Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Amentu-ismet Özel

@emrahcelik

İnsan


eşref-i mahlûkattır derdi babam


bu sözün sözler içinde bir yeri vardı


ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman


bu söz asıl anlamını kavradı


geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından


geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı


kararmış rakamların yarıklarından sızarak


bu söz yüreğime kadar alçaldı


damar kesildi, kandır akacak


ama kan kesilince damardan sıcak


sımsıcak kelimeler boşandı


aşk için karnıma ve göğsüme


ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden


aşk ve ölüm bana yeniden


su ve ateş ve toprak


yeniden yorumlandı.


Dilce susup


bedence konuşulan bir çağda


biliyorum kolay anlaşılmayacak


kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın


yanık yağda boğulan yapıların arasında


delirmek hakkını elde bulundurmak


rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için


bana deha değil


belgeler gerekli


kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza


gençken


peşpeşe kaç gece yıllarca


acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım


bilmezdim neden bazı saatler


alaturka vakitlere ayarlı


neden karpuz sergilerinde lüküs yanar


yazgı desem


kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma


Tokat


aklıma bile gelmezdi


babam onbeşli olmasa.


Meyan kökü kazarmış babam kırlarda


ben o yaşta koltuğumda kitaplar


işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı


cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları


kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.


Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm


her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana


gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar


resimli bir kitaptan çalardım hayatımı


oysa hergün


merkep kiralayıp da kazılan kökleri


Forbes firmasına satan babamdı.


Budur


işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku


işte şehirleri bayındır gösteren yalan


işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan


kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla


güç bela kurduğum cümle işte bu;


ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan


tenimin olanca ağırlığı yok oldu.


Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak


bile bir bir çınlayan


ihtilal haberidir


ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu


nisan ayları gelince vücudu hafifletir


şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah


bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur


marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim


gider şehre ve şaraba yaltaklanarak


biraz ağlayabilmek için


fotoğraflar çektirir


babam


seferberlikte mekkâredir.


İnsanın


gölgesiyle tanımlandığı bir çağda


marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak


belki ruhların gölgesi


düşer de marşlara


mümkün olur babamı


varlık sancısıyla çağırmak:


Ezan sesi duyulmuyor


Haç dikilmiş minbere


Kâfir Yunan bayrak asmış


Camilere, her yere


Öyle ise gel kardeşim


Hep verelim elele


Patlatalım bombaları


Çanlar sussun her yerde


Çanlar sustu ve fakat


binlerce yılın yabancısı bir ses


değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur


polistir babam


Cumhuriyetin bir kuludur


bense


anlamış değilim böyle maceralardan


ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur


yalnız


coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan


nüfus cüzdanımda tuhaf


ekmek damgası durur


benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu


etin ıslak tadına doğru


yavaş yavaş uyanmak


çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp


hırsız cenazelerine bine bine


temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme


korkak dualarından cibinlikler kurarak


dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz


nakışsız yaşamakları


silâhlanmak sanarak


çıkardım


boğaza tıkanan lokmanın hartasını


çıkınımda güneşler halka dağıtmak için


halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak


ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış


hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa


fly Pan-Am


drink Coca-Cola


Tutun ve yüzleştirin hayatları


biri kör batakların çırpınışında kutsal


biri serkeş ama oldukça da haklı.


Ölümler


ölümlere ulanmakta ustadır


hayatsa bir başka hayata karşı.


Orada


aşk ve çocuk


birbirine katışmaz


nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı


kendi tehlikesi peşinden gider insan


putların dahi damarından


aktığı güne kadar


sürdürür yorucu kovalamacayı.


Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?


Nerde, hangi yöremizde zihnin


tunç surlardan berkitilmiş ülkesi


ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan


parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?


Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim


takvim yapraklarının arasını dolduran


nedir o katı şey


ki gücü


gönlün dağdağasını durultacak?


Hayat


dört şeyle kaimdir, derdi babam


su ve ateş ve toprak.


Ve rüzgâr.


ona kendimi sonradan ben ekledim


pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu


ham yüreğin pütürlerini geçtim


gövdemi alemlere zerkederek


varoldum kayrasıyla Varedenin


eşref-i mahlûkat


nedir bildim.


(1974)


Loading...
0%