@emrah
|
İyot ve üre kokusu genzimi yakıyordu. Öksürerek uyandım. Elim, kolum, gözlerim aynı zamanda en kuvvetli silahım olan ağzım kapalıydı. Kendime kızdım ama kendime yüklenmenin sırası değildi. Onu gece uyumadan hemen önce yapabilirdim. Uyanık geçinen biri olarak, yaşlı kadının beni tufaya düşürmesi olacak iş değildi. Yaşlı kadın beni cebinden çıkarmıştı. Bir şeye benzetemediğim köylü beni sulu dereye götürüp, susuz getirmişti. Dediğim gibi yine de kendime daha fazla yüklenmenin sırası değildi. Onu gece yapabilirdim. Şimdi çok daha büyük bir sorunum vardı. Karanlıkta ellerimi çözmeye çalışıyordum. Ellerim alelacele bağlanmıştı ve çok sıkı değildi. Hasır ip ile bağladıkları için, ipleri çıkartmak için uğraşırken bileklerim kızarmıştı. Pes etmeye niyetim yoktu. Uzun bir mücadelenin ardından tek elimi ipten çıkarmayı başardım. Hemen gözlerimdeki bezi aşağıya doğru indirdim. Bir geminin mahzenindeydim sanırım. Büyük bir kafesin içinde. Etrafımda benim yaşımda birçok çocuk vardı. Kurbanlık koyun gibi hepsinin elleri gözleri bağlıydı. Yanımdaki çocuğun göz bandını ve ağzındaki bezi çıkardım. "Burası neresi? Bizi nereye götürüyorlar?" Ne dediğimi anlamış gibiydi. Bu çocuk bana ekmek ve su veren çocuktan başkası değildi. "Tek gözlü dev Polyphemos'un adasına götürüyorlar bizi. Bize karşılık koç ve öküz alacaklar." "Tek gözlü dev?" Onun söylediği kelimeleri tekrarladım. "İnsanları canlı canlı yiyen Poseidon'un oğlu. Dünyadaki en acımasız canavarlardan bir tanesi. Çobanlık yapar ve insanları avlar." Başımı salladım. "Bundan binlerce yıl önce, Kralın oğlu prens Odysseus ve adamları İtalya Sicilya bölgesinde fırtınadan korunmak için bir Ada'ya sığınırlar. Ada Poseidon'un oğlu Polyphemos'un yaşadığı adadır. Denizciler bunu bilmezler ve tuzağa düşmüşlerdir. Poseidon oğlu için her zaman fırtınalar çıkartır ve denizcileri oraya gönderir. Tek gözlü canavar Odysseus'u yakalar. Oğlunun Kiklop'un eline düştüğünü öğrenen Kral, hemen bir elçi gönderir ve Kiklop ile bir anlaşma yapar. Anlaşmaya göre 3 yıl 365, 4. Yıl 366 çocuk adaya getirilecek, karşılığında, Kiklop, Kral'ın oğlunu ve adamlarını serbest bırakacak, aynı zamanda yetiştirdiği hayvanlardan 3 yıl boyunca 365 tane, 4. Yıl 366 tane Kral'a gönderecektir. Kan ile yapılan bu anlaşma yüz yıllar boyunca devam eden bir gelenektir. Bizler de tek gözlünün yiyeceği yemekleriz..." Başımı salladım. Binlerce yıl önce yaşanmış bu olay yüzünden insanların hala acı çekmesini düşündüm. Sonra bunun bana hiçte yabancı olmadığı bir dünyadan geldiğimi hatırladım. Coğrafya nerede olursan ol kaderin ta kendisiydi. "Tek gözlünün gözü iyi görmez. Zekasının beş yaşında bir insandan farksız olduğu söylenir. Birçok insan elinden kurtulmuştur. Kaçıp kendini kurtarabilirsin. Senin ataların bu anlaşmayı yapmadılar sonuçta." "Size ne olacak?" "Tek gözlünün yemekleri olacağız. Sonra Poseidon bizi krallığına götürecek. Orada sonsuza dek mutlu yaşayacağız. Benim abimde tek gözlünün yemeği oldu ve cennette yaşıyor. Aslında ben ailemden son kalan kişiyim. Gönüllü geliyorum buraya..." Ağzını ve gözlerini kapattım çocuğun. Artık reklamlara geçmişti. Şimdi kendini övmesini dinleyemezdim. Bir plan yapmalıydım. Tahtaların gıcırtısından birilerinin geldiğini duydum. Hemen gözlerimi ve ağzımı kapattım. Gözlerim kapalı olduğu için hiçbir şey göremiyordum. Bizi kilitli tuttukları kafeslerin kapıları açılmıştı. Ekmek ve su getirilmişti herkese. Ağzımızdaki mendili hafifçe aşağıya indirdiler ve ellerimize birer ekmek ve biraz su tutuştururdular. Açgözlü Dev için saklıyorlardı bizi. Dev bizi midesine indirmeden ölmemizi hiç biri istemiyordu. "Poseidon'un oğlu Polyphemos için seçilmiş özel kişiler. Bundan sonra eliniz kolunuz bağlı gitmenize gerek yok. Kızlar şuradaki tuvalette, erkeklerde buradaki tuvalette ihtiyaçlarını giderebilirler. Arkadaşlarınızın ellerini sizler çözersiniz." Dedikten hemen sonra yanımızdan ayrıldı. Adamın gittiğine emin olduğum gibi gözlerimdeki bağı hemen çıkardım. Yüzlerce çocuk vardı. Kaderlerine teslim olmuş gibi gözüküyorlardı. Poseidon'un denizler altındaki cennet vaadinin bunda büyük bir motivasyon kaynağı olduğu kesindi. Çocuklar kendi aralarında cenneti konuşuyorlar ve öve öve bitiremiyorlardı. Bir daha hiç acıkmayacaklarını söylüyorlardı. Sürekli yemek yiyeceklerini, onlara hizmet edecek hizmetlilerin olacağından bahsediyorlardı. Onları bu canavarın kollarına atanlar neden bunları istemeyip hayatlarına devam ediyorlardı ki? Madem Poseidon'un bir cenneti vardı ve bu cennete neden girmek istemeyen yaşlılar bu zor hayat mücadelesine devam ederken, yaşları 11 ile 14 arasında değişen bu çocukların cennete girmesini istiyorlardı. Kenarda tek başıma oturuyordum. Bu sohbete katılmak istemedim. Duymak bile istemiyordum. Sadece buradan kaçmanın planlarını yapmaya çalışıyordum. Çocuklar, Tek gözlü dev ve diğer her şey bir masal gibiydi. Önce ejderha sonra da bu dev canlı. Bunların masallardan ibaret olduğunu sanırdım fakat hiç böyle değildi. Aynı zamanda dillerini anlamam da başlı başına bir merak konusuydu. Aslında hiçbir şey umurumda değildi, ne buradaki çocukların başına gelecek korkunç son, ne de başka bir şey, evimi özlemiştim. Annemin yaptığı kapuska yemeğini bile özlemiştim. Sıcak yatağımı ve konfor alanımı. Ne yapıp edip buradan kurtulmalı ve evime geri dönmeliydim. Bir kız sürekli bana bakıyordu. Bana ekmek ve su getiren İlyus'tan bile zayıftı. Kemikleri sayılıyordu. Sonraki günlerde yanıma geldi. "Ne düşünüyorsun?" Pat diye bunu sordu. Başımı hafif yana yatırıp ona doğru baktım. Kafamı iki yana salladım. "Seagon'u gerçekten sen mi öldürdün?" Cevap vermemeyi tercih ediyordum. Zaten Türkçe de bilmiyordu. Seslendirmemde alt yazı tercihi yoktu. "Ben yedi yaşındayken, babamla balığa gitmiştik. Bir anda ortaya çıktı. Babam bana arkama bile bakmadan koşmamı söyledi. Tüm gücümle koşmaya başladım. Arkama yalnızca bir kere baktım. Seagon babamı sarmış ve ağzını kocaman açmış onu yutmaya hazırlanıyordu. Babam ile son kez orada göz göze geldik. Canı acıyordu ama bana gülümsedi. Sana teşekkür ederim. Poseidon cennetindeki babamı onurlandırdın." Bir dizide veya filmde böyle bir replik görsem, bir kitapta böyle bir hikaye dinlesem derinden etkilenirdim. Fakat yanı başında kanlı canlı bir çocuğun ruhunun en derinliklerinde tekrar tekrar yaşadığı bu olay karşısında hiçbir şey hissedemedim o an. Belki sizlere bencilce gelebilir ama tek düşündüğüm şey oradan kurtulmaktı.
"Benim adım Mishaus, Senin adın ne?" "Ada." İsmimi birkaç kez tekrarladı. Özellikle de tonlamasını öğrenmek için bunu yapıyordu. Bu saygısı hoşuma gitmişti. İlyus da bizi çok yakın olmayan bir mesafeden dinliyordu. Mishaus'tan sonra İlyus ismimi tekrar ediyordu. Mishaus ve İlyus; "Adaaa" diye bir ses çıkardılar. Gayri ihtiyar ağzımdan şu kelimeler döküldü; "Yok Wadaaa" Mishaus şaşkınlıkla, "Adın Wadaaa mı?" dedi. Bunun tonlamasını doğru söylemişti. Biraz daha çalıştıktan sonra öğrenmişlerdi ismimi. Onlar benimle arkadaşlık kurmak istiyorlardı fakat ben onlarla konuşmak istemiyordum. Bir daha görmeyeceğimi düşündüğüm insanlara söylediğim yalanları bile onlara söylemek istemiyordum. Hayır onları küçümsemiyordum ama onlarla arkadaş olmakta istemiyordum. İlyus ve Mishaus benim pek arkadaş canlısı biri olmadığımı anladıktan sonra tek gözlü dev hakkında kulaktan duyma bilgileri birbirlerine söylemeye başladılar. Diğer çocukların konuştuğu da çok farklı değildi. Başlarına gelecek kötü sonu bir başlangıç ve bir oyun gibi görüyordu hepsi. Kaç gün gemi ile yolculuk yaptığımız konusunda her hangi bir fikrim yoktu ama sonunda gelmiştik. Ellerimiz bağlı bir şekilde gemiden indirildik ve hayvanların konduğu kafese bizler konduk. Bizi getiren gemiciler; "Poseidon'un cennetine tek bir adım kaldı. Korkmayın onunla yüzleşin." Denizciler bu martavalları söylerken, arkalarına bile bakmadan oradan kaçtılar. Dudaklarından çıkan kelimeler ile gözlerindeki ifadeler birbirleriyle örtüşmüyordu. Gözlerinde bizim sonumuza acıyan bir ifade vardı. Önce ellerimi çözdüm sonra da tahtadan yapılmış parmaklı kafesten dışarıya atmam gerekiyordu kendimi. Biraz zorlandım ama sonunda birbirine paralel iki parmaklıktan geçmeyi başardım.
|
0% |