@emineylmzz
|
7. Bölüm Karşısında çırpınan kızın çaresiz hali Rüzgarın Efendisi'ni şaşırtmadı. Binlerce yıldır, yüzlerce genç karşılarında can çekişiyordu. Yolları uzun ve karanlıktı, akıllarının almadığı bir çok şey gözlerinin önünde gerçekleşecek, hayal ile hayat arasında gidip geleceklerdi. Yara alacaklar, düşecekler, sınanacaklar en önemlisi yeni düşmanlar kazanacaklardı. Çıktığı yolun başında ölümün soğukluğunu hissedecek, yaşamak için verdiği savaş çetin olacaktı. Binlercesi bu yola girdi. Çok azı başarabildi. Dilek bu gençlerin sadece biriydi ve şimdiden yıkılmış görünüyordu. Genç kız göz yaşları arasında yerdeki bedenleri izlese de gördüğünden emin değildi. Bir süredir attığı çığlıklar durmuş yerini sağır eden bir sessizliğe bırakmıştı. Hareketsiz bedeni yerde bacaklarını kendine çekmiş, titreyen elleri ile sardı. Ne kadar küçülürse o kadar görünmez olabilirdi. Başını duvara yaslamış halde durmadan akan yaşlarını bile silmek istemezken nasıl kendini koruyacaktı. Varlığı Dilek'in umurunda değildi. Gözleri yerdeki kan gölünün üzerinde, yanaklarına inen yaşlar birbiri ile yarışırken bakışları birkaç adım uzağındaki adama değmemişti. Varlığından habersiz gibiydi. Yerde daire şeklinde dağılan kan Dilek'e yaklaşırken, genç kız ateşe değecek gibi birden irkilip duvara daha da yaklaştı. Ayakkabılarının ucu kana değmek üzereydi, buna engel olmak, geri gitmek istese de arkasındaki duvar izin vermiyordu. Ellerini bacaklarından çekip saçlarını sertçe geriye itti. Parmakları yüzünü kurulamak istedi ama yerine gelen yaşlar buna izin vermedi. Kendine gelmesi gerekiyordu. Kanın kokusu midesinin bulanmasına sebep oluyordu ama yaşadığı olaydan sonra, aldığı koku dert edeceği bir konu olamazdı. Aklında onlarca soru ile savaşırken onu öldürmek isteyen adamların kim olduğunu bilmek istiyordu. Yanına Elif ve Kader kılığında gelenlerin temas ettiğinde aklında nasıl farklı canlandıklarını, konuşmadıkları halde onları nasıl duyduğunu, dokunduğu her şeyin aklında nasıl can bulduğunu, karanlığı, rüyalarında gördüklerini öğrenmek istiyordu. Ondaki değişikliklerin cevapları olmalıydı. Yeri kaplayan kan gölünün birden bire ölü bedenlere doğru hareketiyle korku ile olduğu yerden kalktı ve içgüdüsel olarak biraz önce onun hayatını kurtaran adamın yanına doğru koştu. Yakın değildi ama uzak kalmak istemiyordu. Kıyıya vuran dalgaların tekrar denize kavuşması gibi kızıl kan usul usul biraz önce terk ettiği bedene geri dönmeye başladı. Dilek dehşet içinde olanları izliyorken Rüzgar'ın Efendisi'nin gözleri genç kızın üstündeydi. Her hareketini takip ediyordu. Tek bir hareketi atlamak istemiyor, dikkatle izliyordu. Göz kapaklarını kırpma sıklığı, göz yaşının akma hızı, çatık kaşlarının altında altın gibi parlayan gözlerini, gördükleri karşısında değişen yüz çehresi, kulaklarına ulaşan kalp sesi her şey konuşuyor Dilek'i ifşa etmeye hazırlanıyordu. Genç kızda gördüğü en ufak bir değişiklik adama çok şey ifade ediyordu. Kan bedenlere ulaştığında genç kızın beklemediği şekilde çürümeye başladı. Toprağın altına saklanan cansız insanlara neler olduğunu birkaç saniye içinde gözleri ile görecek, unutmak istese de başaramayacaktı. İki parça bedenlerin açık gözlerinde ve yüzlerinde ölümün soğukluğu olsada küçümseyen ifade yerli yerinde duruyordu. Sarıya dönen ten renkleri morarmaya başladığında, ağızları açıldı, gözleri dışarı doğru meyletti. Mor renk koyulaşarak karardığında vücutlarında düşecek gibi duran deri parçaları mide bulandırıyordu. Etrafa yayılan kan ve çürümüş et kokusu dayanılacak gibi değildi. Dilek daha ne kadar dayanabilecekti. Beynine bıçaklar saplanırken inanmak, gördüklerini gerçek kabul edip tepki vermek çok zor geliyordu. Ayakta durmak zorlaşınca yanındaki ahşap merdivenin ilk basamağına çöktü. Elleri ile korkuluklara tutunup, kafasını dayadı. O artık bir mahkumdu, gördüklerinin tutsağıydı. Konuşan her şey sustu. Avuçları ile destek aldığı ahşap bile sessizdi. Gözleri yerde tamamen siyaha dönen bedenleri seyrediyordu. Derinin altındaki her şey kaybolurken az önce kılıç tutan elleri artık bir kemik yığınından ibaretti. Güçlü duran bedenleri saran kıyafetler boş bir çuvala dönmüştü. İnce deri tamamen kaybolduğunda kemiklerini saklayan kıyafetleri kalmıştı. Yavaş yavaş sahildeki kum tanesi gibi eriyen kemik ve kıyafetleri, kaybolana kadar izledi. Biraz önce burada ölen iki kişi kimdi, neden buradaydı? Her şey muammayken, kayboluşları ile hiç var olmamış mı olacaklardı? Dilek'in boş bakan gözleri içindeki fırtınayı sır gibi saklıyordu. Kaybolan bedenler gibi yok olmak istiyordu. Bunları hiç yaşamamayı diliyordu. Rüzgarın Efendisi, biraz önce çığlıkları ile yeri göğü inleten kızın şimdi buz kütlesi gibi soğuk duruşunu, olaylar karşısındaki tepkisizliğini izliyordu. Hisleri alınmış gibi duruyordu yada çok iyi saklanıyordu. Aklından geçenleri bilmek istiyordu. Bu buz dağı neleri gizliyordu daha ne kadar tepkisiz kalacaktı? Varlığını unutmuş gibi davranıyordu. Nefes sesleri kulaklarına ulaşmasa o şekilde öldüğünü düşünecekti. Dayanamayarak genç kıza doğru yaklaştı tek dizini kırarak aynı hizaya gelmeye çalıştı. Çıplak elleriyle Dilek'in omzuna dokunduğunda genç kız olduğu yerde bir hülyadan uyanır gibi sıçradı. Ona doğru dönen genç kızın gözleri yıkılmış olduğunun kanıtıydı. Dayanamadı ellerini kaldırıp yaşların durmadığı yüzüne yaklaştırıp yanaklarını tuttu. Yüzündeki ter ve göz yaşı yüzünden ıslanmış saçlarını yüzünden çekti. Yenileri gelse de ıslak yanaklarını kurulamaya çalıştı ama Dilek'in dudaklarından dökülen kelimelerle elleri durdu. Duyduklarının gerçekliğini sorgulamaya çalıştı. "Beni de öldür" Dilek söylediğini yapması için her şeyi yapabilirdi. "Yaşaman için buradayım." Karşısındaki adamın dedikleri ile kafasını, başını tutan ellere rağmen iki tarafa salladı. İnanmadığı kimdi? Karşısındaki adam mı? Nedenini bile bilmeden verdiği savaş mı? Gözlerinin önünde olan ama sürekli inkar etmeye çalıştıkları mı? "Sen gerçek değilsin." Bu cümleyi söylerken adamın gözlerinin derinliklerine bakmaktan geri durmadı. Gözünün önünde olan onca şeyi görüyor, aklına kazıyor ama kendini buna inanmamak için zorluyordu. İnanmaya başladığında gerçekle olan bağını kaybedeceğini düşünüyordu. Aklını kaybedecekti. Algulei, Dilek'in tepki vermeyecek kadar çaresiz olduğunu fark etti. Binlerce yıldır ölümün her türlüsünü görmüştü. Binlerce düşmanı kendi elleri ile öldürmüş bir kez bile dönüp bakmazken bu kızın kendinden vazgeçişi onu derinden sarsmıştı. "Ayağa kalkmalısın, her zaman kendine gelmek için bu kadar uzun zamanın olmayacak. Ayağa kalk, kendine gel. Bunlar sadece öncü daha fazlası dışarıda seni arıyor. Burada kalmak tehlikeli." Söylenenleri algılaması zaman aldı. Duyduklarının imkansızlığı inanmasını zorluyordu. Kaçmalıydı, buradan hızla uzaklaşması gerekiyordu. Kendini ayağa kalkacak kadar güçlü hissettiğinde kaçıp kurtulacaktı. Eğer inanmamayı başarırsa, şahit olduklarına rağmen mantığını kullanırsa düzeleceğini düşünüyordu. İki göz birbirine bakmaya devam ederken Algulei, biraz önce yanaklarını kurulayan baş parmağını gözlerin üzerinde gezdirmek istedi. Yakından daha canlıydı. Gözlerinde biriken yaşlar güzelliğini etkilemedi. Algulei, Dilek'in gözlerinde kaybolmak istedi ama Dilek kafasını ellerinden kurtardı, ayağa kaldırmayı başardığında bedenini sürüklemeye başladı. Varlığını kabul edemediği adamı geride bırakacak ve bir daha buraya gelmeyecekti. Adımlarını biraz önce kaçmak isterken yüzüne kapanan kapıya çevirdi. Buradan gitmek istiyordu. Kanlar içinde kalmış zemin eski halini almıştı. Hiç olmamış olma ihtimali vardı ve ürkütüyordu. Dilek'te buradan çıktığında tüm yaşadıklarını geride bırakacaktı. Açmak için elini kapı koluna attığında duyduğu seslerle olduğu yerde kaldı. "Duyma" Kendini teskin etmeye çalışırken kapıyı açıp adımlarını odaya attığında beklemediği görüntü sadece ızdırabını artırdı. Duyduğu sesler ve etrafında canlanan görüntü ile kıpırdayamadı, bu mümkün değildi ama şimdi karşısındaydı. Daha önce camını kırıp girdiği oda kaybolmuştu. Her yer büyük çam ağaçlarıyla doluydu. Yeşil çimenlere ayak bastığında derin bir nefes aldı. Ormanda ki ağaç kokuları burnuna dolarken aldığı soluklar nefes borusunu yakıyor adeta ciğerlerini parçalıyordu. Geri doğru bir adım atıp tekrar eve dönmek istediğinde seslice yutkundu. Şimdi uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında dikilirken tanıdık olan tek şey karşısında ona dikkatle bakan gri gözlerdi. Birkaç adım uzağın Dilek'i seyrediyordu. Kaçıp kurtulmaya çalıştığı ev artık yoktu. Heybetli meşe ve çam ağaçları gökyüzüne doğru uzuyor, serinliği insanı üşütüyordu. Genç kız hissettiği korkunun etkisiyle titredi. Yemyeşil otların arasında huzur bulması gerekiyordu ama içinde bulunduğu durumun tuhaflığı, gördüğü tüm güzellikleri siliyordu. Rengarenk çiçeklerin arasında bir kaç adım attı. Güneş, ağaçların uzun dalları arasındaki boşluklardan sızıyor, ağaçların gövdelerinde sakladığı gölgelere karşı gelmeye çalışıyordu. Tüm ormanın sessizliğini genç bir kızın çığlığı bozdu. Sesin geldiği tarafa kafasını çevirdiğinde ona doğru koşmakta olan el ele tutuşmuş iki genci gördüğünde, kendisi de kaçmak istedi ama omuzlarına konan ellerle olduğu yere çivilendi. Bu kez kafasını çevirdiğinde Rüzgarın Efendisi'ni gördü. "Bitir artık." Yalvarıyordu ama adam Dilek'in yüzüne değil sadece karşıya bakıyordu. Kafasını çevirip, adamın dikkatle baktığı yerde onlara doğru koşan iki genci izlemeye başladı. Genç kız yanındaki gencin elini tutuyordu. Diğer elinde ise başına bağladığı mavi yemenisi vardı. Çiçek motifleri ile süslenmiş mavi elbisesinin altında siyah lastik ayakkabı giymişti. Omuzlarının biraz aşağısında biten kumral saçları, koşmanın etkisiyle uçuşuyordu. İki genç koşmaktan yorulmuş halde bir ağaca yaslandı. Geniş ağacın gövdesi adama yuva olurken genç adam sevdiği kızı göğsüne sakladı. Uzun boylu, esmer adam genç kızın dinleneceği durak olmuştu. Dilek bu iki gencin nefes seslerini duyabiliyordu. Onlara daha dikkatli baktığında genç kızın mavi irisleri parlıyordu. Genç adamın siyah dağınık saçları alnına dökülmüş, ter içinde kalmıştı. Genç kızı sarıp sarmalarken, sık nefesleri arasında konuşmaya başladı. "Asiye iyi misin?" Dilek, iki gencin konuşmasını dinlerken Asiye ismini duymasıyla afalladı. Hikayesini duyduğu kızı şimdi burada görüyor olmak onu duygudan duyguya sürükledi. İstemsizce geriye doğru adım attığında, omzunu tutan adama çarparak durdu. Rüzgarın Efendisi, Dilek için dağ olmaya hazırdı. Dilek bedenindeki ağırlığı artık yaslandığı adamla paylaşıyordu. Karşısında geçmiş, arkasında şimdi ile iki genci uzaklardan ama yanı başında gibi görmeye, duymaya devam etti. "İyiyim sen" Dedi Asiye, sonra hızlı nefesleri arasında devam etti. "Sen nasılsın?" Yıllardır ölümü ile konuşulan kız tam karşısındaydı. İnce kadife sesini duyuyordu. Asiye'ye sarılan genç adamın konuşmasını duydu. Olacakları izlemeye devam etti. "Seni şuradan çıkarınca, iyi olacağım" Genç kızın saçlarının üstüne dudaklarını bastırdı. Bir süre kıpırdamadı, sonra elini tutup tekrar koşmaya başladılar ama fazla uzaklaşamadan tekrar durdular. Geri geri yavaşça hareket eden ikiliyi takip ederken delikanlının yerden bulduğu kalın bir dal parçasını eline aldığını gördü. Dilek bu hareketin sebebini merak ederken gördükleri ile çok geçmeden neler olduğunu anladı. Yaslandığı adam olmasa oraya yığılabilirdi. İki genci kovalayan dört kişi, onu Elif ve Kader kılığında öldürmek isteyen kişiler gibi kısa boyluydu. Onun gördükleri olmasa da aynı yerden geldikleri belliydi. Kollarının uzunluğu, kulaklarının büyüklüğü, yüzlerindeki acımasız ifade unutulacak gibi değildi. Asiye, sevdiği delikanlıya bütün gücüyle bağırdı. "Mahmut dikkat et." Dilek duyduğu isimle daha da şaşırdı. Elini yavaşça kaldırdı yerinden çıkacak gibi atan kalbinin üstüne koydu. Asiye böyle mi ölmüştü? Mahmut, Asiye'yi kolundan tuttuğu gibi arkasına aldı. Şimdi çetin bir harp başlamıştı ki kazanan taraf ya aşık olduğu kızı korumak için her şeyi yapacak sevdalı bir yürek ya da merhametten yoksun, zalimlikleri bedenlerine ikinci bir deri olarak giyen katiller olacaktı. Asiye, Mahmut'un arkasına sığınmıştı ama genç adamın hızla ona dönmesiyle dikkat kesildi. Mahmut, Asiye kolundan tutup ileriye doğru itti. "Koş Asiye sakın arkana bakma." Üstlerine doğru gelen adamları kontrol ederken yerinden kıpırdamayan kıza bağırdı. "Koş." Bağırışları ve gitmesi için yalvaran gözlerini Asiye umursamadı. Gitmek gibi bir derdi yoktu. Sağına soluna baktı, yerde bulduğu uzun ve kalın dal parçasıyla sevdiği adamın yanında yerini aldı. "Seni bırakmam, beni düşünüyorsan kendini de kurtar." Kararlıydı hiç bir kuvvet onu buradan götüremezdi. Mahmut olacakları tahmin ettiği için Asiye'yi göndermek istiyordu, yalvararak baktı sevdiği kızın gözlerine ama Asiye kararlıydı. Ya beraber yaşayacaklardı ya da beraber öleceklerdi. Onlara doğru koşmaya başlayan dört kişi ile ikisi de savunmaya geçti. Dört kişiye karşı iki kişi, kılıçlara karşı sopalar, katillere karşı aşıklar... Dilek, adaletsiz çarpışmaya şahit olurken başının döndüğünü hissetti, Asiye burada mı ölmüştü? Onların hayatı bu yüzden mi ayrılmıştı? Bunca yıldır anlatılanlar doğru değil mi? Mahmut Bey hayatta Asiye ise ölmüştü, bu savaşın kaybedeni iki aşık genç olmuştu. Yıllardır bildiği yalanları şimdi izlemek Dilek için sarsıcı olacaktı. Halsiz kalan bedeni ile Rüzgarın Efendisi'ne tamamen yaslandı. Düşmek üzere olan bedeni dik tutmak için beline kolunu sarıp tüm yükünü seve seve üstlendi. Bundan sonrası daha zor olacaktı. Dilek için buradaydı, düşmemesi için yanındaydı. Bundan sonra da bırakmayacaktı. Kaçınılmaz sona yaklaşan aşıklar birbiri için var gücüyle vuruştu. Mahmut, Asiye'ye yönelen adamı elindeki sopayla uzaklaştırmaya çalıştı ama diğeri Mahmut'u öldürmek için kılıcını savurmuştu. Asiye elindeki sopa ile Mahmut ve kılıcın arasına girdi. Cebinde taşıdığı küçük çakıyla kılıç tutan koluna derin bir çizik bırakmayı başarmıştı. Kolunun acısını umursamayan adam Asiye'nin suratına sert bir tokat atınca zayıf bedeni yere savruldu. Karşısındaki adamlardan birine attığı tekmeyle yere savuran Mahmut, ikinci adamdan kurtulmak için sopasını savurdu. Üçüncü kişinin kılıcının kabzasıyla boynuna vurmasıyla yere düştü. Düşürdüğü adamın yerden kalkmasına izin vermeden kılıcını Mahmut'un boynuna dayamıştı. Asiye düştüğü yerden hızla kalkıp Mahmut'a karşı hamlede bulunmak istediğinde boğazında metalin soğukluğunu hissetti. Yaşlı gözlerle sevdiği adamın yerdeki bedenine bakmaya başladı. Sesini birileri duysun diye bağırmak istiyordu ama yaptığı her hamle kılıcın boğazına biraz daha bastırılmasıyla son buluyordu. Mahmut yerde Asiye'nin yanına gidip kurtarmak için çırpınırken, üç adam tarafından hırpalanıyordu. Ellerinden kurtulamıyordu, Asiye için bir şey yapamıyordu. Adamlar durup Mahmut'u yerden kaldırdıklarında her tarafı kan içindeydi. Yüzü tanınmaz hale gelmişti. "Mahmut" Dedi Asiye korku dolu gözlerle, yanına gitmek için boynundaki kılıcı umursamadan adım attığında, boynundan çekilen kılıç yerine yüzüne yediği yumrukla tekrar yere düştü. Saçlarından tuttu genç kızı, Mahmut'un dokunmaya kıyamadığı gül kokulu saçlara bu katiller kıyıyordu. Saçlarından tutulup ayağa kaldırılan Asiye, kafasına aldığı ikinci darbeyle dizlerinin üstüne çöktü. Vücuduna yediği tekmeler, yüzüne yediği yumruklar ne de ellerindeki kılıçlar Mahmut'u artık durduramıyordu. Her aldığı darbede ayağa kalkan adam Asiye'ye gitmeye çalışıyor tekrar aldığı darbeyle yere düşüyordu. İki adamın omuzlarından tutup kaldırmasıyla ayağa kalktı. Asiye'nin bir kaç metre karşısın da sırtına yediği tekmeyle iki dizinin üstüne çöktü. Birbirlerine yaşlı gözlerle bakarken akıllarında olan kendi canları değildi. Mahmut, Asiye için kan ağlarken, Asiye sevdiği adamın kurtulmasını diliyordu. "Bırakın " Asiye'nin çığlıkları boş ormanda yankı yapıyordu ama onları duyan yoktu. Asiye'nin boynunu kesmek için bekleyen katil, saçlarını tutup kafasını biraz geriye çekti. Parlak kılıcını kana bulamak için kaldırdığında Mahmut tüm gücüyle bağırmaya başladı. Durmaları için yalvarırken Asiye yolun sonuna geldiğini düşünüyordu. Çığlıklar ve gözyaşları arasında Asiye'nin beyaz gerdanına baskı yapan kılıç düştü. Saçlarını sıkıca tutan el gevşedi ve katilin aciz bedeni toprakla buluştu. Yere düşen adama bakarken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Boynunun bir tarafında giren ok, kana bulanmış şekilde diğer tarafından çıkmışken, adam titreyerek ölümü tattı. Katiller neler olduğunu anlamak için etrafa bakacağı sırada arka arkaya oklar Mahmut'u kurtarmak için fırlatıldı. Dört bedende yer ile buluştuğunda Mahmut halsiz bedeni ile Asiye'ye gitmek istedi ama kalkamadı. Acı içinde yere yığılırken Mahmut'u düşmeden yakalamayı başardı. Zorda olsa sevdiğine tutunan adam usulca yere uzanıp dizlerine başını bıraktı. İki gencin yanına hızla koşan adam zamanında yetişemediği için kendine kızıyordu. Asiye kızarmış gözleriyle yanına gelen savaşçıya baktı. "Taugae yardım et, yardım et." Tüm gücüyle bağırdı. Taugae mavi zırhının içinde heybetiyle Asiye'nin durumuna baktı. Genç kız sabırsızca tekrar bağırdı. "Bir şey yap." Asiye çırpınıyordu. Kanlar içindeki adam sevdiğinin dizlerinde zor nefes alıyor, gözlerini açamıyordu. Taugae, Asiye'nin çığlıklarına duyarsız kalmadı, elini Mahmut'un kalbinin üzerine koydu. Kalbinden geçenleri, tüm samimiyeti ile fısıldadı. "Varlığı güç verir bana, Yaşamın kaynağı su Hayat versin size Yaraları sar, yolumuzu temizle Gücünü paylaş bizimle." Ağzından çıkan kelimeler bittiğinde dört bir yanı saran dev dalga sesleri kulaklara doluyor, Dilek yüzüne çarpan suyun serinliğiyle kendinden geçiyordu. Bu anı sonuna kadar görmesi için Rüzgar, Dilek'i ayakta tutsa da genç kız yitip gitmek üzereydi. Yüksek dalgalar ağaçlara çarparak ilerlerken yeşil ile mavinin buluşması muhteşemdi. Görkemli su etrafı sararken iki genç kendini mavinin ihtişamına emanet etti. Dilek büyülü anı izlerken bedenine hakim değildi ama zihni uyanıktı. Algulei, uyumasına izin verilmiyor geçmişin Dilek'in yolunu bulmasında yardımcı olacağına inanıyordu. Sular çekilip görüşü netleştiğinde ayakta, sapasağlam duran Asiye ve Mahmut birbirine sarıldı ama Taugae bu anı konuşmasıyla böldü. "Ormandan çıkmalıyız, her yerdeler." Mahmut Asiye'nin elini tekrar tuttuğunda hızla ilerleyen Taugae'nin arkasından koşmaya başladı. Mavi zırhlı kurtarıcı onların acı sonunu biraz ertelemiş olsada hazin sonu engelleyemediğini Dilek biliyordu. Koşarak gözden kaybolduklarında, orman tekrar sessizliğe büründü. Yavaş yavaş ufuk kararmaya, etraf değişmeye başladığında Dilek kendine gül bahçesini andıran tozlu evde buldu. Ayakta duran yorgun bedeni yalpalıyordu. Düşmesine izin vermeyen adam tarafından olduğu yerde yükseldi. Dilek onu tutan adamın gri gözlerine baktı. "Senin adın ne?" Cansız sesiyle sorduğu soru adamı gülümsetti. "Algulei" Dilek duyduğu ismi unutmayacaktı. Adam kendini unutturmayacaktı. Üst kattaki yatağa yatırdığı kızın yanındaki sedire oturarak Dilek'in uyanmasını beklemeye başladı. Algulei genç kıza bakarak Asiye'nin yarattığı kaosun sonuçlarını izlediğini düşünüyor, bu kaderin başka bir nesle sirayet etmemesi için mücadele veriyordu.
|
0% |