Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm: Kiklop

@emrah

Bir anda devin ayak sesleri duyulmaya başladı. Koca sahilde nereye kaçabileceğimi düşündüm ama hiçbir yer yoktu. Denizin içine girmeyi planladım. Dev gelip gidene kadar denizin içinde saklanabilirdim. Denize girdim ve bambuya benzeyen bir kamış yardımı ile nefes alırken devin gitmesini en azından kafesi alıp arkasını dönmesini bekliyordum. Kamış yardımı ile denizin altında nefes almakta zorlanıyordum ama bu tepe göz müdür, kiklop mudur? Neyin nesiyse ona yemek olmaktan iyiydi.

Birkaç balığın bambuyu kemirmeye başlaması ile tüm planım alt üst oldu. Kamış olarak kullandığım şeyin balıkların çok sevdiği bir bitki olduğunun daha yeni farkına varıyordum. Sarsıntıdan dolayı devin gitmediğinin farkındaydım ama daha fazla nefesimi tutamıyordum.

"Ölümden öte köy yok, Ada." Diyerek suyun yüzeyine tekrar çıktım.

"Denizin içinde hareket eden de ne öyle?"

Gözü görmese de, diğer her kör gibi koku ve duyma duyuları oldukça gelişmişti. Denizden dışarı sakince çıktım ve kumda dizlerimin üstüne çöktüm.

"Prens Polyphemos, lütfen size kendimi tanıtmama izin verin."

"Sen kimsin?"

"Prensim. Beni babanız Poseidon gönderdi."

"Babam seni neden göndersin?"

"Prensim, kandırılmanıza babanızın gönlü artık razı gelmedi. Siz insanlara oldukça değerli koçlar ve öküzler verirken, karşılığında insanlar size kemiksiz en fazla 15-20 kilo gelecek insanlar gönderiyorlar. Kurban bayramında et pazarlığı yapan kasap Hayri gibi konuşuyordum."

Bir anda beni avuçlarının içini aldı. "Babam seni neden göndersin?" dedikten hemen sonra beni kokladı. Etin bozulup bozulmadığını anlama yöntemlerinden bir tanesi olan koklama ritüelini gerçekleştiriyordu üzerimde. Sonra karanlık oldu. Tekrar gözlerimi açtığımda kumsaldaydım.

"Prens Polyphemos buraya neden geldiğimi açıklayabilir miyim artık?"

"Açıkla..."

Şimdi ne diyecektim.

"Bu çocuklar çok zayıf. Onları şişmanlatacağım ve ağzınıza layık hale getireceğim Prensim. Bu çocukların kendilerine hayırları yok, size ne gibi bir hayırları olsun."

Tekrardan beni avucunun içine aldı. "İkna olmadım..." diyerek kükrerken nefesinden gelen fresh ve tazelik midemi bulandırdı. Sonra tekrardan karanlık ve tekrar kumun üzerine bıraktı beni.

Anırma ve kükreme arasında bir ses tonu ile; "Bu nasıl olur baba"

"Prensim, Babanız küs kaldığınız süre boyunca çok üzgün. Size Çanakkale'den yiyecekler ve cennet içecekleri hazırlattı. Dinozor yumurtaları, filler, develerden büyük bir hayvan kolonisi ve dünyada eşi benzeri olmayan cennet ırmağından sular. Fakat ne yazık ki onu getirebilmeniz için bir şartı var. Babanız Poseidon'un emridir, Oğlum Polyphemos hediyelerimi kabul ettiğini göstermesi için kendi inşa ettiği gemiyle benim gönderdiğim elçiyi göndermesi lazım. O an anlarım ki, benim gibi oğlumun da bana karşı öfkesi dinmiş."

"Kabul ediyorum. Şu an çok açım. Şu çocuklardan bir tanesini yemeliyim."

"Prensim durun, o çocuklarsız bir gemi inşaat edemeyiz. Aynı zamanda babanızın hediyelerini buraya getirebilmem için bana tayfa lazım. Babanızın size gönderdiği hediyeleri size takdim edene kadar sabredin prensim. Açlığınızı gidermek için size yemek yapacağım. Doğa ana karnınızı doyurmak için size her şeyi vermiş."

"Babam rica etti. Gaia her şeyi verdi."

"İki yardımcı almalıyım yanıma. Size en kısa sürede ağzınıza layık. Prenslerin yemeğinden yapacağım."

"İstediğin kişileri al. Fakat çabuk ol. Yoksa seni elimden babam bile kurtaramaz!"

İlyus ve Mishaus'u kafesin içinden aldım. Sadece onlarla sohbet etmiştim, benimle iş birliği yapmaya hazır görünüyorlardı. '1.90 olmayan erkek de kendine erkeğim demesin' diyen kızları getirmek lazım buraya.

"Bir şey mi diyorsun! Gevezelik etme. Yoksa ilk seni yerim?"

İlyus ve Mishaus'u kafesten çıkardım. Mishaus şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu nasıl yaptın der gibi.

"Zehirli mantar toplamayı bilen var mı?"

Mishaus gözlerini çok sık olmayan çam ve kayın ormanlarına doğru baktı. "Ben toplarım ne kadar istiyorsun?"

"Toplayabildiğin kadar topla, fakat elini ağzına götürme, eldiven tak."

Mishaus anlamsızca suratıma baktı.

"Hadi Mishaus çabuk ol. İlyus sende etleri doğra."

İki tarafa da yapması gerekenleri söylemiştim. Dev ise kafesin içindeki çocukları gözüne kestirmişti ve onlara ciğerci kedisi gibi bakıyordu. Kısa bir süre içinde yemeğini hazır etmezsek neler olacağı belliydi.

Göl kenarına giderek yemek için biraz su almak istedim. Oraya doğru yürüdüğümde, göl hayatında gördüğüm en parlak suya sahipti. Gölün üzerinde çiçekler vardı. Bunlarla da bir yemek yapmak için biraz topladım. Bu devin nasıl doyacağı konusunda her hangi bir fikrim yoktu. Tek bir fikrim vardı ve bugün hiçbir çocuk o devin yemeği olmayacaktı!

İlyus tarif ettiğim gibi yemeği hazırlamayı başarmıştı. Oldukça becerikli bir çocuktu. Devin mahzeninde aylarca yetecek kadar yemek vardı. İnsanlar yokluk içinde yaşarken, Dev ise varlık içinde yaşıyordu. İnsanlar bu bereketli topraklardaki her yiyeceğin çekirdeğinden bile mahrum bırakılmıştı. Polyphemos'a doğru baktım. Dev cüssesi ile korkunç görünüyordu.

İlyus ve Mishaus yemekleri hazırlarken gölden içebileceği kadar su aldım. O sırada bir bal peteği gördüm. Fakat bu arılar fantastikti. Birkaç arı kovanı yan yanaydı ve bir kovanda hiç arı yoktu. Yavaşça yaklaştım ve onu aldığım gibi kaçmaya başladım. Arıların affı olmazdı ve böyle bir savaşa girmek istemiyordum.

Yemekler hazır olduğunda balı da getirdiğim su kazanının içine attım. İlyus ve Mishaus'un gözleri fal taşı gibi açıldı. Ne var gibisine baktığımda onlara;

İlyus; "Bu deli bal. Bu kadarı binlerce insanı öldürebilir."

"Bende bir şey oldu sandım."

Mishaus; "Eğer Polyphemos'u öldürürsek, Posedion bizi sonsuza dek lanetler ve cennetine giremeyiz."

"Cehenneme gideriz bizde. Belki orada ortam daha şendir."

Yardımcılarımı şaşkın bakışları ve korkuları ile baş başa bırakıp, yavaşça devin yanına gittim.

"Prensim ağzınıza layık yemek hazırlandı."

"Getir o zaman!"

"Prensim yemeğin hacmi çok büyük. Size hizmet ediyoruz ama ne yazık ki bu yemekleri biz taşıyamayız. Sizin gelip yemeniz lazım."

Ayağa kalktı oflayıp pufladı. Üç kazan yemeğe baktı. Önce ilk kazanı elleri ile tuttu ve içip bitirdi. Sonra içinde zehirli mantarların olduğu kazana da aynı tarifeyi uyguladı. Üçüncü kazandaki ballı suyu da içtikten hemen sonra büyük bir gürültü koptu. Polyphemos geğirdi. Bu geğirme ile birlikte ağaçlarda ne kadar kuş varsa gökyüzüne havalandılar.

"Söylediğin kadar varmışsın. Yemekler çok lezzetli olmuş. İnsanların böyle yendiğini bilmiyordum. Yarın aynısından tekrardan yap."

"Efendim, gemiyle getireceğim ganimetler çok daha leziz olacak. Çalışmalara başlayabilir miyim Prensim?"

"Bekle!"

Polyphemos dev adımları ile yeri sallayarak yürümeye başladı. Sonra da iki eliyle bir tane büyük bir tekne getirdi. Geminin arka tarafında koca bir delik vardı.

"Bunu tamir et! Daha çabuk gider gelirsin!"

Polyphemos sanki o kadar zehri içmemiş gibi tekrardan uyumaya başladı. Uykusunda gülüyor ve konuşuyordu.

İlyus; "Eğer Polyphemos'a yemek yapmak için koyunlarını kullandığımızı anlarsa bizi cehenneme göndermekte hiç çekinmez."

"Etrafına bak İlyus, Cennetten bir bahçe gibi burası, ırmaklar, nehirler, bir çok bitki, sebze, meyve her şey var. Yalnızca bir kişiye özel. O yüzden varlıkta yokluk çekmekten daha kötü bir şey yok! İş bölümü yapacağız."

Mishaus; "Ne yapmamızı istersin?"

"Çocukları kafesten çıkartın. Gemiyi tamir edeceğiz. Devin uyanmasına karşılıkta birkaç tanemiz yemekleri sürekli hazır edecek. Aynı tarifle. Gemi hazır olup buradan kaçana kadar onu uyutursak yeterli."

İlyus; "Zaten bunun iznini almadın mı?"

"Sadece benim ve bir kaçımızın gitmesine izin verir. Hepimizin buradan ayrılmasına izin vermez İlyus. Biz gelene kadar ne yiyecek! Çok sevdiği koyunlarını ve ineklerini değil her halde!"

Mishaus; "Şu anda yiyor,"

"Bilmiyor, cahillik mutluluktur. Herkes işinin başına geçsin. Çok işimiz var. Gemiyi bir an önce tamir edip buradan defolup gitmeliyiz."

 

Loading...
0%