@enverkeremavci
|
Renata, Francesca’nın itirafından sonra şok geçirmişti. Yıllar önce kaybettiği anne ve babası Sinyora ile nereden tanışmış olabilirdi ki? Francesca kendisinden elli dört, yaşıt olan anne ve babasından da yirmi beş küsur yaş büyüktü. Hem nasıl bir ortak yönleri olabilirdi? Renata’nın anne ve babası tam bir teknoloji aşığıydı. Annesi robot modasıyla ilgilenen bir mühendis, babası ise ünlü bir robot markasının CEO’suydu. Francesca ise her daim geçmişin hasretini çeken, retro bir kişiliğe sahipti. Şaşırmıştı Renata. – Baban. – diye söze girerek; ortamın sessizliğini delen ilk kişi oldu Francesca. “Baban kızım, oğlum Gaspare’nin çocukluk arkadaşıydı. En yakın arkadaşlarıydı birbirlerinin. Babanı görünce, bilirsin… O yüzden bu kadar hüzünlendim. Eski günler geldi aklıma.” diye ekledi hüzünlü olduğu her halinden belli olan tavırlarıyla. Dudakları titriyordu Francesca’nın konuşurken, bunu görebiliyordu Renata. Belli ki çok derinden etkilenmişti gerçekten. Hem şaşırmıştı da, o kadar muhabbet etmişlerdi pizzacıda ama Sinyora, bir oğlunun olduğunu dahi söylememişti ona. – Anlatsana bana Sinyora. Babamı anlat, eski günleri anlat. – dedi Renata titreyen sesiyle. Elinden geldiğince güçlü durmaya çalışıyordu ama sanki bir kelebek dahi dokunsa ağlayıverecekti oracıkta. Gerçi ölüm de bir kelebek gibi değil miydi? Başka bir baharın narin habercisi... – Ah benim güzelim. – diyerek iç çekti Francesca konuşmaya başlamadan evvel. Renata’yı üzmek istemiyordu ama bu kadar tesadüfün ardından; sussa da olmazdı. Anlatmaya başladı: – Oğlum Gaspare ve baban Federico beraber büyüdüler; her şeyi beraber yapıyorlardı, zevkleri ve hayalleri de birbirlerine paraleldi hep. İnsanların hayatlarına dokunmak; çağın ötesinde işler yapmak istiyordu ikisi de küçük yaşlarından beri. Bu hayallerine ulaşmalarında onlara en büyük katkıyı sunacağını düşündüğü bölüme, robotik alanına yöneldiler; üniversite dönemleri de beraber geçti böylece. Eğitimlerinden de çok yüksek derecelerle mezun oldular, zaten alanında öncü tüm profesörler bu çocuklarda ışık var diyordu bizlere. Mezuniyet ardından, çocukluğun vermiş olduğu o uçarı hayallerinin ötesine geçmeye başlamıştı düşünceleri artık. Ayakları öncesine nazaran daha çok yere basan ama fütüristik hayalleri vardı yine. Çağın ötesinde işler yapmayı, Dünya’ya iz bırakmayı amaçlayarak çıktıkları bu yolda günden güne isimleri duyulmaya başlıyordu; fikirleri, projeleri destekleniyordu büyük fonlar tarafından. Henüz çok gençlerdi o zamanlar. Daha sade daha verimli mottosuyla başladıkları bir girişimleri vardı, biliyorsundur; o dönemlerdeki çevreci akımlardan da büyük destekler aldılar elektrikli ve akıllı arabalarına. Sonrasında da işte şu meşhur robotik teknolojisi, bu alanda büyük bir devrimdi yapay zekanın verimli şekilde entegre edildiği akıllı cihazlar. İnsan gibilerdi, bugünkü kadar olmasa da her işte optimum verimlilikte kullanılabiliyorlardı. Böylece büyüyüp gittiler işte kızım; şirketleştiler. – Ama bu nasıl olur? Yani, babamın ortağı… Ama o- – diye söze girmişken Renata, Francesca yarıda bıraktı cümlesini ve ekledi: – Evet kızım, babanın ortağı Gaspare, artık her ne kadar ben onu o şekilde kabul etmesem de benim oğlum. – Bay X. – diye mırıldandı Renata. Artık herkes Bay X olarak tanıyor, o şekilde anıyordu çünkü Gaspare’yi. Sadelik ve verimlilik bahanesiyle beyinleri uyuşturan, insanları adım adım yeni düzene doğru taşıyan o devasa elektrikli akıllı araba girişimlerinin, robotikteki devrimlerin hatta dönemin sosyal medya kanallarındaki ucubeliklerin sahibi Bay X… Sistem’in fikir babası, kurucusu ve halen daha en üst yöneticisi. – Evet kızım, maalesef Bay X. Doğduğu zaman ona, hazineleri koruyan anlamına gelen Gaspare ismini takmıştık; babasıyla ben istiyorduk ki sevinci, aşkı, sevgiyi; insanı insan yapan bütün duyguları her zaman korusun. Ama O, bu değerleri korumak şöyle dursun; tam aksi işler yaptı. Daha doğrusu, başardığı işlerle elde ettiği gücü tam ters yönde kullandı hep. – Peki babam, Sinyora? – dedi Renata acılı bir yüz ifadesiyle “O da mı bu Sistem’in kurucularındandı peki?” – Hayır kızım. Hayır… İçin rahat olsun. Baban, Gaspare’de olduğu gibi ismini taşıyamayanlardan değildi. Biliyorsun, Federico, barış hükümdarı demek. Baban son nefesine kadar insanın insanla barışık olduğu bir düzen hayal ediyordu. Dünya’ya kazandırdıkları tüm teknolojilerin insana, insanlığın geleceğine de katkı sağlamasını istiyordu hep. Zaten bu yüzden…– derken bir anda sustu Sinyora. – Bu yüzden ne? Söylesene Francesca, bu yüzden ne! Neler oluyor, anlamıyorum. – derken ağlamaya başlamıştı bile Renata. – Ah benim güzel kızım, üzgünüm… Gerçekten, çok üzgünüm. Konu buraya gelsin istememiştim, utanıyorum senden. Üzgünüm… Ama biliyorsun, annenle baban trafik kazasında, babanın Gaspare ile beraber kendi tasarladığı akıllı araba içerisinde can vermişti. Kaza ardından olaya ve akıllı arabaya yönelik incelemeler yapılırken; babanın, kazanın hemen öncesinde anneni henüz aldığı, öncesinde ise bir restorandan ayrılırken arabayı çalıştırdığı ortaya çıkmıştı. Güvenlik kameraları incelemesinde, o restoranda içlerinde Gaspare’nin de olduğu bir grupla toplantı halinde olduğu tespit edilmişti. Bunlar söylenti tabii, kesin bir delil hiçbir zaman olmadı ama kazadan sadece birkaç saat önce; baban, yeni bir yönetim sisteminin hayali kuran birkaç arkadaşıyla bir toplantı gerçekleştirmişti. Söylenti deniliyor ama aslında oldukça netti bence. O gün o masada yeni bir sistemin kurulmasına karşı çıkacak, insanlığın geleceğini, doğasını savunacak tek kişi babandı güzel kızım… Diğer hepsi, sonradan Sistem kuruluşunda ve yönetiminde rol aldılar çünkü. Resmi kayıtlarda bu açıkça ortada. Ne yazık… – Senin oğlun…– lafları çıktı Renata’nın ağzından ama devam etmesine müsaade etmedi Sinyora. – Acılı bir anne yüreğiyle, bunu kendim söylemek istiyorum Renata. Başkasından duymaya gücüm yetmiyor artık, dayanamıyorum. Evet kızım, benim oğlum… Benim oğlum bir katil. – derken ağlamaya başlamıştı Francesca. Bir yandan hıçkıra hıçkıra, çaresizce ağlıyor bir yandan da devam ediyordu konuşmaya “Bir katil. Babanın katili… İnsanlığın katili… Hissedenlere eskiden umut veren tüm güzel duyguların katili…” Yere düşmek üzereydi neredeyse konuşurken; eğer Federico’nun mezar taşına tutunmuş olmasa düşecekti de zaten. Devam etti konuşmasına Sinyora: – İşte bu yüzden kızım, bu yüzden… Sonuna kadar savaşmalıyız bizi bize unutturan bu düzene karşı. – Nasıl olacak bu? Her şey onların elinde baksana! – dedi Renata çaresiz ama sinirlendiği belli olan ses tonuyla. Francesca, az evvel düşmekten kendisini tutunarak koruduğu mezar taşına doğru çevirdi kafasını. “Geçmişimiz kızım. Geçmişimize tutunacağız… Çoktan kaybolduğunu sandığımız umutlarımızı, uyuşturulan beyinlerimizin o tenha sokaklarından çekip çıkararak tutunacağız. Bugün birileri son güçlerini, son nefeslerini feda ederek tutunmasaydı; bu uçurum hepimizi alır götürürdü kızım, hepimizi…” Sinyora’nın konuşmasının sonuna doğru ikisinin de ağlaması kesilmişti artık. Öyle bir konuşma yapmıştı ki Francesca, motive olmamak elde değildi. Renata, yaşadığı acıların etkisinde kaldığı o 14 yaşındaki kız çocuğunun etkisinden çıkmıştı artık; çıkmalıydı da zaten. Güçlü olmak zorundaydı. Bir yandan da Francesca’yı düşünüyordu. Haberlerde gördüğü, o yılda bir ortaya çıkıp insanlığın geleceği hakkında demeç veren muhalif kanattandı belli ki. Ama muhalif kesim hep saklanıyordu Sistem’den; o nasıl oluyor da bu kadar ortalıkta dolanabiliyordu, nasıl oluyordu da bu kadar güçlüydü? Kimdi, tam olarak ne yapıyordu sahiden Sinyora?
|
0% |