatağından kalktı. Baş ucundaki siyah pelerini üzerine giydi. Biran önce kendini dışarı atmak istedi. Adımları hızla sarayın görkenli bahçesine yöneldi. Derin nefesleri bu gece ona yetmiyordu. Sarayın görkemli koridorlarını geride bırakırken, geniş kapıya ulaştı. Nöbet tutan iki muhafızın kapıyı açmasıyla çıplak ayakları bahçenin serin toprağına değdi. İhtişamı ve güzelliği ile her zaman onu mest eden bahçe bu gece yaşadığı buhrana çare olamıyordu. Oysaki ruhu odasından bile çıkmamıştı. Çığlık atmak istiyor ama sesi bile çıkmıyordu. Bu duygu ile mücadele etmeyi biliyordu ama bu defa farklıydı. Kalbi sıkışıyor, kendini çaresiz hissediyordu. Yaklaşan kötülüğün büyüklüğünü görmese de hissediyordu . Karanlığı dikkatle izlerken arkasındaki adım seslerinin ona yaklaştığını duydu. "Gece, senide mi uykusuz bıraktı?" Kafasını çevirip gelen Ahilos'a baktı. Gece gibi siyah saçları, Altı köşeli yıldıza benzeyen siyah gözleri ve güç ile kudretin aktığı dik duruşuyla gecenin içinde gizlenen ikinci bir geceye benziyordu. Misiza, gecenin bir yarısı Ahilos'u uykusundan eden sebepleri biliyordu. Saray uzun bir süredir, gelecek olan felaketin buhranı içindeydi. Yine de sormak istedi. "Efendimizi uyutmayan nedir?" Ahilos sert yüzünü dostuna yumuşatmak için zorla da olsa gülümsemeye çalıştı ama başaramadı. "Seni uyutmayan, bana da rahat vermiyor." Misiza neden bahsettiğini anladığı için tekrar konuşmadı. Parlak gözlerini karşısındaki güzel çiçeklerin hoş kokularının bezediği bahçeye çevirse de gördükleri hiç bir güzellik rahatlatmıyordu. "Ahilos" isminin acı ile telaffuzu adamın dikkatini kadının üstüne dönmesini sağladı. Siyah pelerinin altında ki sarı ve parlak gözleri ile kesiştiğinde dikkat kesildi. Misiza'nın acı çeken hali kaşlarını çatmasına sebep oldu. Kafasını hafif bir şekilde öne eğerek dinlediğini belli etti. "Günlerdir acı ve karanlık içindeyim" Misiza hislerini anlatmakta güçlük çekiyordu. Ahilos, eski dostunun bilgisine ve görülerine güvenirdi. Misiza bu savaşta neye ihtiyacı varsa o olmuştu. Dinlenmesi gereken bir omuz istediğinde oradaydı, yanında bir güç aradığında oradaydı, sırtında güvenebileceği bir dağ aradığında oradaydı. Bugüne kadar yalnız kalmamıştı. Elini usulca omzuna koyarak ona destek olmaya çalıştı. Kalın sesi konuşmaya devam etti. "Bu sarayın dışında olanlar senden gizlenmiyor." Misiza başını iki tarafa ağır ağır sallayarak reddetti. Bu aralar ruhu ile gezinti yapmak çok zordu. "Bu başka; daha karanlık, daha korkunç ve daha yıkıcı. Son gördüğüm olaydan sonra ruhumu serbest bırakıp gitmeye çalıştığımda bedenimin yanından uzaklaşamıyorum ve bu durum vücudumun acılar içinde kıvranmasına sebep oluyor." Misiza derin bir nefes aldı ama faydası yoktu. Gözlerini karanlığı çevirip sonu olmayan siyahı seyretmeye başladı. Dudaklarından dökülenler umut değildi. Çaresizlik barındıran sözleri Ahilos'un yüzüne tokat gibi çarptı. "O günün geleceğini biliyoruz. Düşman, dağların arkasında günden güne daha da güçleniyor. Karşılarına çıkacak kimse kalmadı. İhanet, hırs, güç isteği insanoğlunu güvenilmez kıldı. İnsanlar kendileri ile savaşırken onları bekleyen bu güce karşı hazırlıksız." Ahilos derin bir nefes alarak arkadaşının umutsuz sözlerini tersine çevirecek bir umut arıyordu. Görevi karamsarlığa kapılıp köşşesine çekilmek değildi. Vazifesi ona savaşmayı emrediyordu. Tek başınada olsa düşmanlarının karşısına çıkacaktı. Kendi düşüncelierinin aaksine Misiza yorgun sesiyle kelimeleri dudaklarından dökmeye devam etti. "Dünya, onları bekleyen düşmandan habersiz. Umalım da onlar Dünya'ya ulaşmadan burada durdurmayı başaralım." "Senin kadar umutsuz değilim." Ahilos kalbinden geçenleri arkadaşını sarsmak için diliyle serbest bıraktı. Misiza bu aralar küçük bir ışığa hasretti. Arkadaşının küçücük umudunu kendi umutsuzluğuna kurban vermek istemiyordu. Yaklaşmakta olan gelecek ışıksızdı. Misiza ve Ahilos bunun farkında olarak bir çıkış yolu arıyordu. Onlarla daha önce müttefik olan krallıklar yıkılmak üzereydi. Bunun için kılıç kullanmaya gerek bile olmamıştı. Kibir, güç ve iktidar hırsı krallıkları yıkılmanın eşiğine getirmişti. Artık düşünmekten yorulmuştu ama pes edecek değildi. "Misiza kaç yaşındasın?" Misiza duyduğu soruyla küçük bir gülümseme peydah oldu dudaklarında. Sahi kaç yaşındaydı. "Seninle aynı yaştayım" Ahilos'da duyduğu cümle ile hafifçe gülümsedi. Misiza'nın cevap vermediği soruyu cevapladı. "Dünya'dan daha yaşlısın" Ahilos'un Muhafız ne demek arkadaşına hatırlatması gerekiyordu. "Kaç savaş gördük kaç defa bitti dedik... Hiçbiri son değildi. Yüce Miryus her zaman bir çıkış yolu gösterdi. O yüzden ben kılıcımı kuşanııp karşılarına çıkacağım." "Bir çıkış" Kendi kendine fısıldayan arkadaşı onu korkutmaya başlamıştı. Mizisa umut verendi şimdi bu hali alişık olduğu bir durum değildi. "Belki de bu kez bizi geçmeleri gerekiyordur." Ahilos duyduğu cümle ile kaşlarını çattı. Karşısında ki onun arkadaşı olamazdı. "Sen, Yüce Miryus'un aramızda ki gözüsün. İlk sen mi terk ediiyorsun ilk sen mi şüpheye düşüyorsun?" "Hayır, ihtimalleri dile getiriyorum" "Sonunu bilmiyorum ama ne yapacağımı biliyorum. Bedenim bu uğurda paramparça olsada korkup saklanmayacağım." Misiza hafifçe kafasını salladı. Milyarlarca yıldır bu diyarda vazifesini yerine getiriyordu. "Affet, günlerdir yaşadığım acıya ver." Ahilos arkadaşına güven veren bir gülümseme sundu. İki elini omuzlarına koyarak ona kim olduğunu hatırlatmak istedi. "Biz ilk yaratılan muhafızlarız" Ahilos bedeninde ki savaş izleri, omuzlarında Dünya'nın yüküyle burada Yüce Miryus'un onlara verdiği görevi yerine getirmeye çalışıyordu. Misiza dostunun gözlerine baktı. Yıllardır bildiğinin yalan olduğunu söylemek için dudaklarını araladığında, bedeninde hissettiği acıyla afalladı. Tanıdık hisler bedeni sarmaya başlamışken, karşısında olan Ahilos karanlıklar içinde kaldı. Gören gözleri ile görmeyi bıraktığında alnındaki, iki kaşının birleştiği yerdeki tek gözü görmeye başladı. Ruhu onu terk edip uzaklara doğru gitti. Bedeni yere düşmek üzereyken Ahilos zarar görmemesi için yakaladı ve yavaşça olduğu yere uzanmasını sağladı. Kollarının arasındaki beden kaskatı kesilmiş, buz kütlesini andırıyordu. Bu ana defalarca sahit olsada dostu için endişelenmekten kendini alamadı. Ahilos dostunun bedenini kucağına alıp saraya doğru adımlamaya başladı. Misiza'yı kendi odasına getirdiğinde yatağına dikkat ederek bıraktı. Kendine geldiğinde duymak için zaman kaybetmek istemedi. Günlerdir içinde bulunduğu duruma bir çare olabilirdi. Misiza rüzgarı hızına güvenerek bulutların ve sislerin arasında ilerlemeye başladı. Yolculuğu bittiğinde yeşillikler içinde pırıl pırıl bir güneşin altında dikilmeye başladı. Bulumduğu yer onu heyecanlandırdı. Etrafını dikkatle incelemeye başladı, burası çok güzeldi. Ormanın içinde, düz alanda ki ahşap evlere bakarken bedenninin ısınmaya başladığını hissetti. "Burada, hissediyorum" Hisleri ilerlemesini söylediğinde yemyeşil çimenlerin süslediği toprakta adım atmaya başladı. Renkli çiçekler etrafını süslüyor, masmavi gökyüzü Gözlerini etrafta gezdirdiğinde yeşil çimlerin üzerine oturmuş kucağında ki papatyalarla taç yapmaya çalışan küçük bir kız gördü. Toprak içindeki kıyafetleri, yediği meyveler yüzünden kirlenmiş yüzü, siyah kısacık saçları ile işini çok dikkatli yapıyordu. Misiza etrafına yaydığı enerjiyi hissediyor, küçük bedeni güneşin altında elmas gibi parlıyor, ben farklıyım diyordu. Misiza'nın karanlığı artık aydınlanmıştı. Günlerdir çektiği acı nihayete ermişti. Karşısında ki küçük kızın onu göremeyeceğini bildiği için daha yakından izlemeye karar verdi. Küçük kız papatyaları birbirine dikketle eklerken arada dudaklarını büzüyordu. Elindeki tacı bitirdiğinde başına takmayı ihmal etmedi. Yaptığı tacı çok beğenmişti, gülen yüzü bunun en güzel kanıtıydı. Ayağa kalktığında küçük tombul elini cebine attığında biraz önce toplamış olduğu böğürtlenleri alıp, küçücük ağzına doldurdu. Kirlenen elini havaya kaldırıp ne yapacağını düşündüğünde üstüne sürerek temizlemeye çalıştı. Küçük bedenine çiçekli kumaştan yapılmış yazlık elbise her yeri leke içinde olsa da çok yakışmıştı. Etrafına bakmaya başladığında ansızın hareketlendi. Küçücük ayaklarının üstünde dans ederek yürürken Mizisa'nın yanında durdu. Eline uzandı, bu temesla Mizisa irkilsede yere doğru eğildi. Küçük kız yaptığı taçlardan birini onun başına taktığında Mizisa küçük kızın gözlerine bakmaya başladı. Onu görmesine mi şaşırmalıydı yoksa gözlerinin rengine mi bilemiyordu. "Dilek" Küçük kız duyduğu sesle ondan uzaklaşıp sesin geldiği tarafa doğru hareketlendi. "Hala bak ben ne yaptım?" "Ah Dilek, bu halin ne? Yine nerelerde dolaştın?" Küçük kız cebinden çıkardığı böğürtlenlerden halasına ikram etmeye başladı. "Bir sürü taç yaptım. Elif ve Kader'e vereceğim." Halasının yüzüne bakıp masum masum konuşması üzerine Behice, küçük yeğenine kıyamadı. "Bir tane de sana yaptım." "Sağ ol ama çabuk eve gidip seni temizleyelim." "Tamam" Mizisa küçük kızın arkasından şaşkın halde bakarken yaşadığı anları tekrar tekrar düşündü. Ondan uzaklaşmalarına rağmen Dilek'in yaydığı ışığı fark edebiliyordu. Karmakarışık halde olduğu yerde dikilmeye devam ederken küçük kızın onu fark etmesinin şaşkınlığını yaşıyordu. Şaşkınlıktan kurtulması uzun sürmedi etrafını kontrol etmeye başladı. Biraz uzakta gördüğü mezar taşı ve üzerinde gördüğü tarihle aylardır beklediği haberin geldiğini anladı. Bedeni rahatlayıp kendini rüzgara emanet ederken ayak uçlarından başlayarak ufak parçalara ayrılmış kağıt gibi rüzgarın esiintisine kapıldı ve kayboldu. Misiza, komutanın yatağındaki bedenine geri döndüğünde gözlerini açarak yatakta doğruldu. Yorgun olduğu ağır hareketlerinden anlaşılıyordu. Ahilos görkemli odasının geniş camı önünde ki büyük, gösterişli ahşap sandalyesinde dinlenirken, Misiza'nın yatağından doğrulduğunu fark ederek hareketlendi. Dostunun yanında olan komodinden su doldurup, metal bardağı içmesi için Misiza'ya uzattı. Misiza duymak için sabırsızlanan arkadaşını daha fazla bekletmemek için konuşmaya başladı. "Haklıydın, beyhude yere karanlıkta kalıp kendimi geceye bıraktım." "Ne gördün" Ahilos'un merakı gözlerinden okunuyordu. "Gelecek benden gizli değildi ama ben geçmişi gördüm." "Geçmiş mi?" "Ahilos, Güneş'i bu kadar parlak görmeyeli çok uzun zaman oldu. En son ne zaman gülen bir yüz gördüm hatırlamıyorum ama o gülüyordu." "Kim" Ahilos sabırsız şekilde Mizisa'nın söylediklerini anlamaya çalışıyordu. "Ben, Dünya'ya gittim ve muhafızı gördüm." Ahilos yatağın üzerine oturarak arkadaşının gözlerine baktı. Aralarına katılacak muhafızları Yüce Milyus Dünya'dan seçerdi. Bu ilk defa olmuyordu. Yüzyıllardır süregelen bu durumdu fakat kısa süre önce seçilen öncü muhafız Dünya'da öldürülmüştü ve aralarına katılacak yeni muhafız için uzun süre beklemeleri gerekiyordu. "Mizisa aramıza katılacak yeni savaşçılar güzel bir haber ancak sayımızı artıracak on üç kişi bu savaşın seyrini değiştirmek için yeterli değil." "Bizden olanları dışımızda bırakamazsın, onlar buraya gelmezlerse bir süre sonra Dünya'da acı çekerek ölecek. Ölmezlerse bir Udriyler onları öldürür. Nedenini bile öğrenemeden hayatları son bulur. Üstelik ölümsüzlük gibi bir seçeneğe sahipken onları orada bırakamayız." "Elbette onları bırakmayacağız, bugüne kadar ne yaptıysak yine onu yapacağız. Bir muhafız görevlendirip onları koruyacağız ama seçim onların. Kaderlerini değiştiremeyiz" Mizisa heyecanlı haliyle konuşmasına devam etti. Bu görü ona çok sey ifade ediyordu. "Bugüne kadar bizden şüpheye düşmedim. Burada yaşayan her muhafız bu uğurda savaşmaya hazır. Yüce Miryus bana umudu hatırlattı. Yeni muhafızlar aramıza katılacak ve biz bu durumun da üstesinden geleceğiz." "Onlar gelsin ya da gelmesin biz yine kazanacağız." Ahilos, hızla yatağından kalktı ve kapının önündeki muhafıza emir vermek için kapıyı açtı. Onu gördüğünde başını eğen adama gür sesiyle yapmasını istediğini söyledi. "Komutan Anviles'i çağır" Aldığı emirle hemen harekete geçen savaşçının arkasından tekrar odasına girdi. Çok geçmeden odasının kapısı tıklatıldı. "Gel" Kapıyı aralayıp içeri giren Anviles başı ile önce komutanını daha sonra Mizisa'yı selamladı. "Umarım sadık komutanımızı gecenin bir yarısı rahatsız etmemişizdir." "Emirlerini bekliyorum efendim" Anviles için zamanın bir önemi yoktu. İri bedeni mavi mücevher gibi parlayan yıldız gözleriyle efendisine baktı. İki metreye yakın boyu ve iri cüssesi ile korkucu görünse de ne kadar iyi bir savaşçı olduğu herkes tarafından bilinirdi. Kılıcı onun en sadık dostuydu. "Anviles, bir muhafız görevlendir Dünya'ya gidecek. Aramıza yeni dostlar katılıyor." "Emredersiniz" Ahilos aldığı cevaptan memnun şekilde gülümsedi. Anviles arkasını dönüp çıkacağı sırada Mizisa konuşmaya başladı. "Anviles, en iyi savaşçını seç ve benim yanıma gelmesini söyle" Anviles başıyla onaylayıp odadan çıktı. Bunu bekleyen Misiza pelerinini üzerine alarak dostuna iyi geceler diledi. Kendi odasına gitmek için taş koridorda ilerledi. İçinde yeşeren umudu öldürmek istemiyordu. Yüce Miryus ona en zor anında bir ışık vermişti. İçinde günlerdir süren kargaşa bir nebzede olsa azalmıştı. Bunun için Yüce Miryus'a minnettardı. Anviles saraydan çıkıp gecenin karanlığında elinde ki meşale ile yolunu aydınlatırken Efendisinden aldığı emri uygulamak için vakit kaybetmemişti. Karanlık ve sisin içinde ezbere bildiği yolda ilerlerken ayak sesleri taş ve toprak yolda gecenin etkisiyle duyuluyordu. Mavi pelerininin altında gece bile parlayan mavi zırhının içinde yıkılmaz bir duvara benziyordu. Adımlarının sesini duyan savaşçılar hazır ola geçer, düşmanları ise korkudan ölebilirdi. Tek katlı, küçük, taş kulübenin kapısına geldiğinde daha çalmadan açılmıştı kapı. Karşısında yarı çıplak askere bakarken arkasında ki çıplak kadını görmemezlikten geldi. "Hazırlığını yap, Dünya'ya gidiyorsun. Gitmeden önce Ruhu Gezen'e gideceğiz. Acele et." "Emrederseniz efendim." Algulei aldığı emirle hazırlanmaya başladı. İnce kumaştan yapılmış beyaz gömleğini giydi. Beyaz pantolonunu gri çizmelerinin içine soktu. Kolsuz, ince, diz kapaklarına kadar ulaşan kaftanını giydiğinde onu kalın gri kenmeri ile sıkıca bağladı. Gri omuz zırhını taktı. Deri bilekliklerini gömleğinin üzerine sıkıca bağladı. Kılıcının kınının bağlı olduğu kemeri beline sıkıca tutturdu. Gri pelerinini takmadan önce yüzünün yarısını gizleyen peçesini takmayı ihmal etmedi. Pelerinini alıp çıkacaktı ama unuttuğu bir şeyi hatırladı. Unuttuğu küçük bıçağını alıp kemerine iliştirdiğinde gözü yatağında yatan çıplak kadına takıldı. Yanına giderek omzuna dokundu, uyanması için bir kaç defa sarstığında kadın uyku mahmuru gözlerini araladı. Hazır halini gördüğünde birşey demeden yerdeki kıyafetlerini giyindi ve Algulei ile evden çıktı. Algulei biraz önce yatağından kaldırdığı kadına tek kelam etmeden saraya doğru yürümeye başladı. Bu duruma şaşıran kadın arkasından küfürler ederken bu adama karşı koyamadığı için kendine kızıyordu. |
0% |