@emoserturk
|
"Yıllar geçse de üstünden"
"Bu kalp seni unutur mu?"
Unutur mu? Lütfen unutsun, unutmuyorsa acısını azaltsın. Annem hep derdi, zamanla alışırsın derdi, zamanla unutursun derdi, birkaç yıla hiçbir şeyi hatırlamazsın derdi. Dediklerinin hiçbiri olmamıştı, acım azalmamıştı bile. Hâlâ ilk günki gibi içimdeydi, çıkmıyordu aklımdan.
Hani her aşk mutlu biterdi? En azından onyedi yaşındaki ben hep böyle düşünmüştüm ama her aşk mutlu bitmezdi. Hayat bunu bana en acı şekilde öğretmişti, hayat bana her şeyi en acı şekilde öğretmişti. Bak demişti yanlış düşünüyorsun, öyle olmaz böyle olur demişti.
Annem gitmez demiştim, hayat bana annemin de gidebileceğini göstermişti.
Abim bana bunu yapmaz demiştim, abimin neler yapabileceğini göstermişti.
O ne olursa olsun gitmez demiştim, gidebileceğini göstermişti.
Onyedi yıllık hayatımda bana verdiği mutluluğu altı yılda geri almıştı, bak gördün mü der gibi.
Gözlerimi açtım, mikrofonu yerine geri koydum, ben ağlıyordum ama gözümden yaş akmıyordu, artık akmıyordu, akacak gözyaşı kalmamıştı. Onu bir benden almıştı hayat, onu bile çok görmüştü. Herkes beni alkışlıyordu, çoğu ayakta alkışlıyordu, umurumda değildi bunlar. Sahneden indim, elime ilk gelen alkol bardağını kafama diktim. Kimse gelip beni tutmadı, kimse kötü olduğumu fark etmedi, kimse beni düşünmedi. Ben de kendimi düşünmedim, bende bıraktım kendimi. Ölmedim ama yaşamadım da.
Çıktım mekandan, neresi olduğunu bile bilmiyordum burasının, rastgele girmiştim. Şarkımı söyleyip çıkmıştım, her akşam yaptığım gibi. Sahile yürüdüm, tek bildiğim şey sahilr yakın olduğumdu, tek bildiğim şey evimin sahile yakın olduğuydu. Kendimi sahilde değil evimin kapısında bulmuştum, beynim farklı bir şey söylüyor, vücudum başka hareket ediyordu. İçeri girdim, kapıyı kilitledim. Hiçbir ışığı yakmadan odama girdim, kendimi yatağın üstüne attım. Biraz düşünecek, birkaç saate sızacaktım, uyandığımda başım şiddetle ağrıyacaktı. Her günümü ezbere biliyordum artık, bir günüm bile farklı değildi diğer günlerden. Doğum günlerim bile farklı değildi. Sahi en son doğum günümü kutladığımda kaç sene önceydi?
Gözlerimi kapadım, her gece olduğu gibi bir daha uyanmamayı diledim, yine olmayacaktı biliyordum ama dilemekten vazgeçmedim. Ne zaman uyuyup ne zaman uyandığımı bile bilmiyordum, bakmıyordum saate. Öylesine yaşıyordum.
Bir zamanlar günü gününe plan yapan kız şimdi öylesine yaşıyordu.
Elimi kalbimin üzerine koydum, birazcık ağrımasan olmaz mıydı? Birazcık dursan? Dindiremiyorsan bu acıyı dursan olmaz mıydı?
&
Gözlerimi açtığımda başım şiddetli bir ağrıyla çatlıyordu, komidinimin üstünde duran ağrı kesiciyi elime alıp hızlıca suyla yuttum. Artık etki etmiyordu ama bir umut içiyordum, belki etki eder diye. Ağrı kesici bile ağrımı dindirmiyordu artık. Ayaklarımı kendime çekip yatağımın üzerinde bir süre oturdum, ne zaman uykuya daldığımı hatırlamıyordum yine. Uyumuş muydum ya da? Uyusam bu kadar yorgun olur muydum?
Biraz daha yatakta oturup kalktım, mutfağa geçtim. Ne zamandan kaldığını bilmediğim ıspanaklı peynirli böreği ağzıma attım, zehirlensem bu benim için daha iyi olurdu. Ama tadı güzeldi, zehirlenemezdim, tazeydi. Büyük ihtimalle dün Nurşen abla yapmıştı bunları. İki güne bir geliyordu, evi temizlemek için. Hiç yüz yüze gelmemiştik, yaklaşık beş aydır. Gelmemeye çalışıyordum, diyeceği şeyleri biliyordum, duymak istemiyordum. Yüzünde oluşan hayal kırıklığını görmek istemiyordum, beni aynı şekilde hatırlasın istiyordum, tanıdığı kız olarak. Ona rol yapmaktan bıktığım gün bırakmıştım onu görmeyi.
Beş tane kadar böreklerden yedikten sonra mutfak kapısından bahçeye çıktım. Bir artı bir ev, kocaman bahçe ve yalnız ben. Hayallerim bu değildi, böyle olmamalıydı. Bu kare de ben yalnız olmamalıydım. Bu bahçe de arkadaşlarımla eğleniyor olmalıydım, köpeğimle kedimle oynuyor olmalıydım, o olmalıydı, abim olmalıydı. Hiçbiri yoktu. Ben tektim.
Masanın üzerinde duran sigara paketinden bir dal çıkardım, ucunu ateşlediğimde içime çektim uzunca. Sen sigara sevmezsin ki dedim kendi kendime, kokusunu dahi sevmezsin, yanında içen insan istemezsin dedim. Sen alkol de sevmezdin dedim. Sevmediğim şeyler her gün alışkanlıklarıma dönüşmüştü. Sigara bittiğinde oturduğum yerden kalktım, uzun süre kalamıyordum bir yerde. Gitmek istiyordum sadece, durmak istemiyordum. Bu hayat hızlıca aksın gitsin, bitsin istiyordum.
İçerideki tekli koltuğa oturdum bu sefer, televizyon kumandasına uzandım. En son ne zaman televizyon bakmıştım hatırlamıyordum bile. Sen türk dizilerini saatlerce izlemeyi seversin dedim kendi kendime, onlarla kavga etmeyi seversin, gülmeyi, ağlamayı... Hiçbirini sevmiyordum artık. Kanallarda gezindim, daha önceden izlediğim dizilere denk geldim ama hiçbirinde durmadım, hiçbiri ilgimi çekmedi. Bir magazin programına denk geldim, onu da çevirdim. Umurumda değildi insanların ne yaptığı. Televizyonu kapattım sonra. Kumandayı yanıma fırlattım.
Oturduğum yerden kalktım yine, odama gittim. Üzerimdeki dünden kalan kıyafetleri çıkarıp üstüme bir pantolon ve kazak giydim, içindekileri hiç değiştirmediğim çantamı da alıp odadan çıktım, evden ayrıldım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, rastgele yürüyordum, ilgimi çeken bir yer olursa oraya gidiyordum. Tek başıma içip tek başıma yiyordum. Biraz yürüdükten sonra ilgimi çeken bir kafeye giriş yaptım, yeni açılmıştı burası, biliyordum. Bir tane kahve söyleyip tekli masalardan birine oturdum. Hiçbir şey yaptığım yoktu, sadece dışarıyı izliyordum, insanları seyrediyordum.
Kimisi bilgisayar başında işiyle ilgileniyordu, kimisi ders çalışıyordu, kimisi kitap okuyup kimisi arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Herkesin bir meşguliyeti vardı, ben hariç. Gelen kahvemden bir yudum alıp bakışlarımı dışarı çevirdim. Saatler geçti ama ben oturduğum yerden kalkmadım, yavaş yavaş kahvemi içtim.
"Oysa düşlerim başkaydı"
"Birden bire yarım kaldı"
"Yaşanacak çok şey vardı"
"Bu kalp seni unutur mu?"
Yoldan geçen şarkıyı duydu kulaklarım, bu kadar gürültünün içinde sadece bu şarkıyı algıladı. Nerede olursam olayım kulaklarım bu şarkıyı algılardı, bir şekilde duyardı bu şarkıyı. "Oysa düşlerim bambaşkaydı," diye mırıldandım. Geçmişte kendime sorsam, ileride ne yapıyor olursun diye, bu halimden bambaşka cevaplar verirdim. Ama hiçbir şey istediğim gibi olmamıştı, olmayacaktı da.
Oturduğum yerden kalktım daha fazla yer işgal etmemek için. Yürüdüm yine, saatlerce yürüdüm belki. Kafam her neredeyse çantamda çalan telefonu yeni fark etmiştim, çantamın içinden kolaylıkla çıkardım telefonu. Arayan isime takıldı gözlerim, ne zaman aramıştı beni en son? Nasıl aklına gelmiştim şu an ya da? Açtım telefonu yine de merak ettim.
"Alo," dedi hâlâ hatırladığım sesiyle. Uzun bir zaman sonra yüzümde bir tebessüm oluştu. Tanıdık birinin sesini duyma heyecanı oluştu. Bu duyguları tatmak bu kadar basitti aslında ama benim bunları yapacak gücüm yoktu.
"Alo," dedim ama sesim samimiyetten uzaktı. İçimde bu kadar duygu oluşturup bunu sesime yansıtamamam beni de şaşırtmıştı.
"Nasılsın?" Gerçekten nasıl olduğumu merak ediyor muydu? Yoksa bu öylesine bir soru muydu?
"Kötüyüm Bulut." Kötüydüm, iyiyim diye yalan atmama gerek yoktu. Ben kötüydüm, uzun zamandır kötüydüm, uzun zamandır yaşadığımı hissetmiyordum.
Bir süre cevap gelmedi karşıdan. Ne düşünüyordu? Kendini suçluyor muydu? Herkes gibi beni bırakıp gittiği için. Dostumdu o benim, en kötü günlerimde yanımda olmayan, belki de bir senedir hiç görmediğim sesini duymadığım dostum. "Görüşelim mi?" Sorduğu soruya ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Görüşmek istiyor muydum? İstiyordum, kendimi kandıramazdım. Ne kadar kötü olursam olayım kendimi kandıran biri olmamıştım. İstiyordum ama bunu söylemeye cesaretim var mıydı? Onunla görüşebilir miydim? Ona karşı eski samimiyetimi hissedebilir miydim?
"Görüşelim," dedim kısık bir sesle. Duydu mu emin bile değildim. Verdiğim cevaptan bile emin değildim.
"O zaman akşam saat dokuz da her zamanki yerde." Telefonu kapattı, başka hiçbir şey söylemedi. Her zamanki yer, unutmamıştım orayı. O günden sonra hiç gitmemiştim, beni bıraktıkları günden sonra hiç gitmemiştim.
10.02.2020
Her zamanki kafemize giriş yaptım, daha kimse gelmemişti. Zaten buluşmalarımıza hep ben erken gelirdim, erkenden kafe de olurdum. Yarısı soyulmuş ojeli ellerimle ezbere bildiğim menüyü çevirdim. Bir tane makarna bir tane şarap söyleyip kapadım menüyü.
İçimde her zaman buraya geldiğimde oluşan heyecan yoktu, mutlu değildim. Nasıl mutlu olabilirdim? O gitmişti hayatımdan, ben nasıl mutlu olabilirdim?
Kapıdan içeri Bulut girdi, direkt bizim masamıza geldi. Üzerindeki mini siyah kot şortu ve üstünde siyah deri ceketiyle her zamanki Buluttu. Saçları kısa ve siyahtı, her seferinde daha da siyah olacağına inanarak boyuyordu. Dudakları kıpkırmızıydı, kırmızı ruju en iyi kim taşıyor diye sorsalar Bulut derdim şüphesiz. Onu kırmızı rujsuz hayal edemiyordum, kırmızı ruju olmadan onu gördüğümde asla Bulut olduğunu kabul etmiyordum.
"Azıcık gül, insanlar korkacak." Gözlerimi devirdim, umurumda değildi. Korkabilirlerdi.
O da söylediklerimin aynısından söyleyip bana döndü. "Bunu kendine yapma artık." Omuzlarımı silktim umurumda değildi. Mutlu değildim, mutluymuş gibi rol yapmayacaktım. Bu kendimi kandırmaktan öteye gitmeyecekti. Kendimi kandırmak yerine bu acıyla yaşamaya çalışıyordum, sadece çalışıyordum çünkü yaşayamıyordum.
Gözlerim dolduğunda gözyaşlarımı durdurdum çünkü garson siparişlerimizi masaya getirmişti. "O gitti Bulut," dedim. Bir senedir aynı dönüp duran sohbetler, muhabbetler. Kaç kere konuşursak konuşalım asla düzelmeyecektim, eskisi gibi iyi hissetmeyecektim.
Çatalıno sertçe tabağına vurdu, sinirliydi. Ona sinirli değildi ama bana sinirliydi, bu halde olduğum için. Ona neden sinirli değildi, beni bu hale getiren oydu. En kötü yılımda beni bırakıp giden oydu. Ona neden sinirli değildi? "Nereye kadar böyle devam edeceksin?" Cümlesinin devamı vardı biliyordum. Her seferinde beni kırmamak için susmaya çalışıyordu biliyordum ama artık dayanamıyordu bunu da hissediyordum. "Bok gibi," diye devam etti. Kırılmadım ya da üzülmedim. Haklı olduğunu biliyordum, bok gibiydim. Bir şey demedim, ona cevap vermemi de beklemedi. Ne diyebilirdim ona? Kapıdan içeriye giren Doğu'ya baktı gözlerim. Sinirli duruyordu ama masaya gelince yüzündeki sinirli ifade tamamen silinmişti. O an fark ettim. Biz Doğu ile uzun zamandır bir şey paylaşmıyorduk, buraya geldiğimizde konuşuyorduk sadece.
Gelen garsona sadece bira istediğini söyledi, sonra bize döndü. "Nasılsınız?" Nasıl olduğum halimden bile belliydi. Bu soruya cevap vermeme bile gerek yoktu.
"Emir ile Nida gelmeyecek mi?" İkisi de kafasını hayır der gibi salladı. Şaşırmıştım, bu şekilde buluşmalarımızda hepimiz burada olurduk. O an bir şeylerin iyi gitmediğini anladım, bir şeyler olacağını anladım. "Noluyor?" İksi birbirine sonra masa da uzun bir süre sessizlik hakim oldu. Ne söylemek istiyorlarsa bir an önce söyleseler olmuyor muydu? Ya da eninde sonunda söyleyeceklerse neden susuyorlardı?
"Bak biz seni düzeltmeye, tekrardan mutlu etmeye çalışıyoruz," diyerek lafa girdi Doğu. İyi bir şeyin gelmediğini anlamıştım zaten ama konunun benle alakasını anlayamamıştım. "Anlıyorum yaşadıklarını ama herkesin hayatına bakması gerekşyor artık. Düzelmiyorsun, kendini sürekli kötüye götürüyorsun."
"Anladım," diyerek sözünü kestim. Devam etmesine gerek yoktu, anlamıştım, bıkmışlardı. Peçeteyle ağzımı silerek masadan kalktım, arkamdan seslendiler ama durmadım. Anlamıştım, beni artık istemiyorlardı. Ne diyebilirdim ki? Sorun değildi. Tüm hayatlarını benim gibi birine adayamazlardı, herkesin kendi hayatı vardı. Her gün benim sızlanmalarımı dinleyecek değillerdi. Hayır, gerçekten sorun değildi.
Eve geldim, kendime bir şişe şarap açtım. Yalnızdım artık, tek başımaydım. Herkes sırayla gitmişti hayatımdan, ben miydim sorun? Herkes hayatımdan gidiyorsa sorun ben olmuyor muydum?
Acıdım kendime, kimseyi hayatımda tutmayı başaramamıştım. Abim haklı mıydı? Psikolojik tedavi mi almam gerekiyordu? Kafamı iki yana salladım. Hiçbir şey yapmayacaktım, öylesine yaşayacaktım. Bu hayatta bir şey için çabalayacak bir amacım yoktu, hayalim yoktu.
Herkes gitmişti. Ben artık tektim. Belki de hayatımın bundan sonrası hep tek olacaktım. Yalnız ölecektim, hayatıma kimseyi almayacaktım. Bundan sonra daha mı iyi olacaktım? Hayır daha kötü olacaktım, ölmeyi bekleyecektim.
Yalnız kaldın Petek dedim kendime, sen yalnızlığı sevmezsin ki dedim. Yalnızdım, yapayalnız.
Ve o günden sonra hayatım hiçbir zaman aynı olmadı. Zamanla yalnızlığa alıştım, kimsenin adını ezberlemedim, kimseyi iki saatten fazla görmedim, kimseyle arkadaş olmadım, kimseye kendimi tanıtmadım. Hiçbir zaman sevdiğim şeyleri yapmadım, hak etmediğimi düşündüm. Aslında o günden sonra yaşayan bir ölü oldum.
Ne beklemişlerdi benden?
O gitmişti, annemi kaybetmiştim, abim beni hastaneye yatırmıştı, abim gitmişti. Ben nasıl mutlu olabilirdim? Ben nasıl kısa sürede toplanabilirdim? Toplanamazdım, toplanamamıştım. Onlar da gidince hiç toplanamamıştım.
Artık kimse beni eski bene çeviremezdi, kimse eskisi gibi hissettiremezdi, kimse ölmüş ruhumu geri hayata döndüremezdi. 25.09.2023 Yağmurun bastırdığı hava da yürümeye başladım eve doğru, sen yağmur da yürümeyi sevmezsin ki dedim kendime. O beni yağmur da terk edip beş saat yağmurun altında da kaldın dedim kendime.
&
Herkese merhaba. Watty kapandıktan sonra buraya taşındık sanırım, tam alışamadım ama alışacağım umarım.
İlk bölümümüz bu şekildeydi, kısa tutmak istedim ama diğer bölümler kısa olmayacak. Bunu bilerek okuyunuz lütfen.
Keyifli okumalar, hoşgeldiniz yeni bir dünyaya. 💖
|
0% |