@emrah
|
Huzur... Bazımızın yaşarken hiç bulamadığı bir cümle. Belki de 'Aşk' gibi böyle bir kelimenin anlamının sözlükte karşılığı var fakat gerçekten yok. Kaf dağı, Anka kuşu ve diğer fantastik yerler, hayvanlar ve mitolojik tanrılar gibi. Vücudumda büyük bir ağrı hissediyordum. Sanki derim yanmıştı ve bu kokuyu alabiliyordum. Konuşulanları duyuyordum fakat herhangi bir şekilde tepki veremiyordum. Bilincim hem açık hem kapalıydı. Ayaklarımı, başımı, kollarımı kaldıramıyordum ama konuşma haricindeki diğer duyu organlarımı hissedebiliyordum. İçimde garip bir huzur vardı. Sanki beynim beni rahat bir sona hazırlıyordu. Annemin ve babamın seslerini duydum. "Ne işi varmış Dikilitaşta?" Evet üzerine yıldırım düşen birine ilk sorulması gereken soru bu olmalı. Hatta okuldan kaçtığı için direk ceza da verilmeli. Hatta bir yıldırım daha gönderilmeli üstüne peşine de şöyle temiz bir dayak... Tanımadığım birinin sesini duydum. "Ada Salvador'un anası ile babası siz misiniz? Organlarında her hangi bir soruna rastlamadık. Bu sevindirici bir şey. Yıldırım çarpması sonrasında görülen en büyük hastalıklar organların çalışmamasıdır. Sizden ve varsa kardeşlerinden kan nakli alınsın organ nakli gerekirse hazırlıklı olmakta fayda var." "Yalnız, Ada ile kan bağımız yok. Gerçek anne ve babası değiliz." Annemin bu sözlerini duymasam iyi olurdu. Ne demek gerçek annesi babası değiliz? "Biz onun koruyucu vasileriyiz." "Yine de kan verin biz bakalım." Bu sözler oldukça kalbimi kırdı. Yıldırım çarpmasından daha çok canımı acıttı. Keşke bir kitap karakteri olsaydım diye geçirdim içimden. Annem babam olmaları ya da olmamalı umurumda bile değildi. Beni aptal yerine koymalarına kızmıştım. Dürüst olabilirlerdi bana karşı Sonuçta gerçek annem ve babam beni terk etmişti. Onlar yerine bana sahip çıkmışlardı. Bana ilgi göstermiyor olabilirlerdi, abime ve ablama gösterilen ilginin yüzde birini bana göstermezlerdi, neden diye sorardım kendi kendime; işte sonunda nedenini acı bir şekilde öğrenmiştim. Beni sevsinler, bana ilgi göstersinler diye uslu durduğum her an için kendimden özür diliyorum. Ablam ve abim kadar sevilmeyeceğimi şimdi öğreniyorum. Bu gerçeği benden saklamaları beni oldukça üzmüştü. Yoksa bana yaptıkları için minnettarım ve onlara anne baba demeye devam edeceğim. Onlar bana söylemeden bunu duyduğumu da onlardan saklayacağım. Annem, babam ve kardeşlerim hastanede benim yanımdaydılar. Kan bağı yoktu belki aramızda ama yine de beni önemsediklerini hissettim. Kendime yavaş yavaş gelirken üzerimde garip bir hüzün vardı. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ailem gözlerimi açınca bana gülümsediler. Gülümsemeleri bile bana sahte geliyordu artık. İlgili anne baba rolüne bürünmüşlerdi bir anda. Espriler ve sıcak davranmalar... Tekrar uykuya dalmak istiyordum ama bunu başaramadım. Ertesi gün zaten taburcu oldum. Hastanede ve iyileşme sürecimde ailemin samimiyetsiz sevgi gösterilerini yazarak vaktinizi harcamak istemiyorum. "Üzerine Yıldırım düşmeyen bilemez." Başına gelenler başına gelmeyenlere anlatsın, evin içinde kimsenin sizinle konuşmadığı, sizinle ilgilenmediği, yalnızca fiziksel ihtiyaçlarınızın ellerinden geldiğince karşılandığı bir aile ortamı düşünün, dışarıya beraber çıktığınızda, veli toplantılarında ise çok ilgili anne baba oldukları anları. Ya da ramazan ayında, oruç tutmayan ailenizin dışarıda iftar yaparken, ezanın okunmasını beklerken girdiği oruçlu tripleri... Bu ikinci örnek olmadı farkındayım ama işte böyle bir şey. Belki de bu sevimsiz ikiyüzlü hadiseyi yazmalıydım. Bilmiyorum. Bu dünyada yeterince sahtelik zaten var bir de ben yazarak canınızı sıkmayayım. Kısaca okuldan kaçarsanız üzerinize yıldırım düşebilir. Üzerine yıldırım düşmeyen de bunun ne kadar kötü bir durum olduğunu bilmez. Her yeriniz yanıyor ve acısı hemen geçmiyor. Aileme evlatlık olduğumu söylemek veya söylememek konusunda kararsız kalmıştım. Söylemeli miydim? Benim yerimde siz olsaydınız bu gerçeği duyduğunuz gibi ailenizin karşısına çıkar mıydınız? Hesap sormaya cesaret edebilir miydiniz? Keşke sizden biraz akıl alabilsem. Kedi gibi kapının önüne koyarlar mı bu saatten sonra beni? Onlara nasıl davranmalıydım? İki kardeşim varken beni neden evlatlık almışlardı? Duygu durumum ve düşüncelerim saniyeler içinde değişiyordu. Çizgi film izlerken bile ağlamak geliyordu içimden. Bir hafta kadar dinlendikten sonra okula geri döndüm. Okula dönmek biraz olsun hafifletmişti beni. Evde sürekli düşünmekten ve etrafta belge arayıp hiçbir şey bulamamaktan canım sıkılmaya başlamıştı. Evlatlık olmamı öğrendiğimden beri Yerebatan sarnıcında ve dikilitaşta yaşanan hadiseleri bile düşünemiyordum. Sanırım hepiniz; "Madalyonu kapıya tak ve ne olacağını düşün, belki de kaderin burada değil o kapının arkasında." diye bir öğüt verebilirsiniz. Size; "Bekara boşanmak kolaydır." diye cevap vermek istiyorum. Oraya gitmeye hiç niyetim yok. Bu dünyada bir yerim olmasa da keyfim yerinde... Sevimsiz bir cümle olacak ama "Yediğim önünde, yemediğim arkamda." Artık ailemin benimle neden ilgilenmediğini düşünmüyordum. Tüm ailevi sorunlarımın cevabını bulmuştum. Kalbim hafiflemişti. Babamın ilgisiz oluşu, annemin umarsızlığı, abimin ve ablamın beni ciddiye almayıp arkadaşlarını benden daha ön planda tutmaları. Tamam belki sizin hayatınızda buna benzerlikler gösterebilir ama sakın ben evlatlık mıyım filan diye isyan bayrağı açmayın. Üzerine yıldırım düşmeyen bunu bilemez. Yine de onları seviyordum. En azından çocuk esirgeme kurumunda değildim. Yıldırım çarptıktan sonra asla eskisi gibi olmadım. Tay sevildiği çayırı özler ya, ben de Yerebatan sarnıcını özlüyordum. Oradaki hissettiğim saflığı artık hissedemiyordum. Bu dünyanın bir parçası değildim ama dünyanın bir parçası olan Yerebatan sarayının bir parçası gibi hissediyordum kendimi. "İç sesim, nasılsa anahtar sende, bir kere gir ve çık ne olacak. Belki aradığın her şey o kapının arkasındadır." diye konuşuyor beni bırkalayıp duruyordu. 12. yaş doğum günümden sonra bu istek tahammül edilemez bir seviyeye geldi. Kararımı vermiştim. Kapıya madalyonu takacak, kapıdan içeri girecektim. Sonra da geri dönecektim. Zaten hepimiz biliyoruz o kapıdan içeriye gireceğimi neden bu kadar film yapıyordum bilmiyorum. Karnemi aldığım günün haftasına Perşembe günü oraya gidecektim. Sırt çantamı, fotoğraf makinemi, bataryalarını, su, yiyecek ve kıyafet aldım. Yerebatan sarnıcına gittim. Sonra da kapıyı elimle koymuş gibi buldum. Duvarlarda yazdığı gibi görünmez bir zırh giymiştim. Daire şeklinde sembollerle dolu kapının önüne geldim. Madalyonu yapboz parçası gibi çok kolay bir şekilde yerleştirdim. Daire biçimindeki kapı dönmeye başladı. O kadar çok döndü ki gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Gözlerimi birkaç saniye sonra açtım ve mavi renkte sudan daha yoğun bir sıvı kapıyı kaplamıştı. Madalyonumu yerinden söktüm ve içeriye daldım.
|
0% |