@endless_q
|
▏₰ Mana “Ne yaptın?” Lafı dolandırmadan direkt sorduğumda gözlerini kaçırdı. Ellerini iki yana açarak dudak büktü. Saf ayağına yatıyordu. “Ben masumum.” “Ulan bari yaptığın şeyin arkasında dur.” Ragnar kınarcasına konuştuğunda Towa işaret parmağını susması için dudaklarına götürmüştü. Aptal, çaktırmamaya çalışsa da ne yaptığını görüyordum. Gözlerimi Ragnar’dan alıp ona çevirdiğimde elini anında indirdi. Ellerini belinin arkasında kelepçeleyip ıslık öttürmeye başladı. Sinirden gözüm seğiriyordu artık. “Suç bende. Bir planım var dediğinde zorla da olsa ne yapacağını öğrenmem gerekirdi!” Towa’yı tanıdığım şu birkaç günde onun tabiatını çözmüştüm. Kesinlikle kurnaz bir adamdı. Tek kusuru bir işe kalkıştığında sonunu düşünmemesiydi. Yaptığı şey her neyse belli ki sorunu kökünden halletmişti. Yoksa Su Tanrısının bir damla sıcaklık barındırmayan yıkıcı öfkesi tavan yapmazdı. Kahretsin. Benim yüzümden başını derde sokacaktı. “Gidip onunla konuşacağım.” Diyeceklerini beklemeden yanlarından geçecekken bileğime sarılan parmaklardan kolumu sinirle savurarak kurtuldum. Hışımla Towa’ya döndüm. Onu şu anda öldürmek istiyordum! Fikrimi sormadan iş yapmıştı! Kimsenin benim için fedakârlık yapmasını istemiyordum. Su Tanrısı kavga etmek istiyorsa istediğini alacaktı! “Enteresan. Aron ağzımı burnumu kırmak istediğinde nasıl bakıyorsa şu anda öyle bakıyorsun.” “Biraz daha konuşmaya başlamazsan düşüncelerini gerçeğe çevirmekten hiç gocunmam.” Elini ensesine atarak suçlu bir ifadeyle ovdu. “O kadar da abartılacak bir şey yapmadım.” Bunun üzerine Ragnar’dan küçümseyici bir “Hah!” nidası çıktı. Besbelli yapmıştı işte! “Lan sen kimin tarafındasın!” Kendini açıklamak için çırpınırken Ragnar’ın işini yokuşa sürmesine sinirlenip bağırdı. Ragnar Towa’nın sorusuna tek kaşını kaldırarak yanıt verdi. Cevabı gayet açıktı. “Ragnar’a sataşmayı bırak da konuş artık!” Kendine suç ortağı arıyordu birde. Sabrım sınırın eşiğine dayanmıştı. Towa’da bunu anladığından anında Ragnarla ilgilenmeyi kesip her şeyi bir bir öttü. “Şey, senin varlığını tüm Kaldera’ya çıtlatmış olabilirim.” Deyince gözlerimi büyüttüm. Hayır, bir dakika. Hemen galeyana gelmemeliyim. Hem bunda ne gibi bir sorun var ki? Towa’yı atlayıp Ragnar’a baktım. Ragnar ilk önce ona bakmama ilgisiz kaldı. Sonra olayın ciddiyetini anlamakta zorluk çektiğimi anladı. "Aron gelininin ihanetinden sonra kendisi için kurban edilen bütün kadınların topraklarına adım atmadan evvel nefeslerinin sonsuza kadar kesilmesini emretti. Bizde onun isteğini yerine getirdik." Soğuk kanlılıkla sarf ettiği cümlelerden çıkan bıçakların hedefi onlara olan güvenim olmuştu. Güvenime atılan keskin yarıkların acısı, metalik sıvının eş zamanlı kokusu, doğrudan düşüncelerime sızdı. Kim bilir listelerinde kaç çentik vardı. “Bu topraklar yıllardır bir gelinin dokunuşlarına, şefkatine hasret duyuyor. Aron gelinlerden kurtulmamızı emrederken aynı zamanda öldürdüklerimizden halkın haberdar olmaması için bizi tembihledi. Towa seni buraya gizlice getirdiğinden saraydaki varlığından habersizlerdi. Bu gerizekalıysa halka bilgiyi sızdırdı! Yıllar sonra gelin müjdesini alan ahali sevince boğuldu. Şimdiden kutlamalara başladılar bile. Bu da demek oluyor ki—” "Artık benim varlığımı yok sayamaz." Sözünü kesip diyeceklerini kendi kendime mırıldanarak tamamladım. Beni kabul etmek zorundaydı. Uzuvlarımı uyuşturarak duygularıma dolanan bu duygunun başını büyümeden ezdim. Zararsız dursa da özünde zehrini içime akıtmak isteyen bir yılandı. Çatallı dilini görebiliyor, ruhundan gelen tıslamayı işitiyordum. An kolluyordu. "Aklını mı kaçırdın?" Kekremsi bir tat dilime yayılıyordu. Ateşe verilen umutlarım yeniden küllerinden doğmak istiyordu. Kızıl korlar tekrar alev almak için küçük bir harlanma bekliyordu. Atacağım tek oduna bağlıydı her şey. Ya eskisinden daha güçlü yanacaklardı ya da hüsrana uğrayıp tamamen söneceklerdi. Katı bir tavırla hesap sorarken öfkemin temelinin bana yeni bir umut vermesine bağlı olduğunu biliyordum. Kapılacaktım. Kapılacak ve tekrar tepetaklak olacaktım. Çay kırmızısı rengindeki göz bebekleri yaptıklarından en ufak bir pişmanlık duymadığını ihbar ediyordu. “Başka çare bırakmadı ki bana! Seni ömrün boyunca burada tutacağını düşünecek kadar saf olamazsın. Eline fırsat geçtiği anda tehditten kurtulacaktı. Kullanabileceğim en faydalı yöntem senin varlığını Kaldera halkına bildirmekti.” Bir yanım avaz avaz ‘O haklı!’ dese de diğer yanım alacağı ceza için tasalanıyordu. Benim için neden bu kadar ileri gidiyor? Gerçi olan olmuştu. Hayıflanmak için çok geçti. "Tartışmayı sonraya bırakın. Acele etmezsek Aron bizi çarmıha gerip millete ibret olsun diye meydanda sallandıracak.” Su Tanrısının faaliyete geçmiş bir volkanı andıran öfkesi buram buram tütüyordu. Kehribarlardaki lav üstümüze püskürmeden evvel yanına gitsek iyi olacaktı. Towayla birlikte sözsüz bir kabullenişle anlaşarak Ragnar’a katıldık. "Hadi çıkalım şuradan. Bedenimden anbean çekilen enerjiyi hissetmek berbat hissettiriyor." Towa sahiden kötü hissediyor olmalı ki yüzünü ekşitmişti. Önden giden Ragnar da aynı durumu yaşıyor olmalıydı. Büyü gücüm olmadığından kristallerin yanında kalmak benim için zahmetsizdi. Muhafızlarla geldiğim yolu Ragnar ve Towayla geri yürürken üçümüzün de bundan sonra neler olacağını kara kara düşündüğüne bahse girebilirdim. İhanet çeşit çeşittir. Su Tanrısının güvenini sunduğu gelin nasıl bir ihanet etmişti ki bedelini diğer gelinler ödüyordu? Casusluk mu yapmıştı? İntikam almak için duygularıyla mı oynamıştı? Sadakatsiz miydi? Aklıma bir sürü olasılık geliyordu. Geçmişten kalan günahların gölgesi uzun olur derler. O gölgeler Su Tanrısının güveninin üstüne düşmüştü. Çıkışa yaklaştığımızda metrelerce ötedeki merdivenin başlangıcı görüş alanıma girdi. Zindanın manzarasını sevmiş olsam da hücredeki taş yatağı arayacağımı hiç sanmıyorum. Sessizce yürümeye devam ederken can sıkıntısından gelirken görmediğim kristalleri veyahut çatallanan yolları inceliyordum. Kaldera ve saray hakkında merak ettiğim düzinelerce şey vardı. Bir ara dışarı çıkıp gizemlerle dolu bu şehri gezmek istiyordum. Ragnar yanımızda olmasaydı Towayla bu konuda sohbet edebilirdim. Bilmiyorum belki de edemezdim, ikisi de bayağı gergindi. Su Tanrısını iyi tanıdıklarından benim aksime başlarına ne geleceklerini iyi biliyorlardı. Bir şekilde onlara yardım etmeliydim ama nasıl? Birkaç küçük taş duvardan koparak yere düşünce çıkardıkları tıngırtı ilgimi çekmişti. İlk yerdeki taşlara sonrada düştükleri kısma baktım. Duvar yontuluyor mu yoksa bana mı öyle geliyor? Gözlerimi kısarak daha dikkatli baktığımda gerçekten de arkadan kazılıyormuşçasına durmadan yere kum döküldüğünü fark ettim. Yanımdakilere baksam da olağandışı bir şey fark etmiş gibi gözükmüyorlardı. Birazdan oradan geçecektik. İçimi kaplayan huzursuzlukla leylaklarımı sorunlu duvardan ayırmamaya özen gösterdim. Her an bir şey önümüze atlayacakmış gibi geliyordu. Usul usul Ragnar’a yanaştım. Tamda korktuğum gibi duvardan bir şey çıkınca Ragnar’ın koluna yapışıp çığlık attım. Towa çığlık atmamla yerinden zıpladı. "Ne oluyor lan!" “H... Hayalet!” Zindan da yaşayan bir hayalet vardı! Sakın bana hücrelerinde ölen mahkumların hayaletlerinin burada gezdiğini söylemeyin! İkisi de bana ne saçmalıyorsun bakışları atınca titreyen parmağımı kaldırarak hemen önümüzde ki şeffaf şeyi işaret ettim. Benim gösterdiğim yere bakınca Ragnar’ın sol dudağının köşesi yukarı doğru kıvrıldı. Bu durum bende ikinci bir darbe etkisi yaratmıştı. Demek duygularından o kadar da soyutlanmamıştı. Hayır, şu anki problem kesinlikle Ragnar’ın gülebilmesi değil! “Aklımızı aldın Mana! Aklımızı!” Neden hala sakinlerdi? Yoksa hayalet sadece bana mı görünüyordu? Hayaletlerin bu tarz yetenekleri var diye biliyorum. “Ya görmüyor musunuz şu şeyi! Hayalet işte! Şeffaf vücudundan karşıyı görebiliyorum!” Sonlara doğru sesim ağlamaklı çıkınca gerçekten korktuğumu anlamışlardı. Towa hayaletin yanına yürüdü. "Dur, gitmesene!" "Endişelenme, zararsızdır." Ne? Şeffaf bir küreyi andıran şeyin yanına gidip başını okşamaya başladığında küre şekil değiştirmeye başladı. Burnu uzadı, kulakları sivrildi ve kuyruğu çıktı. Ağzım beş karış açık bir halde hayvana dönüşen hayaleti izliyordum. Bu bir tilkiydi. Çekik gözlü hayvanın beyaz renkli olması gereken akları dahi siyahtı. Sanki göz yuvaları boşmuşçasına kapkaranlıktı. Ragnar’ın kolunu daha çok sıktım. Vücudu hala şeffaftı. Hatta dumanı andıran bir yapısı vardı. Küçük bir temasla tekrar dağılacak gibiydi. Tilki bellediğim hayalete Towa nasıl dokunabiliyordu? "Bazen Kalderadan olmadığını unutuyorum. Önceden burası hakkında sana bilgi vermemiz gerekirdi. Her şey üst üste geldiğinden fırsatımız olmadı." "Ne zamandan beri mahkumlara zindan hakkında bilgi veriyoruz?" Towa Ragnar’ın iğnelemesine aldırış etmedi. “Korkma Mana.” Başını sevdiği hayvana bakarak “Bu bir Kitsune yani bir tilki ruhu. Buranın gardiyanı gibi bir şey.” dedi. Gardiyan mı? Bir hayalet insanları korkutmaktan başka ne yapabilir ki? Gerçi bu da mantıklı bir çözüm yolu ama yetersiz gibi. “Diyelim ki kristallere rağmen direnci yüksek olan mahkumlardan biri hücresinden firar etti. Kitsune kaçan kişinin peşine düşüp onu afiyetle yiyor. Böylece tüm sorun bizim el atmamıza gerek kalmadan hallediliyor.” Hayvanın bu özelliğinden gurur duyduğu göğsünü gere gere anlatmasından anlaşılıyordu. Ucuz yırtmıştım. Birde beyefendi bana bilgi vermenin gereksiz olduğunu vurgulamıştı! Ragnar’a ters ters bakıp kolunu bıraktım. Ya kaçmaya çalışsaydım? Ayy sonuçlarını düşünmek bile istemiyordum. Towa elini tilki ruhunun kafasından çektiğinde hayvan duraksamadan yoluna devam etti. O gözden kaybolana kadar gevşeyememiştim. Boş bakışlarından duygularının olmadığını kavrayabiliyordum. İçgüdüsel olarak bizi mahkumlardan ayırt edip saldırmamıştı. Ne değişik bir yaratıktı. "Her gördüğün şeye çığlığı basacaksan çok işimiz var seninle." Sanki her gün arka bahçemizde hayalet görüyormuşum gibi davranıyordu. Gözlerimi devirdim. • Tilki engelini aştıktan sonra zindandan çıkmıştık. Dışarı çıktığımızda havanın kararmış olduğunu fark ettim. Geldiğimizde şafak daha yeni yeni söküyordu. Yarım günden fazladır zindandaydım. Sabah gördüğüm girişteki merdivenlerden ikinci kata çıkmıştık. Hala etrafta insanlar dolaştığına göre o kadar da geç bir saatte değildik demek ki. Beni görenlerin yüzlerinde açan gülümsemelere aynı şekilde gülümseyerek karşılık veriyordum. Ne kadar mutlu olduklarına baktığımda halkın dedikleri kadar bir geline hasret kaldıklarını görebiliyordum. Su Tanrısı gelin adını duymaya bile tahammül edemediğinden halkta boş tahtı sorgulayamıyordu tabii. İnsanların Tanrılarına gelin adamayı bıraktığını, Su Tanrısının insanlarca unutulmaya başladığını dahi düşünmüş olmalılar. Bir kişi hariç… Önümden giden Ragnar’a baktım. Biz şuna iki kişi diyelim. Geriye kalan herkes burada olmamdan hoşnuttu. Su Tanrısının çalışma odasına gittiğimizi bildiğimden ellerimin içi stresten terleyip duruyordu. Sırılsıklam olan avuçlarımı sık sık elbiseme siliyor olsam da kısa sürede aynı hali alıyorlardı. Çıtımı çıkarmıyor olmamın kesinlikle bununla alakası yoktu. Uzun koridorda bir sürü odanın yanından geçmiştik. Girişi kadar sarayın ikinci katıda harikuladeydi. En çarpıcı özelliğiyse kapıların yüzeyine kazılmış Lotus çiçekleriydi. Her bir taç yaprağı özene bezene oyulmuştu. O kadar gerçekçi gözüküyorlardı ki yapan kişinin ustalığına hayran kalmıştım. Kapıların hepsi iki kanatlı olduğundan merkeze gelecek şekilde ayarlanmışlardı. Su Tanrısının çalışma odası geniş bir alanı istila ettiğinden koridorun sonundaydı. Kapısının önünde iki muhafız bekliyordu. "Mana sen burada kal." "Neden?" Towa sağına soluna bakıp kimsenin bizi dinlemediğinden emin oldu. Kulağıma eğerek fısıldadı. "Aron bu işi benim yaptığımdan hala emin değil. İçerde haberim yokmuş gibi davranacağım. Ne kadar yerse artık." Ben rahatlığına inanamazken o yaptığından utanmıyordu bile. "Hem seni izinsiz çıkardığımı görürse kellemi uçurur. Kafamın boynumun üstünde kalmasını istiyorsan burada bekle." El mahkûm dediğini kabul ettim. Onlar içeri girdiğinde bende sırtımı duvara yaslayarak beklemeye koyuldum. Beklemekle geçen ilk dakikalar başta sakin ve sessizlikle geçerken sonradan içeride kopan gürültüler ve bağırışlarla yaslandığım yerden doğruldum. Kapının ardını göremeyecek olsam da endişeyle kapıya bakmaya başladım. Muhafızlar içeriden gelen onca gürültüye rağmen yerlerinden kıpırdamamışlardı. İçeri dalmadıklarına göre herhangi bir sorun olmamalıydı. Towa’yı öldürecek değil ya... yapmazdı değil mi? Yanağımın içini dişledim, içeri girmem kötü sonuçlar doğurabilirdi. Üstelik Towa da burada kalmam için uyarmıştı. Ne yapsak diye düşünürken kapının açıldığını duyunca belirsizlikten kafamı kaldırıp o tarafa baktım. Towa patlamış dudağından akan kanı baş parmağıyla silerek yanıma geldi. Genişçe gülümseyerek “Yemedi.” deyince sinirden gülmemek için zar zor tuttum kendimi. Gerçekten bir Tanrıyı kandırabileceği mi sanmıştı? Bir yumrukla yırttığına şükretmeliydi. Elini koridora doğru uzatıp geçmem için öncelik tanıdı. Nereye gittiğimizi bilmesem de eşlik ettim. Ragnar yanında olmadığına göre Su Tanrısıyla kalmıştı. “Demek senin yaptığını anladı.” Dudağındaki yaraya bakarken içim cız etmişti. Towa benim gözümde yaramaz erkek kardeşti. Başını sağa sola sallayıp "Hayır, ama eminde değil." dedi. "E niye vurdu o zaman?" "Bütün oklar beni gösteriyor. Kanıtı olmadığından suçlayamadı da tabi. Bende durur muyum bütün ithamları sonuna kadar inkar ettim. Yine de yılmadı. Şerefsiz önce vurup sonrada elim kaydı dedi inanabiliyor musun!" Towa’nın ettiği hakaret ayaklarımı zamk misali yere yapıştırdı. Onu takip etmediğimi görünce durup bana baktı. "Mana?" "Sen bir Tanrıyla nasıl konuşuyorsun?" Birileri dediğini işitip Su Tanrısına şikâyet etse asılırdı. "Seni bu derece mi korkuttu?" "Towa Tanrının gücenmesinden hiç mi çekinmiyorsun?" Rahatlığı beni delirtiyordu! "Ahahahaha Mana her seferinde beni şaşırtmayı başarıyorsun. Hey, o kadar abartılacak bir mesele değil, çok daha beterlerini yüzüne karşı da söyledim. O yüzden lütfen bayılacakmış gibi bakma." "Aranızda nasıl bir ilişkinin olduğunu görebiliyorum. Diğerlerine kıyasla üçünüz Su Tanrısıyla samimisiniz. Yine de bu kadar pervasızca konuşmak... bilemiyorum Towa. Ya sinirli bir anına denk gelirsen?" Afallamıştı. "Benim için mi endişeleniyorsun?" Yanaklarımdaki sıcaklığın arttığını hissettiğimde utanarak bakışlarımı kaçırdım. Onaylamak için kafamı belli belirsiz aşağı yukarı salladım. Benim gibi yabani birinin kolayca arkadaş edinmesi zordu. Köyümde gerekmedikçe hanımımdan başka kimseyle muhatap olmazdım. Sırıtarak kolunu omzuma attı. “Merak etme. Aron, Ragnar, Caster ve ben çocukluk arkadaşıyız. Kısacası istediğim kadar arkasından atıp tutabilirim. Gerçi duyması iyi olmaz yoksa adamakıllı dayak yerim. Söylediklerim aramızda sır kalsın tamam mı?” “Tamam.” Birden aklına gelen şeyle kahkahalara boğuldu. “İlk kez yüzüne şerefsiz dediğimde daha velettik. Ahahahaha o zaman ki yüz ifadesini görmeliydin Mana! Şok olmuştu. Duyduğu şeyi gerçekten duyduğuna inanamıyordu.” Dediklerini hayal edince bende gülmeye başladım. Donakalmış o hali, zedelenen gururu tam seyirlik manzaraydı. Koridorda kahkahalarımız yankılanıyordu. İyi ki etrafta kimse yoktu. Sonra adımı deliye çıkarıp Su Tanrısının eline koz verebilirlerdi. “Ee sonra ne oldu?” Hatırlamak istemediği kısma gelmiş olmalıyız ki yüzünü buruşturdu. “Ne olacak ağzımı, yüzümü dağıttı. Harbiden iyi dövmüştü beni.” Kıkırdayınca eğlendiğimi anlayıp ters ters baktı. "Bana mı gülüyorsun sen? Yerinde olsam şu durumda beni kızdırmazdım." Pis pis güldü. Pekii, bu beni tedirgin etmeye yetmişti. Yine ne dolaplar çeviriyordu? "Ne demeye çalışıyorsun?" “Şöyle ki; senden tüm Kaldera haberdar. Eh insanların ağzı da torba değil ki büzesin öyle değil mi? Söylentiler yarına kalmadan sel gibi yayılarak dış ülkelere kadar ulaşacak. Bana kalırsa ateş ülkesi Zestiria’ya, hava ülkesi Nevis’e, toprak ülkesi Grenadin’e casusları çoktan senden söz etmiştir.” Strese girmem normal miydi? Lafı dolandırıyordu. "Ee?” Temkinli bir şekilde sordum. "Düşün Mana. Hangi Tanrıya kurban verirsen ver o Tanrıyı yüceltmiş ve gücüne güç katmış olursun. Dünyamızda dört büyük Tanrı var ve bunlardan biri de kuzeyin Su Tanrısı Aron. Gelinini diğer üç Tanrıya taktim etmeli. Tebrik ederim! Gelişin için Maar’da unutulmayacak bir şölen düzenlenecek." “Şaka yapıyor olmalısın. Lütfen, şaka de!” “Kusura bakma güzellik. Aron büyük bir şölen hazırlanmasını emretti. Koşuşturma için kendini şimdiden hazırla derim Kaldera’nın biricik hanımı. Bu bir haftalık süreçte gelinlerin bilmesi gereken bütün eğitimlerden geçeceksin, dinlenmeye vaktin bile kalmayacak.” Su Tanrısı bu kararı alırken sen neredeydin! Tanrı aşkına ben şölenden, takdim edilmekten ne anlarım? Ne yapacağımı, Tanrıların önünde nasıl hareket edeceğimi bir hafta da nasıl öğrenecektim? Onu durdurmadığı için azarlayacakken apar topar bize doğru gelen hizmetçileri gördüm. Tek tip giyinmiş altı kadın ellerini önlerinde bağlayarak üçgen şeklinde dizildiler. Ne oluyor? Sıranın önündeki siyah saçları kat kat kesilerek beline dağılmış hizmetçi eğilerek selam verip “Hanımım benim adım Saya, su sarayının baş hizmetçisiyim. Bugünden itibaren sizin ihtiyaçlarınızla ben ve arkadaşlarım ilgilenecek.” dedi. Onlara bakarken daha şimdiden gözümün önünden şölende rezil olduğum birçok sahne geçiyordu. Bu kez Su Tanrısı beni sağ koymayacaktı! Tanrım, bana yardım et. Yakarışımın tam ortasında yüzüme çarpan hakikatle duraksadım. Lanet olsun... Aklıma yalvardığım Tanrının kocam olduğu gerçeği gelmişti. Bir Towa’ya, bir hizmetçi kızlara bakarak elimi alnıma vurdum. Bitmiyordu çilem.
Bölümde ne sevdiğiniz yer neresi? Bir sonraki bölümde neler olacak? Seviliyorsunuzzz <3 |
0% |