@emineylmzz
|
Güneş evlerin camlarından içeri sızarak insanlara başlayan yeni günü müjdelemişti. Bulutsuz, masmavi gök yüzünde tüm ihtişamı ile Dünya'yı selamladı. Işığı sonsuz, Dünya'da olan sevgisi ve şefkati sınırsızdı. Güneş gündüz ışığı ile aydınlatırken gece için Ay'ı hazırlardı. Güneş Dünya'nın bir yarısını aydınlatırken diğer yarısını Ay'a emanet ederdi. Dünya'nın sağdık yoldaşları milyonlarca yıldır ayrılmamıştı. Genç kız yatağından uyanırken camdan baktığında parlayan Güneş ile gözlerini araladı. Güneşin ışıkları gözlerini kamaştırdığı için birkaç defa açıp kapattı. Elleri ile gözlerini ovalayarak kendine gelmeye çalıştı. Rahat yatağında güzel bir uyku uyumuştu. Geceleri rüyalarına sızan uzun saçlı, sarı gözlü kadının güzelliği ile renklenir, gözünü açtığında ise rüyasında gördüğü gözlerin parlaklığını odasının camından selam veren Güneş'te bulur gününü devam ettirirdi. Hem geceleri hem de gündüzleri aydınlık geçerdi. Yıllardır görmeye alıştığı rüyasının zihninde nasıl yer aldığını bilmiyordu. Okuduğu bir kitap, izlediği bir film, gördüğü bir rüya... Neden olduğunu bilmese de alışmıştı. Hayatının etrafında bulunan her şey genç kızın bir parçasıydı. Ailesi, arkadaşları, benim dediği her şey gibi rüyası da ona aitti. Odasından çıkmak için hareketlenmeye başladı. Çıplak ayaklarını tek kişilik yatağından sarkıtıp, ahşap zemine değdirdi. Soğukla olan teması biraz daha kendine getirirken ayağa kalktı. Odasının içine camın arkasından sızan ışığı pencereyi açarak içeri davet etti. Sabahları serin hava Güneş yükseldikçe ısınmaya başlardı. Duvardaki saati sabahın yedisini gösteriyordu. Genç kız memnuniyetsiz şekilde yüzünü buruşturdu. Dersi olduğundan bir dakika uyku için kıvranan gözleri tatillerde güneşi gördüğünde açılıyordu. Tekrar uyuyamayacağı için yatağına yaklaşıp düzeltti. Eski olan evlerini dedesi yaptırmıştı. Babaannesi evlerinin, genç kızın babası ile aynı yaşta olduğunu söylerdi. Evlerini yaptırırken yaşadıkları zorlukları anlatır dururdu. Babaannesi bilinsin istiyordu. Bu evin her tahtasına farklı bir anı işlenmişti. Evin hikayesini dinlerken en çok merak ettiği şey kendi evi için neler düşüneceğiydi. Yuva, sığınak, geceleri uğrayacağı durak... Hepsi olabilirdi ya da bugün olduğu gibi hala bir yuvanın düşünü kurabilirdi. Dedesi ve babaannesi bu güzel evi yuva yaparken çok yaralanmışlardı. Evin elli yıllık hikayesinde hüzünler, mutluluklar, acılar, ölümler ve doğumlar vardı. Duvarlarını oluşturan geniş ahşap ağaçlar topraklarından koptuğunda yaşayamayacağını düşünmüş olmalılardı ama şimdi dokunduğun zaman konuşup biriktirdiklerini dile dökmek istediklerinden emindi. Evin en büyük odası ona aitti. Anne babasının eski odasında kalıyordu. İki büyük camın biri bahçeye bakarken diğeri aralarında toprak bir yolun olduğu arkadaşının evine bakıyordu. Beyaz duvarları ve mobilyaları arasındaki tek renk kitaplığındaki kitaplarının rengi ile parlak, gümüş çerçevelerin arasındaki fotoğraflardı. Beyaz renk sır tutmazdı. Beyazın üzerinde toz tanesi bile saklanamazdı. Dışarısı için karamsardı ama odasında güvendeydi. Burada sır yoktu. Genç kız beyazların arasında görünür oluyordu. Odasının dışında kim bilebilirdi genç bir kızın mucizelerini... Yaşadığı şehirde, nefes aldığı köyde, üzerinde nokta büyüklüğünde yer işgal ettiği Dünya'da en sevdiği yer bu odaydı. Hiç bir yere burası kadar ait değildi ama ayak bastığı yeri sahiplenmeyecek kadar uzak hissediyordu. Son zamanlarda kayıp, silik bir silüetten ibaret benliği onu daha da çok yoruyordu. Yürürken, gülerken, konuşurken ansızın aklına sızan düşünce yaptığı aktiviteden onu soyutlayıp düşünce aleminin içinden çıkılmaz girdabına sokuyordu. Bu duygu her saniye etrafını sarıyordu. Hayatında ki birkaç kişi dışında yaklaşabilen olmamıştı. Arkadaşları Elif ve Kader ise Dilek'in izin verdiği kadarını biliyordu. Genç kızın hayatına dahil olmak kolay değildi. Dışarıya karşı ördüğü duvarları çok yüksekti. O yüksek duvarın arkasında daha kalın daha sağlam bir duvar vardı ki geçebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Kafasında bu düşünceler her saniye dönüyor olsa da genç kız bulduğu ufak kırıntılara tutunuyordu. Evin içindeki kalabalık gibi.. Üst kattan gelen gürültüler artmaya başladığında kafasındaki soruları bir kenara bıraktı, dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu. Yaz tatillerini en güzel yanı evlerinin dolup taşmasıydı. Amcası, halaları ve çocukları evi dolduruyordu. Şimdi yukarı çıktığında kuzenlerinin koşturması ve kahkahaları arsında bir günü daha tamamlayacaktı. Dedesi ve babaannesi ile olan sessiz yaşamı yaz tatillerinde küçük ev partilerine benzerdi. Normal zamanda ufacık sesten rahatsız olan ailenin çınarları, bu gürültüyü müzik olarak algılıyordu. Yengesi ve Halasının yaramazlık yapan çocuklara kızdıklarında dedesi Haşim Bey "Dokunmayın çocuklara" diyerek herkesi sustururdu. Bu durum en çok afacanların yararınaydı. Çocukları ve torunlarının varlığı ile yeniden genç oluyorlar, onlarla beraber gülüyorlardı. Yatağının sağ tarafında olan giysi dolabından siyah bol bir pantolon, üzerine giymek içinde beyaz bir tişört seçti. Saçlarını tarayıp, tepesinde at kuyruğu yaptı. Aynadaki görüntüsü hazır olduğunu söylüyordu. Arkasını döndüğünde yatağının baş kısmında olan dün gece son sayfalarını okuduğu, bitirdiği romanı eline aldı. Mavi kapağın üzerindeki eski kadın heykellerinin olduğu kitap Mısır tarihini anlatıyordu. Okumaktan keyif almıştı. Mısır tanrıçası Kleopatra'nın hayatı, yaşadığı aşkları, iktidarı için verdiği savaşlar, kaybettiklerinin ardından gelen kazançlar, güzelliğini en usta kalemlerin bile anlatmakta zorlandığı kadının hayatı Dilek'i çok etkilemişti. "BÜYÜK ÖDÜLLER BÜYÜK ACILARDAN SONRA GELİR" Kitabı okuduğunda kapağında yazan yazının doğruluğunu daha iyi anlamıştı. Şimdi ise diğer kitapları gibi kütüphanesindeki yerini alacaktı. Kapının sol tarafında büyük duvarı tamamen kaplayan dikdörtgen parçalar kitap ve resimlerle doluydu. Geçmişi, bugünü buradaydı. Hatıraları, hayalleri ve mutlu anların simgesi küçük hediyelerinin oluşturdu dev kütüphane bu odanın en güzel köşesiydi. Odasındaki işi bittiğinde çıktı. Geniş ve uzun holün sonunda bulunan banyoda ellerini ve yüzünü yıkadı. Kısık sesle mırıldandığı şarkı eşliğinde üst kata çıkmak için geri döndü. Odasının kapısının önünden geçerken ayağının altındaki tahta zemin gıcırtısı ile ona eşlik ediyordu. Bazı tahtalar adım attığın esnerdi ama korkutmuyordu artık alışmıştı. Bu ev konuşuyor, genç kıza arkadaşlık ediyordu. Odasının kapısının karşısında dışarıya çıkmak için kullandıkları ahşap bir kapı vardı. Dilek o kapıyı es geçip yanındaki yüksek merdivenler yöneldi. Yukarı çıktıkça sesler yükseliyor genç kızı korkutuyordu. "Acaba görünmeden tüysem mi?" Kendi kendine konuşuyor, gülüyordu. Fikir cazip gelse de yukarı çıkmaya devam etti. Yukarı adımını attığı an küçük kuzeni Ece'nin sesiyle olduğu yerde kaldı. "Günaydın Abla" küçük kız bu anı bekliyor olmalıydı gördüğü an üzerine atladı. "Seni uyandırmaya gelecektim ne kadar çok uyudun" "Ben geç kalkmadım siz uyumuyorsunuz. Sabah sabah bu ne enerji" Yüzünü buruşturup bu durumdan doğan memnuniyetsizliğini anlatmak istese de küçük kızın bununla ilgilendiğini sanmıyordu. Siyah, kıvırcık saçları, kahvenin en koyu rengine sahip gözleri, esmer teni ile ısırarak sevme isteği uyandırabilirdi. Bu durum aralarında bir kaç saat geçirdikten sonra yerini kaçıp gitme isteğine bırakıyordu. Ece'nin abileri Arda ile Anıl tam bir savaşçıydı. Düşmanları ortaksa birlikte düşman bulamazlarsa birbirleriyle savaşırdı. Bu küçük canavarlar herkesi hem mutlu edip hem de canından bezdirecek hale getirebiliyordu. Yüksek merdivenleri tırmandığınızda üst katın geniş salonuna ulaşırdınız. Ahşabın süslediği merdiven korkulukları büyük alanın en güzel süsüydü. Ahşap tavanın duvarlar ile birleştiği yerlerde ince çizgiler yer alıyordu. Burada olan bütün evler aynı sayılırdı. Tek bir ustanın hayal gücünün ürünü gibi duruyordu. Solonun iki duvarında oldukça büyük altı pencere bulunuyordu. Pencerenin önünde ise duvarla bütünleşmiş geniş sedirler ev ahalisini ağırlardı. Koyu renk kumaş ile kaplanmış süngerler, Aynı renkle yapılmış geniş yastıklar duvara yaslanmıştı. Ahşabın kokusu güneş evleri ısıttıkça içindeki insanları mest ediyordu. Geniş salondan çıkmak istediğinizde duvar yada kapı ile ayrılmamış hole ulaşabilirdiniz. Yukarıdan bakıldığında T şeklinde bir yapıyı andırıyordu. Salon ile hol birleşiyor, ilerlediğinizde ise üç oda sağ tarafında kalıyordu. Sol tarafında ise bir oda ve oldukça büyük bir mutfak karşınıza çıkıyordu. Devamında ise banyo bulunuyordu. Zamanla ahşabın rengi koyulaşmaya başlasa da hala ilk günkü gibi sağlamdı. Kucağında tuttuğu Ece ile mutfağa girdiğinde gözüne ilk çarpan, kapının karşısındaki duvarda bulunan geniş sedirde oturup dışarıyı izleyen babaannesiydi. Mutfağın büyük camı köyün ortasındaki açık alana bakardı. Tam karşıya baktığında ise yıllardır boş olan üç ev bulunuyordu. Evler birbirine bağırdığında sesini duyacakları mesafede olsa da evde yaşayan insanlara ayrı bir mahrem alanı sunardı. Evlerin büyük bahçeleri, uzun duvarlarla örülmüştü. Etrafına bakmayı kesip kucağındaki küçük kızın tombul yanaklarından kocaman bir öpücük aldı. Kucağında tutmakta zorlandığı için indirip elinden tuttu. Yengesi ve halası sohbet ederek kahvaltıyı hazırlıyordu. "Günaydın hanımlar" Sare Hanım kapıdan giren Dilek'e gülümsedi. Torununa bakarken gözleri parlıyordu. İlk göz ağrım dediği torununu kolundan tutup yanına oturttu. "Günaydın kızım" diyerek yanaklarından öptü. Koca kızı bebek gibi seviyordu. Sare Hanımın en mutlu günleri çocuklarının hepsinin yanında olduğu zamanlardı. Eşi ile beraber bu güzel anların tadını çıkarıyordu. Yetmiş yaşında olan kadın çok acı çekmişti. Mutlulukları hep bu acıların gölgesinde kalmış olsa da bugünlere gelmişti. Şimdi bastonsuz yürüyemiyordu ama mutfaktaki bu gürültü acısı ve tatlısıyla güzel devam eden hayatın kahkahalarıydı. Koca çınar, her acıyı bildiğini düşünüyordu. Bu koca ev nelere şahitlik etmişti. Sare Hanım mutfaktaki koşturmacayı izlerken düşündü. Ne kadar eksilmişti, neler katmıştı. Saçlarındaki her beyazın bir hikayesi vardı. Yüzündeki her çizgi sayfalarca hatıra barındırıyordu. Ölümler, doğumlar, ayrılıklar, kavuşmalar arasında yetmiş yılı devirmişti. Şimdi evi bunca acıdan sonra mutluluklarına şahitlik ediyordu. "Dilek, ikimize çay doldur." Torununun ela gözleri parladı. Dilek sabah kalktığında daha kahvaltı yapmadan bir bardak çayını alır mutfak penceresini açar ve manzarayı seyrederek içerdi. Son günlerde yapmadığını biliyordu. Ev kalabalık olduğunda Dilek ortalıkta olmayı sevmezdi, fazla konuşmazdı bazen sesini duymak için adını telaffuz etmesi gerekirdi. İçinde kopan fırtınaları biliyordu ama ne kendi acısı azalmıştı ne de kendini her ortamdan soyutlayan torununun hasreti. Dilek'in evdeki misafirler sebebiyle kendini fazlalık gibi hissetmesini istemiyordu. Dilek için kolay değildi. Çığlıklar atması gerekirken susuyordu. Karnına ağrılar girecek kadar kahkaha atmalıyken küçücük tebessümle yetiniyordu. Gözlerinde yaş olmaya hazır bulutlar hazır beklerken kendini tutuyordu. Hiç bir yere ait olamadığı gibi, insanların her yer senin demeleri hiç bir şey ifade etmiyordu. İki yüzlü insanların sen bizim kızımızsın sözleri dudaklarından dökülürken, gözleri buralar bize ait der gibi keskinleşiyordu. Şimdi ise yirmi yaşında bir genç kız olmasına rağmen yüreği yersiz yurtsuz bir kuşa benziyordu. Babaannesinin istediğini yapmak için kalktı. Masanın üzerinde hazır halde olan iki çay bardağına ocağın üstünde kaynamakta olan çayı doldurdu. Aklı çok uzaklarda kalmıştı. Fazla zamanı yoktu. Bir kaç yıl sonra mezun olduğunda kendine ait hayatı kurduğunda yapmak istediklerini düşünerek sabrediyordu. Hiç kimse tam olarak istediği hayata sahip değildi. Bazı insanlar kanatları olmadığı halde uçurumlar aşmalıydı. Bazı insanlar için adım atması yeterliydi. Düşüncelerinden uzaklaşmak istedi. Hayallerini düşünürken gerçeğe karşı daha ilgisiz daha tahammülsüz hal alıyordu. Masanın köşesinde duran iki bardağın birini babaannesine doğru uzattı. Kendi bardağını da onun yanına koyup babaannesinin yanına oturdu. Yavaş yavaş dolmaya başlayan köyünü izlerken çayını yudumluyordu. Sare Hanım mutfakta uğraşan gelini ve kızının konuştuklarını duymadığından emin olduğunda Dilek'e doğru döndü. Sedirde oturup camdan dışarıyı izleyen torununun dizindeki elini tuttu. "Burası herkesten çok senin evin, bunu sakın unutma" dedi. Dilek gözlerini kaçırdı. Babaannesinin anladığını biliyordu ama genç kızında elinden bir şey gelmiyordu. "Çocukken daha kolaydı. Şimdi ufak bir gülümseme ima gibi geliyor. Eskiden gelmeleri için gün saydığım insanların yanında kendimi fazlalık gibi hissediyorum. " Genç kız kısık sesle konuşurken gözleri kahvaltı için uğraşan iki kadındaydı. "Bu halimin benden başka suçlusu yok. Aklımda dönüp duranları kendime yük eden benim ama elimden başka türlü davranmak gelmiyor. Her saniye kafamın içindeki kazanın kaynaması için odun taşıyorum." Sare Hanım tüm şefkati ile bakıyordu. "Kafanın içini rahat bırak tatildesin. Aylarca yaz tatilinin hayalini kurdun. Tadını çıkar bu yaşlı kadını torunundan mahrum etme. Ben senin gülen yüzünü görmeyi istiyorum." Dilek ela gözlerini manzaraya çevirdi. Yapabileceğinden emin değildi ama yine de babaannesini onaylamak için başını aşağı yukarı salladı. * * * * * Dilek günü bitirirken biraz nefes almayı başarmıştı. Evdeki canavarlar onu rahat bıraktığında kendini bahçedeki geniş salıncağa attı. Burada Güneş'i uğurlamak için hazırdı. Parlaklığı dağlarının arkasında kaybolmaya başladığında ufukta oluşan kızıl rengin hayranıydı. Oturduğu salıncakta usul usul sallanırken kafasını geriye doğru atıp, sırtını yaslamıştı. Saçlarını salıncağın arkasından bedeni gibi sallanırken gözleri kapalı halde yüzünü okşayan rüzgar, saçlarını nazikçe okşayıp hareket ettiriyordu. Sallanmanın etkisi ile bedeni gevşedi ve rahatladı. Ela gözlerini göz kapaklarını arkasına saklamıştı. Sabah yaşadığı gerginliği bir tarafa bırakmıştı. Sessizlik kulaklarından içeri doğru sızıyordu. Yakınlarda sürekli açık olan çeşmeden gelen su sesini duyabiliyordu. Etrafına konan daha sonra tekrar kanatlanan kuşların telaşını hissediyordu. Su sesi beyninin içini sarıyor arada tüyleri diken diken oluyor daha sonra üşüme hissi benliğini kaplıyordu. Kısa süreli tekrarlayan döngü uyku haline sebep oluyordu. Sallanan salıncak işini zorlaştırıyor. Ağırlaşmaya başlayan gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Bir ara kalkmayı düşünse de gerçekleştirememişti. Düşündüklerini eyleme dökemeden gözlerini kapadı. Bedenini uykuya teslim etti. Bedeninde hissettiği ürperme hissiyle hızla gözlerini açtı. Geriye attığı boynu ağrımıştı. Sağ elini ensesine atarak rahatlamaya çalıştı. Her yeri tutulmuştu. Eve gitmek için ayağa kalkmak istediğinde toprağa değen elleri ile biran afalladı. "Salıncaktan mı düştüm?" Gözleri salıncağına değmek için hareketlendiğinde tepkisiz halde karşısındaki manzaraya bakakaldı. Gözlerini kapattı, görüntünün değiştiğini umarak tekrar açtı. "Neredeyim ben!" Etrafını dikkatle incelemeye başladı. Evi neredeydi? Salıncağının yeri boştu. Yaşadığı değişiklik kafasını karıştırmış, düşünmesi ve algılaması birkaç dakika sürmüştü. Kendine gelmeyi başardığında derin bir nefes aldı. Aldığı nefes boğazını yakarken zorla yutkunmayı başardı. Bağırmak istiyordu, yaşadığı anı geride bırakmalı bu kabustan biran önce uyanmalıydı. Etrafını saran uzun ağaçların arasından sızan Güneş boşluklardan sızıyor yerdeki yeşil çimleri, rengarenk çiçekleri ışığıyla besliyor. Güneşin ışığıyla daha güzelleşiyordu. Baktığı yerler tanıdık değildi. İçinde bulunduğu duruma bir anlam veremiyordu. Çevreyi inceleyen şaşkın gözleri verdiği tek yaşam belirtisiydi. Etrafta duyulan kuş sesleri arasında ilk adımı attı. Nereye gideceğini bilmeyerek bilinçsiz şekilde yürümeye başladı. Kulağına gelen su sesine doğru ağır ağır yürürken renkli çiçekler zarar görmemek için yolundan çekiliyordu. "Bu rüya olmalı" eğilerek hareket eden çiçeklerden birini incelemek için koparmak istedi ama yakalamak istedikçe elinden kaçıyordu. Elinden her kurtulduğunda daha hırsla saldırıyor etrafında hareket eden küçük papatyaları yakalamaya çalışıyordu. Papatyaları bırakıp sarı ve mor renklerde olan etrafı sarmış çançiçeğine baktı. Hepsi çok güzel ve canlıydı. "Gerçekten canlılar!" çığlıklarını burada duyan olup olmadığından emin değildi. Anın verdiği şaşkınlığı bir tarafa bıraktı. Çiçekler zararsız gibi duruyordu ama dikkatli olmalı ve uyanmalıydı. Şu an ormanın güzel yüzünü görüyordu fakat bu kadar olduğundan emin değildi. Ağaçların arasında görünen Güneşe baktı. Uyurken akşam olmaktaydı burada günün ortalarında olduğu belliydi. "Burada Güneş batmaz" Duyduğu ses olduğu yerde durmasını sağladı. Korku ve panik yüzünden titremeye başlamıştı. Arkasındaki sesin varlığını hissediyordu ama arkasına bakacak cesareti yoktu. Genç kızın arkasında sarı elbisesi, topuklarına kadar uzun sarı saçları ile bekleyen ruh, dönmesi için sabırsızdı. Dilek, korku ile beklerken sahip olduğu son cesaret kırıntısını kullanarak ağır hareketlerle arkasına döndü. Dönmesi ile gözleri sonuna kadar açıldı. Ağzının açık hali onu komik gösteriyordu. Dilek, şaşkın halde karşısındaki kadına bakıyordu. "Sen" titreyen ve kısık çıkan sesiyle konuşamıyordu. Güneşin altında mücevher gibi parlayan beyaz teni, altın sarısı saçları, rengarenk gözleri ile inanılması imkansız varlığın ormanın tüm renklerini gözlerine hapsettiğini düşündü. Yıldız şeklindeki renkli irislerin her bir köşesi başka bir rengi muhafaza ederken parlaklığı güneşin ışığına benziyordu. Yaklaşmaya başladıkça adeta büyüleniyordu. Her adımı biraz daha yaklaştırıyordu. Fark ettiği ayrıntı ile hareket etmeyi bıraktı. "O değilsin" Beklediği kişi olmaması şaşırttı ama korkutmadı. Gözlerinin şekli aynıydı. Peki bu kimdi? "Sen kimsin?" Güzel kadın, adım atmayı bırakan Dilek'e doğru yaklaşmaya başladı. Her adımı genç kızı biraz daha şaşırtıyor, mesafe kısaldıkça telaşlanan Dilek ne yapacağını bilemiyordu. Hareket etmek istediğinde bacaklarına tonlarca ağırlık varmış gibi kıpırdayamıyordu. Dilek adım adım yaklaşan kadının varlığını kabul edemiyordu. Kaçmak istiyordu. Aralarında iki adımlık mesafe kaldığında duran kadın gözlerine bakıyordu. Dilek şaşkındı kadın ona tekrar yaklaşmaya başladığında geri doğru gitmek istese de hareket edemedi. Kekeleyerek "Yaklaşma" diyebildi. Dilek kolunu tutmak için hamle yapan kadından kaçmak istese de olmadı. Çığlıkları, karşı koymaları fayda etmedi. Kolundan yakalamak üzereyken Dilek yüzüne çarpan rüzgarın etkisiyle sarsılarak uyandı. Şaşkın halde etrafa baktığında salıncakta uyuya kaldığını anladı. Derin bir nefes aldı. Güneş çoktan batmıştı. Eve girse iyi olacaktı. Ayağa kalktı adımları onu eve doğru sürüklerken aklında gördüğü rüya vardı. Bu rüyaları ilk defa görmüyordu. Yıllardır aşinası olduğu rüyasında ki kadın bu kez farklıydı. Bugün gördüğü rüyanın aksine daha önce korkmamıştı. Hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Kokuları ve sesleri net duymamış, temas etmemişti. Evin dış kapısından girmeden önce kilometrelerce koşmuş gibi yorgun bedeni durdu. Kafasını sağa doğru çevirip biraz önce uyuduğu salıncağa baktı. "Hiç bu kadar gerçek hissetmemiştim." Bir süre daha izledikten sonra içeri girip kapıyı kapattı. |
0% |