Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm - Dostluk

@enverkeremavci

Her zaman olduğu gibi, neredeyse nefes bile almaksızın çalışmıştı bugün de Valentino. Çalışmaya ara verdiği nadir anlar, kafasını usulca kaldırıp duvardaki saate baktığı zamanlardı sadece. Çünkü saat başı kalkıyor, vücudundaki kan dolaşımının idealize olabilmesi için hepi topu kırk adımda tamamladığı ofis içi turunu atıyor geri oturuyordu masasına. Ama o kırk adımlık yolculuğunda bile aklını işinden ayırmıyordu. Sanki kırk adım değil de dört bin adım atmaya kalkmışçasına önceki bir saatin kısa bir özetini geçiyordu kafasında; aklına gelince, içine sinmediği yerler olunca da geri oturduğu zaman ilk o işlerin revizesini yapıyordu. Çok planlı birisiydi Valentino. Onu başarıya ulaştıran da buydu aslında.

Valentino kafasını kaldırıp yine saate doğru baktı; mesaisi bitmek üzereydi artık. Bugün, normalde olduğu gibi saat başı değil; belki de on dakikada bir bakmıştı duvardaki saate. Damien’i düşünüyordu; özlemişti. Son zamanlarda aralarında bazı atışmalar hatta psikolojik şiddet dozu yüksek çatışmalar yaşanıyor olsa dahi, beraber büyümüşlerdi, ağabey ile kardeş arasındaki rutin çekişmelerdi hep bunlar. Beş dakika önce tartışsalar, beş dakika sonrasında sarılıyorlardı hep bir şekilde; bazen gözleriyle, bazense sözleriyle. Ama bugün Damien hiç gelmemişti bile. Ofis çok sessizdi. Damien’in küçük kardeş yaramazlığı yaparak Valentino’yu sinirlendirdiği anlar yaşanmamıştı hiç. Eksik hissediyordu Valentino kendini.

Ofiste son bir saatini, Damien’i düşünmekten kafasını artık işine pek veremez bir halde geçirdi Valentino. Normalde ya tam saatinde çıkardı ofisten, ya da biraz daha kalıp elindeki işi, içinin rahat edebileceği bir seviyeye getirdikten sonra. İşinden başka da bir hayatı yoktu zaten. Ama bu sefer on dakika erken ayrıldı ofisten, hayatından. Damien bunu görse epey bir şaşırırdı; belki de işine gelirdi. Valentino’yu abisi olarak görüyordu görmesine ama hayata karşı olan hırsları, başarı tutkusu bazen gözünü kör edebiliyordu. Valentino’ya göre bir beş dakika dahi olsa fazla kalsa ofiste; belki üst yöneticilerden birisi bunu fark ederdi de onu ödüllendirirdi diye düşünürdü büyük ihtimal. Valentino da Damien’in bu huyunu bildiği için endişeleniyordu zaten onun için. Damien’in, en azından bugün bu kimseye zararı olmayan üste çıkma hırsının; kolaya kaçıp başkalarını alta çekme hırsına dönmesinden korkuyordu Valentino. Eve giderken, tüm yol boyunca bunları, Damien’i düşündü.

Bu sırada, şehrin diğer ucundaki pizza dükkânında sıkıntıdan patlamak üzere olan Renata; dükkânını erken kapama kararı almış, etrafı kontrol ediyordu. Etrafı kontrol ediyordu sadece, çünkü bugün iki masa hariç başka müşteri bile gelmemişti. O masaların, yemek arkası servis kapatma, temizlik ve benzeri tüm rutin işleri de çoktan yapılmıştı zaten. Bugün, önceki güne göre, davetiye olayı haricinde oldukça sıradan ve sakin geçmişti. “Ben çıktıktan sonra ön tarafın kepenklerini indir, ışıkları kapat, güç ünitesine bağla kendini.” diye komut verdi robotuna. Ardından içinde zarfın da olduğu minik çantasını omzuna atıp çıktı dükkândan.

Robyn dün Luna’yı getirmişti getirmesine ama, Renata eve çok geç geldiği ve yorgun olduğu için düzgünce vakit bile geçirememişti patili dostuyla. On dakikalık metro yolculuğu boyunca Luna’yı düşündü; heyecanlıydı, gidip onunla oynamak istiyordu bir an önce. O olmadan ne yapardı bilmiyordu. Tamam, Robyn vardı belki ama o sadece bir robottu; Luna ise bir canlı. Hem de onu karşılıksız seven… Yine de Robyn’in hakkını yememeliyim diye düşündü Renata. Kendisiyle yaşıt olan, aile yadigârı bu eski robot; yeni nesil robotlara göre daha bir içtendi sanki. Duygulara sahip olmadığı için bunun mümkün olamayacağını biliyordu aslında. Ama belki de eski robotların eksikliklerinin tespit edilmesiyle, zaman içinde geliştirmeler yapılan ve yeni nesil robotlarda kullanılmayan özelliklerden birisi; insanlarla, insan gibi hisseder gibi iletişim kurmalarıydı. Yeni nesil robotlarda duyguya dair en ufak bir emare dahi yokken; örneğin Robyn’in konuşmalarında, sanki duygu nedir biliyormuş gibi birkaç ibare yer alıyordu bazı zamanlarda. Bunları düşünürken artık apartmana girmek üzereydi Renata. Kendisini şanslı hissettiren o düşüncelerden sonra eğlenceli bir test yapmaya karar verdi. Kapıyı hep kendisi açardı anahtarla, şimdi ise kapıyı çalacaktı. Kapının önünde kısa bir süre durdu ve kapıyı açıp onu gördüğü zaman sanki görünüşüne dikkat edecek birisi varmışçasına üstünü başını düzeltti önce. Ardından kapıyı tıklattı. Aman Allah’ım, nasıl güzel bir heyecandı bu! En son on iki, on üç yaşlarındayken yaşamıştı; sanki kapıyı annesi açacak ve gülümseyerek karşılayacaktı kızını. Sonra da sımsıkı sarılıp, sırtına götürdüğü eliyle baştan aşağı bir kontrol yapıp; “benim güzel kızım terlemiş mi bakayım yine” diye tatlı bir tavırla kızacaktı…

Yavaş hareketlerle kolunu kaldırdı, az önce kurduğu hayallerin etkisiyle buruk bir gülümsemeyle dahi olsa kapıyı tıklattı üç kere. Kapıyı tıklattıktan hemen sonra başta bir yere düşme sesi duydu içeriden. Sonrasında ise içeriden gelen bu sesin, evinin seramik zemin döşemesinde pıtı pıtı sesler çıkararak koşan köpeği Luna’dan geldiğini anladı; kapı tıklatma sesini duyunca koltuktan atlamıştı herhalde heyecanla… Kapıya doğru uzanan “L” şeklindeki koridoru heyecanlı bir şekilde koşarak geçen Luna, “L” dönemecine geldiği zaman zemine tutunamayarak kaymış ve usulca duvara çarpıp geri devam etmişti koşmaya; bu seslerin hepsini tam olarak ayırt edebiliyordu Retana. İnanılmaz bir sevinç hissediyordu şu an. Tam o sırada kapı bir anda açıldı; Robyn karşısında put gibi duruyordu. “Anahtarınızı mı kaybettiniz efendim?” dedi Renata’ya. Robyn tam bu cümleyi kurduğu esnada Luna koşmasını tamamlamak üzereydi ama bu sefer de duramadı; zeminin etkisiyle kayarak Robyn’in yapay bacaklarına çarpıp, popo üstü kaldı. Başını arkası dönük bir pozisyonda kaldığı kapıya doğru çevirdi poposu üstünde kalmışken. Masum ve hüzünlü gözüken ay bakışlı gözlerini çevirip, gelen kişinin Renata olduğunu anladığı anda olduğu yerden kalkıp; çılgınlar gibi kuyruğunu ve poposunu sallayarak Renata’ya doğru şımarık adımlarla gitmeye başladı. Henüz az evvel, koşmaktan dolayı tutunamadığı zemine, bu sefer de heyecandan salladığı vücudunun etkisiyle tutunamıyor; şapşal bir görüntüyle bir o yana bir bu yana savruluyordu. Hemen eğildi Renata, Luna’nın o güzeller güzeli kafasını avuçları arasına aldı ve “Hanimiş benim güzeller güzeli kızım, hanimiş, annesi mi gelmiş” diye sevmeye başladı. Ardından eğildiği yerden başını Robyn’e doğru kaldırarak, ağzını büke büke ama eğlenceli bir tavırla “Anahtarınızı mı kaybettiniz efendim?” diye Robyn’i taklit etti.

– Bak Robyn, Luna’yı görüyor musun? İşte gerçek bir karşılama böyle yapılır.

– Efendim, eğer isterseniz ben de yaparım bundan sonra onun yaptığı gibi.

– Aman! Aman diyim Robyn! – derken Robyn’i o şekilde hayal ettiği için kahkahalar atıyordu Renata. Gülmesi bitince devam etti konuşmaya.

– Sen iki yüz kiloluk bu metal bedeninle, Luna gibi kıçını başını sallamaya çalışırsan ya bu ev yıkılır ya da artık iyice yıllanmış olan parçaların bağlantı yerlerinden kopar uçar. İki türlüsü de kötü sanki ha? Ama biliyor musun, teşekkür ederim. Bunu teklif etmiş olman bile, haha! Mutlu ettin.

– Ben sizin mutlu olmanız için varım efendim. – deyince Robyn; Renata’nın aklına, eve gelmeden hemen önce düşündüğü şeyler geldi. Daha ne olacaktı ki!

– İyi ki varsın Robyn, iyi ki…– dedi, içeri girdi. Üstünü başını değiştirdikten sonra, günün geri kalan tüm saatlerini Luna ve Robyn ile geçirdi Renata. Mutluydu. Anne babası yoktu belki yanında ama Luna ve Robyn ile aile gibiydiler sanki.

 

Loading...
0%