Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@enchantedtides

Aslında Arsu’nun annesiyle arası çok iyiydi. Çok sık kavga etmezlerdi. Fakat Arsu hayatında bir kez olsun gerçekleri bilmek, duymak istiyordu; artık annesinin yalanlarına inanan o küçük kız değildi.

Yıllar boyunca, Arsu'nun annesi ona babasının onları terk ettiğine dair bir yalan anlatmıştı. Arsu ne zaman babasıyla ilgili bir şeyler söylese, annesi onu kestirip atıyordu ya da annesi bu konuyu kapatması için onu sertçe uyarıyordu. Son zamanlarda Arsu babasını bulmak, onunla yüzleşmek istiyordu. Bu nedenle elinden geldiğince kendi araştırmasını yapmıştı. Araştırmasının sonucunda, annesinin babası olarak andığı isme dair bulduğu hiçbir kişi, onun babası olamazdı; bu durum, Arsu'yu çok sinirlendirmişti. Annesine gidip bu durumu anlatmış ve bu güne kadar ki en büyük kavgaları da bu şekilde başlamıştı.

Hızla merdivenlerden odasına doğru ağlayarak çıkıyordu. Annesinin bağırışlarını duyduğunda kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu.

“Sana kurcalama dedim kaç kere. İnternetten yaptığın aptal araştırmada babanı bulamamış olman, benim yalan söylediğim anlamına gelmiyor!” annesi bağırarak peşinden geliyordu. Arsu odasına girip kapıyı hızla çarpmasıyla, annesinin kapıyı hızla açması bir oldu. Annesi kapıyı açınca irkilip kapıya döndü yüzünü. Şaşkınlıkla annesine baktı. Annesinin ufak bir soruyla bu kadar hiddetlenmesi onu korkutmuştu. Fakat aynı zamanda paranoyaklığının ucunun boş olmadığını fark etmesini sağlamıştı. Annesi sakin biriydi, abartılı tepkiler ona göre değildi.

“Baban iyi bir insan değil, o hiçbir zaman iyi bir insan olmadı. Bizi terk etti anlamıyor musun? Onunla muhattap olmanı istemiyorum. Onun peşine düşmen gerekmiyor. Bu sadece sana zarar verecek. Şu yüzleşme muhabbetini kes artık. Cinlerim tepeme çıkıyor!” annesi ona bağırırken Arsu hızla ellerini uzun siyah saçlarından geçirdi.

“Hala yalan söylüyorsun. Yaptığım araştırmanın aptal olduğunu istediğin kadar düşünebilirsin ama ben aptal değilim. 21 yaşındayım ve artık bazı şeylerin farkındayım.” Arsu isyankar bir tonda sesini yükselterek konuştu.

“Önce o sesini alçalt. Bu işin peşini bırakacaksın. Duydun mu beni?”

“Çık odamdan!”

“Şimdi gidiyorum. Sakinleşip kendine gelmeni bekleyeceğim. Bütün bunların hesabı daha sonra sorulacak. Bunu sakın unutma küçük hanım.” dedikten sonra odadan ayrıldı.

Arsu çok kötü hissediyordu kendini. Anlık sinirle içinden ‘annemden nefret ediyorum’ gibi şeyler söylüyordu. Sevgilisi Levent’e mesaj attı ve durumu açıkladı. Ona bir süre annesinden uzak durmak istediğini, onun evine gelse sorun olup olmayacağını da sormuştu. Levent’le 3 senedir beraberlerdi. Birçok güzel anlarnı birbirleriyle yaşamışlardı. Beraber birçok şey öğrenmişlerdi. Hatta birbirlerinin ailesiyle bile tanışmışlardı. Arsu kendisini Levent’ten başka kimseyle göremiyordu. İyi gün, kötü gün Levent her zaman Arsu’nun yanındaydı. Şu an da tek güvenebileceği kişinin o olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Levent Arsu’nun mesajını hızlı bir şekilde yanıtlamıştı. “Hazırlan, seni almaya geliyorum. İstediğin kadar bende kalabilirsin.”

Arsu bir çantaya birkaç gecelik eşya koymuştu. Kapıya doğru giderken annesini oturma odasında ağlarken gördü. Bir şey demeden ayakkabısını giymeye başladı. Tek kırılan annesi değildi.

“Abla, neler oluyor? Yine mi babamla ilgili?” Gelen sesle başını kaldırdı. Ağlamaktan şişmiş gözleriyle baktı kardeşine. Aralarında 4 yaş vardı. Çok küçük değildi kardeşi. Ama yine de etklensin istemiyordu. Kavga sesine uyanmış olmalıydı. Harbi ya, saat gecenin 1’iydi.

“Bir şey yok Sarp. Ben Levent’te olacağım birkaç gün.” dedi ve gülümsedi. Gülümsemesinin güven verici olmadığının farkındaydı.

“Annem ağlıyor ama.” Kafası karışmış bir şekilde konuştu.

“Sarp, sonra sana her şeyi anlatacağım. Seni seviyorum, görüşürüz.” Evden çıktığında Levent çoktan gelmiş Arsu’yu bekliyordu.

Levent’in evine geldiklerinde Arsu oflayarak kendini koltuğa attı. Kafasını arkaya yaslayarak gözlerini kapattı. Mental olarak çok yorulmuştu. Levent üzgün sevgilisini böyle görünce içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Yanına oturdu ve Arsu’nun elini tuttu.

“Hadi ama, üzme artık kendini.” Gözlerini açtı ve sevgilisinin yeşil gözlerine baktı.

“Üzmüyorum sadece sinirliyim.” Sessizlik oluştu. Arsu tekrar kafasını arkasına yaslayıp gözlerini yumdu. Birkaç dakika kimse bir şey söylemedi ve öylece oturdular. Ardından Levent şaşkın sesiyle sessizliği bozdu.

“Hey, kolyen nerede? Düştü mü yoksa?” Tam 10 yıl önce kolyeyi annesi hediye etmişti. Ucunda özel olduğunu iddia ettiği bir deniz taşı olduğunu söylemişti. Aynısından kardeşine de yüzük olarak vermişti. Ardından asla çıkartmayacaklarına dair yeminler ettirmişti.

“Hayır, ben çıkardım.” Olduğu pozisyonu değişmeden gözleri kapalı bir şekilde konuştu.

“Ama sen onu hiç çıkarmazsın. Tanıştığımızdan beri ilk defa çıkarttığına şahit oluyorum.”

“Bak Levent,” dedi Arsu doğrularak. “Artık annemin hiçbir şeyi iyiliğim için yaptığını düşünmüyorum. Yıllarca beni kandırdı. Kim bilir başka ne yalanlar söylemiştir? Artık onun aptal kolyesini de takmayacağım.”

“Belkide annenin söylediği yalanlar senin iyiliğin içindir.”

“Ben artık hiçbir şey bilmiyorum Levent. Başım da çok ağrıyor zaten. Lütfen bu konuyu kapatalım.”

“Tamamdır.” Dedi Levent ardından ayağa kalktı. Yüzünde her seferinde Arsu’nun kalbini ısıtan gülümsemesiyle konuştu. “Bebeğime masaj yapacağım. Zaten soluk bir tenin var. İyice hayalete dönüşmüşsün” Koltukta Arsu’nun arkasına geçtikten sonra parmaklarıyla başına masaj yapmaya başladı. Levent’in parmakları kafasında kayarken, kaygılarının biraz da olsa azaldığını fark etti. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Tam rahatlarken aklında bir vizyon belirdi.

Kendini çok iyi bildiği bir evin içinde buldu. Ardından karşısında sarı saçlara sahip bebek gibi güzel olan arkadaşını gördü. Tezgahta bir şeyler hazırlıyordu. Bu en yakın arkadaşlarından biri olan Zeynep’ti. Güneş ışığı büyük camları olan odayı aydınlatıyordu. Güneşin ışığı Zeynep’in doğal sarı saçlarını, sanki mümkünmüş gibi, daha da parlak gösteriyordu. Çeşit çeşit kahvaltılıklarla doldurduğu tezgah mükemmel görünüyordu. Arsu seslendi.

“Zeynep, ne yapıyorsun burda?” dedi gülerek. Ama Zeynep ona cevap vermedi. Sanki onu duymamıştı. Tekrar seslendi ama onu duymuyordu. Anlamadı Arsu. Ardından Zeynep’in kıyafetleri çekti dikkatini. Zeynep bir erkeğin tişörtünü ve boxerını giymiş, Arsu’nun ezbere bildiği o mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Etrafı mis bir kahvaltı kokusu sarmıştı. Mutfağa biri girdi. Arsu’yu es geçerek, muhtemelen o da Arsu’yu görüp duymuyordu, arkadan Zeynep’in beline iri ve kaslı kollarıyla sarılınca Zeynep yerinden sıçramış, mırıldandığı şarkının yerini minik bir çığlık almıştı.

“Bu kadar seksi kahvaltı hazırladığını bilseydim, seni çoktan aşçım yapmıştım.” dedi oğlan kızın boynunun kokusunu içine çekerek.

“Hey, yapma gıdıklanıyorum.” kıkırdadı. Oğlan birden kızı bacaklarından tutarak omzuna attı.

“Ya bıraksana! Kahvaltı edicektik ama… Ya sana diyorum, Levent!”

Arsu gözlerini açtığında Levent hala başına masaj yapıyordu. Doğruldu, kafasını kaldırıp Levent’e baktı gri gözlerindeki şokla.

“Ne oldu? Masajımı beğenmedin mi?” dedi Levent yüz ifadesini görünce.

“Hayır ondan değil. Uyumuşum. Saçma sapan bir rüya gördüm. Çok gerçekçiydi. Daha önce hiçbir rüya böyle hissettirmemişti. Sanırım gerçekten delirdim ben.” Dedi siyah saçlarını kulaklarının arkasına koyarak.

“Nasıl yani? Bebeğim sen hiç uyumadın. Daha masajını yeni yapmaya başlamıştım.”

 

 

 

 

Z.

Loading...
0%