@enverkeremavci
|
Sır Erbapları’nın toplantısının bitmesiyle yuvarlak masa etrafındaki sırdaşlar masadan kalkıp odadan ayrıldı. Diğer sırdaşlar, kapının ötesine çoktan geçmiş ve toplantıya girmeden evvel Renata’nın oturduğu deri puf koltuğun olduğu geniş holde birbirleriyle muhabbet ediyorlardı. Masadan en son kalkan iki kişi olan Renata ve Moreno ise oturdukları yerden kalktıktan sonra kapıya doğru yürümeye başladılar. Renata’nın kapı eşiğinden geçmesine çok az bir mesafe kalmışken, arkasından yaklaşan bir elin bir anda kolunu tuttuğunu hissetti. Kolu canının yanacağı ölçüde sıkılmıyordu ama hareket etmesine de engel oluyordu. Ne yapacağını bilemeyen Renata başını Moreno’ya doğru çevirdi. Göz göze gelmeleri ardından Moreno, biraz gergin biraz da gizemli bir ses tonuyla konuşmaya başladı: – Ayağını denk al ve şunu asla unutma: Görev aldın diye vazgeçilmez bir konuma gelmedin. Gözlerim üzerinde… Moreno cümlelerini bitirdikten sonra Renata’nın kolunu bıraktı. Kolu serbest kaldıktan sonra, Moreno’nun kurmuş olduğu cümlelerin etkisiyle gergin bir ruh haline girmiş olan Renata olduğu yerde kalakalmıştı. Moreno ise, Renata ile karşılıklı şekilde birkaç saniye daha durduktan sonra yürüdü ve odadan çıktı. Renata olduğu yerde duruyordu hala, telaşlı bir yüz ifadesi ile öylece karşıya, az önce Moreno’nun durduğu yere doğru bakmaya devam ediyordu. Öyle bir dalgınlık durumuna girmişti ki, kapıdan içeri birisinin girdiğini fark etmemişti bile. Giren kişi Sinyora’ydı. Renata’nın yanına gelip, ne yaptığını anlamak adına onun baktığı yöne doğru baktı Francesca. Sonra bir elini kaldırıp, ense hizasından Renata’nın saçlarıyla oynadı hafifçe. – Tatlım. Ne yapıyorsun sen hala burada? Gelsene, bak herkes içeride. – Tabii Sinyora, geliyorum. – dedi Renata ama enerjisi çekilmiş gibi gözüküyordu. Bunu gören Sinyora: – Seni üzen veya bilmiyorum işte; belki de geren… Bir şey mi oldu kızım? – Moreno garip birisi Sinyora. – dedi Renata. Bunu derken aslında şikâyet ediyor gibi gözükmek istemiyordu ama kendisine çok yakın hissettiği Francesca’ya içini dökmek de iyi gelecek diye düşünmüştü. – Ah… Şimdi anladım. Bizim Moreno işte. Çok takılma söylediklerine. Az buçuk tahmin edebiliyorum neler demiş olabileceğini. O bizim sırdaşlar arasındaki en dikkatli kişidir. Hataya tahammülü olmayan birisi, biraz da dobradır. Biraz, az oldu gerçi dobralığını tanımlarken. Freni yoktur, o an ne düşünürse onu konuşur; ama merak etme tatlı kızım, kötü niyetli değil asla. Sadece söylediklerinin karşısındakini incitebileceğini düşünemiyor. Gel hadi şimdi tatlım. Karnın acıkmış olmalı hem, öyle değil mi? – dedi ve gülümsedi Francesca. – Aslında iyi olur sanırım. – diye Renata’dan cevap alan Francesca bir kolunu kapıya doğru kaldırarak, hadi gel gidelim der gibi bir işaret yaptı ve önden yürümeye başladı. Renata’nın toplantıya girmeden önce beklediği hole çıktıkları zaman etrafta kimse kalmamıştı. “Bak görüyor musun, hemen gitmişler işte. Hadi hızlı olalım da bize de yiyecek bir şeyler kalmış olsun.” dedi Francesca ve toplantıdan önce Giovanni’nin indiği merdivenlere doğru yürümeye başladı. Renata’da takip ediyordu onu. Merdivenleri çıkmaya başladılar, her basamaktan ayrı bir gıcırtı sesi geliyordu. Her yeni basamakta çıkan her yeni ses bir öncekinden ve diğerlerinden farklı gibiydi; adeta bir besteyi tamamlayan notalar gibiydi her biri. Sanki bu tarihi bina bir şeyler anlatmak istiyordu misafirlerine. Basamakları tamamlayıp bir üst kata çıktıkları zaman Renata yeni bir şok daha yaşıyordu. Bu eski, dışarıdan yıkık dökük gözüken binanın ikinci katında her şey değişmişti sanki. Merdivenin son basamağının ardından, yerlerdeki döşeme siyah-beyaz damalı karo şeklinde geniş taşlarla örülmüştü. Dışarıdan bakınca, içerisinde en ufacık bir yaşam belirtisine bile ihtimal verilemeyecek gibi duran binanın, ikinci katındaki bu yer; kocaman, asil duruşlu beyaz saksılar içerisine yerleştirilmiş elegant salon bitkileriyle süslüydü. Duvar kağıtları, tablolar, pirinçten yapılmış detayları olan aksesuarlar, üzerinde ahizesi altından olan çevirmeli bir telefon bulunan ve aynasında altın varaklı el işlemeleri bulunan masif dresuar… Tam Renata’nın tarzıydı burası. Pizzacısını da elinden geldiğince buna benzer bir retro stilde düzenlemişti zaten. Gerçi Renata’nın pizzacısı daha çok eski ama sıcak bir ev gibi hissettiriyordu içine girenleri; oysa burası, eski zamanların şatolarından fırlamış gibiydi adeta. Bir yandan etrafı inceleyen bir yandan da Francesca’yı takip eden Renata; Sinyora’nın, kapısının önünde durup “Bize de bir şeyler bıraktınız umarım.” diye seslendiği odaya doğru baktı Francesca’nın omzunun üstünden başını uzatarak. Az evvel yuvarlak masa etrafında oturan herkes oradaydı, bir şeyler atıştırıp muhabbet ediyorlardı ama her yeri yara bere olan o garip adam yine hiçbir diyaloga dahil olmuyor gibi gözüküyor; hatta konuşulanlara kulak veriyor gibi dahi gözükmüyordu. Renata zaten hemen dibinde, arkasında durduğu Francesca’ya doğru hafifçe yaklaşarak “Sinyora, şu adam kim? Hiç konuşmayan, yüzü gözü yar-” diye sorusunu sorarken Francesca usulca “şşş…” diye fısıldayarak susturdu Renata’yı. Arkasını dönüp, onu odadan biraz daha uzaklaştıran birkaç adım attı ve onunla beraber gelen Renata’ya anlatmaya başladı: – O, sıfır. Yani, ona sıfır deriz aramızda. – Nasıl yani onun bir ismi yok mu Sinyora? Hem niye öyle diyors- – Var. Daha doğrusu vardı, Giovanni biliyor onu da sadece. Sır Erbapları içerisinde olup da Sistem’den gerçek manasıyla en çok eziyet çekmiş kişi odur kızım. Benim daha fazla anlatmam doğru olmaz. Belki bir gün, insanlarla yeniden konuşmaya karar verirse sana kendi anlatacaktır. Acaba daha nelerle karşılaşacaktı Renata. Francesca hayatına girdiğinden beri tekdüze bir günü dahi yoktu artık. Renklenmişti sanki daha önceden siyah beyaz olan hayatı; mutluydu da bundan. İçeri geçip bir şeyler atıştırırken, bu binanın Sır Erbapları’nın gizli merkezlerinden birisi ve Giovanni’nin de yaşadığı yer olduğunu öğrendi Renata. Bu bilgi dışında her şey, tüm muhabbetler oldukça normaldi. Sokakta karşılaşan ve uzun zamandır görüşemeyen yakın arkadaşlar gibi muhabbet ediyor, gülüşüyordu insanlar. Renata, oradan ayrılana kadar Sinyora’nın deyimiyle yeni ailesini izledi, dinledi, tanımaya çalıştı. Sırdaşların muhabbetleri günün ilk ışıklarına kadar devam etti. Ama Renata bu muhabbetlerin birçoğunu kaçırdı; çünkü yemek yedikleri masanın hemen arkasında yer alan geniş ve pofuduk koltukta huzurlu bir şekilde uyuya kalmıştı. Sanki ailesi hayattaymış da, onların muhabbetlerini dinlerken uyuya kalmış gibi tatlı bir ruh hali içinde… – Renata. Renata… – diye sesleniyordu Francesca onu uyandırmak için; küçük çocuğunu uyandırmaya çalışan bir ebeveynin, aslında uyandırmaya kıyamadığını belli eden bir ses tonuyla “Hadi tatlım, gün doğdu, artık şüphe uyandırmadan ayrılabiliriz buradan. Biz ve Giovanni hariç herkes çıktı binadan. Kıyafetlerini şu sandalyenin üzerine koydum. Ben kapıda Giovanni ile konuşuyorum. Sen de giyinince gel.” dedi ve Renata’nın gözlerini açtığından emin olduktan sonra odadan çıktı ve kapıyı kapattı Sinyora. Birkaç saniye mahmur bakışlarla etrafa bakan Retana, Francesca’nın bahsettiği kıyafetleri görünce yarı uzanır pozisyonda yattığı yerden kalktı. Giymesi gerektiği söylenen şeyleri eline alıp incelerken “Tabii ya… Nasıl düşünemem!” diye mırıldandı kendi kendine. Renata’nın elinde tuttuğu kıyafetler, oldukça eski ve kirli gibi gözüken yırtık pırtık birkaç üst baştan ibaretti. Olması gerektiği gibi, sandalyeye asılı olanlarla değiştirdi üzerindekileri. Kendininkileri ise Francesca’nın önceden oraya koymuş olduğu siyah bir çöp torbasına gülümseyerek koydu Renata. Burada her şey düşünülüyordu; ufacık açık dahi yoktu, her şey planlıydı gerçekten. Odadan çıkmadan evvel, masanın yanında bulunan aynada üstünü başını düzeltip kıyafetlerine çeki düzen verirken; yağmurluğa benzeyen ve özenle eskitilmiş kıyafetin cebinde yeni göreviyle alakalı yönlendirme notunu da buldu. Artık her şey tamamdı. Aynada son kez kendisine baktı ve kapıya doğru yöneldi Renata. Odadan çıktıktan sonra, merdivenin hemen yanı başında konuşmakta olan Sinyora ve Giovanni’nin yanına gitti. Francesca, kendisinin orada biraz daha işinin olduğunu belli eden ama oldukça da kibar bir tavırla: – Yolu biliyorsun di mi kızım, yoksa eşlik etmemi ister misin? – dedi. Giovanni ise Sinyora’nın hemen ardından lafa girerek: – Binadan çıkınca bir süre arka sokaklardan ilerlemeye devam et. İnsanların, olması gerektiği gibi normal şartlarda yaşamaya başladığı bölgenin girişine en yakın yer olan caddeye, 7. caddeye vardığın zaman orada eski bir kasap dükkânı göreceksin. İçeri gir. Konuştuğun kişinin Rafiq olduğunu teyit et ve ona “Olduğum gibi görünmeye geldim.” de. Dükkânının arkasında bir odası var; kıyafetlerini rahatça giyebilmen için o sana yardımcı olacak. Giovanni’nin sözlerini dikkatli bir şekilde dinleyen Renata, dizlerini kırıp başını da hafifçe önüne eğerek nazik bir selam verdi ve oradan ayrıldı.
|
0% |