@endlesmelody
|
Beş Yıl Önce...
Elleri karnının üzerinde birleşmiş, gözleri hülyalı bir edayla tavana dikilmişti. Hala birkaç saat önce duyduğu o sesin etkisindeydi genç kız.
Bir ses.
Sadece birkaç saniye duyduğu o ses kulaklarına ulaştığı an içinde bir şeyleri harekete geçirmişti. Kalbi hızlanmış mıydı? Evet. Midesinde kelebekler mi uçuşmuştu? Eğer karnına giren kramplar bu demekse o da olmuştu.
Aşık mı olmuştu? O kadar da değildi.
Fakat farklı hissetmişti. Şıpsevdi bir insandı, bunu kabul ediyordu. Ama hiç sevgilisi olmamıştı bu zamana kadar. Gerek görmemişti. Platonik takılmayı daha çok seviyordu. Çünkü böylesi ona daha uygundu. Mutlu olduğu zaman hoşlandığı kişinin fotoğraflarına bakıp sevincini yaşayabiliyordu. Kırıldığı zaman ise kendi kendine trip atabiliyordu.
Yani, tavşan dağa küsüyordu, dağın haberi olmuyordu.
Yine de her seferinde çok kolay bir şekilde vazgeçebiliyordu.
Bu da öyle bir şey miydi?
Aklını başından alan o sesi arkadaşı Gökçe abisiyle konuşurken duymuştu. Sert fakat kaba olmayan bir tınıya sahipti. Ses kulaklarına ulaşır ulaşmaz birkaç saniye kıpırdayamamıştı.
Arkadaşının abisi Efkan. Abisinin arkadaşı Vural.
Efkan abisinin asker arkadaşı Vural.
Vural Ayvaz Bozoğlu. İsmi buydu. İçi titremişti. Normal miydi?
Yüzündeki aptal sırıtış sesli bir gülümsemeye dönmüş, deli gibi küçük bir kıkırtı kaçmıştı ağzından.
"Ya yeter artık, uyuyorum!"
Yatağına çarpan sert yastık darbesiyle kendine gelmişti Özüm. Gökçe'yi fazlaca kızdırmıştı bu akşam.
"Tamam, sustum."
Söylene söylene yatağında kıpırdanan Gökçe, bir süre sonra tekrar uykuya dalmıştı. Sağına dönüp elini ağzına kapattı. Yanındaki telefona uzanıp ana sayfasındaki hesabın profilini büyüttü. Üçe vurulmuş saçları ve kemikli çehresiyle her ne kadar sert dursa da yaşı gereği bir masumluk vardı yüzünde.
Çok güzeldi. Kendine saatlerce baktıracak kadar güzel.
24 yaşındaydı. Askerdi. Ve akıl almaz bir yakışıklılığa sahipti.
Tüm bunlar yeter miydi birinden hoşlanmaya?
Birkaç saat önce olmuştu her şey. Yorgun argın odaya girmiş, çocukluk arkadaşını abisiyle konuşurken yakalamıştı. İlk başta sadece selam vermek için telefona yaklaşmış fakat koğuş yatağında yatan Efkan abisinin sesini bastıran o tok ses kulağına çalındığı an yerinde duraksamıştı. Gökçe'nin dikkatini çekmişti bu durum. Çekmese bile telefonu kapattığı an ensesine çöküşünden anlayacaktı.
Öyle de oldu. Efkan telefonu kapattığı gibi Özüm, Gökçe'nin dibine çökmüştü.
Zar zor öğrendiği kadarıyla kendisi abisinin asker arkadaşıydı. Altlı üstlü ranzalarda yatan son zamanlarda yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki yakın arkadaş olmuşlardı. Sevindi Özüm. Efkan kötü huylu biriyle arkadaş olmazdı, bilirdi. Bu durum daha da hoşuna gitti. Adını sanını abisine sorması için iki haftalık yurt odası temizliğini üstlenmişti.
Ve değmişti.
Vural Ayvaz Bozoğlu, endam ve asaletin vücut bulmuş haliydi.
Tekrar küçük bir kıkırtı kaçtı dudaklarından. Hemen sıkıca bastırdı dudaklarını.
Şımarmamalıydı.
Eli telefonundaki sosyal medya hesabının takip butonuna gidip gelse de bir türlü cesaret edip istek atamıyordu. Halbuki atsa bir şey değişmeyecekti. Yazacak mıydı ona? Cesareti var mıydı o kadar?
Sanmıyordu.
Birkaç hafta ahlanıp vahlanıp unuturdu.
Değil mi?
Tam mavi butona tıklayacakken burnunu kırıştırıp geri çekti elini ve hızla yandaki tuşa basıp kapattı ekranı. Yapamazdı. Ani kararlar ona göre değildi. Sakin olmalı ve uyumalıydı. Yarın Gökçe'yle konuşup düşünürdü ne yapacağını.
Özüm Akçay buydu işte.
Yaptığı her şeyi illaki birine danışır, yanlış yaptığı zaman ise aklı aldığı kişiye çatardı.
Fakat hayatında ilk defa tek başına bir şey yapacaktı Özüm.
Etkisi belki yıllarca sürecek, hayatında önemli kararlar vermesi gerekecek bir şey.
Özüm Akçay, Vural Ayvaz Bozoğlu'nu o kadar kolay unutamayacaktı.
Özüm Akçay, yıllarca içinde olacak ukdeyle işte bugün tanışmıştı.
🎼
Beş yıl sonra...
Anahtarı kilide sokup her seferinde iki kere kilitlediğim kapımı yorgunlukla açtım. Yorulmuştum. Her zamankinden fazla.
Elimdeki anahtarı kapının önündeki ayakkabılığa fırlatıp ayağımdaki topukluları çıkartmak için elimi duvara dayadım. Ayakkabı giymek için koyduğum koltuğa oturursam kalkamazdım biliyordum.
Ayakkabıları olduğu yere bırakıp elimi duvarda gezdirdim. Işığın tuşuna ulaşıp bastığım an hızla aydınlanan salonum gözlerimi kamaştırsa da pes etmeyip birkaç adım daha attım. İki adım daha atınca ulaşmıştım istediğim yere. Beyaz, üzerinde polar battaniyemin olduğu koltuğa bedenimi bıraktım. Kaslarım bir bir gevşerken gözlerim de ona uyum sağlayarak kapanmıştı. Bedenimdeki yorgunluğu hissediyordum.
Sen de beni hissediyor musun?
Ayaklarımı kendime çekip cenin pozisyonu aldım uzandığım yerde. Yarım saat. Sadece yarım saat kestirecektim. Sonra kalkıp bir şeyler atıştırabilirdim. Makyajımı da çıkaracaktım zaten. Uyanmak zorundaydım. Uyanacaktım.
Yapmaktan en nefret ettiğim şeyi yapacaktım. Fakat sadece yarım saat geciktirmek istiyordum bunu.
Gözlerimi kapatacak yarım saat sonra açacaktım.
Bedenim kendini koltuğa iyice yayarken elim battaniyemin bir ucunu buldu. Üzerimi örtmek için bir süre savaşmış en sonunda başarmıştım. Şimdi sıkı sıkı sarınmıştım en sevdiğim ikinci şeye. Bu eve dair sevdiğim iki şey vardı. Biri tüm İstanbul'u ayaklarımın altına seren manzarası, diğeri bu beyaz battaniyeydi.
Karbeyaz battaniyem.
Uyudum. Gözlerim kapalı, zihnim açık bir uykuya daldım. Düşünceler asla terk etmedi yine bedenimi. Böyle uyumaya alışmıştım zaten. O yüzden pek de dert etmedim bunu.
Uyudum.
İki sene güzel bir uykuya daldım. Son üç sene kabus dolu bir dünyaya uyandım.
Şimdi yine uyudum. Fakat uyandığımda bu kabusun bitmeyeceğini bilerek daldım hayal alemine.
Ben vardım o alemde.
Ama o, yine yoktu.
Bir süre oldu, sonra sıkıldı. Gitti, sıkıldı ve gitti.
🎼
Beş Yıl Önce...
Alarmın ona göre enerjik, Gökçe'ye göre ömür törpüsü sesi kulaklarına ulaşınca yüzünü buruşturdu önce.
Haklı mıydı Gökçe?
Ona göre değildi. Uyumayı sevmezdi Özüm. Hayatı kaçırdığını düşünürdü. Bir şeyleri yaşamak, hayatın tadına varmak varken neden uyuyacaktı ki?
Haksızlık değil miydi bu? Onlara verilmiş bir şanstı insan olmak. Neden hareketsizce yatarak harcayacaktı ki bunu?
Akşamki gibi bir darbe daha indi yatağının köşesine. Bu sefer daha asabiydi sesi.
"Kalkarsam saçlarını tek tek yolacağım Öz. Beynimi yedi bitirdi şu ses."
Arkadaşının sabah asabiliğini bildiği için sakince kafa salladı ona. Eli kapatma düğmesini buldu hemen. Sonra ise heyecanla sosyal medya simgesini. Açtığı gibi yine önüne o hesap çıkmıştı.
Esmer, heybetli bir gencin profilinin olduğu o hesabı.
Tırnakları ağzına gitti hemen. Kenarlarındaki etleri dişiyle çekiştirirken heyecanla bakıyordu o fotoğrafa. Yakışıklıydı genç adam. Fakat hepsinden önce sesi.
Tekrar içli bir nefes çekti içine. Kafası sağa doğru eğilip hülyalı bir hayale dalarken kafasına aniden yediği darbeyle dengesi bozuldu.
"Gerçekten hayatımda gördüğüm en büyük enayisin."
Kaşları derince çatıldı. Ne olmuştu şimdi? Neden enayi olmuştu onun gözünde?
"Sorguluyor musun birde? Elindeki fotoğrafa bu kadar hayran kaldıysan numarayı isteyelim abimden. Karşımda böyle yeni doğmuş enik gibi durmana içim el vermiyor."
Dramatik tavrına göz devirdi.
"Abinden numarayı istesek kafamızı birbirine vurup hanginizinki daha önce kırılacak testi yapar Gökçe. Göze alabilir misin böyle bir şeyi?" Tek kaşını kaldırmış sorduğu soruya bu seferde arkadaşı göz devirdi.
"Ha verse sen okeysin yani." Yandan bir gülüşle yüzüne baktı. "Yeme beni Öz."
Kendini sırt üstü yatağa doğru attı Özüm. İçli bir nefesi içine çekerken ağır bir yutkunma gerçekleşti boğazında.
Yapabilir miydi?
O kadar da değildi.
"Evet, ben cevabımı aldım. O zaman bakıp bakıp iç çekmeyeceksin ciğerci kedisi gibi. Hayat böyledir Özüş, yemeyenin malını hapur hupur yerler. Demedi deme."
Kaşlarını çatıp biraz önce kendisine attığı yastığı iade niyetine hızla ona fırlattı.
"Sus, üzülüyorum şu an."
"Üzülme annem. Bir gün aklın başına gelecek hissediyorum."
Elini kalbine koyup acılı bir ifade yerleştirdi yüzüne. "Tam şuramda bir ses söylüyor. Öz'ün aklı başına gelecek merak etme diyor."
Yalandan bir gülümseme sunup ayağa kalktı Özüm. Arkadaşının arkasından attığı yastığı hızla dönüp yüzüne fırlatırken kulağına koyduğu telefonu görmemiş ve yere düşmesine sebep olmuştu.
Arama hala devam ederken ikisinin de gözleri telefondaydı. Efkan abilerinin sesi bas bas bağırıyordu telefonda.
"Gökçe ne oluyor orada? Öz, ses versenize?"
İkisi de hızla telefona eğilirken arkadan duyduğu sesle bir anda fazla heyecan yapan Özüm, kafasını Gökçe'nin kafasına vurmuştu.
"Ah..."
İkisinden de aynı anda çıkan serzeniş Efkan'ın kulağına gitmiş olacak ki tekrar seslenmişti endişeyle. Aynı zamanda arkadan onun da sesi geliyordu.
Kalın ve telefondan dolayı boğuk gelen ses bir şeyler soruyordu. Duymuştu Özüm.
Telefonu nihayet eline alan Gökçe'nin ters bakışları hala aptal bir sırıtışla telefona bakan kızı buldu. Fakat onun kendisine hayretle bakan arkadaşını kaale almaya hiç niyeti yoktu. Elinde olsa sesini biraz daha duymak için birkaç saat konuşmazdı.
Gökçe ise onunla aynı fikirde olmayacak ki hemen konuşmaya başladı.
"İyiyiz abi. Özüm bir an dengesini kaybedince bana çarptı sadece."
"Eniştesinin gülü, sesimi duyacaksın diye bu kadar heyecanlanma ya!"
Cevap vermek istiyordu fakat sesinin ona gitme ihtimaline karşın içinde tarifsiz bir heyecan oluşuyordu. Ya o da onun gibi sesini duyarsa? Onun sesi Vural kadar etkileyici değildi ki!
"Eniştesinin gülü? Peki bundan şeyin haberi var mı abiciğim? Leyloşun?"
Leyloş ya da Leyla, Özüm'ün ablası oluyordu. Aynı zamanda Efkan abinin büyük aşkıydı kendisi. Haberi var mıydı peki? Kesinlikle yoktu.
"Sen aradan çekil Gökçe. Biz baldızımla konuşuyoruz. Değil mi Özüm?"
"Hı hı." Ağzından küçük ve anlamsız çıkan mırıltılara Gökçe göz devirirken o heyecanla tırnak etlerini kemirmeye başlamıştı.
"Ne hı hı? Heyecanlandın mı kız?"
Etrafında kimse olmayacak ki bu kadar rahat konuşuyordu. Çünkü onun tanıdığı Efkan Yazgan asla bu kadar samimi cümleler kurmazdı. Hele ki bir tabur askerin yanında. Buna güvenerek küçük bir tebessümle konuşmaya başladı.
"Tabiki Efkan reis. Bugüne bugün tek eniştemizsin nasıl heyecanlanmayalım?"
Kısa bir kahkaha atıp özgüvenle konuştu. "Öyleyim değil mi?"
Hevesini kırmamak için hemen onayladı dediklerini.
Hem ablası ondan iyisini mi bulacaktı?
"Ayıp ettin abi. Eniştelerin kralısın hem de."
"Tamam şımarma hemen. Sonra arayacağım tekrar. Açmazsanız-"
Sözünü kesen şey çok yakınından gelen o ses olmuştu. Kalp ritmini yayından çıkaran tını.
"Komutan bekliyor Efkan. Çıkalım hadi."
Oradaydı. Askerlik arkadaşı gibi konuşurken onları mı dinliyordu?
"Tamamdır Vural, geliyorum."
Küçük bir onay cümlesi kurup çıkmıştı. Kapı sesi kulaklarına ulaştığı andan sonrası onda yoktu. Elinden çekilen telefondan Gökçe'nin durumu anladığını anlayıp yatağına atmıştı kendini.
Rezil mi olmuştu? Hayır.
Peki neden yüzü yanıyordu?
Ellerini yüzüne yelleyip sıcaklığı almaya çalıştı. Gözleri tekrar tekrar telefonu bulurken en sonunda Gökçe'nin aramayı kapamasıyla bakışları yüzüne tırmandı.
"Çok mu kötüydü?"
"Kendi aralarında bile bu kadar erkeksi konuşmuyorlardır."
"Kötü bir şey mi yani?"
"Yok. En fazla sevgili olursanız ilişkinin çiçek alanı sen, trip atanı o olur. Ki şimdiki erkeklere bakarsak bu çok da garipsenecek bir durum olmaz."
Dalga geçen sesine kulak asmayıp yerinden doğruldu. Dersi vardı ve şu an her ne kadar oturup bu konuyu konuşmak istese de ekemezdi.
Birkaç saatin sonunda dersi bitmiş, tekrar yurda dönmüşken odanın kapısını kapattığı gibi Gökçe'nin sesini duymuştu. Abisiyle konuşuyordu yine.
Beş dakikanın sonunda telefonu kapatmış, ellerini kafasının arkasında birleştirmişti.
"Elimdeki bilgiyi sana vermem için bana ne teklif ediyorsun?"
Kaşlarını çatıp yüzüne döndü.
"Ne bilgisi?"
Yerinden ayaklanırken üzerindeki hayali toz taneciklerini silkeledi. Naz yapıyordu.
"Bir bilgi işte. Bence hoşuna gidecek."
İlgilenmiyormuş gibi tekrar önüne döndü. Kulağındaki kulaklığı kutusuna koyarken elleri heyecanla titrese de o farketmeden tamamlayabilmişti.
"Bir şey teklif etmiyorum. İçinden gelerek veriyorsan ver. Vermiyorsan çok da umrumda değil."
Yalandı.
Hem de koca bir yalan.
O da bunun farkına varmış olacak ki koca bir kahkaha attı. Kimi kandırıyordu ki?
"Peki, iyi günümdeyim bugün. Bir haftalık temizliği daha üstlenirsen söylerim öğrendiğim şeyleri."
İçi içini yerken bunu dışarı yansıtmamaya çalışarak kafasıyla onayladı onu.
Temizlik kolay işti.
"Hadi yine iyisin. Sevgilisi yokmuş."
Duyduğu gerçekle yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
Bu iyi bir şeydi.
"Fakat... Takıntılı bir eski sevgilisi varmış."
🎼
Beş yıl sonra...
Gözlerim duyduğum takırtılarla açılmaya zorlanırken bunu kolaylaştırmak ister gibi bağıran kişiyle çok da çaba sarf etmemişti.
"Aşkım, üzerimi değiştirir değiştirmez yemeğe başlayacağım."
Gökçe'nin heyecanlı sesi kulaklarıma ulaşır ulaşmaz ellerimi yüzüme attım.
Gözlerimi ovuştururken saatin kaç olduğuna bakmak için telefonuma ulaştım.
Sadece yarım saat için kapattığım gözlerim haddini aşmış, yaklaşık iki saat sonra açılmıştı.
Koca bir iç çekişle yerimden doğruldum.
Yemek yapmak Gökçe'ye, temizlik yapmak ise bana ait bir görevdi. Taşındığımızdan beri, ki bu yaklaşık 6 aya tekabül ediyordu, oturttuğumuz bu düzen iki çalışan kadın için kolaylık sağlıyordu.
"Geldim, geldim. Başıma neler geldi bir bilsen. Gerçekten bu adam artık tahammül seviyemi fazlaca zorlamaya başladı."
Eline aldığı bıçakla arkasını dönüp bana bakmadan konuşmaya devam etti. "Ya ben doldurup teslim etmişim belgeleri. Daha ne bileyim nereye koymuşsun, kim almış? Onu da ben mi takip edeceğim?"
Gökçe'nin staj yaptığı hastanede asistanı olduğu doktor son zamanlarda fazla üstüne geliyordu. İkimizde farkındaydık bunun. Fakat nedeni neydi tam olarak bilmiyorduk.
"Hayır, bir de takip etmek zorundasın diye bağırmıyor mu? Şeytan diyor bir tane çak ağzına boşver stajı da eğitimi de."
Hiddetli sesi bir anda söndü. "Ama işte abim aynı şeyi söylemiyor."
Ona küçük bir tebessüm edip önüme döndüm. "Eniştemin senin üzerindeki etkisine bayılıyorum."
"Bayıl canım bayıl. Bakalım doğuya gitme isteğini sizinkiler duyunca ne olacak."
Doğu görevi.
İllaki yapacaktım. Öğretmenliğimin ilk yılını özel bir okulda yapmış olmam burada devam edeceğim anlamına gelmiyordu. Bu sene girecektim sınava. İki senelik çalışma birikimim atanacağım ihtimalini arttırıyordu. Fakat daha hiçbir şey kesin değildi.
"Belli olmayan bir şey için bizimkileri endişelendirmeye gerek yok Gökçe. Akılları kalsın istemiyorum. Zaten düğün hazırlıklarından başlarını kaldıramıyorlar."
Konunun düğüne gelmesiyle neşeli bir tebessüm peydah oldu dudaklarında. Omzunu omzuma vurup muzip sesiyle konuşmaya başladı.
"Dünür oluyoruz he? Seninle akraba olacağımızı söylemiştim. Ha böyle ha şöyle, hı?"
İmalı sırıtışına göz devirip yanından geçtim.
"Yine de kuzeninle görüşmeyeceğim Gökçe."
Yüzü hızla düşerken peşimden geldi. "Alt tarafı bir kahve Özüm. Çocuk çok beğenmiş seni. Nişandan beri aklımdan çıkaramadım diyor."
"Bu çocuk aynı anda üç kızı idare ediyor dememiş miydin Gökçe? Birinin ismini unutmuştu hatta. Sevgilisinin ismini unutan adam beni mi çıkarmayacak aklından?"
"Ya eskidendi o. Çok değişmiş Öz. Görmen lazım. Akıllanmış, uslanmış." Çarpık bir gülümsemeyle devam etti. "Allanmış pullanmış."
Elime salata için marulu alıp kesmeye başladım. "Yine de görüşmek istemiyorum ama."
"Sen bence onu unut-"
Elimdeki bıçağı sertçe tahtaya vurdum. "Yeter Gökçe."
Yaptığı hatanın farkına varmış olacak ki sustu. Sessizlik içinde hazırladığımız yemeğin ardından sofraya kurulmuş aynı şekilde yemeğimizi yemiştik.
"Ellerine sağlık." Tabağımı alıp doğruldum yerimden. Adım atamadan elime değen eliyle durdum.
"Küstük mü?"
Küçük bir tebessüm ettim masum tutmaya çalıştığı ifadesine.
Kafamı iki yana salladım. " Hayır, küsmedik."
Unuttuğum ya da unutmaya çalıştığım gerçeği hatırlattığın için küsmedik Gökçe. Çünkü ben bunu her gün söylüyorum kendime.
Küçük bir tebessüm sunup elimi bıraktı.
Mutfağa doğru ilerledim. Elimdeki tabağı tezgaha koyup ellerimi yasladım. Derin bir nefes alıp tebessümümü dudağıma yerleştirdim.
"İyiyim."
Yatağıma yerleşip yorganı kafama doğru çekerken gözlerim dolmaya başladı.
Yorgundum.
Sadece yorgun olduğum için böyleydim.
Üzerimdeki kırgınlığın sebebi buydu.
Üç yıl öncesi değil.
Sadece yorgunluk.
🎼
"Kızım düzgünce yerleştir şunları. Ne bu baştan savmalık. Düşmanın çeyizi mi bu?" Dalgınlıkla yerleştirdiğim eşyalara kınayıcı bakışlarını diken anneme irkilerek döndüm. Yaklaşık iki saattir aynı işe ara vermeden devam ediyorduk. Bir süre sonra onlar kendi aralarında bir muhabbet tutturmuşken ben aklımdaki düşüncelerin esiri olmuştum.
"Özüm, sen kalk çay koy ablacığım. Zaten az kaldı biz hallederiz."
Ablama kafa sallayıp ayaklandım. Uyuşan bacaklarım yerimden doğrulmamla bir süre adım atmama engel olsa da iki adımdan sonra açılmıştı.
Yorgundum. İki gün sonra sınavım vardı ve çoğu insanın dediğinin aksine ben son güne kadar çalışmayı düşünüyordum. Öyle ki son bir haftadır neredeyse sabahlıyordum. Üstüne yaklaşık bir ay sonra ablamın düğünü vardı. Onun heyecanıyla birkaç gündür hiç durmadan çalışıyorduk. Daha doğrusu onlar çalışıyor, bende onlara yardımcı olmak amaçlı gidip geliyordum. Ne kadar katkım var tartışılırdı fakat en azından bir işin ucundan tuttuğumu hissediyordum.
"Kızım üst dolapta sabah yaptığım kurabiyeler var onları da çıkar. Birazdan Serap teyzenler de gelir."
Serap Teyze, Gökçe'nin annesi aynı zamanda ablamın müstakbel kayınvalidesiydi.
Yıllardır yaşadığımız bu mahallede birbirlerine hep arka çıkmış bu iki aile bugün bir evlilikle bu bağı kuvvetlendiriyordu.
Gökçe'nin dediği gibi dünür oluyorduk.
Yıllar önce aramızda geçen o muhabbet geldi aklıma.
Güldüm.
Söz vermişti. İkimiz olacaktık. Bir gün onun ailesi de gelecekti bize. İstediği zaman girip çıkabilecekti ailemize.
Şimdi ise imkansızdı.
Her şeyin bir yolunun olduğu şu dünyada bizim yolumuz yıkılmıştı.
Onun tarafından.
Bile isteye.
Derin bir nefes vererek çayı koydum. Tepsiyi hazırlarken kapı çaldı. Ablamın bakacağına dair sesi koridorda yankılanırken istifimi bozmadan gelecek olan kişiyi bekledim.
Beş dakika sonra kapıdaydı.
"Kolay gelsin Özüş. Biz geldik."
Kucağında ablasının oğlu Erkin'le kapıda dikilen Gökçe, yeğeninin elini alıp bana doğru tatlı bir şekilde sallamıştı.
Aynı tatlılıkla karşılık verdim.
"Hoş gelmiş benim balım. Yanaklarını da unutmamış."
Tombul yanakları ve büyük gözleriyle karşımda duran çocuğa elimi uzatıp tutmasını beklemeden atıldım. O da bana gelmek istiyor olacak ki gülmeye başlamıştı.
"Sen bana mı geldin? Bizim eve mi geldin sen? Çok mu özledin bizi?" Her cümlemin sonunda önden çıkan iki küçük dişini göstere göstere gülen çocuk konuşmamı bitirmemle bana cevap verir gibi mırıldanmaya başlamıştı. Onu anlıyor gibi tepki vermemle de sesini yükseltiyordu.
"Buldun Öz'ü tabi, daha da görmezsin bizi. Nankör."
Söylene söylene içeri geçen kıza gülüp Erkin'e döndüm.
"Teyze küstü mü bize? Sana mı kızdı?"
Komik bir şey söylemişim gibi gülmesiyle ben de tebessüm ettim.
İçeri geçerken hala konuşmaya çalışıyor, ara ara da benden cevap bekliyordu.
"Dedim ben ona Güneşciğim. Yetişmez, yapamazsın ama dinleyen kim? Yok. Tutturmuş bir evleneceğim, aşığım. Oğlum evlenme diyen mi var? Hazırlıkları tamamlayalım evlen. Değil mi ama?"
Serap Teyze, oğlundan dert yana yana anneme şikayetlerini sıralarken Gökçe usulca yanıma yaklaştı. "30 yıllık hasret. Adam iki üç ay daha dayanamadı ne yapsın?"
Muzip sesiyle kulağıma fısıldaması komik gelse de biri duyacak endişesiyle kolumu karnına geçirdim. "Ayıp Gökçe. Ne diyorsun?"
"Yalan mı canım? Adam kaç yıldır Leyla da Leyla diye tutturdu. Bırakın da kavuşsun sevdiceğine."
Efkan abinin ablamı senelerdir sevdiğini bir biz, bir de ablam biliyordu. Söylememişti. Yıllardır evine girip çıktığı adamın kızına aşık olmayı kendine yedirememişti başlarda.
Fakat sonra aralarındaki ilişki ciddiye gidince adını koymak istemişlerdi. Böylece Efkan abi muradına ermişti.
Mutluydum onlar adına. Seven kavuşurdu. Güzel seven güzel sevilirdi.
Buradan mı kaybetmiştim?
"Kızım çay demini almıştır. Doldursan mı artık?"
Annemin kaş göz edişiyle kucağımdaki Erkin'i Gökçe'ye uzatıp ayaklandım. Çayları bir bir doldurduktan sonra tepsiyle herkese servis ettim.
"Eline sağlık kızım." Serap teyzeye kafa sallayıp yerime oturdum. Erkin'i annesi birkaç saatliğine ona bırakmıştı. Kaptığı gibi geldiği torunundan muhabbet açılınca bölmeyip ayaklandık. Odama doğru çıkarken aramızda sözsüz bir iletişim başlamıştı.
İki gün sonra gireceğim sınavdan kimsenin haberi yoktu.
Habersiz yaptığım ilk şey değildi. Bu sebeple rahattım. Sadece verdiğim kararın doğruluğunu şu an tartıyordum. Yapabilir miydim?
Kulağıma Gökçe'nin güven veren sesi doldu.
Tıpkı o günkü gibiydi.
"Yapacaksın Özüm. Ben arkandayım."
🎼
Beş Yıl Önce...
"Kızım çocuğa evlenme teklifi et demiyoruz, bir istek atacaksın ya! Mavi butona tıkladığın an her şey bitecek."
"Ya kabul etmezse?"
"Önümüze bakarız. Sana kısmet mi yok?"
Dalga geçen sesine göz devirip yayıldığı yatakta dikleşti.
Yapabilir miydi?
Gökçe'nin dediği gibi alt tarafı bir istekti. Niye bu kadar gerilmişti?
Hissetmiş miydi yoksa?
Nelere mal olacağını, ne acılar çekeceğini ve asla pişman olmayacağını...
Gerçekten fark etmiş miydi?
"Yapabilirsin Öz. Ben arkandayım. Geriye dönüp baktığında yapamadıkların için değil, yaptıkların için üzül. En azından denediğin şeylerin pişmanlığı kalsın içinde."
Bir süre istekli yüzüne bakakaldı.
Yapamadıklarının değil yaptıklarının pişmanlığı...
İsteyip ulaşmaya çalışmadıklarının değil, çalışıp ulaşamadıklarının kırgınlığı...
Gözlerini kapattı. Çok düşünmeye fırsat vermeden bastı elinin altındaki mavi butona.
Bastığı gibi içinde oluşan rahatlama her ne kadar hoşuna gitmiş olsa da bundan sonra olacakları kontrol edemeyeceğini biliyordu.
İlk defa biri için adım atmıştı.
Gülümsedi.
Değeceğini o dakika hissetti.
Fakat çekeceği acıyı hesaba hiç katmadı.
🎼
Sınav günü geldi.
Düğün günü geçti.
Sonuç açıklandı.
Yerleştiğim yer belli oldu.
Son bir ayım belki de hayatımdaki en büyük değişiklikleri beraberinde getirdi.
Sonuç ekranına tebessüm ettim.
Başarmıştım.
"Biliyordum be! Kızım demedim mi sana istediğin her şeyi yapabileceğini." Yanağıma sıkı bir öpücük kondurup ayaklandı Gökçe.
"Hemen hazırlanıyorum. Sonra da dışarı çıkıyoruz. Bir yemek ısmarlarsın artık."
🎼
"Kabul etmiş Gökçe."
Özüm'ün heyecanla sarfettiği kelimeler karşısında koca bir kahkaha attı Gökçe. Yanına gidip sıkı bir öpücük kondurdu yanağına.
"Sana kim karşı koyabilir ki hayatım? Hadi hazırlan çıkalım dışarı. Bugünün şerefine bir yemek ısmarlarsın artık."
🎼 |
0% |