@emrah
|
Merhaba, Şanlıurfa'dan ulaşıyorum size. İsmim Berrin. Bu anlatacağım hikâye hayatımdaki en korkunç zamanlardı ve aklımdan hiç çıkmıyor. Öncelikle ben sınıf öğretmeniyim. Tayinim o sene Urfa'ya çıkmıştı. Okuldaki diğer öğretmenlerle tanışıp kaynaştık. Kısa zaman sonra da birbirimize gidip gelmeye başladık. Bu arada arkadaşlarımın adı Aycan ve Didem. İşte, Aycan Matematik öğretmeniydi, Didem de Türkçe öğretmeni. Fırsat buldukça birimizin evinde toplanır sabaha kadar sohbet muhabbet ederdik. İşte o gece Aycan'ın evindeydik. Aslında bu seferki gidişimizin diğerlerinden bir farkı vardı. Aycan yeni bir eve taşınmıştı, bizde ufak bir hediye alıp ev görmeye gittik. Ev okula uzaktı epey. Ancak çok güzeldi. 4 katlı şirin bir binaydı. Hem de Aycan birinci katı tutmuştu. Yemek yedik önce. Sonra ise kahve ve sohbet. "Eve alışabildin mi Aycan?" dedim. "Pek değil ya, biraz bunaltıyor beni, taşınmadan önce çok hoşuma gitmişti ama şimdi biraz tuhaf" dedi. "Nasıl tuhaf?" dedim. "Yani ne bileyim ev üstüme üstüme geliyor. Zaten zor buldum bu evi alışmaktan başka çarem yok" dedi. Yani şaşırmıştım çünkü ev çok güzeldi. Eski oturduğu yerden kat kat iyiydi. Ama "Alışma sürecidir canım, komşularla aran nasıl, tanıştın mı?" dedim. "Hiçbiriyle tanışmadım. Çok soğuklar. Yani girip çıkarken karşılaşıyorum selam dahi vermiyorlar garip bir apartman" dedi. Bir de üst kattan gece yarısı olmasına rağmen çok fazla gürültü geldiğini ama kimseyle kötü olmamak için sesini çıkaramadığı söyledi. Biz bunları konuşurken de arkadaşımın dediği gibi üst kattan gürültüler gelmeye başladı. "Bak işte her gece böyle. Ne yapacağım bilmiyorum" dedi. "Sen söyleyemiyorsan ben çıkıp söylerim. Bu ne canım böyle. Okuldan yorgun geliyorsun bir de bu gürültüyü mü dinleyeceksin. Sesini çıkarmazsan bu hep böyle devam eder" dedim. Önce, hayır boş ver gitme dese de ben ısrar edince ikna oldu. "Ama güzel bir dinle anlat kötü olmayalım" dedi, "Tamam merak etme" dedim. Sonra merdivenlerden bir üst kata çıkmaya başladım. Çıktıkça o gürültü artıyordu. Sonra bağırma sesi gibi ama kavga değil. Yani bağıra bağıra bir şeyler konuşuyorlardı evde. Kapının önüne gelince durdum. Ancak sesler netleşmişti ama tam anlayamıyordum. Birden fazla kişi aynı anda aynı şeyleri yüksek sesle tekrar ediyordu. Bunu anlayabilmiştim. Ondan sonra kapıyı tıklattım yavaşça. Duymadılar. Sesler devam ediyordu. Biraz daha sert vurdum. Sonra bir anda sesler durdu. Duymuşlardı geldiğimi. Ancak kapının merceğinde bir siyahlık oldu. İçerden bana bakıyorlardı anlaşılan. Önce açmadılar. Sonra kapının arkasından fısır fısır sesler geliyordu. Tekrar vurdum, "lütfen açar mısınız önemli bir konu konuşacağım" dedim. Kapı yavaşça hareket etti. Karşımda 4 kız vardı. Daha 20'li yaşlarında. Kapıyı açıp öylece suratıma baktılar. "Benim arkadaşım alt kata yeni taşındı. Bu şekilde tanışmak istemezdik ama sizin evden çok fazla gürültü geliyor" dedim. Sonra kızlar hiçbir şey demeden kapıyı suratıma kapattı. Kaldım öylece. Daha hızlı vurdum kapıya. Bu sefer sinirlenmiştim. Sonra vurmaya devam edince kızlar tekrar açtı ve bir tanesi git yoksa elimizde kalırsın diye üstüme yürüdü. "Manyak mısınız siz, polis mi çağıralım illa ki insan gibi konuşmaya geldim" dedim. O anda arkada gözüken kız kapıyı sonuna kadar açtı. Yani o an evin içini net gördüm. Benim dikkatimi arkadaki ayna çekmişti. Sonra aynanın üstünde kırmızı kan gibi şeyler vardı. Boya mı ruj mu yoksa başka bir şey mi o mesafeden tam net göremedim ama değişik şekiller vardı. Defol buradan dedi kapıyı açan kız. Kapıyı kapatırlarken aşağı doğru baktım ve bakmamla midem kalktı. En öndeki kızın ayağında tırnak yoktu. Altında kırmızı kanlı et gözüküyordu. Yani parmaklarında tırnak yoktu. Onu görünce daha fazla uzatmadım hemen koşarak aşağı indim. Kapıyı açtıklarında ayakkabılarımı bile çıkarmadan içeri girdim. İkisi de merak ve şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ne olduğunu sordular. Ben de anlattım. İlk kez tırnaksız bir parmak görmüştüm ve çok kötüydü. Bir insanın neden tırnakları olmaz daha doğrusu vardı ama yerinden çıkmış gibiydi. Çünkü kanlıydı ve tırnak yeri etin üstünde belli oluyordu. İşte, ikisi de yorum yapamıyordu. Benim gibi şaşkınlardı. Aycan "sana demiştim, keşke gitmeseydin" dedi. "Senin için gittim Aycan nerden bileyim bunların manyak olduğunu" dedim. Sonra balkona geçip birer sigara içtik. Yani kafamız dağılsın diye de başka konulardan söz etmeye başladık. İçeri geçince ben bir elimi yüzümü yıkayayım deyip lavaboya girdim. Sonra kapıyı kapatıp çıktım. Bir iki adım atmıştım ki banyodan bir cam kırılma sesi geldi. Bir çığlık attım. Sonra kızlar hemen koştu yanıma. Banyoyu gösterdim elimle. Sonra girip baktılar. Ayna patlamış. Etraf cam kırıklarıyla doluydu. "Nasıl oldu anlayamadım elimi yüzümü yıkayıp çıktım sadece" dedim. Aycan da ortamı yumuşatmak için güzelliğine dayamadı herhalde dedi. Güldük camları temizledik. Tekrar içeri geçtik. "Ne biçim bir gün bu ya." dedim. Ancak olayın sebebini bir türlü anlayamadık. Televizyon açtık film var mı diye kanalları gezdik. Hiçbir şey bulamadık. Sonra Aycan bir şey yokmuş deyip kapattı televizyonu. Kumandayı da masaya koydu. O an televizyona tekrar görüntü geldi. Kendiliğinden. Sonra Aycan korkarak kumandayı aldı tekrar kapattı televizyon da tekrar açıldı. Biz korkuyla birbirimize baktık. Aycan kendini biraz toplayıp kalktı fişini çekti televizyonun. "O neydi öyle ya" dedi, "Bozuldu mu ne oldu buna" dedi. Anlayamadık. Yine tekrar balkona çıktık. Korkudan içeri girmek istemiyordum. Ama belli de edemiyordum onlar girince ben de girdim. Yine onla havadan sudan konuşmaya başladı. Ama ben kafamda bu olanları düşünüyordum. Bu yaşadıklarımın hepsinin birbiri ile bağlantılı olduğunu ve tesadüfen olmadığını düşünüyordum. Korkum giderek arttı. Aycan halimi fark edip "Ne oldu ya korktun mu yoksa?" dedi. "Yok, korkmak değil de bütün bu olanlar neydi" dedim. Sonra Aycan içerden iskambil kartları getirdi. Hadi bakalım biraz oynayalım. Uykumuz açılsın takılmayın böyle şeylere dedi. Salonda büyük bir yemek masası vardı. Oraya geçtik. Oynamaya başladık. Pek bilmezdim iskambil kartlarını. Pişti, papaz kimde gibi basit şeyleri biliyordum sadece. Papaz kimde oynuyorduk. Papaz kartı bana çıkmıştı. Oyunu bilmeyenler için söylüyorum. Herkes birbirinin elinden ne olduğunu bilmediği kartları çekiyor. Elimizdeki kağıtlar çift olduğunda onları atıyoruz ve en son papaz kimin elinde kalıyorsa o yenilmiş oluyor. Kartları da ben Aycan'a, Aycan Didem'e veriyor. Ben de Didem'den çekerek oyunu devam ettiriyoruz. Aycan elimden kartı aldı. Ben papaz kartını ortaya koymuştum. Aycan en baştaki kartı seçti. Ben elimdeki kartları karıştırmak için baktığımda papaz kartının en sona geçtiğini gördüm. Ortaya koyduğuma emindim. Tekrar karıştırdım. Çekme sırası bana gelince en baştaki kartı seçtim. Açıp baktım. Papaz gelmişti. Ama papaz bendeydi. Diğer kağıtlara baktım papaz yok. Kartları fırlattım masaya. Ben oynamak istemiyorum çok sıkıldım dedim. Tamam dediler. Koltuklara oturduk tekrar. Stresten bacağım aşağı yukarı sürekli sallanıyordu. Sehpadan içeceğimi aldım. Bir iki yudum içtim. Aycan tekrar televizyonu açmak istedi. Hemen engel oldum. Boş ver açma dedim. Ama dinlemedi. Tekrar bakalım bir şeyler buluruz belki dedi. Televizyonu açtı. Sırayla kanalları geçiyordu. Bir kanal buldu. Bir tarih belgeseli. "Bunu izleyelim bari" dedi. O anda televizyonda görüntü gitti. "Ben burada daha fazla kalmak istemiyorum gideceğim ben" dedim. Didem de kalktı. "Ben de korkmaya başladım. Biz gidelim en iyisi" dedi. Aycan kalın bu gece falan dese de biz gitmek de kararlıydık. Ayakkabılarımı giydim kapıya doğru yöneldim. Ama kapı açılmadı. Zorladım tüm gücümle ama açamadım. Aycan "ben bir bakayım" dedi. O da açamadı. Anahtar üstündeydi Her iki tarafa da çevirerek denedik. Açılmıyordu. Ağlamamak için zor tuttum kendimi. Hepimiz de denedik hiç kimse açamadı. "Allah'ım sen yardım et" dedim. Sonra çaresizce tekrar içeri girdik. "Ne oluyor bu evde Aycan, sen daha önce böyle şeyler yaşamış mıydın" dedim. "Hayır yaşamamıştım. İlk kez böyle şeyler oluyor" dedi. Ne yapacağımı bilemez halde evin ortasında kalmıştım. Yani ne kalabiliyordum ne de gidebiliyordum. Aycan yine burada kalın diye ısrar etmeye başladı. Ama ben bir şekilde çıkmamız lazım. "Gerekirse çilingir çağırırız sen de benimle gel bende kal" dedim. "Ben de korkmaya başladım" dedi. "Ben de o zaman bana gidiyoruz kesinlikle" dedim. O anda mutfaktan da tıkırtılar gelmeye başladı. Biz korkuyla birbirimize baktık. O an sadece koşun diyebildim kendimi balkona attım. Balkondan atlayalım dedim. Balkon demirlerine çıktım. Birinci kattı zaten yere yakındı. Aşağı baktım atlamadan öce. O anda şok oldum. Çünkü sanki 5. kattaymışım gibi yerden çok uzaktım. Atlasam kesinlikle ölürdüm, tekrar balkona girdim. Kızlar da aşağı bakınca aynı şeyi gördüler ve çığlık atmaya başladılar. Allah'ım yardım et diyerek dualar okumaya başladım. Kızlar da okuyordu. Bir rüzgâr başladı o an. Etrafta ne kadar toz çöp varsa havaya kalktı. İçeri girdik hızlıca. Okumaya devam ediyordum. İçeri girince masanın üstüne serilmiş iskambil kartlarını gördüm. Sırayla dizilmişti. Hepimiz de masaya bakıyorduk. Camdan imdat diye bağırmak istedim. Hemen pencereyi açtım. Kafamı çıkardım imdat diye bağıracak oldum ama sesim çıkmıyordu. Ne kadar bağırsam da sesim asla duyulmuyordu. Pencereyi tekrar kapattım. Şimdi konuşabiliyordum. Ağlamaya başladım. O anda kapı çaldı. Hem korku hem de umut oluştu içimde. Ya yine korkunç şeyler yaşayacaktık ya da biri sesimizi duyup gelmişti ve bizi kurtarabilirdi. Sonra ikinci seçeneğin olduğunu umut ederek koştuk kapıya. Kapı hala açılmıyordu. "Yardım edin ne olur sesimizi duyuyor musunuz?" dedim. Kapının arkasındaki ses "size artık kimse yardım edemez" dedi. Bu ses üst kattaki kızın sesiydi. Sonra da gittiler. Ağlamaktan halim kalmamıştı. Ne telefonlarımız çekiyordu ne sesimiz duyuluyordu. Didem, "burada ölüp gideceğiz" diye ağlamaya başladı. Onu sakinleştirecek durumda değildim. Çünkü aynı korkuları ben de yaşıyordum. Aycan'a evde Kuran olup olmadığını sordum. Yok dedi. Salona geçtik tekrar. Her yerim titriyordu. Yani Ölüm ensemdeydi o kadar yakın hissediyordum. Evin ışıkları yanıp yanıp sönmeye başladı. Gözlerimi kapattım. Hiçbir şey görmek istemiyordum. Bildiğim tüm duaları okuyordum. O sırada büyük bir mucize oldu. O mucizeyi anlatmadan önce lisedeki zamanlarımdan bahsetmek istiyorum. Sebebini daha iyi anlayacaksınız. Ben lisedeyken namaza başlamıştım. Sonra bıraktım ama namaz kıldığım dönemler saatlerce dua ederdim. Başımı secdeden kaldırmazdım. Annem bazen secdede uyuyakaldım sanırdı. Uzun uzun dualar ederdim. Tanıdığım kimseyi atlamadan herkesin derdinin devası için Allah'a yalvarırdım ve cinler için de dua ederdim: "Allah'ım sen cin kardeşlerimize de yardım et. Doğru yolundan şaşırtma. Müslüman cinlerin yardımcısı ol. Diğerlerinin de hidayete ermelerine yardımcı ol. Sıkıntılarını, dertlerini al ya rabbim" derdim. Yani bir insana dua eder gibi onlara da aynı duaları yapardım. İşte o gün beni kurtaran bu dualarımdı. Yani biliyorum. Biz orda çığlıklar atarak dua ediyorduk. O sırada salona kara bir kedi girdi. Üstümüze doğru yaklaşmaya başladı ama inanın o kadar korkunç gözüküyordu ki gözlerine bakamıyorduk. Ben Nas, Felak okuyordum sesli bir şekilde. Bir ses duydum. O duayı okursan hiç gitmem dedi ses. Ben sustum. Kedi öylece duruyordu. Hani saldırmadan önce kedilerin tüyleri dimdik olur kuyrukları havadadır ve değişik sesler çıkarır. Kedi o haldeydi. Bize saldırması an meselesiydi. Bayılacağımı hissetmeye başladım. Dizlerimde derman kalmamıştı. O sırada kedi birden kaçmaya başladı. Koridora doğru bir şeyden korkmuş gibi kaçtı. Işıkların yanıp sönmesi geçti. Birbirimize baktık. Kalbimin atışını duyuyordum. Kendimi koltuğa attım. Bayılacaktım çünkü. Başım dönmeye başladı. Kapının oradan siyah bir şey bize gülümsedi. Böyle nasıl desem; gözleri kırmızı. Elleri kolları uzun. Bir parmağı bir el boyunda. Yazarken bile titriyorum. Ve o şey bana gülümseyerek kayboldu ama kızlar görmemiş o şeyi. Sadece ben görmüştüm. Başımın dönmesi geçince kapıya koştum ve kapı önüne geldiğimde kendiliğinden açıldı. Kızlar da peşimden koştu ve dışarı çıktık. Eve doğru baktım. Sonra bütün ışıklar yanıyordu. Tek bir ışık hariç o da üst kattaki kızların ışığı. O ışık yanmıyordu. Camlarında değişik silüette yansımalar gözüküyordu. Karanlık olduğu için seçemedim. Hemen arabaya bindik ve benim evime geldik. Didem'le Aycan ağlıyordu hala. Ben bir hocaya gitmeyi düşündüm. O gün sabaha kadar arkadaşlarımı aradım. Hoca tanıyorlar mı diye. Kimse tanımıyordu. İnternetten araştırmaya başladım. Ve bir forumda yazılmış yorumu gördüm. Urfa'daki bir hocayı övüyordu altına da hocanın numarası vardı. Hemen aradım. Biliyorum riskli bir şey yapmıştım ama başka da çarem yoktu. Hocayla konuştum ve o gün görüşmek için yanına gittik. Hoca bize baktı ve biz daha bir şey anlatmadan her şeyi söyledi. "Sizin apartmanınızda şeytana tapanlar var. Bunlar her gece cinlerle irtibata. Hem de en zalim olanlarıyla. Size kinlenmişler ve cinleri musallat etmişler. Bu kabile musallat olunca insanı öldürmeden bırakmaz. Cühenna kabilesi," dedi. "İnsanlardan nefret eder. Ama sizi Mürre kurtarmış" dedi. Kızlar şaşkınlıkla dinliyordu. Didem sordu "Hocam Cühenna ne demek Mürre ne demek?" dedi. "Kızım, Cühenna cin kabilesinin adı. Mürre de cinlerin padişahı. Mürre Müslümandır. Bütün cinler ondan korkar. Mürre sizi kurtarmış" dedi. Sonra bana dönüp, "senin duaların sayesinde," dedi, "sen cinlere bile dua ediyormuşsun. Mürre bunları duyuyormuş o yüzden seni korumuş" dedi. "Siz zaten kurtulmuşsunuz benim bir şey yapmama gerek kalmamış" dedi. "Zaten Mürre'den daha güçlü bir şey yapamam. Siz artık koruma altındasınız. Cinler size artık zarar veremez" dedi. Ben hem rahatlamıştım hem de çok duygulanmıştım. Hocanın yanından çıkınca kızlar bana meselenin aslını sordu ben de ettiğim duaları anlattım. O günden sonra Aycan o eve gitmedi. Yeni ev bulana kadar ben de kaldı. Kısa süre sonra da taşındı zaten. Ben ise tekrar namaza başladım ve dualarımda onları asla unutmuyorum. instagram sayfası : ekapiskay lütfen takip etmeyi unutmayın.
|
0% |