@enverkeremavci
|
Renata, evine sadece birkaç durak uzaklıkta olan pizzacısına gitmek için metro beklerken; şehrin diğer ucunda, Sistem’in alt kuruluşlarından birisinde yazılım ve robotik kodlama işleriyle uğraşan Valentino çoktan iş yerine varmıştı bile. Bilgisayarının yanında öylece duran ve neredeyse tamamı dolu olmasına rağmen üzerinde artık dumanı tütmeyen kahve fincanı, çoğu zaman olduğu gibi Valentino’nun yine kesintisiz bir şekilde çalıştığını gösteriyordu. Neredeyse on kişiye, aynı anda verimli bir çalışma alanı sağlayabilecek büyüklükteki odada Valentino’nun koltuğu hariç diğer tüm koltuklar boştu. Valentino kafasını kaldırıp duvardaki saate baktı, saat 10.30 olmuştu, “Yine nerede kaldı acaba bu sorumsuz?” diye içinden düşünürken bir anda kapı açıldı. İçeri girerken “Ta-da!” diye bağırarak giren orta boylu gözlüklü kişi, Damien, Valentino’nun çocukluktan beri arkadaşıydı. İlişkileri, kimsesiz çocuklar yurdunda başlamıştı. Şu an olduğu gibi, çocukken de ufak tefek ve cılız birisi olan Damien; ondan dört yaş büyük olan Valentino’nun yurt hayatında ona sahip çıkıp, diğer çocuklara karşı arkasında durması olmasaydı büyük ihtimal bugünkü halinden daha özgüvensiz olabilirdi. Ona gerçekten de çok şey borçluydu Damien; özellikle de şu an çalışıyor olduğu iş için Valentino’nun ona kefil olmuş olması, gerçekten de hayat kurtarıcıydı. – Yine enerjin yerinde. – dedi Valentino, “Ta-da!” diye içeri dalan arkadaşına dahi bakmadan, arkası dönük bir şekilde. Yaptığı işi, her zaman olabilecek en iyi şekilde yapmaya çalışan mükemmeliyetçi birisiydi Valentino; dikkatinin dağılmasını hiç sevmezdi. Bu yüzden odanın geri kalanına ve kapıya sırtı dönük şekilde otururdu. – Sen de yine oldukça sıkıcısın Tino. – der Damien alaycı bir tavırla. O sırada bilgisayar çantasını çoktan kendi masasına koymuş olan Damien, çantasının fermuarını bile açmadan Valentino’nun yanına gidip, elini arkadaşının omzuna koydu ve “Ne yapıyormuş bakalım bizim koca oğlan?” diye mırıldandı. Valentino, gereksiz el kol münasebetlerini, tuhaf şakaları pek sevmezdi; çocukluktan beri sürekli yanında olan arkadaşı bunu bilmiyor gibi davranınca da iyiden iyiye gerginlik çöküyordu üstüne. Kafasını hafifçe çevirip, ilk önce omzunda olan ele sonra da neredeyse omuz hizasına kadar eğilip bilgisayarına doğru meraklı meraklı bakan Damien’e doğru baktı. Damien hemen lafa atıldı: – Aman, sen de! Sanki devlet sırrı... – dedi, rahatlığı gevşeklik derecesinde rahatsız eden ses tonuyla; burnuna doğru hafifçe indirdiği gözlüğünün üzerinden Valentino’yu süzerken. – Nereden baktığına göre değişir. – dedi gülerek Valentino, ve ekledi “Biliyorsun, Sistem’in her işi devlet sırrıdır.” – Şu muhabbeti duyan birisi olsa ışınlanmayı keşfettik sanır Tino… Neyse tamam, üstüne gelmeyeceğim. Uygulama ne âlemde, gelişme var mı? – Biraz sen de uğraşsan keşke, belki o zaman daha hızlı yol kat edebiliriz. – Ya… Aklım almıyor, basit bir tanışma uygulamasını nasıl daha fazla geliştirebiliriz ki? Hem dur! Şu haberi gördün mü, hani muhalif kesimin yönetimin hatalarını eleştirdiği, arada yine bizim uygulama da kaynamış. Koca Sistem, kazıyamadı gitti şunların kökünü… – Ne haberi Dam? Neyden bahsedi- – Dur bir saniye. – dedi Damien, bir yandan hızlı hareketlerle cep telefonunu karıştırırken; “Şurada olacaktı, ah evet işte, bak.” diye mırıldandı ve muhalif kesimin internete yaydığı demeç videosunu açtı: “Sayın Dünya vatandaşları, Dünyamız, yakın geçmişte olduğu gibi bugün de büyük bir tehlike altındadır. Geçmişte, Doğu ve Batı bloklarının bitmek bilmeyen çekişmeleri yüzünden nice acılarla yüzleşen insanlık, halkların kuvvetli iradesi sayesinde büyük 34’ birleşimini gerçekleştirerek, çıkar çatışmalarını tetikleyen siyasi sınırları kaldırmış ve büyük bir zulme dur demeyi bilmiştir. Toplumların tek bir çatı altında birleşmesi, olası bir 3. Dünya Savaşı’nın önüne geçmiştir geçmesine; fakat çok sesliliğin getirdiği o güzel ahenk, bireysel ve grupsal bazı çıkarlarını ön plana çıkarmaya çalışanların çirkin girişimleriyle tekrardan bozulmuştur. Bugün, kendini Sistem olarak adlandıran, sözde demokratik süreçlerle başa geçtiğini iddia eden hain yapının insan doğasını zincire vuruşunun otuz beşinci yılındayız. Sene, 2083. Dünya nüfusu, anlık olarak 12 milyara dayanmış durumda. Kaynak kıtlığını öne sürerek insanlara adeta bir hapis hayatı dayatan bu yapılanma, olması gerektiği gibi doğal ve rasyonel yöntemler bulmaktan kaçınıp; insanları baskıyla kontrol etmeye ve baskısı yeni politikalar üretmeye devam etmektedir. 49’da çıkardıkları kanunla aileleri, doğan her yeni çocuk için yüksek vergiler ödemekle yüzleştiren; yapılan işe ve toplumsal statülere bağlı belirlenen kotalara sıkıştırılan besin kimlikleriyle insanlara, temel ihtiyaçlarını bile hayal gibi gösteren bu yoz yapı bunlarla da yetinmemiştir. Özellikle de 2061 Kanunu, insanlığa karşı yapılan ihanetlerden en büyüğü olmuştur. Değerli dünya vatandaşları, sizlere her fırsatta olduğu gibi bugün de aynı soruları yöneltiyoruz: 61 Kanunu’yla elimizden tamamen alınmış olan, canlı bir yapı için belki de en temel içgüdüsel aktivite olan soyu devam ettirme davranışının yasaklılığına daha ne kadar sessiz kalabileceksiniz? Bizler, inandığımız bu yolda, son arkadaşımız da kendini Sistem olarak tanımlayan o densiz grup tarafından acımasız yollarla etkisiz hale getirilene kadar direnmeye devam edeceğiz. Sen, evet sen, bu sözleri dinleyen kişi… Karşındakinin gerçek bir insan olup olmamasına bile bakmaksızın, insansı robotlarla her isteğini her istediğin anda elde etmeyi gerçek mutluluk olarak kabul etmeye başlamış; farklılıkların getirdiği o çok renkliliği ve gizemli heyecanları, aşkı, tutkuyu unutmuş gibi gözüken, sen… Her şeye rağmen, sana, ortak geleceğimize inanmaktan vazgeçmeyeceğiz. Biz hazırız. Peki ya sen?” Damien’in gösterdiği video bitmişti, ama ikisinden de çıt çıkmıyordu. Valentino derin düşüncelere dalmıştı. Büyük ihtimal bu demeci veren kişi hızlıca tespit edilip infaz edilecekti yine. Hatta… Hatta belki o daha videoyu izlerken, kurduğu cümleleriyle onu garip duygulara sokan bu kişi artık çoktan ayrılmıştı dünyadan. Ne içindi bu kadar mücadele? Hangi uğurda yapılıyordu ardı arkası kesilmeyen bu fedalar? 34 yaşında olan Valentino, kendini bildi bileli bu düzenin içindeydi; farklı şeyler düşünemiyordu, normal geliyordu tüm yaşananlar. Gerçi, insanlığın çoğalmasını yasaklayan 61 Kanunu; hataya dahi ortam bırakmamak için karşı cins ile olan münasebeti de bile tamamen yasaklamıştı. Bu açıdan bakınca, mantıklı geldi bir an dinledikleri; gerçekten de özgürlük diye bir şey kalmamıştı artık. Dünya’nın her yeri adeta bir açık hava hapishanesi gibiydi sahiden. Sistem ne öngörürse, ne isterse ve neye ne derece izin verirse o kadar yapabiliyordu insanlar bir şeyleri. – Tamam, normalde de pek konuşkan birisi sayılmazsın. Ama en azından sana gösterdiğim video arkasından birkaç bir şey diyebilirdin Tino. – dedi Damien. – Düşünüyordum. – Neyi? Ah, pardon! Bu da soru mu şimdi… Neyi olacak! Anlamsız cümleleri arka arkaya sıralayan adamın akıl hastası olup olmadığını tabii ki. – cümlesini tamamlarken sırıtıyordu Damien. – Of… Hayır dostum. – diye cevap verirken; bunalmışçasına bir yüz ifadesiyle sandalyesinden bir anda ayağa kalktı Valentino. İkisi de ayaktayken, Damien’in başı, Valentino’nun göğüs hizasında ya vardı ya yoktu. Damien, çoğu zaman yaptığı gibi, özgüvensiz bir tavırla birkaç adım geri attı ve Valentino’nun konuşmasını dinlemeye devam etti. – Bir kere de farklı bir pencereden bakmayı denemez misin sen? – Pencere falan bilmem ben Tino. Arkanı pek dönmediğin için ofiste neler oluyor unutuyorsun sen galiba. – diyip işaret parmağını uzatarak, ofisteki boş koltukları tek tek göstermeye başladı Damien; “Bak şu koltuğa ya da hemen onun yanındakine, hani iki hafta öncesine kadar Sergio’nun oturduğu… Ne görüyorsun? – Boş koltuklara bakıp ne görmemi bekliyorsun Dam? – Hiçbir şey. Çünkü cevap da bu Tino. Kocaman bir hiç-bir-şey! Akşam evine döndüğünde karnına birkaç lokma bir şey giriyorsa, Sistem sayesindedir; bu düzen, bu iş sayesindedir. Unutma. – Bana neyin ne olduğunu, hatta bu iş ile ilgili bir şeyleri anlatacak son kişi sensin Dam, biliyorsun değil mi? – Tamam… Yani biraz abartmış olabilirim. Ama görmüyor musun koca oğlan, bu tımarhane kaçkını muhalif herifler bizi işimizden etmek istiyorlar. – E, anlattıklarına bakacak olursak, haklılık payları da var gibi sanki? – Bana bunu söyleyebilecek son kişi de sensin o zaman! – der Damien hem korkak hem de kızgın bir tavırla. Ardından ise hemen kıkırdamaya başlayarak ekler: “-İnsansı yapay zekâ robotlarla buluşmaya ne dersin?- temalı uygulamayı da ben tek başıma geliştiriyorum sanki.” Damien’in son sözlerinden sonra Valentino yine kısa bir sessizlik sarmalına girmişti sanki. Öylece durup, arkadaşının hareketlerini izliyordu. Damien’i de izlediği pek söylenemezdi aslında; sadece onun olduğu yöne doğru bakıyordu ya da en azından bakıyor gibi görünüyordu. Kafasında dolaşan, hatta koşuşturan tilkilerin sayısı kırktan da fazlaydı son zamanlarda. Hayatında, doğru olduğuna gerçekten inanarak ve isteyerek yaptığı ne vardı ki… Ah! Olmazsa olmazını unuttuk, uyumak. Neredeyse diğer her şeyin boş ve anlamsız gözüktüğü, dört bir yanı sahteliklerle kuşatılmış olan bu yaşam denen macerasında tek kaçış yolu uyku muydu gerçekten; bu çaresizlik hali aklını tırmalamaya başlamıştı yine. Çaresizlik olgusu, koca bir hiç olmaktan çıkıp, onun benliğine azılı bir düşman kesilen bir canavara dönüşüyordu adeta zihninde. Sonra da bilinçaltının en ücra köşesine, sonu olmayan kapkara bir çukur açıyor; çukurun olduğu yere Valentino’yu davet ediyordu canavar. Göz göre göre… Tekrar tekrar… Öyle bir oyun oynatıyordu ki zihni ona, her seferinde, sonunu bile bile kabul ediyordu yeniden oynamayı ve bir daha temizlenmesi mümkün olmayan karanlık çamurlarıyla vurulmayı... Bu bir hastalıksa şayet, pesimistliğin metastazı olabilirdi ancak adı. – Tino, tino… Tino! – diye seslenirken Damien, aslında ellerinden tutup çekivermişti Valentino’yu; o dipsiz uçurumların eşiğinden. – Ne? Ne oldu? Ne var yine? – diye kendine geldi bir anda Valentino. – Bir şey yok koca oğlan, sakin ol… Sadece yine dalıp gittin, bu aralar çok oluyor bu sana. – Ah… Sanırım. – İstersen bugün biraz kafanı dağıtalım, hı, ne dersin Tino? – Nasıl olacakmış o Dam? – dedi Valentino meraklı bir yüz ifadesiyle ve sonrasında hemen gülmeye başlayarak ekledi “Yoksa restoranı şehirdeki tek yeşil alan olan mezarlığa baktığı için yine Sistem binasına yemeğe mi götüreceksin beni?” Valentino’nun alaycı sorusu üzerine, bir yandan utanan bir yandan da kıkırdamaya başlayan Damien “Hayır adamım, o bir hataydı… Boşver şimdi onu. Bak ne diyeceğim, biliyorsun bizim date uygulaması artık erkeklere de partner sunuyor.” – Ee? – Ta-da! diye içeri girmemi neye borçluyum sanıyorsun? Uygulamanın erkeklere hitap eden diğer tarafını geliştiren Ember yok mu, hani yan odada, kızıl saçlı… – Sakın gerçek bir kadınla konuştum deme! Hem de Sistem’e bağlı çalışan bir kurumda. – Hayır koca oğlan, deli miyim ben? – Öyle bir anlatmaya başladın ki, yani bir şey sandım. Aman! – E, kızıl saçlı ama. Ben ne yapabilirim…– dedi Damien; bir yandan, dur bekle der gibi işaret parmağını Valentino’ya doğru gösteriyor bir yandan da gevşek bir şekilde yarım ağız sırıtmaya devam ediyordu. Her göreni irite edebilecek olan o garip gülümsemesini bitirdikten sonra devam etti “Çalıştıkları ofisin kapısı açıktı. Odanın yanından geçip bir iki adım daha atıp; beni göremeyecekleri bir pozisyona geldikten sonra biraz mola verdim orada. – Tabii, on beş metrelik dümdüz koridorda yürümek çok yorar insanı, sen de haklısın, mola şart. – dedi Valentino gülerek. – Tino… Yapma ama, sen hiç merak etmedin mi ne yapıyorlar diye? – Biz ne yapıyorsak onu yapıyorlar Dam. Sistem’in adam kayıracak hali yok ya. – Evet, işte ben de onu diyorum. Anla işte Tino… Biz, kadınlara hitap eden birebir insansı robotlarda ne kadar iddialıysak; onlar da öyle. Hem de bu kadar kısa zamanda, akıl alır gibi değil. – derken şaşkın ifadesi yüzünden düşmeyen Damien; kıkırdamaya başladı ve “Bir erkeği memnun etmek çok daha kolay belki de, ha?” dedi. – Olaya kolaylık veya zorluk açısından değil de; yokluk penceresinden baksan daha isabetli olacaktı sanki Dam. Sistem’in çekinceleri yüzünden, yıllardır karşı cinsiyettekilerin birbiriyle, bırak sevgililiği arkadaş olması dahi yasakken bu uygulamanın bu kadar geç gelmiş olması ne tuhaf di mi? – Sistem’in üst yöneticileri hep kadın galiba. – dedi Damien sırıtarak. – Düşüncelerin yine sığ sularda geziniyor Dam. Oldukça sığ… Bak şimdi. İnsanlar nasıl ürüyor? – diye cümlesine devam ederken, henüz konuşmasını bitirmemiş olmasına rağmen Damien’in kahkahalarıyla dikkati dağılan Valentino, Damien’in de ciddiyet takınmasını istediğini belli eder bir tavırla; işaret parmağının ilk boğumunun ucuyla hafif-sert bir şekilde masaya tıklattı ve devam etti: – Tekrar ediyorum Dam. Sadece dinle. İnsanların üremesi için iki şeye ihtiyaç var, birisi kadın ötekisi erkek. Kadını, koca bir binanın temeli gibi düşün; eğer temelin atılacağı arsa müsait değilse inşaat başlanamaz. Temelsiz bir bina düşünülemeyeceği gibi; kadınsız bir doğal yollu kalıtsal aktarım da düşünülemez. – Yine başladık biyoloji derslerine… Söylesene Tino, acaba senin bir travman falan mı var eğitim sürecinle ilgili? – Yeter! – diye bağırdı Valentino. Damien hemen ilk önce kapıya doğru baktı sonra da başını geri Valentino’ya doğru çevirerek kapıyı işaret etti hafif bir kafa sallaması yardımıyla. – İstersen biraz daha bağır Tino, sesinden mahrum kalan olmadığını garanti edelim, ha? – Kesme konuşmamı dedim sana. Kes-me! – Tamam, tamam, öyle olsun… Ama son 1 dakikan. Birkaç dakika sonra, üst kattaki bir toplantıya katılmam gerekiyor çünkü. Anlatacaklarını ister lise biyolojisiyle anlat, istersen atomu parçala; ama lütfen 1 dakika dolduğunda bitmiş olsun konuşman. – Hele şunun konuşma tarzına bak! Tam bir adisin. Diyeceğimi diyeceğim, sonra def-ol git. Son kez söylüyorum: Sistem’in dayattığı bu düzen, doğrudan kadınları baz alıyor. Çünkü eğer kadını kontrol altına alırsan, tüm Dünya’yı kontrol altında tutabiliyorsun. Olduğumuz yere, yaptığımız işe bak; hatta toplantın bitince def-olup dışarıya çık ve etrafına bak: Ne göreceksin? Kimsesizler yurdundan çıktığımız günden beri ne değişti dünyada, ya da başka bir deyişle; bizi gerçekten de mutlu eden ne girdi hayatımıza? Eğer dikkatlice bakarsan hiçbir şeyin boş olmadığını göreceksin. Sistem durduk yere, hadi bir uygulama çıkaralım da insanların canı sıkılmasın niyetiyle mi başlattı bu projeyi sanıyorsun? Hepimizin gözleri önünde, her birimiz yavaş yavaş sahteliğe alıştırılıyoruz. Çoğumuz, içerisindeki zaten neredeyse her şeyin biz daha ayak basmadan önce profesyonelce kurgulanmış olduğu birer çıkmaz sokakta açmadık mı dünyaya gözlerimizi? Ve o soğuk sokağın, çıkmaz olmayan tarafını unutturmadılar mı bize; bakacağımız yönü bile kendileri belirleyerek? Söylesene, bu gözler, gözlerimiz Dam, belki de hayat denen bu sokağın diğer tarafında baharın ışıltılarını görebilecekken; fırtınalı bir hayatın sahte kışına mahkûm değil mi sence de? İhtimali ufacık dahi olsa, gerçeklik hazzının, midelerimizde kelebekler uçuşuyor gibi hissetmesini engellemiyorlar mı? O kelebeklerin kanatlarına zorla geçirdikleri dikenli kelepçeleri, kanatlarını özgürlüğe çırpmaya çalıştıkları her defasında daha da sıkılaştırmıyorlar mı? Olduğumuz şey gibi hissetmeyelim, olduğumuz şey gibi davranmayalım istiyorlar; biz insan olmayalım, artık hiç insan olmasın istiyorlar Dam. – Vaov! – diye seslenirken; pes ettim dercesine kollarını hafifçe yukarı kaldırmış ve ellerini iyi yana açmış olan Damien: “Tamam. Sen iyice kafayı yedin belli ki. Umarım bu aptal düşüncelerini bir kenara bırakırsın da bundan sonra bu koskoca ofiste tek başıma çalışmak zorunda kalmam.” diyip kapıyı hızlıca açtı ve büyük bir adım atarak odanın sınırlarından çıktı. Kapıyı kapatmak için hafif yan döndüğü zaman, arkasından yüzünün gözükebileceği kadar bir aralık kalınca bir anda durdu; aralığa doğru yavaşça yanaştırdı başını ve Valentino’ya doğru birkaç saniye sessizce baktıktan sonra çılgın bir tavırla “Ta-da!” diye fısıldayarak kapıyı çarptırarak kapattı. Belki de gerçekten kafayı yiyordu Valentino, belki de düşündükleri gerçekten de aptalcaydı. Her neyse, şimdi bunları düşünmemeliydi. Damien’in söyledikleri arasında tek bir doğru vardı belki; o da hayatta kalması için gerekli besin kaynağını Sistem’den aldığı maaş sayesinde temin ediyor oluşuydu. Saate baktı, mesai bitimine sadece 3 saat kalmıştı. Çalışmaya koyulsa iyi olacaktı, daha yapacak çok işi vardı…
|
0% |