@enverkeremavci
|
Renata ve Francesca, şehrin ücra köşesindeki mezarlığa gitme yolculuklarını tamamlamak üzereyken; yol boyunca yer yer şiddetini arttıan yağmur da dinmiş sayılırdı. Artık ufak bir çiselemeden başka eser kalmamıştı gökyüzünün serzenişinden geriye. Şoförün sesi duyuldu: – Gelmek üzereyiz efendim. – dedi ve telsizini eline alarak arkalarında onları takip eden diğer arabalara “Hazırlanın, şemsiyeleri unutmayın.” diye seslendi. Tam o sırada Renata, Francesca’ya doğru gerek yok der gibi baktı. Sesli şekilde iletişime geçmelerine gerek dahi yoktu bu ikilinin. Zevkleri, ruhları aynıydı neredeyse. Francesca’nın sesi duyuldu: – Gerek yok Gabriel. Bugün şemsiyeye gerek yok. – Baş üstüne efendim. Geldikleri mezarlık alanı, şehirdeki tek mezarlıktı. Sistem’in yönetime geçmesi ardına aldığı kararlarla beraber, üst statü olarak tanımlanan aile bireyleri hariç kimse mezar alanlarına defnedilmiyordu. Bu yüzden alan olarak da pek büyük sayılmazdı. Aslında, insanlar da artık ziyaret etmiyordu buraları; Sistem’in istediği de buydu sanki. İnsanları geçmişlerinden ne kadar soyutlarlarsa, özellikle de alt ve orta kesimi, işleyen sistemin başarısız olma ihtimali o kadar azalırdı. Çünkü neredeyse robotlardan kalan tek farkı, damarlarında akan kandan ibaret olan insanlık; ne bugünü ne de geleceği düşünmeyecekti, Sistem’in yönlendirmeleri çerçevesinde ve Sistem’in izin verdiği alanlar dâhilinde hayatlarını sürdürecekti. Geleceğe dair en ufacık bir hayali dahi olmayan insanlar; Sistem’e karşı çıkmalarını tetikleyecek bir hayal kırıklığını nasıl yaşayabilirdi ki zaten… İnsanı, insan yapan her şey unutturuluyordu yavaş yavaş ve bu unutturma planları alt ve orta tabakalardan başlıyordu. Renata’nın yolu tarif etmesiyle içinde bulundukları araç ziyaret edecekleri yere yanaşıca Francesca “Demek burası…” dedi hafif iç geçirerek. Arabadan inme vakti gelmişti. Arkadan onları takip eden güvenlik araçlarından inen görevliler koşa koşa geldiler Francesca’nın ve Renata’nın tarafındaki kapılara. Ama Francesca, güvenliklerden önce kendi araladı kapısını ve başını hafif dışarıya doğru eğerek “Bugün değil çocuklar, burada değil.” diye seslendi. Aynı zamanda şoförlüğünü de yapan baş güvenliği de hızlıca gelmişti o sırada oraya ve “Ama olur mu efend-“ diye düşüncesini sinyoraya iletirken; cümlesini tamamlamaya izin vermeyen Francesca hızlıca tekrarladı: – Gabriel! Burada gerek yok dedim. – dedi alışılmış olmayan şekilde hafif sesini yükselterek ama yine de asil bir tavırla. Ve hemen sesini normal tonuna düşürerek ekledi “Ölülerden mi koruyacaksınız bizi?” Gabriel, bu sözlerin ardına, anladığını belli eden bir tavırla başını hafifçe eğerek kapının önünden çekildi. Francesca’nın inmek üzere hamle yaptığını gören Renata da kapısını açıp dışarıya çıktı. Sinyoranın şemsiyeye gerek yok demesine rağmen, şoförlüklerini yapan Gabriel’in hemen bir arka araçtan iki adet şemsiye çıkardığını gördü o sırada. Evet, kullanmalarına gerek olmayacaktı belki ama hiçbir şeyi ihmal etmiyordu Francesca’nın görevlileri. Belliydi, çok bağlıydılar ona, saygıları da vardı sevgileri de. Ne hoştu… Renata, önde yürüyüp yolu göstermek için Francesca’ya doğru bakıp gülümsedi ve saygısızlık olmaması için önde yürüyeceği halde buyurun der gibi bir işaret yaptı. Aynı hareketi Francesca’dan geri alınca öne geçti ve ağır ağır yürümeye başladı; bir yandan da söze girdi: – Ben normalde buraya hep Sistem taksi ile geliyordum ve o da beni mezarlığın üstteki girişinde indiriyordu. Bu taraftan ilk defa geliyorum ama tahminimce ailemin olduğu bölüm şurada olmalı hemen. – dedi bir yandan ağır şekilde yürümeye devam edip bir yandan da yanlarından geçtiği mezarlıkların üstündeki isimlere baka baka. Anne ve babası yan yana gömülmüştü; biraz daha ilerideydi. Yürürken bir anda duraksadı Renata. İsimliklerine baktığı taşlardan birisinde Francesca yazısını okudu gibi geldi ama tuhaf olan sadece bu değildi; sonuçta birçok Francesca yaşamıştı tarihte. Asıl tuhaf olan, taş üzerinde doğum tarihi vardı ama ölüm tarihi yer almıyordu. Ya da yanlış görmüştü belki de yürürken, emin olamamıştı; ilk defa bu yönden geliyordu. Yoksa ailesinin olduğu yerin hemen birkaç mezar ötesindeki bu garipliği çoktan fark edebilirdi. Bunu düşünürken, yola çıkarken ulaşmak istedikleri hedeflerine ulaşmışlardı bile; Renata, ailesinin başucuna gelince onu takip eden Francesca’ya doğru döndü. Bacaklarını dizlerinden hafifçe büküp eğilerek saygılı bir şekilde izin istedi. Francesca ise bir yandan gözlerini usulca yumarken bir yandan da başını tamam der gibi öne doğru eğdi. Renata, ailesinin ayakucuna doğru geçip dakikalarca mırıldandı; bir şeyler anlatıyordu sanki onlara. Sinyora ellerini önüne doğru bağlamış şekilde, Renata’nın içini rahatça dökmesi için bekledi uzun süre. Renata başını kaldırıp Francesca’ya doğru baktığı sırada, onun da ne kadar hüzünlü olduğunu, kendisine sanki bir şeyler söylemek istercesine baktığını ama söze girmeye çekindiğini fark edince: – Bak anne, bak baba, tanıştırmayı unuttum; Francesca da bugün bizimle. Namı diğer, Sinyora… – Tatlı ve düşünceli takdimin için teşekkür ederim güzel kızım. Ama biz zaten kendileriyle tanışıyorduk…
|
0% |