Yeni Üyelik
27.
Bölüm

Ci̇n Düğününe Katildik

@emrah

Merhaba İsmim Recep. Bu anlatacağım olayı 5 sene önce başıma geldi. Tamamen yaşadığım bir olaydır. O sene arkadaşımın kardeşinin düğünü olacaktı. Çok yakın olduğumuzdan beni de davet etmişti. Benim zaten samimi olduğum dört arkadaşım vardı. Biri de Gökhan'dı. Hep beraber düğüne gidecektik. Düğünleri köyde olacaktı. Arkadaşlarla beraber kuyumcuya gidip altın aldık. Sonuçta çok samimi arkadaşımdı. Altın takmasak olmazdı. Altını da aldıktan sonra benim arabamla düğüne gidecektik. Önce eve gidip duş aldım. Üzerimi giyindim. Belki düğünde kız da tavlarım diye çok özenli hazırlanmıştım. Hazırlığım bittikten sonra arkadaşlarla buluşacağım yere gittim. Arkadaşlarım Sinan, Yakup ve Hasan'dı.

Üçü de beni bekliyordu.

Onları da aldıktan sonra köye doğru yola çıktık. Köyün yolunu biliyorduk. Mola vererek gidiyorduk. O kadar hazırlanmışız diye güzel yerlerde durup fotoğraf çekiniyorduk. Güle oynaya yolculuğumuza devam ettik. Başımıza geleceklerden bi haber hepimiz de çok eğleniyorduk. Köye az kalmıştı. Hava yavaş yavaş kararıyordu. İlerden davul sesi gelmeye başlamıştı. İşte burası dedi Yakup.

Düğün burada oluyor sesleri geliyor. Sonra arabayı bir ağaç dibine çekip sesin geldiği yöne doğru ilerledik. Çok kalabalıktı. İçlerinde tanıdık bir yüz aradık ama hepsi yabancıydı. Hiçbirini daha önce görmemiştim. Çok garip bir düğündü bu. Çünkü kimse süslenmemiş herkesin üstü başı kötü haldeydi. Bu nasıl düğün böyle diye geçirdim içimden. Yanımıza bir adam yaklaştı. "Hoş geldiniz." dedi. "Selamun aleykum hoş bulduk." dedim. Adam selamımı almadı. "Gelin buyurun." dedi. Bir kenarda çok büyük bir yer sofrası vardı. Hayatımda gördüğüm en büyük yer sofrası olabilirdi. Çünkü başında elli kişi vardı neredeyse. Yere hiçbir şey sermemişler hepsi toprağın üzerinde oturuyordu.

Tam ortada büyük bir ateş yakılmıştı.

Yemek yemeyenler o ateşin başında duruyordu. Hava zaten sıcaktı. Bu havada ateşin başında neden duruyorlardı? Çok acayip bir şekilde davul sesi tam yanımızdan geliyordu ama ortada ne davul vardı ne de davulcu. Sadece sesi geliyordu. Hepimiz şaşkındık. Bu şaşkınlıkla sofraya oturduk. Yemek getirdiler. Yemek sadece pilavdı. Düğün de sadece pilav ikram ediyorlardı. Şaşkınlığımız kat ve kat artmıştı. Birbirimize bakıyorduk. Bir iki kaşık alıp bıraktık. Gözlerim hala Gökhan'ı arıyordu.

En iyisi birine sorayım dedim. Sonra bize hoşgeldiniz diyen adama yaklaşıp "Gökhan nerede?" dedim. Adam kafasını hiç çevirmeden önüne bakmaya devam ederek "Gelir birazdan." dedi. Tekrar arkadaşların yanına döndüm. Hasan "Bu nasıl düğün oğlum, Gökhan nerde?" dedi. "Bilmiyorum, sordum şimdi birazdan gelecekmiş." dedim. "Adamın kardeşi evleniyor. Nasıl, daha gelmemiş mi?" dedi. Aynı sorular benim de aklımdan geçiyordu. Ancak içinden çıkamıyordum işin. Bir anlık sinirle "Ne bileyim oğlum. Yok işte!" diye bağırdım. Hasan susmuştu.

Davul kulağımızı sağır edecekti neredeyse ama hala göremiyorduk. Az sonra gelinin geldiğini gördük. Bu nasıl bir gelindi böyle? Boyu upuzun. Gelinliği çok eskiydi. Neredeyse tozdan, kirden gözükmüyordu. Gelinlik yerlerde sürünüyordu. Yani ayaklarını göremiyordum ama sanki yürür gibi değil de hava da süzülür gibi geliyordu. Bir tuhaflık olduğu çok açıktı. Sonra bu kadar şey üst üste gelince normal şeyler olmadığını anladık. Arkadaşlarda benimle aynı şeyi düşünüyordu. Yakup "Hadi gidelim buradan oğlum. Nereye düştük biz böyle?" dedi.

Kimse fark etmeden arabaya binip uzaklaşmak üzere kalktık.

Sonra arabayı bıraktığımız ağacın dibine gittik. Ancak o da ne araba burada yoktu. Burada olduğuna emindik. Hem hepimiz de yanılıyor olamazdık. Şaşkınlıkla birbirimize bakıyorduk. "Araba nerde lan?" dedim korkuyla. Sağ baktık sola baktık. Araba sanki yer yarılmıştı da içine girmişti. Sonra korkuyla etrafa bakarken uzaktan bize doğru Gökhan'ın geldiğini gördüm. Biraz rahatlamıştım. "Gökhan neredesin sen oğlum." dedim. "Geldim işte biraz işlerim vardı." dedi." Hoş geldiniz." dedi. "Gökhan biz arabamızı buraya koymuştuk, şimdi yok." dedim. "Arabayı evin önüne koymuşsunuz." dedi.

Nasıl olurdu biz ev bile görmemiştik etrafta. "Ne evi Gökhan?" dedim "Arabayı bu ağacın altına koymuştuk. Araba nerde görmek istiyorum. Beni arabanın yanına götür." dedim. "Gel." dedi. Takip ettik Gökhan'ı. Az ilerde gerçekten de bir evin önünde duruyordu araba. "Bu araba buraya nasıl gelmiş?" dedim. "Siz koymuşsunuz işte." dedi. Neyse arabayı bulmuştuk ya şu an ona bile sevindim.

Nasıl geldiyse geldi dedim kendi kendime.

"Hadi düğüne dönelim." dedi Gökhan. Sonra tekrar gittik oraya. Gelin hala orada duruyordu. Havada süzülür gibi insanların arasından geçiyordu. Ben mi yanlış görüyorum yoksa diye gözlerimi ovuşturdum. Kirli gelinliği bir oraya bir buraya sürünüp daha da kirli gözüküyordu. Az sonra herkes ayağa kalktı. Geline altın takıyorlardı. Ancak ortada Gökhan'ın kardeşi yani damat yoktu. Sonra Yakup "Burada ne oluyor ya?" dedi. Hepimiz korkuyorduk. Altını taksam mı diye düşündüm ama geline yaklaşmaya cesaretimiz yoktu. Sonra bir cesaretle kalktım. Diğerleri de benden cesaret alıp kalktı. Sonra geline doğru yaklaştık.

Gelinin sesi çocuk gibi çıkıyordu ve kahkahalar atıyordu yaklaştıkça. Sonra altını uzattım. O anda gelin de başını kaldırıp bana doğru baktı. Yüzünü görmemle çığlık atıp koşmaya başladım. Arkadaşlarım da peşimden koşuyordu. O an gördüğüm, yüzü yara bere içinde ve göz bebekleri olmayan bir gelindi. Sonra arabanın olduğu yere doğru koşuyorduk. Sonra nihayet arabayı gördük. Koşarak bindik. Hasan: "Neydi oğlum o gördüklerimiz?" dedi. Yakup korkudan konuşamıyordu. Sinan da aynı şekildeydi. Korkudan konuşamıyordu. Benim de ellerim ayaklarım titriyordu. Bacaklarım öyle titriyordu ki arabayı çalıştıramadım.

Sürekli stop ediyordu.

Beş altı denemeden sonra araba çalıştı. Ancak arabayla da olsa mecbur düğünün yapıldığı taraftan gitmemiz gerekiyordu. Çünkü tek yol orasıydı. Arabayı o yöne doğru sürdüm. Bir yandan da aklıma gelen duaları okuyordum. Ancak sesler kesilmişti. Ortada düğün falan kalmamıştı. Sonra arabayı durdurdum. Herkes nereye gitmişti. Nasıl bir anda kaybolmuşlardı. Merakıma yenik düştüm. Sonra arabadan indim ve etrafa bakındım. Diğerleri de indi. Hepimiz şaşkına dönmüştük. Ortada sadece sönen alevin külleri vardı. Küllere doğru yaklaştım. İçinde bükülmüş bir halde bir kağıt vardı. Kağıt çok çabuk yanabilen bir şeydi.

Nasıl bu koca odunlar kül olurken bu kağıt sapasağlam duruyordu? Sonra Sinan eğilip kağıdı aldı. Kağıdı açınca bunun bir gazete olduğunu gördük. İçini açtı korkudan göz bebekleri büyümüştü. Hiçbir şey söyleyemeden bana uzattı. Gazetede bizim fotoğrafımız vardı. Hem de az önce gelirken yolda durup çekindiğimiz fotoğraflardan biriydi bu. Altında da gençler ölmüş diye bir haber vardı. Sonra ben de Sinan'ın yaptığı gibi hiç konuşmadan diğerlerine verdim gazeteyi. Onlarda baktıktan sonra "Buradan gidelim, hadi." dediler. Tam gidecekken öyle bir rüzgar çıktı ki yoksa fırtına mı demeliyim. Sonra başında beklediğimiz küller dört bir yana savruldu. Bir çığlık sesi koptu. O kadar ince bir sesti ki hepimiz kulaklarımızı kapatıp olduğumuz yere çöktük. Sağır olacaktık neredeyse.

O sesi tarif edebilmem mümkün değil.

Bir süre burada bekledikten sonra ses yavaş yavaş sustu ve rüzgarda durmuştu. Hemen kalkıp arabaya doğru koştuk. Sonra arabayı açmaya çalıştım. Ancak kapısı bir türlü açılmıyordu. Neredeyse kıracaktım kapıyı öyle zorluyordum ki ama hiçbir kapı açılmıyordu. sonra koşarak kaçmayı bile düşündüm ama arabayı da burada bırakamazdık. Hem başımıza onca gelenden sonra bu köyü yürüyerek geçmemiz imkansızdı. Sinan küfürler etmeye başladı. Ağaçlara yumruk atıyordu.

Derken arabanın içinden bir ağlama sesi geldi. Bebek ağlamasıydı bu. Cama doğru yaklaştık hepimiz. Arabanın arka koltuğunda kundak içinde bir bebek vardı. Korkudan bir çığlık attım. Kapı aniden açıldı. Hepimiz geri geri gittik. İki saattir açmaya çalıştığımız kapı açılmıştı ama bu sefer de biz korkudan yaklaşamıyorduk. Aklımı kaçırmak üzereydim. Sonra Yakup cesaretini toplayıp arabaya doğru yaklaştı. Bunu görünce bende yaklaştım. Kundaktaki bebeğin yüzü gözü kapalıydı. Her yanı örtülüydü. Yani sadece bir ağlama sesi geliyordu. Korkarak yüzündeki örtüyü açmak için döndüm. Ellerimi titreye titreye uzattım. Arkadaşlarım da korkarak bana bakıyordu. Nefesimi tutmuştum. Bir cesaretle örtüyü kaldırdım.

İçindeki bir oyuncak bebekti.

Gözleri oyulmuş, kolları kesilmiş kir içinde bir oyuncak bebek. Yanında da bir kağıt vardı. Kağıtta Arapça bir şeyler yazıyordu. Hiçbirimiz Arapça bilmiyorduk. Yakup bebeği arabadan atacaktı ama engel oldum. "Atmayın bir hocaya gideriz, onu da gösteririz." dedim. Sonra bebeği de kağıdı da alıp yola çıktık. Terden sırılsıklam olmuştum. Sinan küfürler ediyor bu yaşadıklarımıza söyleniyordu. "Nerden geldim buraya." falan diyordu. Ben de "Küfür etmeyi bırak biraz dua oku." dedim.

Sinan da "Haklısın." dedi. Hepimiz bildiğimiz duaları okuyorduk. Epey ilerlemiştik. Köyün çıkışına yaklaşmıştık neredeyse. Kurtulduk herhalde diye içimizi bir rahatlık kaplamıştı. Sonra bir sigara yaktım. Ellerim hala titriyordu. Bildiğim bir hoca vardı. İlk işim ona gitmek olacaktı. Sonra köyün karanlığında yol alırken bir domuz gördük. Domuz tam arabanın önünde durmuştu ilerleyemedik. Yani domuza çarpmak arabayı pert etmek olurdu.

O yüzden durup domuzun gitmesini bekledim. Sinirlenip arabaya vurmasın diye de farları bile kapattım. Tamamen karanlıkta kalmıştık. Beş on dakika bekledik. Hiç ses çıkarmamıştık. Gitmiştir diye düşünüp farları açtım etrafın aydınlanmasıyla beraber domuz kaybolmuştu ama bu sefer de küçük bir kız çocuğu duruyordu. Bu saatte burada bir çocuk. Aman Yarabbi dedim. Ben bugün ölmezsem bir daha ölmem. Sonra hepimiz sesli seli dualar okuyorduk. Kızın arkası dönüktü.

Ellerini ve yüzünü göremiyordum.

Sonra kızın belden yukarısı yavaş yavaş bize dönmeye başlamıştı. Bacakları ayakları değil sadece belden yukarısı dönmüştü. Elinde de bir oyuncak bebek vardı. Bu bebek bizim arabamızdaki bebeğin aynısıydı. Yan tarafa baktım bebek yoktu gerçekten de. Gözlerim kararıyordu. Korkudan bayılmışım. Kendime geldiğimde arabayı Sinan sürüyordu. Bende yan koltuktaydım. Ne oldu dedim. Sonra "Bayıldın." dediler. Şehre girmiştik artık. Sinan dedim, sana bir adres söyleyeceğim oraya sür dedim. Tamam dedi. Hocanın adresini söyledim. Biraz sonra hocanın evine varmıştık.

Arabadan indik. Kapının önüne geldik. Zile bastım. Kapıyı bir kadın açtı. Yüzünü peçe ile örtmüştü. Hiçbir şey söylemeden kapıyı sonuna kadar açtı. Sonra İçeri girdik. Hocanın odası boştu. Hoca nerede dedim kadına. Abdest alıyor siz bekleyin gelir dedi. İçeri girdik. Odanın bir yeri kitaplarla dolu idi. Seccade yerde seriliydi. Duvarda bir gaz lambası yanıyordu. Yani evde elektrik olmasına rağmen hoca gaz lambası yakıyordu. Ben bunları düşünürken hoca da gelmişti. Hepimiz yerde diz çöküp oturuyorduk. Hoca gelince ayağa kalktık. "Selamun aleykum" dedi. "Aleyküm selam hocam." dedim ve başımızdan geçenleri bir bir anlattık.

Hoca hiç konuşmadan sadece bizi dinledi.

Sonra "Oğlum buraya gel." diye içeri doğru bağırdı. Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk girdi içeri. Suratı bembayaz ruh gibi bir çocuktu. Hiç konuşmadan gelip hocanın yanına oturdu. Hoca önündeki su dolu kabı çocuğun önüne koydu. "Bak bakalım şuna." dedi. Çocuk kafasını kaba yaklaştırdı. Neredeyse içine sokmuştu. Birkaç dakika sonra korkuyla çıkardı kafasını. Hoca sırtını sıvazladı. "Ne gördün?" dedi. Sonra çocuk kekeleyerek "cin cin cin düğünü." dedi. Hoca "Tamam." dedi. Çocuğu gönderdi.

Sonra bize dönüp "Anlattıklarınızdan zaten cin düğünü olduğu belliydi ama emin olmak istedim. Çocuklar masumdur. Gerçek onlara tüm benliği ile görünür." dedi. "Size gelince siz bir cin düğününe katılmışsınız. Cinler düğün yaparken tıpkı insanlar gibi yemek verirler, davul çalarlar." dedi. "Siz o düğünü arkadaşınızın sanmışsınız ama cinler arkadaşınızın kılığını girip sizi kandırmış. Eğer kaçmayı başaramasaydınız sizi de o düğünde kurban ederlerdi.

Çünkü cinler altından ve kandan enerji alırlar. Sizin enerjinizi de almak istemişler." Hepimiz duyduklarımız karşısında şok olmuştuk. "Peki, nasıl kurtulacağız?" dedik. Sizlere bir muska yazacağım bu muska sizi bazı şeylere karşı korur ama bu kabile çok kuvvetli olduğundan yine de çok dikkatli olun dedi. Teşekkür edip evden ayrıldık. Hep beraber benim eve gitmeye karar verdik.

Hiçbirimiz konuşmuyor sadece olanları düşünüyorduk. Eve gittiğimizde yorgunluktan her yerimin ağrıdığını fark etmiştim. Kendimi o kadar sıkmıştım ki gün boyu şimdi ağrıyordu. Sonra eve girdik arkadaşlar salona geçti bende üzerimi değiştireyim diye yatak odasına geçtim. Odaya girdiğimde bütün fotoğrafların yerde olduğunu gördüm. Yırtılmıştı hepsi de.

O heyecanla odanın içine doğru yürürken ayağıma kırılan çerçevenin camı battı. Bir çığlık attım. Arkadaşlarım koşup yanıma geldi ayağım çok kötü kanıyordu. Odanın halini görünce onlarda çok korktu. Hemen banyoya koşup ayağımın kanını temizledik ve sardık. Gece boyu diken üstündeydik. Telefonum çaldı. Arayan Gökhan'dı. "Niye gelmediniz oğlum, hani gelecektiniz, hani yola çıkmıştınız? Öldüm meraktan." dedi. "Kaç kez aradım hepinizin telefonları da kapalıydı." dedi. "Gökhan çok acayip şeyler yaşadık ama sana bunları anlatamam. En azından şimdi anlatamam." dedim. Sonra biraz konuştuktan sonra telefonu kapattım. Hepimiz bir yere uzandık. Tavanı izliyorduk.

Yaşananları düşündükçe tekrar korkum artıyordu.

En iyisi televizyon açmak dedim. En azından evde bir ses olsun, insan görelim. Televizyonda rastgele bir kanalda dizi açtım. Ses bizi biraz daha rahatlatmıştı. İçimden dua okumaya devam ediyordum. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Derken Sinan aniden yerinden kalktı. Nereye dedim. Cevap vermedi. Bir yere hipnotize olmuş gibi gidiyordu. Cevap versene oğlum korkutma adamı dedim. Yine cevap vermedi.

Yatak odasına doğru gidiyordu. Sonra ayağım sarılı olduğundan peşinden topallayarak gittim. Diğerleri de arkamdan geldi. Odamda balkon vardı. Sinan'ı görünce çığlık attım. Sinan balkon demirlerine çıkmış ve karşıya bakıyordu. Bir anlık refleksle hepimiz onu tutmak için koştuk gömleğinden yakaladım. Ancak o anda kendini boşluğa doğru bıraktı. Gömleğin parçası elimde kalmıştı. Aşağı atmıştı kendini resmen. Hepimiz çığlık çığlığa aşağı doğru baktık.

Aşağıda bir çukur kazılmış ve Sinan onun içinde yatıyordu. Etrafında da birileri vardı. Üstüne toprak atıyorlardı. Biraz daha dikkatli bakınca onu gömenlerin biz olduğumuzu fark ettim. Yani ben, Yakup ve Hasan Sinan'ı gömüyorduk. Kalbim yerinden çıkacaktı. Yukarıdan kendimi arkadaşımı gömerken izliyordum. Nefesim kesildi. Yakup korkudan bayılmıştı. Sonra hemen ambulansı aradık. Az sonra eve polisler ve ambulans geldi. Sinan için yapacak bir şey kalmamıştı. Ölmüştü...

Ama bahçede mezar falan yoktu.

Sinan öylece yerde yatıyordu. Olayı polislere anlattık. O geceyi karakolda geçirdik. Hala olanlara anlam veremiyorduk. Polisler olanlara inanmamış olacak ki "Bize arkadaşınızın son zamanlarda yaşadığı bir sıkıntısı var mıydı veya içinizden biri ile bir sorunu var mıydı?" gibi sorular soruyorlardı. Sabaha kadar aynı şeyleri anlatıp durduk. Cenazeye otopsi yapılacaktı. Bizi de ertesi gün bıraktılar. Oradan çıkar çıkmaz hocanın yanına tekrar gittik. Olanları ağlayarak anlattık. "Arkadaşımızı öldürdüler." dedik. Sonra hoca birden "Muskalarınız nerde, neden takmadınız?" dedi.

Hiç fark etmemiştik.

Muskalar boynumuzda yoktu. Sonra hoca bize "Burada kalın bir süre. Size musallat olmuşlar. Kolay kolay da bırakmazlar." dedi. 1 Hafta hocanın evinde kaldık. Hoca bizi her gün okuyordu. Değişik ritüellerle musallattan kurtarmaya çalışıyordu. 1 hafta sonra hoca "Artık musallat temizlendi. Size hiçbir şey yapamazlar." dedi. Sonra cenazenin otopsi raporu da gelmişti. Kayıtlara intihar olarak geçmişti.

Çünkü düşme şekli birinin onu itmesi şeklinde olacak gibi değildi. En azından bu anlaşılmıştı. Hoca bizi musallattan kurtarmıştı ama Sinan musallat tedavisi olmadan öldüğü için cinler onu rahat bırakmamıştı. Mezarına ziyaret etmek için gittiğimiz de her seferinde mezarın yeri değişmiş oluyordu. Sonuç olarak o günden sonra hepimiz de tedavi olduk. Uzun süre antidepresan kullandık. Şimdilerde ise eskisi kadar sık görüşmüyoruz görüştüğümüzde de asla bu olaylardan bahsetmiyoruz.

instagram sayfası : ekapiskay lütfen takip etmeyi unutmayın.


Loading...
0%