@enverkeremavci
|
Renata, her akşam olduğu gibi, eve girdiği anda üzerine yoğun şekilde pizza kokuları sinmiş olan kıyafetlerini hızlıca çıkarıp kendini soğuk suyun altına bıraktı. Tenine temas ettiği anda, değdiği her noktayı uyuşturacak derecede soğuk olan duş merasimi, gün içerisinde yaşadığı tüm negatif olayları unutturuyor; ertesi günün koşuşturması için enerji veriyor, yeniden canlandırıyordu adeta. Hem, geceleri uyuya kalana kadar o favori köşesindeki kocaman berjerine uzanıp saatlerce ayı izlediği zamanlar yetmiyormuş gibi; biraz da su atlında düşünmeye fırsatı oluyordu. Düşünceler miydi nefesini kesen, yoksa suyun soğukluğu mu hiç önemli değildi. Nefesini kesen, kalbinin atışını sonuna kadar hissettiren bir hayattan o kadar uzaktı ki; bu hissin ne şekilde geldiğinin önemi bile yoktu onun için… Merasimi bitmemişti elbet. Duştan çıkınca ayna karşısına geçti ve kendisini beğendirmesi gereken kimsesi olmamasına rağmen; bakımı için her gün saatlerini verdiği simsiyah saçlarıyla uğraşmaya başladı. O pek havalı olan görünümü için kâkülleri olmazsa olmazıydı. İçeriden bir anda gelen düşme ve kırılma sesiyle irkildi; Robyn yine bir şeyleri kırmış olmalıydı… Onun sakarlığını biliyor olmasına rağmen her seferinde ürküyordu istemsizce; yalnız başına büyümesinin etkilerinden birisiydi belki de. Kapıyı hafifçe araladı ve alay eder bir ses tonuyla seslendi Renata: – Beni çok özledin galiba Rob, yine heyecandan bir şeyleri devirdin sanırım. Birkaç saniyelik sessizlik sonrasında içeriden cevap duyuldu: – Üzgünüm efendim, dur… Yapay olduğu her halinden belli olan, kalınca bir kadın ses tonuyla ve oldukça ağır bir şekilde cevap veren Robyn henüz cümlesini tamamlamamışken, Renata onun zaten ne diyeceğini bildiği için Robyn’in ses tonunun taklidini yaparak kendi kendine geveledi: – Üzgünüm efendim, durumumu biliyorsunuz. Robyn’i taklit ettiği cümlesini tamamlaması ardından bir anda durdu Renata. Aynaya, kendine bakıyordu hala. Ellerini yüzüne doğru götürdü ve usulca okşadı; çenesini, dudaklarını, yanaklarını… Hayattaydı, yaşıyordu, en önemlisi hissediyordu. Bir anda üzüldü Robyn için. Normalde hiç takmazdı böyle şeyleri, hem zaten Robyn sadece bir robottu, ne fark ederdi ki onunla nasıl konuşulduğu. O her halükarda görevi olan işleri yapmaya devam edecekti, kıra döke de olsa… Yine de aklına takılan o garip soruyu soracaktı Renata. Aynada kendisine bir kez daha baktı ve Robyn’in onun için temizlemiş, ayak uzatma mekanizmasını açmış ve yanındaki sehpaya gece kahvesini hazırlamış olduğu berjerine oturdu. Yanı başında, dümdüz bir şekilde durup ona bakar pozisyonda olan Robyn’e meraklı bir ses tonuyla seslendi: – Hiç ölmeyecek olmak nasıl bir duygu Rob? – Yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu bilmediğim için bu soruya cevap veremiyorum efendim. – dedi Robyn, neredeyse yarım dakika süren cevabında ağır ağır. Gerçi zaten, Robyn’in sözü henüz bitmeden Renata derin düşüncelere dalmıştı bile. Bir yandan, kesik kesik ve hafifçe tütüp burnunu gıdıklayan o leziz kahvenin sıcacık fincanını avuçları arasında sıvazlıyor; bir yandan da gecelerine tat katan o çok sevdiği ay ışığını seyrediyordu. Yaşamak ne güzeldi… Hissedebilmek doyasıya, her saniyeyi, her anı… Usulca kıpırdattı dudaklarını Renata: – Aksini düşünemiyorum bile. – dedi. Aleyhine işleyen o görünmez kum saatine inat, bir gün son günü olacağını bilmesine rağmen; ölümlü olmanın, insan olmanın guruyla. Arkasından bir takım tıkırtılar geliyordu yine ama gözlerini bir an olsun ayırmıyordu ayın o güzel ışıltılarından Renata. Kim bilir aile yadigârı, tek arkadaşı… Evet, tek arkadaşıydı Rob. Neyse, şimdi bunları düşünmemeliydi, mutluydu. Anlamıştı zaten tıkırtıların sebebini. Kendi doğduğu zaman, hatta aynı gün; ailesinin ona hem arkadaş hem de hayat boyu yardımcı olması için aldığı o eski model şapşal robot, kendisinden çok daha eski bir teknolojiyi harekete geçirmeye çalışıyordu. Dalgacı bir ses tonuyla: – Umarım onu da kırmazsın, büyük büyükbabamdan hatıra o gramofon. – dedi Renata, pozisyonunu bozmaksızın arkası dönük bir şekilde. Tam sözünü tamamladığı sırada, gramofon iğnesinin taş plak üzerindeki büyüleyici dansı başlamış; birkaç iç gıdıklayıcı gıcırtıdan sonra Chopin resitali başlamıştı bile. Büyük ihtimal çalan parça henüz bitmeden yirmi yedi yaşına girmiş olacaktı. Doğum günlerini pek sevmezdi aslında, ama şimdi bu güzel senfoni ve atmosfer eşliğinde negatif duygulara bürünmek istemiyordu. Yarını düşündü. Uzun uzun yapacaklarını düşündü. İşletmecisi ve baş şefi olduğu pizza dükkânına şehrin en saygın insanlarından birisi gelecekti. Düşünüp hayalini kurarken iyice mayıştı; uzanmaya başladığı açılır berjer üzerinde yüzü yine cama dönük şekilde yan döndü, bacaklarını karnına doğru çekip bir elini yastığının altına, kulak hizasına aldı ve gözlerini usulca yumdu. O yummasaydı da, iyice ağırlaşan gözleri kendiliğinden yumulacaktı zaten. Rob ise her zaman olduğu gibi Renata’yı uykusundan uyandırabilecek en ufacık bir ses bile çıkarmamaya dikkat ederek, usulca, Renata’nın yanına yaklaşıp ayakucunda duran pikeyi; metal ve hareket kabiliyeti kısıtlı olan ellerine rağmen narince üzerine örttü, gramofonu ve ayaklı başucu aydınlatmasını kapattı. Dikkatli hareketlerine devam ederek, usul usul çıktı odadan ve Renata’nın, arada bir, “Bak Rob, bu da senin yatağın.” diyerek; Robyn’e kendisini şarj etmesini hatırlattığı şarj noktasına geçip kendini enerji istasyonuna bağladı. Keyfi kaçmasın diye Renata’ya bugün söylememişti ama sabah olunca, ölüm yıl dönümleri nedeniyle anne ve babasının mezarına ziyarete gitmesi gerektiğini hatırlatması gerekiyordu. Sonuçta doğum gününü kutlayıp Renata’yı mutlu etmek kadar; onu üzeceğini bildiği halde, hatırlatması gerekenler hakkında bilgilendirme yapması da göreviydi. Tabii birde Luna vardı, yarın Luna veteriner gözetiminden çıkacaktı; Renata işteyken onu gidip kendisinin alması gerekiyordu. |
0% |