Yeni Üyelik
14.
Bölüm

BÖLÜM 14: "VAK'A ŞEHRİ"

@endless_q

▏₰ Mana

Hayat birbirinden farklı yolları hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkartabiliyordu. Daha bir ay önce küçük bir köyün hizmetçisi iken şimdi bulunduğum konum bir Tanrının eşi olmaktı. Karşımdaki adam elinde bir ülkenin gücünü barındırıyordu. Heybetli ve kaslı yapısı, birçok kadının aklını başından alabilecek yüzü, duruşu, karizması ve bunun gibi sayabileceğim birçok özelliği vardı ancak Su Tanrısının iyi olduğu tarafları olduğu gibi günahın kendisini çağrıştıran kötü yönleri de bulunuyordu. Bu adam kendini kalbinde zincire vurulmuştu. Ruhu bozulmuş, kararmıştı. İhanetin acı tadı damağına çalındığında gelinlerine karşı elinde olmadan saf bir nefret beslemiş, mesafeli ve uzak kalmıştı.

Biri ihanet ettiyse ötekinin de yapması an meselesi diye düşünüyor olmalı.

Kehribar rengindeki gözleri hayatımda görüp görebileceğim en güzel renge sahipti. Karakteri genel olarak soğuk olsa da kimseye hak etmediği sürece zarar vermiyordu. Bunu Kaldera halkını gözlemleyerek bile anlayabilirdiniz. Tanrılarına karşı korktukları için değil saygı ve sevgi besledikleri için ona tapıyorlardı. Kızdığındaysa gözlerindeki ton daha koyu bir renge bulanarak ateşi andırıyordu. Loki kendisinin ateş olduğunu sansa da asıl ateşin Su Tanrısının gözlerinde yandığından bihaberdi. İnsanlar, diğer ırklar hatta Tanrılar bile Su Tanrısının gazabıyla karşı karşıya kaldığında kaçacak yer arıyorlardı.

Aronun gözlerindeki azabın şiddetten dolayı bir günlük azap bin yılın azabı gibi gelirdi. Varlığının azameti işte bu kadar kudretliydi.

Nefretini görmüştüm.

Damarlarında kendini göstermekten hiç gocunmayan nefretini. Kalbimi her defasında kırmış ve bunu önemsememişti bile. Şimdi hayal kırıklarımın baş rolünü oynayan adam aramızda sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi bana karım olacaksın diyordu. Gerçek karım.

Ne hissediyordum? İçimde ona karşı ne vardı? Beni karısı yapacağını söylediği için mutlu mu olmalıydım? Öyleyse neden mutlu hissetmiyordum? Ellerimi açıp baktığımda somut bir şey göremesem de avuç içlerimde beni incittiği, gücendirdiği anların etime attığı derin kesiklerin sızısını hissedebiliyordum. Görünmezlerdi ancak varlıkları her zaman oradaydı.

Gözleri gözlerimin içine bakıyor orada bir cevap arıyor olsa da aynı zamanda kararsızdı. Geçmişi içinde küçük bir şüphe yarığı açıp büyütüyordu. Muhtemelen onca yılın ardından birine güvenmekten çekiniyordu. Doğru bir karar verip vermediğini içten içe sorguladığı için benim kadar kafası karışıktı. Garip. Canımı acıtan o, canı yanan bendim fakat ikimizde aynı duyguların çelişkisindeydik.

Bu adamı istiyor muydum? Ona her şeyimi verecek kadar güveniyor muydum peki? Kalbimin vereceği cevabı bilsem de aklım buna karşı koyuyordu. Geldiğim günden beri bana yaşattığı duyguları kalbim sineye çekmeye hazır olsa da aklım onu affedene dek yakamı bırakmayacaktı.

"Özür dile." Ağzımdan çıkan sözler aramızdaki sessizliği yırtıp geçti. Karşısında kararlı bir duruş sergileyerek gözlerinin içine korkusuzca baktım.

Aronun gözleri işittiği şeyle birlikte kısılmıştı. "Ne?"

Tedirginlik etrafımı bir koza gibi sarsa da geri adım atmayacaktım. Evet, şu anda ciddi ciddi bir Tanrıdan benden özür dilemesini istiyordum. "Beni duydun, özür dile. Yaptıklarından sonra bir anda karşıma geçip bana gerçek karım olacaksın diyemezsin! İlk önce hatalarını telafi etmelisin ancak o zaman senin gerçek karın olmak isteyip istemediğimi düşünebilirim." Söylediklerimi tepki vermeden dinlediği için içten içe üç buçuk atıyordum.

Bir Tanrıya rest çekmediğim kalmıştı o da oldu!

Yarım ağız güldü. "Şu işe de bak sen… Bana kim olduğunu kabullendirmek için her fırsatta 'Ben senin karınım.' diyen kadın şimdi kendini geri çekiyor. Sana bir fırsat sunuyorum, istediğin gibi gerçekten karım olman için ve sen bunu reddettiğini mi söylüyorsun?" Oturduğum yataktan kalkarak karşısına dikildim. Bir an için durup ayaklarıma bakacak gibi olsa da yapmadı.

Canım hala fazlasıyla acıyordu.

Su Tanrısı uzun boylu bir adam olduğu için boyum ancak göğsüne denk geliyordu. Avucumu sol göğsüne bastırdım. Kasıldı, tepkisi garip bir şekilde hoşuma da gitmişti. Benden etkileniyordu. Parmaklarımın altında kalbinin atışlarını hissetmeyi sevmiştim.

Yüreğim pır pır ediyordu. Onunla kavga etmek ya da tartışmak gibi bir niyetim yoktu sadece beni nasıl incittiğini anlasın istiyordum. Anlasın ve telafi etsin. İstiyorum… telafi etmesini istiyorum. Lütfen, telafi etki açtığın yaraların kabuk bağlamasına izin vereyim Aron.

"Bir Tanrısın ve sana tapan halkın senin için her şeyden önce gelir öyle değil mi Su Tanrısı?"

Birkaç saniye cevap vermedi, beni izliyordu. "Elbette öyle."

"Buraya gelmeden önce yani eski köyümde yaşarken bende Su Tanrısına tapan halktan biriydim." Sessiz kaldı. Sözlerimin devamının geleceğini bilircesine bitirmemi bekliyordu. "Sana tapan insanlardan biri sana karşı bir kırgınlık hissetse ona değer vermediğini, onun dualarını dinlemediğini düşünse bir nevi sana küsse bu seni rahatsız eder miydi?"

"Bir Tanrıya selefinden verilen ilk öğüt; kendisine tapınanlara karşı sorumlu olmaları gerektiğidir. Bir kişi de yüz kişide aynı duayı etse benim gözümde aynı önemi taşırlar. Biri diğerinden üstün değildir hepsiyle eşit bir şekilde teker teker ilgilenirim."

"O zaman benimle de ilgilen." Tüm konuşma boyunca gözlerimi göğsünden ayırmamıştım. Kalbinin üstündeki kumaşı güç almak istercesine parmaklarımın arasında sıkarak başımı kaldırıp kehribarlarına baktım. Bakışları sorgu doluydu. "Senin sorumlu olduğunu düşündüğün halkından biride benim. Kalbim sana küskün Su Tanrısı ve bu kadın eğer bir eş olacaksa kocasının koynuna küskün bir kalple girmemeli. Bu yüzden ne yapacağın önemli değil yeter ki sana karşı hissettiğim bu kırgınlığı geçir. Sana ettiğim dua bu; affettir bana kendini." Masumdum. Bunu o da çok iyi biliyordu.

Suçsuz yere beni cezalandırmıştı.

Defalarca sözleriyle incitmişti.

Düzelemiyordum işte.

Anlatmama rağmen anlamak istemezse ne yapardım bilemiyordum. O bir Tanrıydı… Hüzünle elimi kalbinden çektiğimde Aron fazla uzaklaşmama izin vermeden bileğimden tutarak beni kendine doğru çekti. Göğsüm göğsüne çarpınca yüzlerimizin birbirine ne kadar yakın olduğunu fark ederek nefesimi tutmuştum.

Kehribar ateşine bu kadar yakından tanık olmak bende o ateşte yanma isteği uyandırıyordu.

"Benim için bir lütuf mu yoksa şer mi olacağın hala muğlak. Çok garip bir kadınsın Mana. Senin yerinde başka bir kadın olsa yatağıma girmek için türlü bahaneler uydurup oyunlar oynardı. Benim teklif etmemle ise sevinçten havalara uçacağına bahse girebilirim ama sen… seni bir türlü çözemiyordum. Pekâlâ, uslu bir kız olduğun sürece isteklerin dikkate almaya değer olacak ama unutma…” Yaklaşarak boynuma derin bir öpücük kondurunca sesli bir iç çektim. Aramızdaki güç savaşı bir anda tutkuya evrilmişti. Kasıklarım ihtiyaçla yakınıyordu. Dudaklarını tüy kadar bir hafiflikle boynumdaki deriye sürterek kulağıma doğru çıkardı.

“Ben istediğim şeyi er ya da geç alırım su gelini.”

"Kurul toplantısı mı?"

"Evet, hanımım. Bugün kıdemlilerin toplanacağının haberini aldım."

Saya bir yandan hazırlanmama yardım ederken diğer yandan da öğrendiği bilgileri bana aktarıyordu. Bu kızın sarayla olup biten her şeyden nasıl haberi oluyordu? Yerin kulağı vardır deyimi Saya için söylenmişti sanki. Hmm... kurul toplantısı demek. Sözünü ettiği toplantı hemen hemen yılın belli zamanlarında köyümde gerçekleştirilen toplanmalara benziyordu. Söz konusu küçük bir köy değil de Tanrı ülkesi olunca yanılıyor da olabilirdim tabii.

"Saya bahsettiğin şu toplantı nasıl bir şey yani ne için toplanıyorlar ki?"

"Kurul toplantıları bazen Su Tanrısı ülkenin işleyişi hakkında genel bir maruzat almak istediğinde, bazen de insanların şikayetleri, istekleri üzerine gerçekleşiyor. Ülkedeki gidişat, ihtiyaçlar, anlaşmalar ve halkın sorunları dahilinde konular ele alınarak tartışılıyor ve alınan kararlara göre harekete geçiliyor. Bugün ise farklı bir nedenden dolayı toplandıkları kulağıma çalındı." Söyledikleri içimdeki merak duygusunu kabartmıştı. Ortada hiçbir sebep yoksa ne diye toplanma kararı almışlardı ki?

Acil bir durum olmalı.

Saya son olarak elbisenin iplerini arkadan bağlayınca tamamen hazırdım. Aynanın önünde ki tüylü oturaktan kalkarak ellerimi elbisenin üzerinde gezdirdim. Gece mavisi tonundaki elbise tüm vücudumu ikinci bir deri tabakası gibi sarıyor ve sıkıyordu. Kaygan kumaş mat ve yumuşacıktı. İçindeyken asla rahatsız hissetmiyordunuz. Elbise ayak bileklerimden bir karış yukarıda bitiyordu, altına ince topuklu ayakkabılarımı giydiğim için boyum on cm kadar uzamıştı. Saya maharetli elleriyle saçlarıma dalgalar katarak uçlarını kıvırmıştı. Elbisenin kolları yarım olduğu için bileğime su dalgası şeklinde zarif bir künye ve takımın küpelerini kulağıma takmıştım. Çok hafif bir makyajla birlikte mükemmel görünüyordum.

Tık! Tık!

Kapı çalınınca ikimizin de başı o tarafa doğru döndü. Saya’ya ‘Birini mi bekliyorduk?’ bakışı attıktan sonra "Girin." dediğimde kapı açılarak içeri Ragnar girdi. "Mana hazır mısın?" Her zamanki soğuk tavrıyla konuşunca hafiften kaşlarımı yukarı doğru kaldırdım. Neden buradaydı?

"Evet, hazırım."

"Güzel. Toplantı salonuna kadar sana ben eşlik edeceğim." Beklemiyordum açıkçası.

"Ne gereği vardı? Eminim Saya’da yolu gayet iyi biliyordur." Kaşlarını çatmasıyla dilimi ısırdım. Söylediklerim kulağa sanki onu istemiyormuşum gibi gelmişti. Şu çeneni tutmayı bir öğrenemedin Mana! Saya araya girerek "Hanımım kıdemliler şölende sizinle tanışma onuruna nail olamadılar. İlk takdim edilme için size yardımcı komutanlardan birinin eşlik etmesi konumunuzun önemini arz edecektir. Ragnar’da bunun için burada." dedi. Su sarayında unvanların değerine bizzat şahit olsam da Saya’nın açıklama yaparken bakışlarını kaçırıp arada elleriyle oynamasına anlam verememiştim.

"Pekala, en iyisinin bu olacağını söylüyorsanız bana eşlik etmenden mutluluk duyarım." Ragnar başını sallayıp kapıyı açarak geçmem için öncelik tanıdı. Hemen arkamdan da Saya geliyordu. Odadan çıktığımızda bize anlık bir bakış atıp önüne dönen muhafızların yüzlerindeki darp izlerini görünce duraksamıştım. Tenlerinde mora ve etrafı yeşile çalan izler dövülürken kullanılan gücün miktarının hiçte az olmadığını dile getiriyordu. Bıkkınlıkla iç çektim. Aron yine işini şiddete başvurarak çözmüştü.

Aron.

Adının geçmesiyle bile kıpırdanıp duran kalbimle ne yapacağımı bilmiyordum. Dün geceki konuşmamızdan sonra yatakta dönüp durmuş gözüme uyku girmemişti. Nefesinin değdiği her yerde buz yanığı meydana gelmiş sonrada beni o yanıklarla baş başa bırakmıştı.

Su şifaydı ancak buza dönüştüğünde soğukla yakardı.

Yol boyunca dün geceki konuşmanın tekrarını bozuk bir plak gibi başa sara sara dinlemiştim. O kadar dalmışım ki çoktan toplantının yapılacağı salona geldiğimizi Ragnar muhafızlara baş hareketiyle kapıları açmalarını emrettiğinde anlamıştım. Silkelenerek düşüncelerimi dağıttım. Aronun karısı olmamı isteyişine daha sonra kafa yoracaktım. Toplantı salonunun kapısı açılır açılmaz içerideki ağır ve gergin hava olduğu gibi üstümüze çullanmıştı.

Koyu mavi renge boyanmış salon şık ve sadeydi. Odanın tam merkezine gelecek şekilde kare bir masa yerleştirilmişti. Masada üçü önde, sağ ve solda dört sandalye olmak üzere on bir koltuk vardı. Sağ ve soldaki koltuklar üstlerine mavi pelerin atan kişilerle doldurulmuştu. En baştaki koltukta oturan Aronun sağ ve sol tarafındaki koltuklar boştu. Hemen arkasında Caster her zamanki haliyle ayakta bekliyordu.

Henüz tanışmadığım bir düzüne kişinin gözleri bana çevriliydi.

Birden böyle ortamlardan nefret ettiğimi hatırladım.

Ragnar bakışlarıyla beni yönlendirip yürümeye başladığında onu takip ettim. Aronun sağındaki koltuğu çekerek kibarlık kisvesi altında oturmam gereken yeri bana göstermişti. Oturma düzenini bilmediğim için hata yapıp ülkede söz sahibi olan bu insanların gözünde küçük düşmek istemezdim. Genellikle huysuz biri olsa da perde arkasından bana yardımcı olduğu için minnettardım. Ben oturunca o da Aronun solunda kalan kısma geçti. Towa tam olarak iyileşmediği için bu seferki toplantıya katılamayacaktı. Masa da oturması için başka koltuk göremediğime göre muhtemelen o da Caster gibi ayakta dikiliyordu.

"Herkes geldiğine göre başlayabiliriz." Aronun toplantıyı başlatmasıyla birlikte Caster öne çıkarak konuşmaya başladı.

"Bundan aylar önce Kalderanın güney çölünde kalan Vak'a şehrindeki adamlarımızdan garip raporlar almaya başladık. Ayda bir gelen raporlar bir süre sonra haftada bire çıktı şimdiyse neredeyse her gün aynı raporları alıyoruz."

Mavi pelerinlilerden biri sordu. "Bu kadar rapora rağmen orada neler olduğunu öğrenmek için kimse gönderilmedi mi?"

"Oraya üçten fazla adam gönderildi ama ne yazık ki hiçbirinden haber alamadık. Yaşayıp yaşamadıklarından bile emin değiliz." Casterin malumatlarından sonra ip gibi gerilen ortam iyice kızışmaya başladı. Pelerinliler genellikle yüzlerinde memnuniyetsiz ifadeler taşısalar da bazılarının gözlerinde yer alan şüphe tohumları bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünmemi sağladı. Caster konuyu açmadan evvel içlerinden bazıları bu durum hakkında bilgi edinmiş olmalıydı. Demek bu yüzden daha toplantı başlamadan içeriyi kasvet sarmıştı.

"Efendim oraya bir birlik göndermemizin zamanı gelmedi mi?

“Doğru! Size bağlı olmalarına rağmen bir isyana mı hazırlanıyorlar yoksa?"

"Bu ne cüret!"

“Giden habercilerin geri dönüş sağlayamamaları belki de isyancılar tarafından öldürülmeleri yüzündendir.”

Ragnarın solundaki pelerinli masaya yumruğunu vurarak "Bu işe kalkışanların boyunları vurularak meydanlara asılmalı!" dediğinde Ragnar tip tip pelerinliye bakmaya başladı. Kızgın görünmemesine rağmen bakışları pelerinliyi yerin dibine sokar cinstendi. Zaten pelerinlide bu bakışların altında koltuğuna sindikçe sindi.

"İbret almalılar!" Masada ortalığı ayağa kaldıranların belli başlı kişiler olduğu gözümden kaçmamıştı. Towa’nın gıcık olduğu George ise tüm bu kargaşadan zevk alıyormuşçasına sadece dinlemekle yetiniyordu. Şehre birlik atamayı öneren mavi pelerinlinin fikri üç, dört kişi hariç herkes tarafından kabul edilmiş görünüyordu. Fikri onaylamayanlar kabul edip galeyana gelenlere nasıl bu kadar aptal olabilirsiniz bakışları atıyorlardı. İstemsizce Arona baktım. Cidden Su Tanrısını temsil eden pelerinliler bunlar mıydı?

Bir avuç aptal Kaldera için mühim olan kararlarda söz sahibiydi.

Su ülkesi bu zamana kadar yıkılmadığı için şükretmelilerdi.

Aron bu işe yaramaz herifleri neden meclisinde tutuyordu? Onun gibi zeki bir adamın yönetiminde büyük bir açık bırakmasına akıl erdiremiyordum. Ayrıca masada neden hiç kadın yoktu? Caster ve ben hariç herkes erkekti. Bizim burada söz hakkımız varsa bu kadınlarında meclise girebileceğinin işaretiydi.

Aron niye karşı çıkmıyor? O sustukça pelerinlilerin bu fikri kabul edeceğine dair inancı artıyordu. Saçmalık! Oraya bir birlik yollamak katliam yapmaktan farksızdı. Vak’a şehrinin gerçekten bir isyana kalkışıp kalkışmadığına dair elimizde somut bir kanıt yokken içeriye asker girerse sadece aldıkları emre göre hareket edeceklerdi. Şehirde kadınlar, çocuklar, yaşlılar gibi masum insanlarda vardı. Tanrım, askerler Tanrılarına isyan eden bu insanlara kesinlikle merhamet göstermeyecekti! Üstelik şehirde bir isyan yoksa ve asıl sorun başkaysa Su Tanrısının adıyla yapılan bu cinayetler onun itibarını da zedeleyecekti. Bütün bunları benim değil meclisin akıl etmesi gerekirdi!

"Su Tanrısı izin verirse bende düşüncelerimden bahsetmek isterim." Konuşmamak için dilimi ısırıp dursam da yapamamıştım. Oysaki bu seferlik sadece gözlemlemek için burada oturmak istemiştim. Ama gelin görün ki asker gönderme fikrine karşı olan herkesin susmayı tercih etmesi beni endişelendirmişti. Masanın altından elbisemi sıkarak güç aldım.

İstesem buradaki herkese çemkirerek önerilerinin beş para etmez olduğunu söyleyip sertçe eleştirebilirdim lakin şu anda sıradan bir köylü kızı olarak değil, Kaldera’nın hanımı olarak konuşmam lazımdı. O yüzden üslubuma dikkat etmeliyim. Bir diğer endişemse yanımda oturan bu adamdı. Aron bana söz hakkı tanıyacak mıydı? Beni görmezden gelirse kıdemlilerin önünde rencide olurdum. Ve yanlış şeyler söylersem… Hayır, hayır. Doğru bildiğin yoldan şaşmamalısın Mana!

Benim izin istememle birlikte içerideki gürültü anında kesildi. Aronun pelerinlilerde olan bakışları bana kaydı. Herkes benim gibi nefesini tutmuş onun ağzından çıkacak kelimeleri beklemekteydi. Cevap vermedikçe strese giriyordum.

“Kalderanın hanımının fikirlerini de duymak isteriz elbet.” Yükselen tansiyonum verdiği müsaadeyle düşmeye başladı. İçimde stresten tırnaklarını yiyen taraf elini ağzından çekerek rahat bir nefes almıştı. Şey minicik, küçücük bir yanım mutlu da olmuştu tabii.

Aron fikirlerimi önemsiyordu.

Su Tanrısından aldığım onayla içimden hince gülümsedim şimdi istediğim gibi pelerinlileri sıkıştırabilirdim. Benimde adım Mana ise bu öneriyi onaylatmayacaktım! Yüzümdeki ciddiyeti koruyarak hafifçe kaşlarımı çatıp masadakilere döndüm. İşe ilk önce birlik gönderme fikrini ortaya atan kır saçlı, hafif kel adamla başlayacaktım.

“Vak’a şehrine birlik gönderme önerisinde bulunan kişiye sormak istiyorum; bu fikri neye dayanarak önerdiniz?” Söylediklerimle yerinde dikleşen mavi pelerinli tedirgince etrafına bakıp bana döndü. Ona laf attığım için biraz öfkeli görünüyordu.

“Erkenden harekete geçersek şehirde isyan çıkmadan önce bunun önlemini alabiliriz. Hatta halkı kışkırtan ele başlarını yakalayabilirsek birçok yönden kârlı çıkanlar biz oluruz. Şehre asker göndermeyi erteleyip durursak korkarım ki gelecekte bu durum çok daha yıkıcı bir hal alacaktır.”

Hah!

"Adım ne demiştiniz?"

"William, William Heredot."

“Şehre girecek askerlere vereceğiniz emir; isyanı başlatan, isyana katılan kişileri sorgusuz sualsiz cezalandırmak olacaktır öyle değil mi?

“Su Tanrısına baş kaldıran insanların hak ettiği bu.” Dolaylı yoldan da olsa evet diyordu.

“Garip. Caster’in anlattığı şeyler arasında kulağıma Vak’a şehrinde yapılacak isyanla ilişkin hiçbir bilgi gelmedi. Bu da şehirdeki problemin neyden kaynaklandığının hala bulunamadığı anlamına gelir. İsyanın gerçekten çıkacağına dair kesin bir kanıtımız bile yokken şehre bunun için birlik göndermemizi mi söylüyorsunuz? Sayın William sizin konumunuzda olan biri askerlere böyle bir emrin verilmesi dahilinde gerçek ne olursa olsun sorgusuz sualsiz verilen emirlere göre hareket edeceğini biliyor olmalıydı. Şimdi size tekrar soruyorum oraya bir birlik yollarsak ve ortada isyana dair hiçbir şey yoksa askerlerin yapacakları katliamın sorumluluğunu üstlenebilecek misiniz? Suçsuz yere suçlanan ve cezalandırılan Vak’a şehrinin sakinlerinin kendilerine yapılan haksızlıktan sonra isyan etmeyeceklerine dair kanıtınız nerede? Peki ya yanlış anlaşılma yüzünden yaşanan hadiseler Su Tanrısının itibarına nasıl yansıyacak? Ben size söyleyeyim; halk taptıkları Tanrıya inancını kaybedecek, en kötü ihtimalle Su Tanrısına tapmayı kesecek ve kendilerine tapacakları başka bir Tanrı arayışına girecekler. Daha bitmedi; dedikodular çığ gibi büyüyerek Su Tanrısının adını lekelemek isteyen kişiler bu fırsattan yararlanıp gerçekleri çarpıtarak daha da büyütecek. Söylentiler belki de başka şehirlerde de isyana yol açacak. Niyetiniz bir felakete yol açmak mı?”

Neredeyse soluk almadan olayları genel hatlarıyla ele almış ve yapacağımız tek bir yanlışla olayları çığırından nasıl çıkarabileceğimizi ve bunun sonuçlarını anlatırken herkes ağzı açık bir şekilde beni dinliyordu. Willam denilen adam ise dayattığım her ihtimalle birlikte daha da beyazlıyordu. Gözleri pörtlemiş, felaket senaryoları yüzünden başına gelebilecekleri yutkunarak hayal ediyor olmalıydı. Dilini yutmuş bakışlar arasında beğeni ve taktir dolu gözlerinde olduğunu bilmek söylediklerime hak verdiklerinin göstergesiydi.

"Kalderanın hanımına katılıyorum." Ragnardan cesaret alan pelerinlilerinde onay dolu sözleri gecikmedi. Odaya ilk girişimin aksine pelerinlilerin bana bakan bakışlarındaki değişimi görebiliyordum. Artık buradaki varlığım görmezden gelinemeyecek denli ağırlaşmıştı.

"Muhakeme yeteneğiniz gerçekten taktir edilesi. Merak ediyorum da Kalderanın hanımının Vak’a şehrindeki sorunu çözebilmek için de bir fikri olabilir mi acaba?” Odanın havasını anında değiştiren ses dikkatimi çekti. Bu ses dışarıdan beni övüyor gibi dursa da aslında sadece söylediklerimi alaya alıyordu. George… Bu adam haddini aşıyordu. Beni resmen küçük düşürmeye çalışıyordu. Söylediğim şeylerden sonra çözüm üretmek için mantıklı bir şeyler bulamazsam az evvel elde ettiğim itibarı yok edecekti.

“Oraya bir casus yollayalım.”

Küstahça sırıtarak "Mana hanım duymadınız mı? Casterinde dediği gibi oraya zaten önceden birçok kişi yollandı. Rapor sunmak şöyle dursun geri dönemediler bile. Bir casus daha yollayarak daha çok vakit kaybetmemizi mi istiyorsunuz?" dedi.

Çatılı kaşlarımla ona sert bir bakış attım. "Sözümü kesmek yerine beni dinlemeye devam etseydiniz fikrimi daha detaylıca size sunabilirdim bay George." İmamdan sonra yüzü sinirden moraran adama kıdemliler bıyık altından gülüyorlardı. Kiminle konuştuğunu öyle ya da böyle öğrenecekti.

"Göndereceğimiz casus sıradan bir haberci olmamalı. Tehlikenin yüksekliğini göz önünde bulundurursak Su Tanrısının özel birliğinden birinin o şehre girmesi şart. Özel birlikteki askerlerin casusluk yapma konusunda zorlanacağını sanmıyorum. Bu seferde bilgi edinmekte başarısız olursak o zaman gerçekten ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Unutmayalım ki bir plan yapmadan önce düşmanın güçlü ve zayıf noktalarını öğrenmek bizi her zaman bir adım öne taşıyacaktır.”

"Hanımımız bir alimin bilgeliğine sahip!"

"Bu önerileri uygulayabiliriz." Çoğu kişinin benden yana olmasına sevinmiştim. Sessizce köşede bekleyen Saya’da heyecanla bana bakıp gülümsüyordu. Sanırım iyi iş çıkarmıştım?

"Kalderanın hanımının dediği şekilde hareket edelim diyenler?" Aron tüm konuşma boyunca dinlemekten başka bir şey yapmadığı için burada olduğunu neredeyse unutuyordum. Sesi kulağıma dolduğunda kalbim yine boğazımda atmaya başladı. Yanaklarımdaki pembeleşmeyi umarım allığa bağlarlardı. Ben az önce tüm konuşmayı onun önünde yapmıştım değil mi? Harika…

Masada ben ve Aron hariç dokuz kişinin altısı el kaldırdı. Oy birliği çoğunluğundan kazanan ben olmuştum! Tabi ki George ve William bana oy vermemişlerdi.

"Pekala. Karar birliğine varıldığına göre toplantı bitmiştir, herkes dağılabilir." Aron toplantının bittiğini ilan ettiğinde tüm pelerinliler çıkışa doğru yöneldi. Bende gitmek için ayağa kalkacakken bileğime sarılan parmaklar tarafından engellendim.

"Sen kal." Bana eğilerek fısıldadığında yutkunarak başımı aşağı yukarı salladım. Niye kalmamı söylemişti ki? Acaba yanlış bir şey mi yapmıştım? Pelerinliler toplantı salonunu terk ettiğinde geriye oda da ben, Saya, Caster, Aron ve Ragnar kalmıştık.

"Mana’nın düşünceleri bizim yaptığımız planla aşağı yukarı aynı. Bu tesadüf sayesinde meclisin onayını aldığımız için istediğimiz gibi hareket edebileceğiz." Duyduklarımla kaşlarımı yukarı doğru kaldırarak Arona baktım. Ne yani odamı benim gibi düşünmüştü?

"Hanımım yaptığınız konuşma müthişti! Sizde gördünüz değil mi kıdemlilerin ağzı sizi dinlerken beş karış açık kaldı. Konumunuz mecliste daha baskın hale geldiği için artık size karşı vurdumduymaz olamazlar." Saya’nın benim için bu kadar mutlu olması onu gerçek bir dost olarak görmemi sağlıyordu. Onun neşesinin aksine neden bilmiyorum ama herkesin yüzünde sıkıntılı bir ifade mevcuttu.

"Caster’in büyüsünün şehre ulaşmaması, gönderilen casusların ortadan kaybolması hafife alınacak meseleler değil. Gidip olanları bizzat görmem gerekecek.” Ne? Caster büyüsüyle şehri göremiyor muydu? Kıdemlilerden bu bilgiyi gizlemelerinin bir nedeni olmalı.

“Ya Caster’in büyüsünü engelleyebilecek bir yöntem buldular ya da Caster’in büyüsüne eş değer bir sihirbaz var aralarında. Duyduklarımız doğruysa işin içinde sihirbazlardan çok daha fazlası olabilir. Her şekilde de muhataplarımız sıradan kişiler değiller. Başımıza bela olmadan önce orada neler olduğunu öğrenmeliyiz. Yoksa bu durum kısa sürede dört ülkeyi birden karıştıracak.”

“Vak’a şehrinde kullanıcıların toplandığını mı düşünüyorsun?”

“Neden olmasın? Bir araya gelirlerse daha güçlü olacaklarını onlarda biliyor.” Sadece üçünün bildiği bir şeyden bahsettikleri için konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyordum. Saya bile kullanıcı denildiğini duyunca somurtmaya başlamıştı.

"Neden bahsediyorsunuz siz?" Hepsi aynı anda bana döndü. Sonunda burada olduğumu hatırlamışlardı. Aron düşünceli bir şekilde çenesini ovarken bana hitaben “O şehirde dönen olaylar sandığımızdan daha ciddi olabilir. Şehirdeki insanların bazı güçler elde ettiklerine dair ortalıkta söylentiler dolaşıyor.” dedi.

"Nasıl yani?"

"Şöyle ki artık su, ateş, toprak ve havaya hükmeden sadece Tanrılar olmayabilir."

"Şaka yapıyorsunuz değil mi? Böyle bir şeyin olması imkansız.”

"O kadar emin olma. Bu dünya da kara büyüyle yapılamayacak pek şey yok. Yine de Vak’a şehrinde gerçekleşen hadiseler hakkında en ufak bir fikrimiz olmadığından kesin bir şey söyleyemiyoruz.” Casterin söyledikleri beni iyiden iyiye endişelendirmişti. Böyle bir şey söz konusu olursa Tanrıların otoriteleri temelden sarsılırdı.

"Onların arasına sızıp onlardan biriymiş gibi davranırsak eninde sonunda içlerinden biri ötecektir." Aronun planı başından beri o insanların içine sızmak mıydı? Bu resmen canını tehlikeye atmaktı. Eğer şüphelenecek olurlarsa… Bir Tanrıyı öldürebilirler miydi?

Bu çok sorumsuzca.

“Kullanıcıların içine girebilmek için bize su, ateş, toprak veya hava gücene sahip biri lazım. Nihayetinde onlardan biri olduklarına inanmak için gelecek kişiden bir kanıt görmek isteyeceklerdir. Bu da demek oluyor ki Vak’a şehrine gidecek kişi benim ve sende benimle birlikte geleceksin Mana.”

Kendi kafasına göre benim için plan yapan adama hortlak görmüş gibi baktım. Ne demek sende benimle geleceksin?

Bu adam ciddi miydi!

 

Bölümde en sevdiğiniz yer neresi oldu?

Sizce Vak'a şehrinde neler dönüyor?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere <3

Loading...
0%