@enverkeremavci
|
Renata ne olduğu belli olmayan bu eski yerde, korkudan nefesini tutmuş bir şekilde beklerken, duvarda açılan kapının eşiğinde tanıdık bir yüzün belirmesiyle rahatladı. İçini rahatlatan bu tanıdık yüz Sinyora’nın yüzüydü. Henüz birkaç saniye önce duyduğu bağırma sesini duyup da gelmiş olduğunu belli eder bir tavırla: – Aah Gilberto! Bırak benim kızımı. O bizden artık. – dedi Francesca ve kollarını anaç bir tavırla sarılmak için açmış vaziyette Renata’nın yanına doğru yaklaştı. İki elini, Renata’nın omuzlarına koydu ve kısık bir sesle söze girdi. – Merak etme kızım. Gilberto hep böyledir. Fazla korumacı. Hadi takip et beni, toplantı başlamak üzere. Cümlelerini tamamladıktan sonra az evvel geldiği kapıya doğru yürümeye başladı. Üzerindeki stresi atmış olan Renata da onu takip ediyordu. Kapı eşiğini geçtikten sonra önlerinde beliren uzun koridorda ilerlemeye başladılar. Ahşap olduğundan dolayı, üzerinde adım attıkları istisnasız her yer döşemesinden gıcırtı sesleri duyuluyordu. Duvarlarda asılı mumlar haricinde herhangi bir ışık kaynağı bulunmayan bu dar koridora Renata kendi başına girseydi, bu kadar rahat ilerleyemezdi. Fazla gizemliydi, fazla kasvetli... İkili biraz daha yürüdükten sonra, kapısı olmayan bir eşikten daha geçmişlerdi. Geniş bir hole çıkmışlardı artık. Ortam az önceki kadar kasvetli de sayılmazdı. Geniş holün yanında bulunan, öncekilere nazaran daha iyi bir halde bulunan kapının yanına geldikleri zaman Sinyora durdu ve Renata’ya döndü: – Tatlım. Seni hemen içeri alamayacağız. Önce genel bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekiyor sırdaşlarımızla. Sen istersen, şurada oturup bekleyebilirsin. – derken, eliyle kapının biraz yanında bulunan deri puf koltuğu gösterdi. Renata, tamam der gibi başını hafifçe önüne eğdi ve Sinyora’nın kapının öteki tarafına geçmesi ardından puf koltuğa oturdu; etrafı incelemeye başladı. Bu odada birçok tablo vardı, birçok eski obje. Olduğu yerin, her santimi tarih kokuyordu; içerisinde oldukça eski ve kaliteli eşyalar bulunan gerçek bir antikacıydı burası. Sinyora’nın girdiği odanın kapısı haricinde, ileride de bir yol gözüküyordu. Biraz daha dikkatli bakınca, holün ilerleyen kısmında, bir merdiven başlangıcı gördü Renata. Tam da o noktaya odaklanmışken, başta ufakça gelen gıcırtı sesleri giderek artmaya başlamış; sonrasında da merdivenin basamaklarında yuvarlak gözlüklü yaşlı bir adam belirmişti. Merdivenden inen yaşlı adamın yüzü oldukça karizmatik, bakışları da bir o kadar keskindi; ayrıca genel olarak oldukça bilge birisine benziyordu. Üzerindeki eski moda, dikey beyaz çizgili parlement mavisi kruvaze takım elbisesi ve yürümesini kolaylaştıran bembeyaz ve ucunda ejderha motifi bulunan bastonuyla her adımından asalet akıyordu. Sır Erbapları’nın önemli bir kişisi olmalıydı diye düşündü Renata. Adam yürüyüşünü tamamlayana kadar Renata, oturduğu yerden başını yukarı doğru dikerek adamı izlemişti yol boyunca. Renata’nın yanından geçip, az evvel Sinyora’nın girdiği, Retana’nın hemen yanında bulunan kapıdan girecekken Renata tanıdı adamı. Tanıdığı birisini sonradan fark eden insanların yaptığı gibi, oturduğu yerden kalkmaya çalışırmışçasına beden hareketleri yaparak boyunu adama doğru uzatıp “Aa… Siz” dedi Renata şaşkın bir ifadeyle. Tam o sırada içeriye giden kapıyı açmak üzere kapı kolunu çevirmiş; ancak henüz kapıyı ittirmemiş olan adam başını Renata’ya doğru yavaş bir hareketle çevirerek gözlüğünün üstünden baktı, oldukça ince bir mimikle tebessüm etti ve kapıyı açıp içeri girdi. Renata’nın, tanıdığını sonradan anladığı bu yaşlı adam, geçen ay pizzacıya gelerek Renata’dan yardım isteyen adamdı. Adamın, o haliyle, sistem askerlerini aşarak pizzacının bulunduğu muhite kadar gelmesini oldukça şaşırtıcı bulmuştu o gün Renata. Yine de, fazla düşünmeksizin, üstü başı berbat bir halde ve yardıma muhtaç olan yaşlı adamı içeri alıp; ona yemesi için bir şeyler ikram etmişti. Renata, yaşlı adamın bir o günkü halini birde bugünkü halini düşündü. Dükkânına geldiği günü kafasında canlandırmaya çalıştı Renata. O gün kapının açılma sesiyle, gözlerini içeri giren yaşlı adama çeviren Renata; üstünde, birkaç yerinden yırtık olduğu için iç astarı dışarı çıkmış eski gri bir ceket bulunan kambur adam görmüştü. Zar zor adım atan, arada bir olduğu yerde dahi hafifçe tökezleyen adamın; ne yırtık olduğu için parmaklarının bazı kısımlarını açıkta bırakan siyah eldiveni ne de başında bulunan ve kaşlarına doğru iyice indirmiş olduğu siyah şapkası, onun sokakta yaşadığını aşikâr hale getiren kirden kararmış bedenini kapatamıyordu. Eldiveninin ve şapkasının bittiği yerde yeni bir siyahlık başlıyordu; öyle ki, şapkasının içinden aşağıya doğru sarkan ak saçlarının beyazlığı da olmasa, kirlenmişliğin siyaha çalan tonları daha ağır basacaktı suratında. Renata o gün iyi ağırlamıştı yaşlı adamı. Normal bir müşterisiyle nasıl ilgileniyorsa onunla da öyle, hatta daha fazla ilgilenmişti. Adam, Renata’nın özenle hazırladığı pizzasını yerken; Renata dışarıdan Sistem yetkilileri yaşlı adamı görmesin diye, camdan adamın görülemeyeceği bir şekilde adamın tam karşısına oturmuştu. Pizza bitene kadar da, hüznünü belli etmemeye çalışarak uzunca incelemişti adamı o gün. Yaşlı adamın, kendini diğer insanların çoğundan ayıran karakteristik elmacık kemikleri ve hemen üzerinden etrafa ışık saçan okyanus mavisi gözleri olmasaydı Renata tanıyamazdı adamı şimdiki haliyle. Renata, yaşlı adamla olan anısını düşünürken, yanında oturduğu kapalı kapının ardından gelen konuşma seslerinin şiddeti artmıştı iyice. O ana kadar, içeriden gelen sesler, içeride ne konuşulduğunun anlaşılmasına imkân vermeyen bir sakinlikteyken; şimdi her şeyi açıkça duyulabiliyordu kapının önünden. Francesca ve yaşlı adam hariç başka kimsenin sesini tanımadığı için kimin kim olduğunu anlayamıyordu ama artık duymaması imkânsız hale gelen konuşmaları istemsizce ama merakla dinliyordu Renata. – Hayır! Tabii ki de sana karşı çıkmıyorum. Bugüne kadar her zaman yanında durdum ama anla beni… – Neyi anlamamı bekliyorsun Moreno? Onu buraya kadar getirdikten sonra geri mi gönderelim? – diye konuşanın Francesca olduğunu anlamıştı Renata ses tonundan. – Amacım bizi korumak, sırrı korumak sadece. Daha dikkatli, daha sağlam adımlar atmalıyız. Bugün buraya geliyorum ve yeni birisinin katılacağını öğreniyorum. Nereden çıktı? Onu ne kadar tanıyoruz? – Giovanni yönlendirdi beni. O önerdi, ben de gittim tanıştım. – Francesca’nın sesi yine duyulmuştu. – Giovanni… Giovanni… Sana saygım büyük ama insanlar artık karaktersiz. – Benim hislerime güvenmiyor musun Moreno? – dedi Moreno’ya cevap verdiği anlaşılan Giovanni. – His mi? Hah! Yapma Gio…– Moreno konuşmaya devam ediyordu belli ki; ama yapma Gio diye lafını tamamladıktan sonra birkaç saniye sessizlik girmişti araya. Aynı ses, Moreno, devam etti konuşmaya, “Özür dilerim. Bay Giovanni demeliydim.” diye ekledi. İçeriden gelen konuşmaların ses şiddeti azalmıştı azalmasına ama Renata, konunun kendisiyle alakalı olduğunu anladığı için oturduğu yerden kapıya doğru hafifçe eğilmiş ve iyice dikkat kesilmişti konuşulanlara. – İstediğin gibi hitap edebilirsin, biz dostuz Moreno. Sadece, his mi diyerek şaşkınlıkla sorduğun soruyu düşünüyordum. Belki de haklısın. Belki de haksız... Bunu öğrenmemizin tek bir yolu var. Hem sadece benim hislerimle değil, Francesca’nın oluruyla da bu kararı aldık. Sinyora, yeni üyemizi içeriye sen çağırmak ister misin? Birkaç saniye yaşanan yeni bir sessizlik ardından, zemin üzerinde sürüklenen sandalye sesiyle irkildi Renata. Bu sesin hemen sonrasında duyulmaya başlayan, ahşap zemini gıcırdatan adım seslerinden anladığı üzere, hemen yanında bulunduğu ve içeriden gelen konuşmaları daha net duymak için hafifçe eğildiği kapıya doğru gitgide yaklaşıyordu birisi. Hemen doğrulttu kendini ve hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına bir görüntü vermeye çalışan bir tavırla etrafı izlemeye başladı. Kapı aralandı, gelen Francesca’ydı. Hafifçe araladığı kapıya omzunu dayayarak Renata’ya doğru bakan Sinyora, anaç bir ses tonuyla “Umarım seni çok bekletmemişizdir. Gel hadi kızım. Yeni ailen seni bekliyor.” dedi.
|
0% |