@enverkeremavci
|
Önceki günün yorgunluğundan dolayı Renata ancak öğlene doğru uyanabilmişti. Uyandıktan sonra da berjerinden hemen kalkamamış, uzun süre tavanı izlemişti olanları düşünerek. Ardından Robyn’in saati hatırlatması üzerine, yeteri kadar sorumsuzluk yaptığını düşünerek hızlıca kalkıp hazırlanmış; kahvaltısını dahi yapmadan pizzacısına gitmişti alelacele. Bu koşuşturmaca içerisinde Francesca’nın dün gece verdiği zarfı da yanına almayı unutmamıştı pek tabii. Dükkâna ulaştıktan sonra enerji vermesi adına günlük kahvesini hazırladı ilk önce. Gelen giden de yoktu. Şöminenin yanındaki masaya geçti, kahvesinden bir yudum aldı; tüm vücudunu gererek iyice bir arkasına yaslandı. Gevşemeye çalışıyordu. Bir yandan da henüz ayılamadığını her halinden belli eden mahmur bakışlarıyla duvarlarda, tavanda gezdiriyordu gözlerini anlamsızca. Masada duran kahve fincanını eline almak için doğrulduğu zaman barın üzerine koyduğu zarfı gördü. Yavaşça kalktı yerinden, gidip zarfı alıp geri döndü koltuğuna. Nasıl olsa kimse yok diye rahat bir şekilde ayakkabılarını çıkardı; az evvel olduğu gibi geniş koltuğunun arkasına doğru yasladı kendini ve dizlerini karnına doğru çekti. Az buçuk tahmin edebiliyordu zarfın içinde ne olabileceğini. Aslında dün gece bu yüzden acele etmemiş, biraz kafasını toplamak istemişti. Sarı saman kâğıdından yapılmış olan zarfı eline aldı ve parmak uçlarıyla hafifçe yokladı kapatıldığı yerden, yukarı doğru iterek. Ucundan baş vermeye başlayınca da tutup çekmeye başladı usulca. Uzun zaman olmuştu eline bir kâğıt veya kitap gibi bir şey almayalı; bu devirde artık her şey elektronikti zaten, imkânlarda azalmaya başlamıştı iyice. Zarfı kapatıldığı yerden usulca açarken çıkan cırt sesi, kağıdın dokusunun parmak uçlarında uyandırdığı o nostaljik his; özlemişti bunları. Yıllar olmuştu bir koleksiyoncuya gidip kâğıtlara, kitaplara dokunmayalı. Hem dahası da vardı: Zarf tamamen açıldığı anda ciğerlerine dolan o eşsiz saman kâğıdı kokusu! Özlememek elde bile değildi… En güzel parfüm kokusundan bile iyi hissettiriyordu bu koku ona. Zarfı açma merasimi bittiğine göre fazla da uzatmamalıydı artık; merakı da iyice cezp etmeye başlamıştı çünkü onu. Elini zarfın içine daldırdığı zaman, kâğıttan daha sert bir malzemeden yapıldığını anladığı bir şey hissetti parmakları arasında. Çekti ve çıkarttı. Özenle ayarlanmış olduğu her halinden belli olan büküm yerlerinden açmaya başladı kartı. Zarfın içinde ne de küçük duruyordu oysa; tamamen açıldığı zaman neredeyse üç zarf büyüklüğüne ulaşmıştı minik kart. Karta göz gezdirmeye başlamıştı artık Renata. En üst kısmında, ortada, büyükçe bir görsel yer alıyordu. Altında italik görünümlü, kendine has bir yazı tipiyle “Sır Erbapları” yazısı olan logoda; boynundaki esaret zincirini çekiştirerek ışığa doğru uçmaya, kaçmaya çalışan güçlü duruşlu bir ejderha bulunuyordu. Zincirin bir ucu ejderhanın boynunda, bir ucu ise ejderhanın yüzünün dönük olduğu ışığın tam ters yönünde; ejderhanın arkasında yer alan karanlıktaydı. Bu görsel Renata’ya oldukça tuhaf ve gizemli gelmişti. Karanlık, bir madde dahi değildi çünkü. Nasıl oluyordu da ejderha oraya zincirlenmiş bir vaziyette kalıp; ışığa doğru özgürce gidemiyordu ki? Bunları düşünürken, psikolojiyle az buçuk ilgili olan Renata’nın aklına birden Cam Tavan Sendromu geldi. Görseldeki tasvir ile oldukça benzerdi. Çünkü bu sendromun tanımına göre kişiler, hayatlarında atmak istedikleri adımları atacakları zaman; önlerinde, metaforik olarak camdan bir duvar olduğunu düşünmekte ve imkanları olduğu halde başarıya ulaşamamaktaydı. Sonra, dün gece mezarlıkta Francesca ile konuştuğu konular geldi Renata’nın aklına. Hafifçe gülümsedi, görsel ile anlatılmak istenileni anlamıştı; özgürlükten uzak olunmasında en büyük engel, insanın hapsedilmiş düşünceleriydi. Oysa bir düşünce nasıl zincire vurulabilirdi ki? Çaresizlik sendromu da bu konuyu çok güzel açıklıyordu aslında. Kaç kere denemişlerdi ki özgür olmayı, ne kadar uğraşmışlardı ki veya en azından yeteri kadar uğraşmışlar mıydı gerçekten? Tam da o anda, yakın zamanda okuduğu bir bilimsel araştırma geldi Renata’nın aklına. Deneyde bir köpek balığı ile köpek balığının besin zinciri içerisinde yer alan birkaç balık aynı akvaryuma koyuluyordu; ancak aralarına camdan bir engel yerleştirilmişti. Uzun zamandır aç olan predatör, oldukça yakın bir mesafede duran avına gitmeyi her denediğinde görünmez bir engelle karşılaşıyordu. Birkaç sefer arka arkaya denedikten sonra hareketleri sakinlemişti köpek balığının; artık avcı içgüdüleri ile davranmıyordu. Ardından, aradaki camdan engeli kaldırmıştı araştırmacılar. Ama yine de hedefine doğru atılmıyordu avcı. Oysa bir kez, sadece bir kez daha denese başarıya ulaşacaktı. Tüm bunları hayal ederken yüzündeki tebessümü, hafif acılı bir tebessüme dönmüştü Renata’nın. Belki de çoktan kalkmıştı özgürlük ile aralarına yerleştirilen, zihinlerini allak bullak eden o camdan duvarlar; ama denemekten, direnmekten yılmıştı insanlık. Bu zarf, sokakları, kaldırımları, neşeleri unutulmuş olan kutlu bir özgürlük yolunu yeniden hatırlatan bir davetçi gibiydi. Sessiz, ama içinde yarım asrın çığlığını barındıran bir davetçi. Francesca, Sır Erbapları’na davet ediyordu Renata’yı. Davet metninin tamamını okudu Renata; ertesi gece, saat 23.00’te özel bir toplantıya davetliydi. Toplantının zamanı belliydi ama nerede olacağı belli değildi diye düşünürken; gözü, kâğıdın en altına ilişti Renata’nın: “Lokasyon yarın bildirilecektir.” Acaba kim, ne zaman ve ne şekilde bildirecekti konumu ona. Nefes alış veriş hızı zaten artmış olan Renata, bir yandan her geçen saniye iyice heyecanlanıyor; bir yandan da ürküyordu. Doğru olduğunu bildiği, en azından buna inandığı yolda; tuhaf bir belirsizliğe doğru yelken açıyordu artık.
|
0% |