Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm - Uyanış

@enverkeremavci

Renata, hayatı boyunca böyle yoğun duygu geçişleri yaşadığı bir gün daha geçirmemişti. Günün ilk saatlerinde pizzacı dükkânına gelecek şehrin en saygın misafirlerinden birisini ağırlayacağı için heyecanlanırken; gelen misafiri, Sinyora’yı tanıdıkça büyük bir hayranlık duygusu hissetmeye başlamıştı. Ardından ailesine karşı derin bir özlem hissetmiş; Francesca’yla dertleşirken gözleri dolmaya başlamış, özlemi üzüntüye dönüşmüştü. Son olarak da mezarlıkta yaşadığı şeyler… Şok üstüne şok yaşamıştı adeta Renata. O yoğun şekilde içinde hayranlık duyguları oluşturan kadının oğlu, namı diğer Bay X’in; beraber büyüdükleri en yakın arkadaşı olmasına rağmen babasına ihanet ettiğini, ailesinin ölümünden sorumlu olduğunu öğrenmişti. Peki ya Francesca… Sistem’in kurucusu ve yönetici olan Bay X’in annesiydi ama Sistem’e muhalif düşüncelere sahipti; acaba sadece düşüncelerden mi ibaretti tüm bunlar, yoksa Renata’nın bildiklerinden daha da mı derin birisiydi Sinyora? O kadar yorulmuştu ki bugün, artık tek bir şey dahi düşünmek istemiyordu bir yandan; bir yandan da kendisini düşünmekten alıkoyamıyordu bazı şeyleri...

Mezarlığa geliş amaçları olan aile ziyaretini tamamladıklarına göre dönme zamanı gelmişti artık. Renata ve Sinyora bir an için göz göze geldiler ve Renata söze girdi:

– Ne kadar teşekkür etsem az sana Francesca. İyi ki geldin bugün, iyi ki tanıdım seni. Hem benimle ailemin mezarlığına gelmeyi teklif etmen de oldukça ince bir davranıştı. Tekrardan teşekkürler.

– Rica ederim benim güzel kızım. – dedi Francesca ve mezarlık ziyaretlerinin bittiğini anlayarak “Gel hadi tatlım, saat de epey geç oldu, buraya kadar eşlik ettim; eve de ben bırakmak isterim.” dedi. Sinyoranın cümlesi henüz bitmeden önce ikisi de yürümeye başlamışlardı artık yavaş yavaş. Arabaya doğru yürümeye başlamaları ardından yine geçiyorlardı o tuhaf mezar taşının önünden.

– Baksana Sinyora, bunu gelirken de görmüştüm. Taşın üzerinde mezarın içinde yatan kişinin ismi ve sadece doğum tarihi var; sanırım ölüm tarihini yazmayı unutmuşlar. Hem onun da adı Francesca imiş. Sence de çok garip değil mi, nasıl olur da ölüm tarihi unutulabilir?

– Belki de unutmamışlardır. – dedi Francesca gizemli bir ses tonuyla. Renata gözlerini iyice açmış, kaşlarını yukarıya kaldırmış, ne olduğunu anlamadığını belli eder şekilde başını hafif yana doğru eğmiş, şaşkın bir yüz ifadesiyle Francesca’ya doğru çevirdi bakışlarını ve sorusunu sordu:

– Ama nasıl olur ki böyle bir şey?

– Daha ölmedim de ondan. – dedi Francesca kısa süreli ufak bir mimik hareketiyle gülümseyerek ve devam etti sözlerine:

– Onun hakkında daha fazla konuşmak istemiyordum aslında.

– Oğlunuz?

– Oğlum değil o benim; ben onu reddedeli yıllar oldu. Ama o çok takıntılı bana karşı. Tüm Dünya’yı mahvettiği gibi kendi dünyasını da mahvetti. Sahtelikler onun da dünyasını kuşattı. Hayatında sahte olarak görmediği tek şey benim onun için. Aklı sıra bu mezar taşıyla bana verdiği değeri göstermeye çalışıyor. Nasıl bir değerse artık bu… İnsanlığa değer verseydi de bana değer vermeseydi keşke hiç. Etrafına baksana bir Renata, koskoca şehirdeki tek yeşil alan burası, fark ettin değil mi kızım? – dedikten sonra Renata’nın cevap vermesine imkan tanımadan sinirden elleri kolları titrer bir vaziyette devam etti cümlelerine Sinyora; “Neymiş efendim, ben yeşili seviyorum diye yeşil alan bırakmış-mış! Başına batsın tüm şehir! Başına batsın tüm düzen!”

– Ben… Ben üzgünüm Francesca. Seni germek istemezim; bilmiyordum.

– Nereden bilebilirdin ki kuzucuğum sen. Bak gör işte, benim geleceğim burası. Tam şu noktada yatacağım her şey bittiği zaman. Senin geleceğin nasıl olur bilmiyorum ama umarım Dünya’ya unutulmaz izler bırakırsın yaşamın boyunca tatlı kızım. – dedi Sinyora; artık arabaya varmak üzerelerdi, epey yürümüşlerdi.

– Böyle bir düzen içerisinde Dünya’ya nasıl unutulmaz izler bırakabileceğim ki Sinyora. Baksana hale… En ufacık şeyi bile düşünüyorlar, her ihtimali gözeterek kendileri planlıyorlar tüm geleceğimizi. Ne zaman bir umut tomurcuğu bitecek olsa artık her yeri buz tutmuş olan zihinlerimizde; anında yeni bir fırtına koparıyorlar. Artık daha iyi anlıyorum Sinyora. Maalesef, daha iyi anlıyorum... Tüm şu toprakları, artık hayatımız bittiği zaman değil; henüz yaşarken atıyorlar üstümüze. Düşünmemizi istemiyorlar.

– Evet güzel kızım, çok doğru söylüyorsun. Ama bak sana ne göstereceğim? – derken eliyle ilerideki mezarlık kaldırımlarını gösterdi Sinyora. “Bak kızım, şurada ne görüyorsun?”

– Mezar taşları, mezarlıklar.

– Başka?

– Az ilerisinde ise bizi bekleyen görevlileriniz, arabalarınız Sinyora.

– Ah benim tatlı kızım. Sen benim gösterdiğim o yöne doğru sadece gözlerini çeviriyorsun; sadece bakıyorsun. Ben senden bakmanı değil, görmeni istiyorum. Bence yapabilirsin; sende bu ruh, bu incelik var. Başka ne görüyorsun? Bana, Sistem’in, görmemizi istemeyecekleri şeylerden bahset. – dedikten sonra Sinyora; Renata bir anda dumur olup kaldı. Ne yapacağını bilmiyordu ama hiçbir şey yapmamak daha da utandıracaktı onu. Sakinleşmeye çalıştı. Derin bir nefes aldı gözlerini kapatarak; Francesca’nın, pizzacı dükkânına girdiği o ilk andaki gibi, derin bir nefes… Ardından gözlerini açtı ve Sinyora’nın gösterdiği yöne doğru tekrar baktı. Aynı şeylerdi sanki gördükleri hep; mezarlıklar, mezar taşları, kaldırım taşları, yol boyu döşeli olan kilit taşları, ilerideki adamlar ve arab-… Ama bir dakika, o da neydi? Küçük bir ayrıntı daha vardı sanki baktığı yerde. Acaba onu mu görmesini istemişti Sinyora? Emin değildi ama görebildiği tek farklı şey de oydu. Söyleyecekti gördüğü şeyi artık; çünkü daha fazla sessiz kalması durumunda daha da utanacağı bir halde olacağını hissetti. Gördüğü şey gibi hassas ve narin bir ses tonuyla usulca cevap verdi Renata:

– Otlar Sinyora. Gösterdiğiniz yerde otları görüyorum birde. Hani şu yol boyunca üstüne basarak yürüdüğümüz döşeme taşlarının arasından az da olsa yer yer çıkan yeşillikleri görüyorum, evet.

– Aferin kızım. İşte gördüğün o yeşillikler umudun sembolüdür. Şu an sayıları en azından onları görebileceğin kadar var. – dedikten sonra biraz bekledi Francesca, Renata halen şaşkın bir şekilde bakıyordu kendisine. Sözlerine devam etti:

– Dediğim gibi, şu an onların orada olduklarını görebileceğin kadar türemişler. Ama asıl mesele kızım… Gözle seçilebilecek kadar çoğalmalarını, büyümelerini başlatan o sessiz direniş çığlığı. Betonların arasından, hatta betonu dahi delerek boy gösteren o ilk filiz… Düşünebiliyor musun? Ufacık bir rüzgârda dahi bir o yana bir bu yana savrulan bu hassas, narin canlı; nasıl oldu da imkânsız gibi görünen bu durumun içinden çıkabildi. Ellerini uzatıp, istediğin zaman tutup çekebileceğin kadar güçsüz olan kökleri; nasıl oldu da başlatabildi bu direnişi? Biz de şu an aynı durumda değil miyiz, insanlık da şu an o denli güçsüz gözükmüyor mu düşündüğün zaman? Ama bir direniş Renata, sessiz bir direniş çığlığının minicik kıvılcımı, koca bir alevi görünür kılmaya muktedir olabilir; karanlık kapılar arkasında kilit altına alınmış olan koca bir özgürlük meşalesini yeniden yakmaya imkân doğurabilir. Biz, üreyemiyoruz belki şu an; ama fikirlerimiz Renata, fikirlerimiz… Onlar da mı esaret altına alındı, bedenlerimiz tutsak bırakılırken? Onlar da mı üreyemez, çoğalamaz bırakıldı haince? Hayır! Koca bir hayır, benim güzel kızım. Unutturduklarını sandıkları tüm değerler aslında tam şurada- – cümlesine devam ederken Renata’ya yakın olan kolunu kendinden emin bir şekilde kaldırıp, Renata’nın göğsüne koymuştu Francesca, kalbinin üzerine. Ve artık söylemesine gerek dahi kalmayan o son sözcüğü de çıkardı dudakları arasından “kalbimizde.” Renata bu sefer anlamıştı Sinyora’nın anlatmak istediklerini ama o kadar güzel konuşuyordu ki Francesca; susuyordu özellikle, belki birkaç cümle daha kurar diye.

– Ve bugün güzel kızım… Bugün, aç olmama rağmen pizzanın o ilk dilimini seninle paylaştıran cesur kalbim; beni yarınlarımız için harekete geçirmek için çırpınıp duruyor delice. Ne tuhaf, doktorum ise kriz habercisi diyor buna, kalbim son çırpınışlarını yapıyormuş ona göre. Peki sana soruyorum Renata, eğer gerçekten öyleyse; son çırpınışlarını yapan bu kalp ne için atmalı sence, ne uğruna güç vermeli bana? Üstümüze zorla atılmış ve bir daha açılamasın diye de üzeri betonla kaplanmış bu ölü toprağını delme zamanı değil mi sence de? İşte biz, bu yüzden varız; işte biz, son kalanlarız. Ve son kalan olarak kalmamak umuduyla düşüncelerimizi yayma gayretiyle yola devam ediyoruz.

– Siz… – der Renata söylediği tek hecelik kelimeyi olabildiğince uzatarak şaşırmış bir şekilde.

– Evet kızım, biz. Sistem yandaşlarının deyişiyle “muhalif kesim”, bize göre ise “sır erbapları”. Dışarıdan bakınca güçsüz gözüken; gerektiği zaman ise betonu bile delen sır erbapları…

– Ben… Ben ne diyeceğimi bilemiyorum Francesca. Şaşkınlığımı mazur gör lütfen; birde anlayamadığım bir nokta var.

– Nedir kızım?

– Seni Francesca, seni anlayamıyorum. Çok güçlüsün. Şehrin en saygın insanlarından birisin, statü olarak olduğu gibi maddi olarak da seninle rekabet edebilecek kişi sayısı çok değildir sanırım. Nasıl oluyor da herkesi ve her şeyi bu denli baskı altına alabilmiş olan Sistem, seni bu denli kaçırdı gözünden?

– Zaaflar kızım. Zaaflar… Hani demiştim ya sana Gaspare’nin bana takıntısı var diye; yöneticisinin işte bu zaafı yüzünden açık veriyor Sistem. Sadece bu Sistem değil; aslında tüm sistemler, hatta tüm insanlar için dahi böyledir bu durum. Kendini en güçlü hissettiğin alandan yemez misin hep vurgunları; en ummadığın, en olmaz dediğin şekilde? Kendine en çok güvendiğin an, aslında en savunmasız olduğun andır tatlı kızım; bunu asla unutma. Bu yüzden suyun en sığ olduğu yerde daha çok boğulur insanlar, bu yüzden tenhada değil de en kalabalık caddelerde soyulur ceplerimiz, bu yüzden yaralar alırız en sevdiklerimizden, bu yüzden kırılır kalplerimiz ve yine bu yüzden yıkılır hiç yıkılmaz denen koca devletler. Hadi gel kızım, artık iyice soğudu hava; arabaya geçelim.

Arabaya bindiler ve Renata’nın evinin önüne kadar bir daha hiç konuşmadılar. Francesca’nın fazladan cümleler kurmasına gerek dahi kalmamıştı zaten; Renata ise duyduğu cümleler ardından yoğun düşüncelere dalmıştı. Öyle ki, evinin önüne geldikleri zaman; bunu dahi fark edememişti Renata. Ta ki şoförün sesi duyulana kadar:

– Geldik efendim. – dedi şoför. Francesca, halen daha dalgın bir şekilde camdan dışarıya doğru bakan Renata’nın kulağına doğru eğilerek “Uyan kızım, geldik.” dedi usulca. Derin derin düşüncelere dalmış olan Renata, Sinyora’nın o eşsiz sıcaklıktaki sesini duyar duymaz irkilerek kendine geldi. Başını Francesca’ya doğru çevirdiği zaman, sıcak bir gülümseme eşliğinde kendisine doğru uzatılan zarfı fark etti. Belki de uyanma zamanıydı gerçekten.

Kendisine uzatılan zarfı nazik bir tavırla aldı, gülümsedi ve arabadan inip kaldığı evin apartmanına girdi. Eve girdiği zaman, artık ne iyi ne kötü, hiçbir şey düşünmüyordu. Düşünmekte istemiyordu. Merak etmesine rağmen zarfı dahi açmamıştı henüz. Yeteri kadar yorulmuştu bugün. Robyn ile olan hoş geldin merasimlerini hızlı bir şekilde atladıktan sonra veterinerden dönmüş olan Luna’yı kucağına alıp berjerine geçti. Bugün ayı değil, Luna’nın gözlerini izleyerek uyumak istiyordu. Çok geçmeden de uyuyakaldı Renata.

 

Loading...
0%