@enverkeremavci
|
Valentino, özel görevi için ofiste heyecanla çalışırken; mesai saati içinde olmasına rağmen ofis sınırlarından epey uzakta izbe bir gettoda olan Damien, geceden beri telefonuna gelen telefon aramalarından son derece rahatsızdı. Bu harabeden tek farkı içerisinde insanların yaşıyor olması olan virane mahalledeki tüm alt sınıf insanlar, her telefon sesinde rahatsız edici tuhaf bakışlarla ona doğru bakıyordu çünkü. Orta sınıfın derdi, yemek bakiyesini karşılayabilecek kadar mesleki faaliyet icra etmekti ama bu alt statü olarak sınıflandırılan insanların telefon görüşmesi yapacak kadar dahi bakiyeleri yoktu. Gerçek bir kurtlar sofrasıydı burası. Sabahtan beri aradığı kişiyi bir türlü bulamayan Damien öyle gergindi ki telefonu sessize almak aklının ucundan bile geçmiyordu. Sadece sinirden küplere binmiş halde, sağda solda her yerde, neredeyse gördüğü her kişiye bir adamın adını veriyor, görürlerse onu aradığını söylemelerini tembihliyordu.
Şehrin adeta unutulmuş uzak bir köşesinde bulunan, bu ne olduğu belirsiz gettoya gelmeden evvel, dün ofiste Valentino ile konuştukları gibi sabahın erken saatlerinde Sistem binasına zorunlu DNA örneği bırakmak için gitmişti Damien. Kısa bir süre bina etrafında oyalanıp, sonuçları alması için çağırıldığı zaman gördükleri karşısında kan beynine sıçramıştı adeta. Hayata gözlerini kimsesizler yurdunda açtığını sanmış olan, hiç göremediği anne ve babasını hep bir kazada kaybettiğini düşünmüş olan Damien; gerçeğin acı tokadıyla yüzleşmişti bir anda.
Şimdi de, içerisinde geçirilen vaktin her saniyesinde hayati tehlike riskinin gitgide arttığı bu gettoda babasını arıyordu. Yıllar önce onu kimsesizler yurdunda büyümeye terk eden babasını. Sebebi ne olabilirdi ki? Gerçi, böyle bir şeyin mantıklı bir sebebi dahi olamazdı ona göre. Hadi gerçekten bir imkânsızlık ile yüzleşmiş olunsun; belli bir zaman sonra illa ortaya çıkar, bir şekilde iletişime geçerdi babası. Bunu dahi yapmamıştı. Çok öfkeliydi Damien, gidip hesabını sormalıydı bir an evvel. Ama kargaşalarla dolu bu yerde, babasını bulması da biraz vakit alacak gibi gözüküyordu. Sorduğu kimselerden babasını tanıyanlar çıkıyordu; A yerine git B kişisi ile konuş o seni yönlendirir diyordu tanıdığını iddia eden kişiler de hep. Babasını arayış macerası, dedektiflik oyununa dönmeye başlamıştı iyice. Bu durumdan sıkılmaya başlamıştı Damien; yorulmuştu da artık. Kaç saattir durmaksızın dolaşıyordu izbe yerlerde. Sonunda pes edip, kokuşmuş sokaklardan uzaklaşmaya karar verdi. Ama önce gidip bir yerde biraz soluklanmak istiyordu. Buraya geldiği yolu dahi tam olarak hatırlamıyordu, labirent gibiydi sanki birbirine benzeyen harabelerle dolu tüm bu sokaklar. Geri dönmek için yolu bulmaya çalışırken, önünden daha önceden geçtiğini hatırladığı bir bileyici tezgâhı gördü. Tezgâhtara doğru yanaşıp selam verdi ama bir karşılık dahi alamadı. Yaşlı tezgâhtarın onu duymadığını düşünerek selamını tekrarladı. Ancak yine cevap alamamıştı.
– Buradaki herkes tam bir ucube. – diye mırıldandı usulca. Daha demin iki defa normal bir ses tonuyla selam vermiş olmasına rağmen onu duymadığını düşündüğü ihtiyar kafasını usulca kaldırıp Damien’in üstüne başına baktı yavaş hareketlerle ve cevap verdi:
– Ucube olan biz miyiz yoksa sen misin delikanlı?
– Beni duyuyordun da cevap vermiyordun demek ha? Deli mi etmek istiyorsunuz beni. Buradakilerle sağlıklı bir iletişim kurmak mümkün değil sanırım.
– Buradakiler, oradakiler, biz, siz… – diye mırıldandı adam kendi kendine.
– Ne demeye çalışıyorsun sen ihtiyar? Açıkça söylesene derdini!
– Üstünden başından anladığım kadarıyla buralardan değilsin.
– Ee ne olmuş? Sizden olmayanla iletişim kurmamaya yemin mi ettiniz?
– Konuşurken hala siz - biz ayrımı yapıyorsun.
– Tamam, tamam! Öyle olsun. Şimdi bana yardımcı olacak mısın?
– Kendi çıkarları uğruna dünya nüfusunun yüzde doksan dokuzunu ötekileştirip bir daha da görmezden gelen birisine mi yardımcı olmamı bekliyorsun? Bana deli muamelesi yapıyordun ama senin de pek akıllı olduğun söylenemez.
– Ne? Ne diyorsun sen be!
– Sözde “siz” diye ötekileştirdiğiniz bizden bahsediyorum delikanlı. Söyler misin bana, benim vücudumda akan kanla senin vücudunda akan kan arasında en ufak bir fark mı?
– Delirmişsin sen! – deyip arkasını dönüp yürümeye başlamıştı Damien. Ancak ihtiyar bileyci Damien’in arkasından bağırarak konuşuyordu bu sefer:
– Önce görmezlikten geldiniz. Şimdi de duymazlıktan gelirsiniz tabii. Siz ağzınızı iki saat çalkalayamadığınız zaman dünyanız kararmış gibi hissederken; bu gettolarda ağzına iki aydır bir lokma dahi yemek koyamadığı için açlıktan acılar içinde ölen kaç insan var biliyor musun? Bundan 60 yıl önce insanları, robotlar yok edecek diyorlardı, yanılmışlar; insanları, insanlar yok ediyor delikanlı!
İhtiyar tezgahtarın Damien arkasını dönüp yürürken bağıra bağıra kurduğu bu cümleler, içlerinde yaşam imkanı olamayacak derecede harabe halde olan yapıların içlerinden bir deri bir kemik kalmış insanların dışarıya çıkmalarına sebep oldu. Herkes Damien’e doğru bakıyordu. Ancak Damien’in şehrin bu bölümüne gelirken yürüttüğü tahminin aksine kimse ona doğru yürümüyor, kimse saldırmıyordu; sadece acılı gözlerle bakıyor, kınama cümleleri kuruyorlardı ona bakarak. Fakir olan insanların olduğunu biliyordu Damien ama bu derece bir yokluk içerisinde olunduğunu hiç duymamıştı, kimse bahsetmezdi böyle konulardan. Ona bakan gözler arasından geçerken “Aman, kimin umurunda be!” diye fısıldadı kendi kendine. Damien’e göre, çalışmadıkları için bu haldeydi hepsi; hak etmişlerdi bir şekilde bu hayatı.
Yürümeye devam eden, dönüş yolunu kestirmeye çalışan Damien sürekli olarak etrafı, yapıları, sokaktaki objeleri inceliyordu. Ona yardım edecek bir ipucu arıyordu. Oldukça da yorulmuştu artık. Garip bir gündü onun için. Daha önceden hiç geçmediğini fark ettiği bir sokağa girdi; yine de yürümeyi tercih etti. Sokağın sonuna doğru yaklaştığı zaman çıkmaz bir sokakta olduğunu fark etti. Yine de biraz daha ilerledi; çünkü hemen sokağın bittiği yerde, sağdaki binada dışarıdan bakıldığı zaman pek de döküntü gibi durmayan bir yer çarpmıştı gözüne. İyice yaklaştığı zaman oranın bir restoran olduğunu fark etti. Kirli camlarının ardından - en azından camları vardı - birkaç eski masa olduğunu seçebiliyordu gözleri. Zaten çok da yorulmuştu, belki biraz girip dinlenebilirdi; hem kim bilir, belki buradaki insanlar daha moderndir diye düşündü ve kapıya doğru yöneldi.
İçeri girmek için kapıyı ittirdiği zaman, kapının hemen üstünde, tavandan sarkan ahşap rüzgâr çanlarına çarptı kapı. Damien başını kaldırıp rüzgâr çanlarına doğru baktı; buradaki eşyalar arasında tozlu olmayan tek şey onlardı. Demek ki bu kapı sürekli açılıp kapanıyordu. Ama etrafta herhangi birisini göremiyordu. Kısa adımlarla ve yavaş hareketlerle içeriye doğru gitmeye başladı. Masaların üzerinde, bu devirde artık kullanılmayan kare desenli masa örtüleri vardı; hepsi inanılmaz derecede tozlu gözüküyordu. Karşıda gördüğü duvara doğru ilerlemeye başladı; duvarda asılan objeler dikkatini çekmişti. Masaların arasından geçerken bir eli oradaki masalardan birisine sürtündü. Durdu ve parmak uçlarına doğru baktı Damien. Toz bulaşmıştı. İnanamıyordu kendine, bir umut girdiği bu eski restoran tam bir hayal kırıklığıydı. Parmaklarını dudak hizasına kaldırıp tozunu atmak için üflediği sırada bir ses geldi içeriden:
– Şifre! – diye şiddetlice seslenmişti birisi. Kafasını kaldırıp duvara doğru baktığı zaman; duvarın üzerinde açılır kapanır metal bir kapağın olduğunu fark etti. Ama fark ettiği şey sadece bu değildi. Kapak açılmıştı çoktan; yoksa anlayamazdı zaten. İçeriden sadece gözleri, burnu ve biraz da bıyıkları gözüken pis yüzlü bir adam ona doğru bakıyordu. Evet pisti gerçekten, kararmıştı yüzü. Korktuğunu belli etmemeye çalışarak “Merhaba” dedi Damien. Karşısındaki adam gecikmeksizin cevap verdi:
– Yanlış şifre.
Verdiği cevap ardından bir saniye bile geçmeden harekete geçmişti adam. Kapı arkasındaki, devasa olduğu açılırken çıkardığı şiddetli seslerden rahat bir şekilde anlaşılabilen kilitlerin açılma sesleri duyulmaya başladı. Bir… İki… Üç… Açtıkça açıyordu adam kilitleri tek tek; çıkan her seste Damien’in kalp atış hızı yükseliyordu. Paniklemişti ve hareketsiz kalmıştı. Kapı açılınca, sert bakışlı adamın sadece yüzünün değil; üstünün başının her yerinin aynı şekilde kirli olduğunu fark etti Damien.
– Aa, af edersiniz. Ben, sizi rahatsız etmek istememiştim. – dedi ürkek bir şekilde.
Adam hiç konuşmadan Damien’e doğru yaklaştı. Önce karşısında durdu ve Damien’in yüzüne gözüne baktı; sonrasında da yavaş ama sert, yere değdikçe ahşap zeminden şiddetli sesler çıkartan adımlarla Damien’in etrafında geniş bir yuvarlak çizmeye başladı. Zaten panik bir halde olan Damien, gözlerini kapatmıştı adam etrafında yuvarlak çizerken. Yolun sonuna geldiğini düşünüyordu; gözlerini kapatıp bekliyordu sadece. Adamın, bir turu tamamladığını anlamıştı Damien ayak seslerinden. Gözlerini, kirpiklerini titrete titrete, korkak bir tavırla, usulca açınca adamın karşısında dümdüz durduğunu gördü. E hayattaydı hala.
|
0% |