Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM 2: "KAHİN"

@endless_q

▏₰ Mana

Gri, düz ve sade elbisemi tutan pütürlü kumaşın belimdeki bağını çözdüm. Elbisenin tenimi yalayarak yere düşüşünü izlerken çıkardığı tok ses kulağıma ilişti.

Beyaz içliğimle kalmıştım.

Hafiften yeşile çalan gölün üzerine vuran göz kamaştırıcı güneş ışığı tenimi ısıtıyordu. Cıvıldayan kuşların ötüşü yakınlardan geliyordu. Sabahın serin ve taze havasını derince içime çektim. Ayağımın ucunu suya değdirerek ısısını kontrol ettim.

Ilıktı.

Ayağımın tamamını suyun içerisine sokarak gölde ilerlemeye başladım. Kat ettiğim her adımda suyun bedenime dokunuşunu şevkle karşılarken bir yandan da ürperti hissi ile baş etmeye çalışıyordum. Derinlik gittikçe artıyordu. Parmak uçlarım yere değdi değecek konuma geldiğindeyse büyük bir kulaç atarak kendimi suyun kollarına bıraktım.

Suyun bedenimi yüzeyde tutarken vücudumdaki kirleri alıp götürüşünün tadını çıkarıyor, gölün vaat ettiği nimetlerden yararlanıyordum. Kıyıdan aşağı yukarı on metre uzaklıktaydım. Şimdi gölün izlediği manzaraya bende eşlik ediyordum.

Sığ nehirlerle kollara ayrılan gölün yüz metre kadar ilerisine tapınak inşa edilmişti. Tapınağa ulaşmak için kırk merdiveni tırmanmanız gerekiyordu. Ardından o muhteşem dağın tepesine yerleştirilmiş su tapınağıyla karşılaşıyordunuz. Dağa yerleştirilen tapınağın içinden gürül gürül akan şelalenin sesini dikkat kesildiğinizde buradan bile duyabiliyordunuz. Sütunları çevreleyip sarmaşık görüntüsü veren yapraklar tapınağı süslemekteydi. Tanrının mabedi manzarası en güzel yere yerleştirilmişti.

Yaşadığım köyün adı Kibele.

Su Tanrısına bağlı köylerden biri olduğumuz için ikamet ettiğimiz evleri kuzeye bakan yönlere inşa etmeye özen gösteriyoruz. Bu geleneği sürdürmemizin iki sebebi var. Bunlar; Himayesi altına girilmiş Tanrıya göre satış yapacak tüccarların işini kolaylaştırıp insanların zevklerine göre mal çıkarmasını sağlamakla, sınırları bilerek diğer Tanrıları gücendirmemekti. Bölge bölge ayrılan topraklarda kimse kimsenin Tanrısına saygısızlık etmek istemezdi. Doğruyu söylemek gerekirse bu konuda gerektiğinden fazla alıngan olabiliyorlardı.

İnsanların inanışına göre Dünya’yı yöneten dört büyük Tanrı vardı;

• Kuzey - Su Tanrısı

• Güney - Ateş Tanrısı

• Doğu - Toprak Tanrısı

• Batı - Hava Tanrısı

Tanrıların kendi aralarında paylaştıkları topraklar gibi bizde köylerimizi bu şekilde ayırmaya başlayarak durumu alışkanlık haline getirdik. Tabi bu kadarla da kalınmadı. Köylerimizde evler için kullandığımız kerpiçten tutun, diktiğimiz çiçeğin rengine kadar her şeyi inancımıza göre ayarladığımız için Kuzey; Maviler diyarı, Güney; Kırmızı ve turuncular diyarı, Doğu; kahverengi ve yeşiller diyarı, Batıda; beyazlar diyarı olarak göze hitap eder hale geldi.

Köyümüz dışarıdan bakıldığında şen şakrak bir yer gibi gözükse de esasen aylardır büyük bir derdin pençesindeydik. Gökyüzünde her zamanki gibi tek bir bulut tanesi bile yoktu. Yakıcı güneş ışınlarına direkt maruz kalan yeryüzünün kazanı kaynıyor, etrafın cayır cayır yanmasına vesile oluyordu. Ne zamandır yağmur yağmıyordu? En son sonbaharın ortalarında çiseledikten sonra izini kaybettirmişti. Şimdiyse yaz aylarının son günlerindeydik. Kışı da karsız geçirdiklerinden halk uzun zamandır su sıkıntısı çekmeye başlamış, kullanılan küçük göletler çoktan kurumuştu. Yakın zamanda yağmur yağmazsa hayvanlar susuzluktan ölecek, ekilen tarlalar ise telef olacaktı. Tabi bu da beraberinde kuraklıkla birlikte kıtlığı da getirecekti. Art arda gelecek musibetler durgun suya atılan taşın yarattığı dalgalar gibi dalavere edecekti herkesi.

Kötü ihtimallerin getirdiği çaresizliğe kapılmışken gözümün önüne gelen kehribar bakışlarla kalbim tekledi. Utançla kafamı gölün içine soktum. Başka sıkıntım yokmuş gibi en beklenmedik anlarda aklıma gelip duruyordu. Nefesimi tutup suyun altında ciğerlerimdeki hava boşalana dek beklersem rüyamdaki gizemli adamın etkisinden çıkacağımı umuyordum.

Kendine gel aptal. Rüyanda gördüğün adamdan etkilenmekte ne demek oluyor?

Doğru, unut gitsin.

Zihnimi sakinleştirdiğimde kirpiklerimi aralayıp gölün içini seyrettim. Su tatlı olsa da gözlerimi sızlatıyordu. Köyümün en büyük göllerinden biriydi içine girdiğim Hole gölü. Eskiden -eskiden dediysem bundan dokuz, on ay kadar önce- kadınlar yıkanmak için bu gölü kullanırlardı.

Kötü koşullar yüzünden herkesin az miktarda su kaynatarak temizlenmesine karar verilmişti. Köyün ortasında okunan bu kurala duyduğum andan itibaren uymayacağımı biliyordum. Bu göl benim yalnız kalıp dinlenebildiğim tek yerdi. Kadınlar yıkanmaya gelirken de asla onlarla birlikte gelmez işlerini bitirdiklerinden emin olduktan sonra gelirdim.

Kendimi sevdiğimin kollarına özlemle atar gibi atlardım göle.

Göl bizim kaçmadığımız tek yer. İç sesimi çoğunlukla yaptığım gibi duymazdan geldim. Bugün iç dünyamla yüzleşmeyecektim. Kendimi kabul ettiğim tek an buraya huzurlu hissetmek için değil de gözyaşı dökmek için geldiğim zamanlardı. Benliğimden, gerçeklerden kaçmak alışkanlık haline gelmişti.

Artık nefesim yetmeyip ağzımdan son hava baloncukları da çıktığında bacaklarımı çırparak yüzeye çıktım. İhtiyaçla inip kalkan göğsüm ve gölün altında gözlerimi açmanın verdiği ince sızıyı güzel bir gülümsemeyle karşıladım.

Dediğim gibi burayı seviyordum.

Köy reisi yasaklamasına rağmen emirlerini çiğnediğimi öğrenirse başıma gelecekleri tahmin etmek pek de zor değildi. Büyük ihtimalle yiyeceğim kırk kırbaç beni yataktan üç gün kaldırmazdı. Eh iyi taraftan bakacak olursak bu da evin işlerinden üç gün uzaklaşmak demekti. Dudaklarımda peyda olan tebessüme bir tarafım büyümüş gözleriyle bakıyordu. İçimde yatan kuralsızlığı kural edinmiş kısım ara sıra kendini gün yüzüne çıkarıyor ve diğer tarafımın şaşkınlığa uğramasına yol açıyordu.

Yüzmeye devam ederken kıyıdaki biri gözüme çarptı. Mesafeden dolayı kim olduğunu ayırt edemiyordum. Gözlerimi kısarak daha dikkatli bakınca görüntü az da olsa netleşmişti. Seçtiğim kişiyle birlikte tüm bedenim kasılmış, hareket kabiliyetimi yitirmişçesine kalakalmıştım. Hay dilimi eşek arısı soksun e mi! Kıyıda ki kadın kollarını yukarı aşağı sallıyordu. Onu fark etmemi istiyordu belli ki. Nereden açtım şu şom ağzımı ben! Korkunun ecele faydası olmadığını bildiğimden el mahkûm kıyıya doğru yüzmeye başladım.

Vereceği tepkiyi tahmin edemiyordum. Beni ispiyonlama ihtimaline karşı yiyeceğim kırk kırbacın acısını düşünmek sırtımı karıncalandırıyordu. Kıyıdan fazla uzaklaşmadığım için beş dakikaya gölden çıkmış artık bileklerime inen suyu da aşıp karaya çıkmıştım.

Suçlu çocuklar gibi ellerimi önümde birleştirip başımı da yere eğerek beklemeye başladım. Utançtan yanaklarım al al olmuştu. Karşısına sırılsıklam ve üstüme yapışan içlikle çıkmak... Ahhh lanet olsun.

"Bildiğim kadarıyla bu gölge yıkanmak yasaklanmıştı."

Söyledikleri önünde daha da eğilip bükülme mi sağlıyordu. Bu kadar erken döneceğini tahmin etmediğim için gölde oyalanmıştım. Gelmesine daha bir saatten fazla olmalıydı. Neden bu kadar erken döndü ki? Yoksa kötü bir şey mi olmuştu? Bulunduğum durumu kendime hatırlatıp endişelerimi sonraya sakladım.

"Evet hanımım."

"Haberin olmasına rağmen göle girdin demek?"

Başım hala yerde sessizce beklerken sesini bir kez daha duydum.

"Kaldır başını Mana. Bu uysal tavırlar sana yakışmıyor."

Zorla da olsa başımı kaldırarak köy reisinin kızı ve benim hanımım olan Aitra Anduma baktım. Bukle bukle sarı saçlarının önden alınmış tutamları arkadan siyah bir kurdeleyle bağlanarak fiyonk yapılmıştı. Saçları omuzlarından dökülerek beline iniyordu. Buz mavisi, ince belini sararak diz kapaklarına inen elbisesi fiziğini ön plana çıkarıyordu. Reisin kızına yakışır şekilde deniz mavisi olan gözleriyle bir Tanrıça edasında güzelliğini sergiliyordu.

Köyün en kıskanılan kızıydı.

"Normalde bu yaptığını köy reisinin kızı olarak bildirmem gerekiyor."

Kalbim beni şikâyet edecek olmasının korkusuyla çırpınmaya başladı.

Kafasında bir şeylerin hesabını yapıyormuşçasına "Sen benim en yakın arkadaşımsın. Üstelik sırrı mı yıllardır saklıyorsun. Hımm… Böyle söyleyince sanırım benimde seni görmemiş gibi yapmam gerekiyor.” dedi. Birkaç saniye idrak edemediğim cümleleri sonunda kavradığımda gözlerim büyüdü.

"Gerçekten mi?"

Aitra hanımım teessüf edercesine konuştu. "Bu tepkide ne böyle? Sanki seni her seferinde babama şikâyet ediyormuşum gibi davranıyorsun."

Sevinçle gülümsedim. "Teşekkür ederim hanımım!"

Alınmış gibi davranmayı bırakıp aynı şekilde gülümsedi. Ardından gözüne bir şey takılmışçasına duraksayıp ilgiyle üzerimi baştan aşağı süzdü.

"Giydiğin hizmetli kıyafetleri bol olduğundan daha önce fark edememişim." Beğenisini dile getiren kısa bir ıslık çaldı. "Şu vücut hatlarına da bakın! Giysilerini biraz daha daraltırsan köyün tüm bekar erkekleri kuyruk gibi peşine takılır." Islak içliğin yapışarak bedenimi sergilediği aklımdan tamamen uçmuştu. Kolumun birini göğsüme, diğerini belli olan alt çamaşırımın üstüne kapattım. "Aitra Hanımım!" İmayla yükselen sesime karşılık kahkaha attı.

"Tamam. Tamam. Bu kadar eğlence yeter çabuk olmalıyız. Babam bir saat sonra köyün ileri gelenleriyle istişare yapacağını haber etti. Önemli bir konu olduğundan bu sefer benimde katılmam gerekiyor. Bir saat içerisinde hazırlanmama yardım etmelisin."

Başımı tamam anlamında salladım. İçliğimin ıslak olmasını umursamadan kıyafetlerimi acele ederek üzerime geçirdim. Yol boyunca Aitra hanımımı gören köy halkından büyük, küçük demeden herkesten selam alarak ilerledik. Sonunda iki katlı, duvarları Turkuaza boyanmış geniş ev göründüğünde adımlarımızı hızlandırarak dış kapıya ulaştık.

Aitra hanımımın odasına girdiğimizde "Sen kıyafeti seçip onun için takı falan hazırla bende yıkanıp geleyim." diyerek imayla göz kırptı. "Biliyorsun Troia’nın yanından geliyorum temizlenmem lazım." Bana söz hakkı tanımadan banyoya attı kendini. Büyük dolabı açıp içime sinmeyen kıyafetleri elerken bir yandan da yanaklarıma oturmuş kızarıklığın çabucak yok olması için dua ediyordum. Reisin kızının fazla açık sözlü olması bir gün başımızı belaya sokacak diye ödüm kopuyordu. Köyde bu tarz söylentilerin yayılması ertesi gün taşlanmamıza sebep olurdu.

Dünden kalma görüntüler sık sık hafızamı yokluyordu. Kalbim o gözleri hatırladıkça garip bir duygu yüzünden sıkışıp duruyordu, bunu istemiyordum ama bu hissi durduramıyordum da. O adamı tanımıyordum. Bildiğim kadarıyla köyde kehribar renginde gözlere sahip kimse yoktu. Daha önce görmediğin biriyle rüyada tanışmak mümkün müydü? Hayır, sanmıyorum. O halde nereden çıkmıştı bu lanet adam? Resmen musallat olmuştu.

Bilinçaltım bana oyun mu oynuyor acaba? Evet. Evet. Kesin öyle olmalı. Ofladım. Bir daha görmeyeceğim biri için fazla kafa yoruyordum.

Farkındalıkla kaşlarım çatıldı. Doğru ya, onu bir daha görmeyecektim. Rüyalarım hep değişirdi. Biri hariç gördüğüm rüyayı tekrar gördüğüm hiç olmamıştı.

Neden bu düşünce birdenbire canımı sıkmıştı?

"Sen gerçekten bu işte çok iyisin." Aynaya bakarken gördüğü yansımadan bayağı memnun kaldığı belliydi. Övgü dolu sözlerine gülümseyerek karşılık verdim. Az önceki saçma düşüncelerimden kurtulup mavinin tonlarında çok şık bir elbise seçmiştim. Elbisenin açık yakasının toplanması için kıvrımlı, beyaz bir kumaş kullanılmıştı. Laciverte yakın koyu şeritler elbiseye ayrı bir hava katarken etek kısmına ekstradan tül detayı eklenmişti.

Ne çok abartılı ne de basitti, günlük olarak giyilebilse de bu tarz önemli toplantılar için daha uygundu. Uçları kendiliğinden bukleli saçlarını tepeden bağlamış, küçük inci küpelerle işimi bitirmiştim.

Oturduğu yerden kalkıp etrafında bir tur dönerek "Nasıl görünüyorum?" diye sordu.

"Her zamanki gibi göz alıcı." İltifatımdan mutlu olarak genişçe gülümsedi.

Kafasını kaldırıp saate bakarken "Geç kalmadan gidelim, köyün sakinleri gelmiştir." diyerek kapıya yöneldiğinde peşine takıldım.

Köy reisinin evi olmasına rağmen her şey gösterişten uzaktı. Reis ve ailesi genelde köy halkına örnek olabilmek için sade bir hayat yaşamayı tercih ediyorlardı. İki katlı evin bodrumu ise istişare için her zaman hazır bulunurdu. Gelen misafirlerde burada ağırlanırdı. Merdivenlerden inerek alt kata geçtiğimizde gözüme yere dizilmiş on üç adet siyah minder çarptı. Bu minderler yarım ay biçiminde dizilirken altısı solda, altısı sağda yer alırdı. Sonuncusu ise en başta olurdu. Burası reisin yeriydi.

Çoğu kişi gelmişti. Erkekler ve kadınların oturacağı yer delikli bir paravanla ayrılıyordu. Kadınlar diğer tarafta alınan kararları dinlemekle görevliydi. Böylece kadın, erkek fark etmeksizin herkes bilgilendirilirdi.

Bize ayrılan yere geçip oturduk. Köy hanımlarının aksine burada olmamın tek nedeni herhangi bir ihtiyaçları olursa diyeydi. Hemen solumuzda Aitra hanımın annesi ve reisin karısı olan Mithril Andum oturuyordu. Kırklı yaşlarını geçmiş bir hanım efendiydi. Dik duruşundan, en ufak bir kırışıklık içermeyen kıyafetlerinden, saçının sıkı topuzundan dahi disiplini hayat tarzı olarak benimsediğini anlayabilirdiniz. Mithril hanımın despotluğu hakkında köyde sık sık dedikodular çıksa da vicdanlı bir tarafı da vardı. Sonuçta yetim kalmış küçük bir çocuğu himayesi altına alıp evinde kalmasına izin vermişti. Bu yüzden kim ne derse desin ona her zaman minnettar kalacaktım.

Aitra hanımım gözlerini annesinden, saç rengini babasından almıştı. Köyün reisi Honner yüzünü kaplayan pos bıyığı, haşin bakan yeşil gözleriyle saygı duyulması gereken, mizacı sert bir adamdı.

Beklenen kişilerde teşrif edince toplantı oyalanmadan başlatılmıştı.

"Öncelikle herkese hoş geldiniz diyorum." Reisin selamlamasıyla havada 'Hoş bulduk.' yanıtı birçok ağızdan, farklı tonlamalarla çıkarak küçük bir gürültü meydana getirdi. "Köyün ileri gelenleri olarak toplanma isteğinizi bana ulaştırdınız ve bende reisiniz olarak dileğinizi kabul ettim. Söyleyin bakalım toplantıyı erkene çekmekteki ısrarınızın sebebi nedir?"

Köyün mensupları bir süre birbirlerinin suratına baktıktan sonra reisin sağında, üçüncü minderde oturan siyah saçlı ve uzun sakallı adam el kaldırarak söz hakkı istedi. Reis elini uzatıp ona söz hakkı tanıdığını gösterdiğindeyse lafa girdi. "Artık su sorunu bize ziyadesiyle fazla gelmeye başladı. Buna bir hal çare bulmak gerekir." Onun serzenişini bir başkası takip etti. "Bize sorunun geçici olduğunu söyledin reis ama aylardır bir damla yağmur yüzü görmez olduk. Su stoğumuz gittikçe azalıyor, kuyular kurudu. Hayvanlarımıza su vermeye bile korkar olduk. Çoktan otuzdan fazla hayvan susuzluktan telef oldu."

“Bu gidişle ekinlere de su veremeyeceğiz. Kuraklığın yanında birde kıtlıkla uğraşırsak halimiz nice olur?”

Yüzlerinde beliren endişe kırışıkları sabırlarının taştığının göstergesiydi. Hep bir ağızdan söylenenleri onaylamaya başladılar. Reis artan yaygaraya karşı duruşunu dikleştirerek kaşlarını çattı. "İlk önce sessiz olun!" Gürültü anında kesildi. Elini sakallarına atıp okşarken düşünceli görünüyordu. Başını kaldırıp orada oturan herkesin gözünün içine bakarak konuşmasını sürdürdü. "Neler olduğunu anladım. Bu sorun elbette benimde gözümden kaçmış değil. Üzülerek söylüyorum ki elim kolum bağlandı. Yağmur yağmıyor ve güneş tüm sıcaklığıyla toprağı kurutuyor. Kuraklık için önlemler aldık ama görüyorum ki yeterli gelmiyor. Aranızda bu konuyla ilgili önerisi olan var mı?”

Saçlarına aklar düşmüş yaşlı bir adam "Bunun tek bir çaresi var o da Kâhine danışmak." diyerek öneride bulunduğunda diğerleri de başlarını olumlu anlamda salladılar. Bana kalırsa öneriyi sunmadan evvel aralarında anlaşıp gelmişlerdi. On ikisinin de aynı fikirde olması olacak iş değil. Normalde bir kişinin dahi olsa farklı bir fikri ya da itirazı olurdu.

"Pekâlâ, istediğiniz gibi olsun. Çağırın Vanga nineyi."

Reis nöbetçilere işaret verdi. Sağdaki itaat ederek kâhini almak için gitti. Sessizce beklerlerken içten içe verdikleri kararı sorguluyorlardı. Kâhine başvurmak ne kadar akıllıcaydı? O kadın daha önünü göremiyordu. On beş dakika sonra kapı gıcırdayarak açıldığında nöbetçinin arkasından kambur, saçı başı dağılmış ve yüzü buruşuk yaşlı bir kadın içeriye girdi. Gerilmeden edemedim. Kadının üstünde birçok yamaya sahip yırtık pırtık bir elbise vardı. Omuzlarını siyah bir şal örtüyordu.

Kâhinler her köyde rahatsız edilmemesi gereken kişiler olarak bilinirlerdi. İnsanlar evinin önünden geçmemek için dikkat eder, geçmek zorunda kalanlar ise ya etrafından dolanır ya da korkuyla koşarak yolu aşarlardı.

Büyü.

Yalnızca onların becerebildiği bir işti.

Yaşlı kadın reise doğru adım adım yaklaşırken birden cam mavisi rengindeki gözlerini çevirerek paravanın arkasından bakan gözlerime dikti gözlerini. Gözlerimiz buluştuğu anda biri enseme soğuk nefesini üfürmüşçesine irkilmiştim. Öyle bir bakıyordu ki sanki içimi okuyordu. Gözlerimi gözlerinden kaçırmamak için elbisemin kumaşını avucuma alıp sıktım. Ters bir hareket yaparsam kızdırabilirdim. Sonunda bakışlarını benden çektiğinde tuttuğum nefesi bıraktım. Lanetlenmek falan istemiyordum.

Reise küçük bir selam verip ayakta dikildi.

"Neden burada olduğunu biliyor olmalısın kâhin." Ağzında tek tük kalan çürümüş dişlerini göstererek bilmişçesine gülümsedi. Koca koca adamlar yerlerinde gergince kıpırdanıyorlardı. Yaşlı kadından derman aramaya çalışıyor olsalar da ondan tırsıyorlardı. Çaresiz olmasalar aynı oda da bulunmak bile istemezlerdi.

"Her şeyi bilir, her şeyi görürüm. Benden saklanabilecek çok az şey vardır."

Yaşının getirisi olan ince sesi güçsüzce çıksa da odaya kazınıyormuşçasına vurguluydu. Bu kuvvet insanlara onu hafife almamaları gerektiğini hatırlatıyordu. Dış görünüşü sadece bir kılıftı.

"Köydeki su sıkıntısından haberdarsın. Yağmur yağmıyor bu yüzden ne rahatça hayvanlarımızın susuzluğunu giderebiliyor ne de tarlalarımızı ekebiliyoruz. Neden yağmur yağmıyor kâhin?"

Reisin sorusu yaşlı kadının yüzündeki gülümsemeyi soldurmuş, cam mavisi gözlerinde öfke kıvılcımları çaktırmıştı.

"Sen bu köyün reisi olmana rağmen toprakların asıl sahibini unutmuşsun." Herkesin ağzı beş karış açılmış, dehşet içinde yaşlı kadının reise posta koymasını izliyorlardı. Kâhinin çağrılmasını isteyenlerin tedirginleşerek çaktırmadan reise baktıklarını gördüm. Onların endişelerinin aksine kâhinin sözlerindeki bir şey kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Dikeni andıran o şey kalbimi dürtüyordu. Bu hisse nereden kapıldığımı bilmiyordum fakat içimden bir ses avazı çıktığı kadar 'O haklı!' diye bağırıyordu.

Reis yaşlı kadını aratmayacak bir öfkeyle kaşlarını çatıp yerinde dikleşti. "Ne dersin sen be kadın!" Dişlerini birbirine sürterek yaşlı kadına bakıyordu. Saygısızlığı misafirlerin bembeyaz kesilmesini sağlamıştı. Kâhin öfkesinden hiçte etkilenmemişti. Sakince "Yağmur yağmamasının nedenini söylüyorum." dedi. Reis az önceki öfkesinden gram azalmamış şekilde sordu.

"Neymiş o neden?"

"İçtiğin su, ektiğin toprak, etinden, sütünden yararlandığın hayvan kime aittir insanoğlu? Bu toprakların esas sahibi kimdir?" Kitaptan alınmış bir dizeye benzeyen satırlar ortalığı tuhaf bir ambiyansa bürümüştü. İnancımdaki duygular dirilme emareleriyle sarsıldılar.

"Su Tanrısı."

Ağzımdan fısıltı şeklinde de olsa kaçan isimle dona kaldım. Beni duyan Aitra hanımım da şaşkın şaşkın bana baktı. Sonra başını aşağı yukarı sallayıp önüne döndü. Benimle hemfikirdi. İzin almadan konuştuğum için Mithrill hanımım tarafından azarlanmaya göze alsam da paylanmamıştım. Paravana döndüğümde cam mavisi irislerin tekrar üzerime sabitlediğini gördüm. İlkini tesadüf sayabilirdim, peki ya ikincisini? Sanki kimsenin bilmediği bir sırra vakıfmış da öğrendiği şey çok hoşuma gidiyormuşçasına kötücül bir gülümse yayılıyordu dudaklarına.

Anlam veremediğim ilgisi tüylerimi ürpertiyordu.

"Genç kızın söylediği gibi kuzeydeki bütün topraklar Su Tanrısına aittir. Onun size karşılıksız verdiği yağmur için ne vaat ettiniz? Sularını boşa harcayıp kirletmekten başka şükrettiniz mi? Su Tanrısı size kızgın. Öfkesi yüzünden yağmur vermeyi ret ediyor ve sizi kuraklıkla sınayıp gerçeği görmenizi, onu hatırlamanızı istiyor."

Kâhinin iddiaları o kadar mantıklı geliyordu ki herhangi biri olmadığını bir kez daha ahaliye ispatlamıştı. Köylülere gözdağı veriyordu. Aylardır problemin kaynağının Su Tanrısı olduğunu kimse akıl edememişti oysaki biz onun inananlarıydık.

"Kâhin haklı! Su Tanrısı bize kızmış olmalı."

"Su Tanrısı öfkesini köyümüze çevirdi! Şimdi ne yapacağız?"

"Bu bir felaket!"

Herkes bir ağızdan konuşup huzursuz olan ortamı daha da beter ederken kadınlarda aralarında fısıldaşarak korkularını dile getirmeye başladılar.

"Sessizlik!"

Reisin yükselen gür sesiyle dert yanmaya ara vererek sustular.

"Söyle kâhin! Su Tanrısının öfkesini dindirmek için ne yapmak gerekir?"

Korkularından zevk alan kâhin ürkütücü gülümsemesini sergiledi. "Tanrı için verilecek bir kurban her şeyi yoluna koyacaktır." Kan donduran çözümü kulaklarımızın içinde defalarca çınlayıp durdu. Kurban? Şu eskilerin töreleri mi? Aklını mı kaçırmış bu kadın?

"Ne o? Yoksa Su Tanrısının öfkesine kıyasla bir kurbanı çok mu görüyorsunuz? Şayet öyleyse yağmur yağmasını daha çok beklersiniz! Yakında tüm sular tükenecek ve içecek bir damla su bulamayacaksınız. O vakit geldiğinde artık yüzlerce kurban feda etseniz de işe yaramayacak!"

Kâhinin şiddetli uyarışı insanları daha da korkutmuşa benziyordu. Her ne kadar bunu kabul etmek istemesem de haklıydı. Yakında tüm suyumuz bitecekti.

"İnsan öldürmekten söz ediyorsun. Kafayı mı yedin sen!"

"Öldüreceğinizi kim söyledi?"

"Ya ne dediğini bilmiyorsun ya da iyice bunadın! Daha demin kurban gerekli dedin. Şimdiyse sözünden dönüyorsun!"

Yaşlı kadın Reisin 'Bunak.' hitabına burun kıvırdı. Tavrına gülmek istesem de yaşadığım dehşetin önünü kesemiyor, sağlıklı düşünemiyordum.

"Su Tanrısına sunulacak bir gelin derim! Kurban bir gelin!"

Reis kafasının karıştığını belli ederek "Şu işi açıkça anlat." deyince kâhin son umudumuz olabilecek fikri detaylandırdı. "Su Tanrısı için köyün kızlarından birini eş olarak kurban edeceğiz. Gönderilen gelin sayesinde ona hala saygı duyduğumuzu görecek ve tekrar köyümüze yağmur yağdıracak."

Reis bıyığının ucunu kıvırırken bir yandan da kâhinin önerisini tartıyordu. Az evvelki itirazlarda dinmişti. Yeşil gözlerini kadına dikti. "Bahsettiğin kurban nasıl olmalı?" Kâhin sözünün dinlenmesinden hoşnut bir şekilde reise şartları sıraladı. "Öncelikle sıradan bir kız olamaz. Bakire ve güzel olmalı. Herkes tarafından sevilen biri ve Su Tanrısına yakışır biçimde mavi gözleri bulunmalı." Kesinlikle seçtiği biri vardı.

"Aitra hanım bu iş için biçilmiş kaftandır!" Bakışlarımı duyduklarından sonra bembeyaz kesilmiş Aitra hanımıma çevirdim. Mithril hanımımın da ondan aşağı kalır bir yanı yoktu.

Ne yani şimdi Aitra hanımımı Su Tanrısının gelini olarak kurban mı verecektik?

 

Acaba kim gidecek kurban olarak :D :D

Bölüm nasıldı bebeklerim?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere <3

Loading...
0%