@endless_q
|
▏₰ Mana Köy reisinin liderliğinde yapılan toplantının sonunda varılan karara kimse karşı çıkmamıştı. Köy ahalisi kâhinin müjdesiyle kurtulacaklarını düşünerek sevinmiş, bir genç kızın hayallerini kana bulamış oldukları gerçeğini göz ardı etmişlerdi. Aithra hanımım kaderini işittiğinden beri yerinden kımıldamamış, hayattan bağlarını kopararak gözlerini diktiği halıya öylece bakar olmuştu. Halini gördükten sonra kimseye bir şey belli etmemek için üstüne gitmemiştik. Halk kurban gelin işini kutsal saydıklarından herhangi bir isteksizlik karşısında reisin kızını inançsızlıkla suçlayabilirdi. Köyün ileri gelenleri onaylarını aldıktan sonra üstlerinden büyük bir yük kalkmışçasına rahat bir nefes alarak hazırlanan yemekleri yemiş, içecekleri içerek o akşam büyük bir eğlence düzenlenmişti. Misafirler gittikten sonra Mithril hanımım daha fazla dayanamayarak Aithra hanımımın yanına gelmişti. Kaç kere seslenirsek seslenelim cevap vermemişti. Endişeyle bakışmıştık. Şok geçirdiğini anladığımızda bayılmamak için zor duran Aithra hanımımı odasına götürerek yatırmış ve sessizce dışarı çıkmıştık. Kimse ne istediğini sorma gereği duymamıştı. Bir gece düşünmek, yaşadığı şoku atlatmasına ve bulunduğu durumu hazmetmesine yeter diye umuyorduk. Sabah erkenden kalkmış Aithra hanımıma bakmak için odasına koyulmuştum. Bastırılmaya çalışılan hıçkırık sesleri iç burkan cinstendi. Nasıl teselli etmem gerektiğini bilmiyordum. En azından yanında olmayı deneyecektim. Odasına girince beni kan çanağına dönmüş mavi gözler karşılamıştı. Güzelliği dillere destan olan hanımım sanki bir günde on yaş birden yaşlanmıştı. O kadar üzgün görünüyordu ki içim cız etmişti. Gözaltları uyumadığını belli edercesine şişmişti. Teni solmuş, hastalıklı bir renge bürünmüştü. Kıyafetleri kırışmış, saçları karman çorman olmuştu. Dün giydiği giysileri giyiyordu. Değiştirmesi için yardım teklif etsem de dokunmama izin vermemişti. Başımı kaldırarak saate baktım. "Birazdan anneniz sizi kahvaltıya çağırmak için birini yollayacaktır. Lütfen daha fazla ağlayıp kendinizi perişan etmeyin hanımım hasta olacaksınız." Gözlerinden durmak nedir bilmeyen yaşlar akmaya devam ederken kızarmış bakışlarını bana çevirdi. "Tek düşünmem gereken yapacağım kahvaltıymış gibi konuşma lütfen." Gözlerini kaçırıp devam etti. "Hem belki hasta olursam Su Tanrısının beni böyle beğenmeyeceğini düşünüp kurban etmezler." Saydığı mazeretlere sessiz kalmış, bahanelerinin arkasına sığınmasına engel olmamıştım. "Ne yapacağım şimdi Mana? Tanımadığım bir canavarın eşi olamam!" Yerimde başkası olsa canavar sıfatını işittiğinde korkudan dilini yutardı. Muhtemelen kafir damgası da vururdu. Yere diz çökerek ellerini ellerimin arasına aldım. "Öyle demeyin hanımım. Su Tanrısını gocundurmak istemezsiniz." Uyarsam da umursamış görünmüyordu. "Zaten hayatımı mahvetti daha fazla ne yapabilir ki? Canımı mı alacak? Alsın! Onun koynuna girmek zaten ölüm olacak benim için!" Ağzından çıkanlara katlanamıyormuşçasına tekrar hıçkırıklara boğuldu. Eriyip gidiyordu resmen. Perişan haline şahit oldukça boğazıma oturan yumruyla gözlerime batan yaşlar arasında gel git yaşadım. "Hanımım belki mutlu olursunuz. Bir Tanrının eşi olmak büyük lütuf." İçimdeki diğer ben söylediklerimin saçmalığıyla kaşlarını çattı. O bile tutunduğum dalı beğenmemişti. Aithra hanımım ellerini hışımla avuçlarımın arasından çekti. "Kalbimde yanan ateşe su serpmek için talihimin şansla örtüşmesini diliyorsun, yapma Mana. Kemiklerime dek beni tutuşturan ateşin kaynağı kurban verilmem değil." Bu kadar kahrolmasının asıl nedeni neydi o zaman? "Hanımım?" Mavi gözlerine derin bir keder yerleşti. Geriye çok gözyaşı kalmamış olmasına rağmen ağlamayı kesmiyordu, hâlbuki canının yandığına emindim. "Ne sanıyorsun? Kuraklık benim kurban verilmemle bitecek mi yani?" Alaya aldığı felaket bizim sonumuzu getirecek olsa da gönderilen gelinin ardından yağmurun kesin olarak yağacağını kimse temin edemezdi. Yalnızca kumar oynuyorduk. Aylardır umutsuz olan köylüler yeniden umut ışığı gördüklerinden eskilerin törelerini uygulayacaklardı. Onların aksine ben adetlerin kölesi hiç olmamıştım. Zira söz konusu bir hayvanın değil, insanın hayatıydı. "Kâhin dedi ki--" Kâhinin adının geçmesiyle burnundan soluyan hanımım gerçeği itiraf etti. "O yaşlı cadının ne dediğini duydum! Yine de kimsenin bilmediği ama senin es geçtiğin bir nokta var. Unuttun mu Mana? Kurbanlar için seçilen gelinler her zaman bakire olur istisna kabul edilemez.” Dikkate almam gereken şeyin altını çizdiğinde kayıp parçalar birer birer boşlukları doldurarak rengini ifşa etti. Bakire gerek. Bu şartı nasıl atlamıştım? Ben törelerin işe yaramayacağını düşündüğünü sanırken o bambaşka bir meseleye değiniyordu. "Bakire değilim. Bir gün Troia’nın kadını olacağıma inanarak birlikte oldum onunla. Yaşımız geldiğinde gelip beni babamdan isteyecek ve evlenecektik. Sonra birkaç çocuk eklenecekti yuvamıza, bu hayallerle teslim ettim kendimi. Şimdiyse şu halimize bak; hayallerimizle kaderimiz birleşmedi. Benim yazgımda bir felakete yol açmak varmış." Ruhuma tırnaklarını geçiren korkuyla düşünmeye başladım. Su Tanrısına bakire bir gelin kurban etmek gerekiyordu. Hanımımı buna layık görmüş olsalar da kimsenin aklına bakire olup olmadığını sorgulamak gelmemişti. Peki ya kâhin? Her şeyi bildiğini söylerken fark edememiş miydi bu gerçeği? Saçmalıyordum. Durumdan haberdar olsa göz yumar mıydı hiç? Geçmiş zamandan bu yana Tanrılara sunulan gelinlerin bakire olması şart koşulmuştu. Peki ya gelin bakire olmazsa ne olurdu? Tarih kitapları hiç böyle bir hadiseye değinmiş miydi acaba? Su Tanrısı el değmiş bir kadını hakaret olarak algılayıp köyü yerle bir ederse? Tanrıların indirdiği gazaplar küçük çocukların korkmaları ve yasaklanan şeyleri yapmamaları için uyku öncesi masallar olarak anlatılırdı. Masal hafifletilmiş haliyle bile insanların ödünü koparıyordu. Aslının nasıl olduğunu itiraf etmek gerekirse deneyimlemek istemiyordum. Elbisemi tüm gücümle avuçlayarak sıktım. Köyü kurtaralım derken çok daha büyük bir bataklığa batacaklardı. Tanrım, ne yapacağız? Kimseye de Aithra hanımım bakire değil, onu kurban edemezsiniz diyemezdim ya. Odanın kapısı tıklandığında ikimizin de başı otomatikman o tarafa dönmüştü. Aithra hanımım "Evet?" deyince kapının ardındaki kişi konuştu. "Hanımım, babanız ve anneniz sizi kahvaltıya bekliyor. Mithril hanımım bizzat beni yollayıp sizi kahvaltıda görmek istediğini ve sizinle konuşmaları gereken meseleler olduğunu iletmemi istedi. Kahvaltı yirmi dakika içerisinde hazır olacak." Donuk bakışlarla kapıyı izliyordu. Kısa bir sessizliğin ardından istemeyerek de olsa "Orada olacağım." cevabını verdi. • Yirmi dakika da muazzam bir uğraş vererek hanımımı hazırladım. Allığın pembemsi tonuyla elmacık kemiklerindeki solgunluğu almayı başarsam da harabeye dönmüş çehresine elimden bir şey gelmiyordu. En azından insan içine çıkacak hale bürünmüştü. Odadan çıkıp kahvaltı salonuna gidene dek aramızda yankılanan topuklu ayakkabılarından başka ses çıkmadı. Salona yaklaştığımız da önüne geçerek kapıyı açıp tuttum. Yanımdan geçerken mırıldanmadan edemedim. "Lütfen metanetli olun." Kısık sesli yüreklendirmem sahibine ulaşmış olmalı ki bir an için duraksayıp gözlerini gözlerimle buluşturdu fakat hiçbir şey söylemedi. Hanımım önden, ben arkasından salona girdik. Masadan biraz uzakta herhangi bir isteğe karşı hazır bir şekilde beklemeye başladım. Benim gibi bir hizmetli olan Nick anında Aithra hanımın sandalyesini çekerek oturmasını bekledi ve geri çekildi. "Günaydın kızım." Honner beyim kızının içeri girmesiyle nasıl bir yıkım yaşadığına şahit oldu. Yüzündeki gülümseme kaybolmamış olsa da büyük oradan yok olmuştu. Üstlendikleri sorumluluktan sadece Aithra hanımım değil, tüm aile üyeleri rahatsızdı. Taşranın problemi Honner beyimin vazigesi altına girdiğinden köyün iyiliği söz konusu olduğunda maalesef ailesi ikinci sırada yer alıyordu. Bundan hoşlanmasa bile öyleymiş gibi davranmalıydı. Yoksa düzgün bir reis olamazdı. "Günaydın." Kuru bir karşılık aldıktan sonra masada çatal bıçak sesleri yükseldi. Aithra hanımım tabağındaki zeytinleri çatalıyla dürtüyor, itiyor ama ağzına bir lokma koymuyordu. "Kızım oynamasana yemeğinle." Annesinin serzenişiyle duran Aithra hanımım elindeki çatalı kenara bıraktı. "Aç hissetmiyorum." Kadın üzgün harelerini kocasına çevirdi. Aynı hüzün köyün reisinde de mevcuttu. Beyim birkaç defa öksürüp dikkatleri üzerine çekti. "Yarın bu iş bitecek. Bugün güzelce dinlen." Hanımım kaskatı kesildi. Törenin bu kadar erken yapılmasını bende beklemiyordum doğrusu. Yaşların hücum ettiği gözleriyle bir ümit babasına baksa da orada aradığı kurtuluşa erişememişti. Yenilgiyi kabul ederek başını önüne eğdi. "Tamam." Yavrularının çatırdayan ses telleri kalplerini yumrukluyordu. Çaresizliğin tadı damaklarına yapışıyor, kızlarını diri diri mezara sokan köy ahalisinin üstüne birde onlar toprak atıyorlardı. "İzin verirseniz odama dönmek istiyorum." Ağlamamak için direnen Aithra hanımıma vicdanıma saplanan kazıkla baktım. Kendi iyiliğimiz için onu kurban ediyorduk ve bu hiç kimsenin umurunda değildi. Masadan hızla kalkıp salondan çıktı. Peşinden gidecekken Mithril hanımın seslenişiyle ona döndüm. "Buyurun hanımım." “Aithrayı yalnız bırakma lütfen. Ben yapamıyorum bari sen yap. Şu anda herkesin ona sırt çevirdiğini düşünüyor. Kızımın terk edilmiş gibi hissetmesini istemiyorum.” "Merak etmeyin." Nasıl bir mesuliyetin altında can çekişiyorlardı ki öz kızlarını dahi teselli edemiyorlardı? Köyü yönetiyor olsalar da bu kadarı fazlaydı. Bir ihtimal itiraz etselerdi kızlarını bu musibetten kurtarabilirlerdi. Başka birini… Hayır. Bencillik ediyordum. Aithra hanımımın yerine başkası geçse de değişen bir şey olmayacaktı. Evlat acısı bu sefer başka bir ailenin kapısını çalacaktı. Zihnimdeki çalkantıyı bir kenara ittim. "Aithra hanımım!" Koşarak ona yetiştim. Tam konuşacakken benden önce davrandı. "Mana yalnız kalmak istiyorum. Hazırlıklar için yarın yardıma gelmen yeterli." Yanılmamışım, pes etmişti. Göz gezdirdim, dört bir köşeyi aradım ama söyleyecek bir şey bulamadım. Belki de karanlığın içinden dışarı yuvarlanan sözcükleri bilerek görmezden geldim. Çünkü umudun insanın ayak bileğine dolanan sinsi bir yılandan farklı olmadığını biliyordum. Fırsatını bulduğunda dişlerini elbet geçirecekti. O da benden bir cevap beklemedi zaten. Yürüyerek gözden kayboldu. • Yatağıma uzanmış uykunun pençesi tarafından ele geçirilmeyi beklerken tavanı inceliyordum. İki gündür olanları aklımda muhakeme ediyor, bir sonuca varamadığımdan zihnimi resetliyor ve tekrar bunalıma giriyordum. Aklımdan milyonlarca olasılık geçirirken ne ara bilmiyorum uyuya kalmışım. Sırtımı kavuran sıcaklıktan rahatsız olmuş, dudaklarımdan hoşnutsuz mırıltılar dökülmüştü. Vücudumu ikinci bir deri tabakası gibi saran terden kurtulmaya çalışıyordum. Kulağımda kaynağını çıkaramadığım bir gürültü vardı. Dikkat kesildim. Bir müddet dinledim. Uyku mahmurluğunda çıkaramadığım sesin çıtırtıyı andırdığını kavradım. Şey gibiydi... Şey... Yanan bir odun. Beynim aradığı yanıtı bulduğu anda kalbim süratle göğsüme vurmaya başladı. Sinir uçlarım anılarımı elektrik şokuyla uyardığında hızla gözlerimi açtım ve telaşla etrafımı kolaçan ettim. YANGIN! Alevler tarafından yutulmuştum. Yatağımda değildim, hatta odamda bile değildim. Hayır. Hayır. Hayır. Burası olmaz! Burası olmamalı! Burası olmamam gereken yerdi! Korkuyla çevreme bakıyor, en ufak seste yerimden sıçrıyordum. Alevler kütüklerden yapılmış tavanı sararak evi ayakta tutan temeli küle çeviriyorlardı. Ateş sadece tavana sıçramamıştı. Odada ne bulursa aç bir kurt gibi saldırıyor ve hızla güç kazanarak genişliyordu. Boğazıma atılan düğümle güçte olsa yutkundum. Kâbus görüyordum. Yüzlerce kez aynı sahneyle sınandığım için artık ayrımı yapabiliyordum. Gene de iliklerimi saran dehşete alışamıyordum. Her gördüğüm kâbus, orada kısılıp kaldığım günün hatıra parçacıklarından oluşarak bir bütün haline geliyordu. Küçük, isli avuçlarıma baktım. Sekiz yaşındaydım. Rüyam geçmişteki olayların seyrine göre ilerliyordu. Zangır zangır sarsılan gövdeme kollarımı sardım. Soluklarımı azaltmak için nefeslerimi saymaya başladım. Duman genzimi yakıyor, gırtlağımdan aşağıya inerek ciğerlerime nüfus ediyordu. 'Hayırrr!' Diri diri yanan bedenlerin attığı canhıraş haykırışlar ruhumu katlediyordu. Lütfen uyan! Yalvarırım bu işkenceden azat et beni. Uzaklaşmak, kaçmak için adımlarımı geriye attım. Annemin çığlıklarına karışan babamın haykırışları. Hıçkırarak ellerimi kulaklarıma sıkıca bastırdım. Dur! Tatmin olman için o geceyi daha kaç kere tecrübe etmem gerekiyor? Ne zaman yakamı bırakacaksın! Neden? Neden bu kâbusu görüp duruyorum? Neden bu lanet olası hatırayı unutamıyorum! Annemle babamın kömüre dönmüş cesetleriyle kalmak... Bu azap niyeydi? Kader her halükârda onları benden almadı mı? Daha neyin bedelini ödüyorum? Ölümden kaçtığımı mı sanıyor? Seçme şansım olsa o yangından sağ çıkmak ister miydim hiç? İstemedim. Hıçkıra hıçkıra ağlarken omuzlarım sarsılıyordu. Olduğum yere çöktüm. Ölürsem sonlanır mıydı? Vardığım sonucun etkisiyle sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım. Onlarla bir kere tatsam ölümü biter miydi? Turuncu alevlere ruhsuzca baktım. Aç gözlülükle istediği şey canım mıydı? Aldığında bitecekti. Asıl yangın çığlıkların geldiği kapının arkasındaydı ve ben oraya girince her şey dinecekti. Yavaşça ayağa kalktım. Sanki attığım adımlara ateş de eşlik ediyordu. Yürüdüğüm yöndeki alevler saldırdığı eşyaları kemirmeye ara veriyor, yolu bana açıyordu. Neticede yediği cansız nesnelerden çok daha lezzetli bir av tuzağına gidiyordu. Parmaklarımı kapının kulpuna doğru uzattım. Her şeyden soyutlanmış, hipnoz altına girmişçesine hareketlerim serileşmişti. Birkaç adımcık daha. Sonra huzur bulacaktım. Evet. Birkaç adım... Kapının kulpunu kavradım. Etime yapışan kızgın demir cızırtı çıkartacak raddede yakarken parmaklarımı, omuzlarımı tutan bir çift el tarafından hızlıca geri çekildim. Yüzüme soğuk su atılmışçasına irkildim. Dudaklarım şokla aralandı. Ne yapıyordum ben? Gerçekten ölmeye mi çalışmıştım? "Uyan." Arkamdaydı, nefesini hemen ensemde hissedebiliyordum. Beni kurtarmıştı ama niye? "Uyan, gördüğün şeyler geçmişin vesvesesi. Bırak oldukları yerde kalsınlar." Gözlerimden kayan iri damlalar çenemde birleşerek ateşe düşüyordu. Suyla buluşan alevler buharlaşarak beyaz bir dumana dönüşüyordu. Neden tanımadığım bir adamın sözleri içimi ferahlatacak güce sahipti? Geçmişte kalmıştı. Yaşanmış olsa da kalbimde her zaman bir yara olarak kalacak olsa da geçmişte kalmıştı işte. "Uyan. Onun sana ihtiyacı var. UYAN!" • Yattığım yerden hızla doğrulurken boğuluyormuşçasına derin bir nefesi içime çekmiştim. Gürültüyle nefes alıp verirken birden kalktığım için gözlerimin önü kararmıştı. Göğsüm yaşadığım korkudan dolayı körük gibi inip kalkıyordu. Kâbusumu yâd eden ter tabakası vücudumu kaplamış, saçlarımın bir kısmı yüzüme yapışmıştı. Giydiğim gecelik sırtımdan kayan ter damlalarını emiyordu. Bakışlarımı mumların loş bir şekilde aydınlattığı odada gezdirdim. Ateş yoktu. Sık sık kâbuslarla kesintiye uğrayan uykulara bünyem alışıktı. Bu yüzden uyanıp nefeslendikten sonra bir daha uyuyamadığımdan düşüncelere dalarak sabahlıyordum. Fakat şu son iki gecedir rüyalarıma dadanan adamlar her şeyi tepe taklak etmişti. Kim olduğunu görememiştim. O gün rüyamı ziyaret eden kehribarlar olabilir miydi? Hayır, içimden bir ses o olmadığını söylüyordu. Gördüğüm adam taş çatlasın 25-28 yaşlarındaydı. Yangından kaçmama yardım edenin sesiyse yaşını ele veriyordu. Muhtemelen kırklarının ortalarındaydı. Günlerdir tuhaf şeyler yaşıyordum. Basmakalıp hayatımın takip ettiği düz çizgi yamuluyordu. Açıkçası birdenbire gelişen bu değişimden hoşlanmamıştım. Ne demişti o adam? 'Onun sana ihtiyacı var.' Kimin bana ihtiyacı vardı? Sesin sahibi acele etmem gerektiğini söylerken telaşlı çıkıyordu. Aithra. Zihnimde yeşeren isme tuhaf bakışlar atarken bir yandan da olabilir mi acaba diye düşünüyordum. Saçmalama Mana. Rüyanda biri onun sana ihtiyacı var dedi diye kalkıp kapısına mı dayanacaksın kadının? Hem isim vermedi ki. O kadar delirmemiştim değil mi? Kararsızlıkla pikeyi sıktım. Delirmiştim. Örtüyü hızla üstümden atıp ayağıma terliklerimi geçirdiğim gibi koşar adım odamdan çıktım. Kimseye görünmeden Aithra hanımımın odasına gitmeye çalışıyordum. Yaptığım şey için büyük ihtimalle cezalandırılacaktım. Ama bir kere eşeğin aklına karpuz kabuğu düşmüştü. Aithra hanımımın iyi olduğunu görmeden uyku bana yasaktı. Oyalanmadan koridora çıktım. Erkek hizmetlilerden birinin elinde tuttuğu mumla yaklaştığını görünce kolonun arkasına geçip saklandım. Gölgelerin beni görünmez kılmasını diliyordum. Hizmetlinin ayakta uyukluyor olması işime gelmişti. Yanımdan geçip gidene kadar içimden saydım. İlerideki lavaboya girdiğini teyit ettiğimde tuttuğum nefesimi bırakarak birkaç metre ötemdeki kapıya odaklandım. Ev çok büyük olmadığından odalar yan yanaydı. Kapıyı çalıp hanımımı uyandırsam bile gecenin bir yarısı hangi bahaneyi kullanacaktım? Rüyamdaki adam birinin bana ihtiyacı olduğunu söyledi. Benimde aklına direkt siz geldiniz mi? Gözlerimi devirdim. Gerçekten de çok inandırıcı bir mazeretti. Eğer uyduracak mahana bulamıyorsam geriye tek seçenek kalıyordu. Sessizce kapıyı açıp kontrol edecek ve hiçbir şey olmamış gibi odama, uykuma geri dönecektim. Sağıma, soluma baktım. Koridor boştu. Ya şimdi ya hiç! Koşarak karşıya geçtim. Kulpunu kavrayıp yavaşça aşağıya indirdiğimde kapı tok bir tık sesi çıkararak açıldı. Oh be! Gıcırtı çıkarmamıştı. Aralıktan geçerek kendimi odanın içine attım. Kapıyı gerisin geri usulca örttüm. Önüme dönmemle birlikte harelerime yansıyan manzara dehşetten kopan bir parçayı kalbime sapladı. Mavi gözler makası ikiye ayırarak bıçak gibi kavramıştı. Makasın keskin kısmının bileğinde kayışını ruhsuzca izliyordu. Öyle bir odaklanmıştı içeriye birinin girdiğini dahi fark etmemişti. Kesilen eti ikiye ayrılmış, yarıktan çıkan taze kan dışarıya taşmıştı. "Hanımım!" Bağırmamla eş zamanlı yerinden sıçradı. Elindeki kanlı makas gürültüyle yere düştü. Endişeyle yanına koşup elime geçirdiğim yatak örtüsünün kumaşını çekerek kesik koluna bastırdım. İstemsizce bağırmaya başladım. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz! Canınıza mı kıyacaktınız? Nasıl böyle bir şey yapmaya kalkışırsınız!" Benim telaşımın aksine o soğukkanlı duruşunu bozmamıştı. "Biraz sessiz ol Mana. Herkesi başımıza toplayacaksın." Tavrına inanamıyordum. Donuk irislerindeki enkazda bir duygu bulurum diye bakınsam da çabam sonuçsuz kalmıştı. Yaşaması için gereken tüm umutlarını çaldırmıştı köy halkına. "Neden yaptınız?" "Ölmek istiyorum. Su Tanrısı zaten istediği kurallar dışındaki gelini kabul etmeyecek. Eğer ölürsem başkasını -bakire birini- bulup onu kurban ederek köyü kurtarabilirler. Mana köyün utancı olmak umurumda değil. Herkesi lanetleyemem." Sırf kan olmuş bezi çekip kolundaki kesiği inceledim. Fazla derin gözükmese de kan durmuyordu. Parmaklarıma bulaşan kana takıldı bakışlarım. Rüyamdaki adamı dinlemeseydim sabah Aithra hanımımın cesedini bulacaktım. İçimden bir ses kesiğin acısına rağmen durmayacağını söylüyordu. Makası bileğinden nasıl serin kanlılıkla çektiğini hatırladığımda ürperdim. Bu gece onu alıkoymuştum. Peki ya sonraki geceler? Bir gün yarım bıraktığı işi bitirecekti. Kafamın içine üşüşen kötü fısıltılar bir karara varmamı sağladı. "Hanımım Troia beyimi çağırır mısınız?”
Sizce Mananın aklında ne var? Bölümde en sevdiğiniz yer neresi oldu? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere <3 |
0% |