Yeni Üyelik
22.
Bölüm

BÖLÜM 22: "ATEŞ SUNAĞI"

@endless_q

▏₰ Mana

Altın sarısı rengindeki irisleri sönecek gibi durmuyordu.

Bir Tanrıyla sevişeceğimi bilsem de bir Tanrıyla sevişmenin nasıl bir şey olduğunu henüz bilmiyordum. Bu da az da olsa beni çekindiriyordu. İnsanlarınki gibi olmayacağını başından kabullenmiştim. Gerçi insanların nasıl yaptığını da deneyimlemiş değildim ya neyse.

Onların ki daha mı acısız olurdu acaba?

Aron yüzüme yaklaşarak ilk önce alnımı sonra şakağımı en sonda da burnumun üzerini öperek “Sadece biz. Şu anda düşünmene müsaade edebileceğim tek şey biziz.” dedikten sonra dişleriyle çenemin ucunu kıstırarak ısırdı. “Aklında ne varsa sustur o sikik çenesini.” derken kehribarlarında gördüğüm heyecana bir yanım şuh bir kahkaha atarak tepki vermiş ve memnuniyetle sırıtmıştı. Diğer yanımın ise benzer bir heyecanla dili damağı kurumuştu. Bakışları ilk yüzümü taradı ardından gözleri dudaklarına düştü. Yaklaşmaya başladığında bu sefer bende ona doğru uzanmıştım. Dudaklarımız buluştuğu anda alt dudağımı ağzının içine alarak dilini iç tarafında gezdirip emdi ardından aynı işlemi üst dudağıma da uyguladı.

Soluklanmaya çalışırken nefes seslerimiz odanın içerisinde duyulan yağmurun sesine karışıyordu. Yağmur dışarıda şakır şakır yağmaya devam ediyordu.

Hafifçe geri çekilip “Dudaklarını arala” dediğinde tecrübesiz olan kişi ben olduğum için ona uymaya karar verdim. Aralanmış dudaklarımdan içeriye dilini sokunca aldığım tatla inleyerek daha fazlasını istemiş, ellerimi ensesindeki saçlarına atıp kafasını daha çok kendime çekmiştim.

Ağzının içi serindi.

Soğuk dilinin sıcak dilimle buluşması onu kana kana içmek istememe sebep olmuştu, deli gibi susamıştım. Dilini dilimin etrafına sürterek döndürüp ucunu damağıma değdirirken, parmaklarını kimin giydirdiğini bile bilmediğim geceliğimin askılıklarına götürmüştü. Gerçi şu anda beni kimin soyduğu mühim değildi, şayet Aronsa az sonra çok daha fazlasını görecekti. Benden başka kimsenin görmediği yerlere kehribarları değecek, benden başka kimsenin dokunmadığı yerlerde elleri gezecekti.

Askılıkları omuzlarımdan aşağıya ittirerek düşürdü ardından saten geceliğin eteğinden çekiştirerek belime kadar indirdi. Dilini ağzımdan çıkarıp uzaklaştığında itiraz edercesine mızmızlanmıştım. Aron serseri bir gülüş atarak “Sabret.” demiş ve bakışlarını sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimde açlıkla gezdirerek yavaş yavaş aşağıya inmiş ve geceliğimde durmuştu. Dişlerini sıkarak ‘Sabret.’ diyerek kendini tekrarlamıştı ama bu kez teskin ettiği kişi ben olmamıştım.

Beni soymak istediğini anlayınca yardımcı olmak için kalçamı yukarı kaldırdım.

Geceliği bacaklarımdan sıyırarak çıkarıp odanın bir köşesine attıktan sonra eğilerek dudaklarını kasıklarımın kenarına bastırmıştı. Bu, her nedense içimde panik duygusunu uyandırmıştı. Beni bekleyen bilinmezliğin korkusuyla ellerimle çarşafı kavrayıp sıktığımda Aron korkumu sezmişçesine aşağıdan kehribarlarını leylaklarıma çiviledi.

Gözlerinde tehlikeli bir ihtiyaç belirmişti.

Tanrım, bu manzara insanı çığırından çıkaracak kadar güzeldi.

“Gevşe, ilkin olduğu için fazla ileri gitmeyeceğim.” Üzerime gelip boynuma doğru eğilerek kulak mememi yaladı. Söyledikleri daha ilkimi yaşamadan hevesle ikinci gecenin merakıyla yanıp tutuşmamı sağladı. Dudaklarını kulağıma bastırıp “Sana yavaş yavaş öğreteceğim.” dediğinde göğsüm körük gibi inip kalkarken aldığım kesik nefeslerin arasında ağzımdan “Neyi?” sorusu kaçmıştı. Doğru düzgün düşünemiyordum. Kıkırdadı. Kıkırtısını bu kadar yakından duyan kulaklarım zevkle titrediler.

Gülüşünde karanlık bir tını vardı.

O tını şehvetle yoğrulmuştu.

Tekrar kulağıma arzudan boğuklaşmış sesiyle “Nasıl zevk alacağını.” dedikten sonra dudaklarını yalayıp devam etti. “Bana nasıl zevk vereceğini.” Tanrım, Tanrım, Tanrım bu adam yatakta edepsiz konuşmayı seviyordu. Elini bel oyuntuma götürdüğünde soğuk elleriyle temas eden tenim ürperse de dokunduğu her yer alev almıştı.

Buz da yakardı.

Beni belimden hafifçe kaldırıp elini sırtıma götürerek sütyenimin kopçasını açtı ve üzerimden çıkardı. Yatak odasındaki pencereden vuran Ay ışığı kısa bir süre önce içerisini loş bir ışıkla aydınlatıyordu ama şu anda dışarıda bir fırtına koptuğu için kara bulutlar Ay’ın önüne geçmiş ve bu ışığın içeriye girmesini engellemişlerdi. Arada göğü bağrından bıçaklayan şimşeklerin ışığı içeri kurşun renginde bir ışık dolduruyordu o da birkaç saniye sürdüğünden genel olarak odaya karanlık hakimdi.

Tek ışık bu adamın gözlerindeydi.

Kehribarlar altın sarısı renginde parlıyordu.

Bu kadarcık ışıkla çıplaklığımı tamamen görmesine imkan yok düşüncesiyle kendimi kandırdığımı ise kehribarların göğüslerimde milim milim gezerken daha da güçlü bir ışık yaymaya başlamasından anlamıştım.

Altını andıran gözler ilk önce lavın içine sokularak ısıtılmış sonra da şekil verilmek için örse çıkarılmıştı. Şimdi çekiçle örs arasında dövülüyordu. Çekicin her darbesinde daha güçlü bir kora dönüşüyordu.

Görüyordu.

Her detayıma kadar.

Kolumu kaldırıp göğüslerimin üzerine örterek o gözlerden sakınmak istesem de kolumu tutarak buna engel oldu. “Saklanma. Ben kendini sakınacağın en son kişiyim.” Bu geceden sonra öyle olacaktı. “Utanıyorum… elimde değil.” İşaret ve orta parmağının tersiyle kızardığından emin olduğum elmacık kemiğimi okşadı. Gözleri de oradaydı, gördüğünden memnun gibi bakıyordu.

Sakın bana o kadarını bile gördüğünü söylemeyin…

“Gerçekten sana baktıkça diğer gelinlerden ne kadar farklı olduğunu daha iyi anlıyorum.” Avuçlarını yatağa bastırıp beni kafese almış bir şekilde yüzünü yüzüme yaklaştırırken ben hala kolumla göğüslerimi saklıyordum.

“Onlar yatakta beni memnun etmek için her şeyi yaparlardı sense daha hiçbir şey yapmadığım halde utanarak kendini geri çekiyorsun. Zaten tek yapabildikleri de buydu.” Beni buz kestiren öfkem arzumun önüne geçince dik dik yüzüne bakmaya başladım. Beni onlarla mı kıyaslıyordu? Diğer gelinler gibi olmadığımı ima ederek yetersiz kaldığımı mı söylemek istiyordu? Yoksa amacı sadece kışkırtmak mıydı? Gerçekten mi? Ona kendimi teslim etmek üzereyken mi?

Bu kadar alçak olamaz.

Sinirden dolan gözlerimle yataktan çıkmak için kalktığımdan bana izin vermedi. “Daha diyeceklerim bitmedi.” Kollarının kafesinden kurtulmaya çalışarak “Bırak beni!” desem de oralı olmadı. Bacaklarıyla bedenimi sıkıştırıp omzumdan beni yatağa bastırdığında kehribarları dolu gözlerimi görmüştü.

Parmaklarını boğazıma sararken “Güzelsin.” dedi. Ne? Ne saçmalıyordu bu adam? Cidden dengesizin tekiydi. Göz kenarımda birikmiş yaşı baş parmağıyla sildikten sonra ıslanan parmağını ağzına götürerek yaladı. Afallamış bir şekilde onu izliyordum. Amacı neydi bunun?

“Asıl söylemek istediğim şey şu; diğer gelinlere benzemiyorsun çünkü zaman içerisinde herkes gerçek bir gelinin ne anlama geldiğini unuttu.” Sinirden kolumu göğsümden çektiğimi bile fark etmemiştim ama o farkındaydı. Başını eğerek burnunu göğüs oluğumun altına bastırdı ardından burnunu tenime sürterek yukarı doğru tırmanırken derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini. Aldığı koku onu mest etmişçesine boğukça inlemişti.

Etkilenmemeye çalışsam da nafileydi.

Yine de o sözleri duyduktan sonra devam edemezdim.

“Yapma Aron.” Ağlama… ama kalbim kırılmıştı.

“Sadece dinle.” Kafası hala göğüslerimin arasındayken “Bir Tanrının gelini sıradan bir kadın olmaz, Bir Tanrının gelini Tanrının kölesi değildir. Tanrı’ya itaat etmez...” dedikten sonra kafasını kaldırmadan gözlerini yukarı çıkararak leylaklarıma bakıp “Ona asıl itaat eden kimdir biliyor musun?” diye sorsa da ona bakmaya devam etmedim.

“İtaat eden Tanrıdır.” İşte şimdi şaşırmıştım. Bakışlarımı hızlıca yüzüne çevirdim. Nasıl yani? Gelin Tanrıya değil de Tanrı mı gelinine itaat etmeliydi? “Geçmişte Tanrı gelininin vasfı buydu. Bu yüzden Tanrının tahtına göz koyanlar bir gelinin gelişini felaket olarak görürlerdi çünkü o bir Tanrıya diz çöktürecek tek kişiydi.” O yüzden hanedan üyeleri gelişimi hoş karşılamadığı halde bana yaklaşmaktan da geri durmamıştı. Aronun dediği gibi şu anki gelinler Tanrının köleleriymişlercesine ne derlerse yapıp boyun eğiyor olsalar da eskiler gerçek bir gelinin nasıl bir varlık olduğunun bilincindelerdi.

Gelenekleri insanlar unutsa da Tanrılar unutmamıştı.

“Sen şu anda yatakta beni memnun etmek yerine memnun edilmek istiyorsun.” Eğilerek göğüs oluğum boyunca minik minik öpücükleri tenime bırakıp sinirden kasılan kaslarımın gevşemesini sağladıktan sonra dudaklarıma yaklaştı. Bana büyük bir sır veriyormuşçasına dudaklarıma doğru arzuyla soğuyan nefesini üfürerek “Sana bir Tanrıça gibi yatakta tapmamı istiyorsun.” dediğinde şimdi ne demek istediğini anladığım için az önceki kırgınlığım iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu.

Beni gerçek bir gelin olarak görüyordu.

Aron sözleriyle gelinini onurlandırıyordu.

“Sana istediğini vereceğim Mana. Sana hemen burada tapacağım su gelini.” Alnını alnıma yaslayarak gözlerimin içine hevesle bakarken “Sana tapabilir miyim?” diye sormayı da eksik etmemişti. Kalp krizi geçirmek üzereydim. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki göğsümü ağrıtıyordu.

Tapılmaya alışmış bir Tanrı ilk kez birine tapmak istiyordu.

Gelinine.

Aptal adam daha hızlı söylesene bunları demek istediğini. Bende kafamda neler uydurup kendime eziyet etmiştim. Mutlulukla gülümseyerek “Çabuk soyun, tek çıplak kişi olmam haksızlık.” diyerek ona gecenin ikinci iznini verdiğimde dudaklarımdan öpüp geri çekilerek elini gömleğinin düğmelerine götürdü. Hızlıca düğmeleri çözüp gömleği gelişi güzel bir yere fırlattı. Ardından elini pantolonunun düğmesine götürüp açarak fermuarı indirip bacaklarından indirdi. Şimdi ikimizin de altında iç çamaşırından başka bir şey yoktu.

Gözlerimi göğüs kaslarında, geniş omuzlarında iştahla gezdirerek karın kaslarına indim oradan da daha aşağılara. İç çamaşırındaki kabarıklığa bakmamaya çalışsam da gözüm kayıp duruyordu. Sızlayıp zonklamaya başlayan bacak aramın acısını dindirmek için bacaklarımı ihtiyaçla kapatıp sıkarken gerçekte büyüklüğü gözümü korkutmuştu. Ellerini iç çamaşırının lastiklerine götürünce onu da çıkaracağını anlayıp hızla bakışlarımı kaçırdım. Bu görüntüye henüz hazır değildim. Bir dakika sonra benim iç çamaşırımı da çıkarmak için uzanan ellerini hissettim. Parmaklarını kilodumun kenarına çengel gibi takarak aşağıya çekti.

Bu sefer gözlerimi tamamen kapattım çünkü oraya baktığını biliyordum.

“Siktir!” Heyecandan nefesim sıkışıyordu. Gözlerimi açıp neden öyle dediğini görmek için ona baktığımda geri çekilerek çırılçıplak bir şekilde yatağında uzanışımı büyülenmiş bakışlarla izlediğini gördüm. Siyah saçlarım beyaz yastığa dağılmıştı. Aynı şekilde siyah olan ipek çarşafların üzerinde beyaz tenimden dolayı göze çarpıyor olmalıydım.

Diz kapağımı tutarak bacaklarımı aralayıp arasına yerleştiğinde kadınlığımın üzerinde hissettiğim sert şeyle kaskatı kesilmiştim. Gerginliğimi almak için omzuma, boynuma öpücüklerini sıralayarak yatıştırıcı bir sesle “Şhii.” dediğinde varlığına alışmaya çalıştım. Kendini bana bastırıp sürtündüğünde bütün vücuduma dağılan elektrik akımlarıyla inleyerek kafamı arkaya attım. Bu garip his başımı döndürmüştü. Aron aralıklarla bana sürtünürken bir eliyle göğsümü tutup sıkarak yoğurmaya başladı. Eğilerek diğer göğsümü dudaklarının arasına alıp ısırdığın tekrar inlemiştim. Yoğurduğu göğüs ucuma baş parmağını bastırıp ucunu sıkıştırarak farklı farklı duyguları bedenime aşılıyordu.

Göğsümü saran ıslak ağzı çok iyi hissettiriyordu.

“Çok güzeller. Dolgun ve elimden taşıyorlar.” Odanın içini yarıp geçen şimşeğin parıltısıyla Aronun sırtının terden sırılsıklam kesildiğini gördüm. Bende ondan farksız sayılmazdım ama o benim aksime kan ter içinde kalmıştı. Zorlanıyordu, rahatlamam ve alışmam için kendini tutuyordu. İçimde kaybolmaya ihtiyacı vardı fakat onunda söylediği gibi önceliği bendim.

Bana tapınmalıydı.

İhtirasla ateş alan bedenimi reflekse kaldırıp heybetli bedenine bastırarak adıyla inlediğimde Aronun gözlerinde çakan kıvılcımlar irislerine saçılmıştı. Bundan deli gibi hoşlandığını anlamıştım. Parmaklarımı ensesinde, kaslı göğsünde kışkırtıcı bir şekilde gezdirirken onun bacaklarımın arasında daha da büyüdüğünü hissedebiliyordum.

Beni istiyordu.

Bana açtı.

Bu histe neydi böyle?

Benliğimi kör bir heves sarmıştı.

Bu heves damağıma yakıcı bir acı çalmış, bu acı balla karıştırılmıştı.

Deliballa.

Zehirli çiçeklerden toplanan özle yapılan bu balla.

“Aron, hadi.” Daha fazla bu duyguların kafamı bulandırmasına katlanamıyordum. Bitmeliydi, bitirmeliydi. Onun bana muhtaç olduğu kadar bende ona muhtaçtım. Bileğimi tutup sırtına götürerek “Bana tutun, canın acırsa acını çıkarmaktan çekinme.” deyince istediği gibi sırtına tutunmuştum. Koca gövdesinin altında küçücük kalıyordum, vücutlarımız birbirine yapışmış vaziyetteydi. “Bacaklarını daha çok aç.” Beni yönlendirmesine minnet duyarak dediğini yaptım.

“Sıkma kendini, gevşe.” Derin bir nefes alarak gevşemeye çalıştığım sırada girişimde erkekliğini hissettim. “Sadece birkaç saniye sürecek söz veriyorum.” Acıdan bahsediyordu. Kafamı sallayıp onu onayladığım sırada dudaklarını dudaklarıma kapatmasıyla içime girmesi aynı anda gerçekleşti.

Gözlerim hissettiğim acıyla büyürken çığlığım Aronun dudaklarının arasından boğularak yükseldi ve o anda garip bir şey daha meydana geldi.

Alnım yanıyordu.

Ciddi manada biri alnımı demirle damgalıyormuşçasına iki kaşımın ortasında bir sıcaklık hissediyordum. Sıcaklığın yavaş yavaş azalmaya başlamasının hemen ardından iki kaşımın tam ortasındaki nokta nabız gibi atmaya başladı. Bu his damarlarımdaki kana karışırken kulağımın içine çatırdayarak kırılan bir şeylerin sesi doldu.

Bir kilidin açılırken çıkardığı sesi işittim.

Görüşüm karardığında karanlıkta önceden gördüğüm sunağı tekrar gördüm. Sunağın üzerinde beyaz bir ateş patlarcasına belirip harıl harıl yanmaya başladı. Normalde bu ateşin belirip kaybolması bir olurdu ama şimdi o ateş hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde yanıyordu.

Bir yere gitmiyordu. Orada yanmaya devam edeceği içime doğmuştu.

“காவலர்” Yaşlı, çok yaşlı, antik bir ses anlamadığım bir dilde konuşunca irkilmiştim.

O da neydi öyle?

Gözlerimi kırpıp açmamla birlikte görüşümdeki karaltı kalkmış ve şimdiki zamana dönmüştüm. İçimde kalp gibi atan sertlik hareketsiz kalsa da duvarlarım onu sıkıca sarmıştı. Az önceki ses ve görüntü Aronun varlığını hissetmemle birlikte aklımdan çıkıp gitmişti.

Eş zamanlı inlememiz odada yükselerek birbirine karışmıştı.

O aldığı zevkle hırıltılı bir inleme koyarken ben acıdan inlemiştim.

Aronun sırtına tırnaklarımı daha çok batırdım.

“Geçti güzelim, geçti.” Üzerimde hafifçe yükselerek alnıma yapışmış saçlarımı geriye doğru attı. Kısık bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde alnında boncuk boncuk birikmiş terleri gördüm. Parmaklarını parmaklarıma geçirerek benden destek alıp yavaşça hareket etmeye başladığında acının yerini çok farklı bir duygu almıştı; zevk. Aman Tanrım, böyle hissettireceğini asla tahmin etmezdim.

Aron içime girip çıkarken adını inlemeden duramıyordum. Ellerimi ellerinden kurtarıp kollarımı boynuna doladım. Zihnim aldığım zevkin sarhoşluğuna kapılmıştı. Etrafımda neler olduğunu tam olarak kavrayamıyordum. Sanki dünyaya kalın bir pusun ardından bakıyordum. Dışarıdaki yağmur çoğalırcasına pencereyi dövüyor ve pencerenin camından şırıl şırıl sular akıyordu. Gök cidden çökerek yeryüzüne düşecekmişçesine gürlüyor ve örümcek ağı misali içinde dağılan şimşekler çakarak yeryüzünü birbiri ardına inletiyordu.

Fırtına güçleniyordu.

“Kahretsin sen nasıl bir şeysin böyle.” Aron dişlerini sıkarak hızını arttırırken aldığı zevk ona yetmiyormuş gibiydi. Daha fazlasını talep ediyordu ve daha fazlasını alacaktı. Belimi kavrayıp beni kucağına aldı. Bu içgüdüsel bir şeydi sanırım, üzerinde nasıl hareket etmem gerektiğini biliyordum. Omuzlarına tutarak aşağı yukarı inerken o diliyle boynumdaki teri yaladı.

Aldığım zevkten gözlerim kayıyordu.

İnleyerek “Aron…” dediğim sırada kasıklarımdaki dalgalanmalarla birlikte dayanamayarak tırnaklarımla omuzunu çizmiştim. Belli ki çiziklerin acısını hissetmiyordu ya da acı aldığı zevkin önüne geçemiyordu. Su Tanrısı boynumu derin soluklarla koklamakla meşguldü. Kokum ona ayrı bir haz veriyor gibiydi. “Bu koku… kokun bana özel yapılmış bir uyuşturucu gibi.” O dediği anda farkına varmıştım.

Oda kokusuyla doluydu.

Tuzlu deniz kokusu öyle bir kaplamıştı ki her yeri genzim bu kokuyla yanıyordu.

Aron kollarıyla belimi kavrayarak sonuna kadar içime girince çığlık atmıştım. Vuruşları artık daha kuvvetli ve derindi. Başımı eğip ona baktığımda koyulaşan kehribarlarıyla beni izlediğini gördüm. Öyle dikkatli bakıyordu altın sarısı harelerini çevreleyen kızıl halkaları fark ederek yutkundum.

Tanrının gözleri.

Beni izliyordu.

Bu hem ürkütücü hem de etkileyiciydi.

O anda beni tanısın istedim.

Aron gibi içindeki Tanrı da beni bilsin.

İçimden çıkmadan beni yatağa uzandırarak hızlı bir ritimle gidip gelmeye başladı. Kasıklarımdaki o his güçlenerek yükseldi, yükseldi ve beni en tepeye taşıdığında patladı. Omuzlarım sarsıla sarıla rahatlarken kasıklarımı sıktığımdan Aronun boğazından boğuk bir hırıltı kopmuştu. Benden hemen sonra o da rahatladığında içime ılık bir sıvı doldu.

Daha önce böylesine yoğun bir his tatmadığımdan tamamen tükenmiştim.

Kolumu kaldıracak halim kalmamıştı.

İkimizde uzun süre nefessiz kalmışçasına soluklanırken odada nefes alışverişlerimizin sesi yağmurun sesini bile bastıracak kadar kuvvetliydi. Aronun alnından şakağına kayan ter dalması oradan da aşağıya inerek çenesine süzülmüş ve göğüs oluğuma düşmüştü. Geceden daha kara renkli olan saç dipleri terden ıslanmıştı, dudakları ısırılıp öpmemden dolayı kızarmıştı ve bu harika bir görüntüydü.

Benim ona hayranlıkla baktığım gibi o da dağılmış halimi aynı hazla izliyordu. “Zaman parmaklarımın arasından kayıp gidiyor.” Diyerek konuşmaya başladığında onu dinlemeye koyuldum. Elini çeneme götürerek okşarken “Kaç yüzyıldır yaşıyorum, ne zaman saymayı bıraktığım bilmem ama… ilk defa bir kadının kokusu beni böyle baştan çıkarabiliyor.” dedi.

Sözlerinin kalbime bindirdiği ağırlıkla savaşırken beklemediğim bir şey daha oldu.

Aron eğilerek dudaklarını alnıma bastırdı.

“Artık benimsin.” Bunu artık kimse inkar edemezdi.

Ben onundum.

Su Tanrısının gelini.

Derin bir uykunun kollarından zorla sıyrılıp gözlerimi araladığımda başta uyku sersemiyle nerede olduğumu anlamak için bön bön etrafa bakmış sonra tanıdık eşyalar ve tavandan Aronun odasında olduğumu anlayarak tekrar uyumak için gözlerimi kapatmıştım. Aklımı dürtüp duran düşünce geçte olsa kafama düştüğünde birden gözlerimi gerisin geri açmıştım.

Ben neden Aronun odasındayım ki?

Uykum tamamen açıldığından yataktan kalkmak için doğrulmuş, doğrulduğum anda da belime giren ağrıyla inleyip iki büklüm olmuştum. Sadece belimde değil üstelik bütün kemiklerim çiğnenmişçesine ağrıyordu. Göğüslerim ve kasıklarımda ise acı-tatlı bir sızı vardı. Üzerimden Chimera geçmiş gibiydi. Dün bu kadar hamlayacak ne yaptım diye düşünürken karnımda hissettiğim ağırlıkla şaşırmış ve saten örtüyü kaldırıp baktığımda bunun bir kol olduğunu görmüştüm, belime sarılıyordu.

Kolu takip ederek başımı çevirip yanıma baktım.

Yatakta belden yukarısı çırılçıplak bir şekilde uyuyan Tanrıyı görünce hafızam beni yarı yolda bırakmayarak dün gece yaşananları teker teker -hiçbir ayrıntıyı atlamadan- gözlerimin önüne getirmişti. Beynimi işgal eden hatıralarla birlikte kanın yüzüme hücum ettiğini basan sıcaklıktan anlamıştım.

Ben dün gece Aronla… Aman Tanrım.

Birlikte olmuştuk!

Bakışlarımı hızla üzerime döndürerek çıplak bedenimi kontrol ettiğimde tenime dağılan yüzden fazla kırmızı benekle karşılaşmıştım. O kadar fazlalardı ki biri görse kurdeşen döktüğümü falan sanabilirdi.

Öpücük izleri.

Göğüs uçlarım ısırılıp emilmekten tahriş olmuşlardı. Demek ondan sızlıyorlardı. Ayrıca tenimde bir hayli diş izi de mevcuttu.

Harabeye dönmüştüm.

Leylaklarımı çekinerek yanımda ki adama tekrar çevirdiğimde boynunun mosmor kesildiğini görmüştüm. Mor lekelerin yanında yeşile dönen çürüklerde göze çarpıyordu. Üstelik Aronun vücudunda da sayısız öpücük izi vardı. Bunu ona ben mi yapmıştım? Tanrı aşkına dün gece biz birbirimize ne yapmıştık böyle? Sevişmemiştik resmen birbirimize saldırmıştık.

Aron bir kere yapınca durmamıştı.

Doğrusunu söylemek gerekirse bende durmasını istememiştim.

İlk sevişmemizden sonra birkaç kere daha birlikte olmuştuk. Kasıklarımdaki sızı ve iğne batmaları da bundandı. Kendimi çok zorlamıştım. Bir Tanrıyla sevişmek böyle mi oluyordu yani? Gerçi Aron dün bana ilkim olacağı için nazik davranacağını söylemişti. Bu nazik yanıysa sert tarafıyla tanışmak istediğimden emin değilim. Dün ki dokunuşlarını, sözlerini hayal edince istemsizce alt dudağımı ısırdım, tamam belki de tanışmak istiyorumdur ama birazcık, çok değil.

Ellerimi yüzüme kapatarak utançla inledim. Ben bu adamın yüzüne nasıl bakacaktım şimdi? Parmaklarımın arasından uyuyan yüzünü görünce ellerim kendiliğinden kucağıma düşmüşlerdi.

Onu ilk kez uyurken görüyordum.

Sırtı yavaşça inip kalkıyordu. Leylaklarımı omuzlarından başlayıp kürek kemiklerine dek inen kanlı çiziklerden uzak tutmaya çalışarak uyuyan yüzünü izlemeye devam ettim. Yastığa sarılarak, yüz üstü uyumuştu. Saten örtü beline dek çekiliydi. Kolunu katladığından pazusu şişmişti. Saçlarını dün çekiştirip durduğum için darmadağınık ama bu hali bile can yakıcı duruyordu. Kirpikleri o kadar uzun ve gürdü ki göz altlarına gölge düşürüyordu.

Kalbim onu gördüğünde zıvanadan çıkıyordu.

İsmini duyduğunda bile tekliyordu.

Dur diyordum ona, dur… ama beni duymuyordu.

Nasılda inanıyordu bu adamın sevgisine karşılık vereceğine.

Elimi alnına dökülen birkaç tele dokunmak için uzatsam da sanki bir yasağı ihlal ediyormuşum gibi hissederek yarı yolda elimi durdurup geri çektim.

Bazen beni yoruyordu yine de onu sevmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Evet, dün gece onunla birlikte olurken bunu zaten kabullenmiştim.

Aron’u seviyordum.

Su Tanrısını seviyordum.

Kocamı.

Bunu asla ona söyleyemeyecek olmakta benim bu dünyadaki kefaretimdi. Hüzünlenmeyi bir kenara bırakarak belimdeki kolunu tutup yavaşça yatağın üzerine bıraktım. Saten örtüyü çekip çıplak bedenime doladım. Göz ucuyla ona son kez bakıp hala uyuduğundan emin olunca rahatlayarak yavaşça yatakta döndüm. Aron uyanmadan önce odadan sıvışmam lazımdı! Bacaklarımı yataktan aşağıya sarkıttığım gibi kasıklarıma saplanan sancıyla yüzümü buruşturdum. Ağzımdan istemsizce acı dolu bir inleme kaçmıştı.

“Ne yapıyorsun?” Arkamdan gelen uyku mahmuru sesi duyunca bir anda telaşa kapılıp kaçmaya çalışmıştım. Çalışmıştım diyorum çünkü sonu hüsranla bitmişti. Yataktan kalktığım gibi ayağımın saten örtüye takılması sonucu cumburlop diyerek yeri boylamıştım. Yere sertçe çarpan popomla gözlerim acıdan sulanmıştı.

Yeri dövmemek için kendimi zor tutuyordum.

“Aptal.” Sulanan bakışlarımı hışımla ona döndürdüğümde başını koluna yaslayarak keyifle beni izlediğini görmüştüm. Gözleri yeni uyanmanın verdiği uyuşukluğu taşısa da kehribarları küçük bir çocuğun haylaz bakışlarını takınıyordu.

Çıplaktı.

Tamamen.

Bakma Mana. Sakın bakıyım deme!

Tek kaşını kaldırarak “Kaçıyor muydun?” diye dolandırmadan sorsa da aslında cevabı çok iyi biliyordu. Yutkunarak gözlerimi kaçırdım. “Neden kaçacakmışım ki? Ben sadece…”

“Sen sadece ne?” Uydur bir yalan kızım!

“Banyo. Evet! Banyo yapmam gerektiği için gidiyordum.” Mantıklı bir bahane bulduğum için kendimi alnımdan öpmek istiyordum.

“Şu tesadüfe bak, benimde banyo yapmam gerekiyor. O zaman neden beraber girmiyoruz?” Dona kalmıştım. Biz. Banyoya. Beraber. Mi. Girecektik? Biz? Hayır, hayır, hayır. Kalbim bu kadarını kaldırmaz! Aron çıplaklığından zerre utanmayarak yataktan kalktığında korkarak geriye doğru sürünürken “Hayır! Hayır, ben daha buna hazır değilim!” desem de o umursamadan üzerime doğru gelmeye devam ediyordu.

“Gelme! Aron gelmesene ya!” Aron bu halime kahkaha atarak gülmeye başlayınca her şeyi unutmuş ve onun gülüşüne bakakalmıştım. Böyle içten güldüğü zaman içim gidiyordu. Fırsat bu fırsat Aron beni üzerimdeki örtüyle birlikte kavrayarak omzuna atınca çığlık atmıştım.

Beni odasındaki banyoya doğru götürürken “Ne diye hala utanıyorsun? Dün gece zaten her şeyi gördüm.” demişti. Bunun beni rahatlatması mı gerekiyor yani! Utanmaz, arlanmaz herif! Ayaklarımı çırparak “Bırak beni zorba herif!” diye bağırdığımda popoma yediğim şaplakla şok olmuştum. Pislik!

“Rahat dur yoksa dün kaldığımız yerden devam ederim.” Duyduğum şeyle birlikte gözlerim pörtlemişti.

Doyumsuzdu birde.

Üç gün.

Üç gündür Aronu nerede görsem arkama bakmadan kaçıyordum.

En son sabah aldığım derslerden birinden dönerken karşılaşmıştık. Yanında Ragnarla birlikte bir şeyler konuşarak bize doğru geliyorlardı, bende o sırada Sayayla salona dinlenmek için yürüyordum. İstesem bu kadar sık yolumuz kesişmezdi! Sarayın avlusunda göz göze geldiğimiz an bana kal gelmişti. Bunun aptalca olduğunu biliyordum, biliyordum ama yüzüne baktıkça yaşadığımız o anlar aklıma gelip duruyordu. İlk önce bu durumun karı-koca arasında normal olduğunu hazmetmem lazımdı.

Kaçmıştım.

Ciddi ciddi göz göze geldiğimiz anda arkamı döndüğüm gibi koşarak kaçmıştım. Ragnar ve Saya’nın bana şaşkınlıkla, Aronun ise eğlenerek arkamdan baktığını tahmin edebiliyordum. Niyeyse bu halim hoşuna gidiyordu.

Pişman değildim.

Aron her ne kadar birlikte olmamızı benim gelini olmak istememe ya da kokunun kalıcı olarak üzerimde kalmasına bağlasa da ben o gece sırf bunlar içinde değil, sevdiğim adamla sevişmek istediğim için onunla birlikte olmuştum. Aslına bakarsanız isteyerek kaçıyor da sayılmazdım. Tamam, başta öyleydi ama şimdi değil! Bir kere kaçınca sürekli kaçmaya başlamıştım. Of!

Birde onun kaçmam konusunda hiçbir şey yapmayışı vardı tabii.

Hadi ben utandığımdan kaçıp duruyordum o niye buna bir son vermiyordu?

İstese daha ilk günden kaçmama fırsat tanımazdı.

Yoksa o gece yaşananları olması gerekenden fazlası olarak görmüyor muydu?

Kalbime saplanan şüphe dikeninin yerini bulabilmek için elimi sol göğsüme bastırdım.

Camdan değilsin.

Camdan değilsin ki Mana.

Niye bu kadar kolay kırılıyorsun?

Temiz havayı ciğerlerime çekerek kötü düşünceleri bertaraf ettim. Aronun benim hakkımda ne düşündüğü önemli olmamalıydı. Ben bir Tanrının geliniydim. Gelin olarak sorumluluklarımı yerine getirip Su Tanrısının yanında olmam yeterliydi. Bundan daha fazlasını istemek beni mahvederdi. İç çektim, bakalım bu bahane kalbimi ne zamana kadar susturacaktı?

Koşarken nereye gittiğimi umursamadığım için şöyle bir etrafıma bakınca bahçeye geldiğimi görmüştüm. Eh beklenmedik değildi nihayetinde avluya en yakın yerlerden biri de bahçeydi. Ekili rengarenk çiçeklere burukça bakarak gülümsedim. Çiçekler her zaman beni mutlu ediyordu.

“Canını bir şey sıkmış” Duyduğum tanıdık sesle birlikte yüzümdeki gülümseme solmuştu, bir sen eksiktin. Bu adam benimle karşılaşmak için bahçede nöbet falan mı tutuyordu? Ona doğru döndüğüm de yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kısalttı. Güneş ışığı sarı lülelerine vurarak saçlarını daha parlak gösteriyordu. Solomon görünüşüyle tahta layık bir adamdı ancak kişiliği konusunda aynı şeyi söyleyemezdim. Derdi neydi bunun? Bana yaklaşarak ne elde etmeyi planlıyordu?

“Yoksa zorlamayla mı oldu?” Su yeşili gözleri dikkatle gözlerimin içine bakarken çakmak çakmaktı. Nedense yüzeydeki öfkesini derinlere gömmeye çalıştığını ama başarılı olamadığını düşünüyordum. Kaşlarımı çatarak “Ne zorlamasından bahsediyorsun?” diye sorduğumda bir süre dik dik yüzüme bakmış sonra da gerçekten anlamadığımı görünce “Üç gün önceki geceden söz ediyorum, seni zorladı mı?” demişti.

Üstü kapalı söylediği şeyi anlayınca cüretkarlığının büyüklüğü karşısında dilim tutulmuştu. Hadsiz!

“Nereden biliyor—“

“Üç gün önceki gece sadece Maar’da değil, bütün Kaldera’da kopan fırtına başta herkesi korkutsa da halk bunun neye sebep olduğunu bilecek kadar uzun yıllardır Su Tanrısına tapıyor. Yaz vakti böylesine bir yağmuru görmek mümkün değildir lakin Su Tanrısı tarlalardaki ekinler sıcakta telef olmasın diye önceden çiftçilere haber göndererek aralıklarla yağmur yağdırır. Eh o gün kimsenin böyle bir yağmurdan haberi yoktu. Ah pardon yağmur değil tamamıyla kendini kaybetmiş bir Tanrının çıkardığı fırtına.” Sözleri kulağımda bir uğultu başlatırken Solomon alayla konuşmayı sürdürdü. Sanki konuştukça öfkesi de artıyor gibiydi.

“Emin ol Su Tanrısı kendini kolay kolay kaybeden bir adam değildir.” Göz kırparak “Saraydaki herkesin o gece neler olduğunu tahmin etmesi çokta zor olmadı.” dedi. Şaka yapıyordu değil mi? Lütfen, öyle olsun. Aklıma bir anda kaç gündür Towayla Saya’nın bana bakarken bıyık altından gülüşmeleri geldi. Lanet olsun… Solomonun söylediklerinin kötü bir şakadan ibaret olmadığı da böylelikle kanıtlanmış oldu. Bende günlerdir niye bunlar bir tuhaf davranıyor diye sorup duruyordum kendime!

Biliyorlardı.

Sadece onlar değil bütün Kaldera bizim ne yaptığımızdan haberdardı!

“Seni zorladı mı?” Bu kadarı da fazlaydı ama! Kaşlarımı çatarak parmağımı uyarı amacıyla Solomonun göğsüne vurdum. “Bana bak Hanedanın üyelerinden biri olman hatta mirasçı konumunda olman her dediğine müsemma göstereceğim anlamına gelmez. Bir daha benimle konuşurken haddini bilmezsen sana ağzının payını vermekten geri çekinmem.”

Bozguna uğrayan ifadesi benden böyle bir çıkış beklemediğinden yüzünde kalıplaşmıştı. Sonra birden gülmeye başladı. Ciddi ciddi karnını tutarak katıla katıla gülüyordu.

Hem arsız hem de hadsizdi, harika.

Gülmekten gözlerinden gelen yaşları siliyordu. “İleri gittiğimi kabul ediyorum ama sende pek uslu sayılmazsın değil mi? Dışarıdan bakılınca uysal bir resim çizsen de aslında içinde bundan çok daha fazlası var.” Gözlerimi devirdim.

“Aron seni zorlamadıysa ne diye bu surat ifadesiyle geziyorsun o zaman? Su Tanrısı hakkında dedikodu çıkaracaksın.” Omuz silkti “Gerçi benim işime gelir ama sen bilirsin tabii.” dedi.

“Diyeceklerin bittiyse beni yalnız bırakır mısın?” Kibarca soruyorken git artık!

“Tamam, tamam Kalderanın hanımını kızdırmak istemem. Doğrusu ne yapacağın hiç belli olmuyor, kendimi bir anda zindan da bulmak istemiyorum.” Hala işin eğlencesindeydi.

“Bak aklıma ne geldi… sen yoksa Aronun haremini mi öğrendin? Eh yerinde olsam bende bu durumdan pek memnun olmazdım tabii. Diğer taraftan bakacak olursak sonuçta kocan bir Tanrı. İstesen de istemesen de onu başka kadınlarla paylaşmak zorunda kalacaksın, en iyisi bu duruma alışmaya bak.”

Söylediği onca lafın içinde ‘Harem.’ kelimesini duyduğum anda hiçbirinin önemi kalmamıştı.

Harem mi? Ne haremi? Şu bildiğimiz kadın haremlerinden mi?

Aronun lanet olası bir HAREMİ mi vardı?

İçimdeki gazabın kıpırtısı yavaş ama kesin adımlarla korkunç bir gerçeğe dönüştü. Haremi vardı… Vücudumun her bir karışına yayılan o yakıcı his gözlerimin önüne kırmızı bir perde indirmişti.

Solomonu göğsünden iterek kenara çekilmesini sağlayıp hışımla saraya doğru ilerledim.

Bana hesap verecekti.

Vermek zorundaydı.

 

Bir sonraki bölümde çığırından çıkan bir gelin göreceğiz :D

 

Loading...
0%