Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM: "SEVDA TOHUMU"

@ergnyusra

 

 

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

 

 

 

2. Bölüm: Sevda Tohumu

 

Hayat tıpkı iç içe geçmiş bir matruşka bebek gibi. İnsana doğduğu gün armağan edilir ve ölümüne kadar ona eşlik eder. Hayat, matruşkalar gibi açtıkça, içinden başka şeyler çıkarır. Çıkanlar ise onun sunduğu ya acılar ya da mutluluklardır. Bu döngü ancak ölümle biter. Hayat matruşkasında çıkanlar son değil, her an yeni bir başlangıç yaratır. Çünkü hayatın ölüm haricinde, sonlarla işi olmaz. Her sonda yeni bir başlangıca kapı aralar. Bir tek ölüme gücü yetmez.

Hastanenin beyaz koridorunda uzun bir bekleyiş içindeydim. Bu koridorlar içimi ürpertiyordu. Bana eceli hatırlatıyor, ölümün keskin soğukluğunu vurguluyordu. Tüm umutlarım, yaşama sevincim, böyle bir koridorda son bulmuştu. Geriye, acı ve soğuk bedenler bırakmıştı. Şimdi soğuk ve ruhsuz bir bedenle daha karşılaşmak beni korkutuyordu. Dolaylı da olsa birinin ölümüne neden olmak, insanı katil yapar mıydı? Belki de birazdan katil olacaktım. Haşim ağanın fenalaşmasıyla, apar topar hastaneye gelmiştik. O an nasıl geldiğimi ben de bilmiyordum, hâlâ burada neden durduğumu da. Sanırım neden olduğum bu durumun sonucunu merak ediyordum. Doktorlar Haşim Ağa’yı müşahede altına aldı. Babaannemi de başka odaya alarak, sakinleştirici iğne vurdular. Tüm aile buradaydı. Sadık koridorda dolanıp duruyordu. Henüz beni fark etmemişti.

Ettiğindeyse öfkeyle yanıma gelerek, "Yaptığını beğendin mi?" dedi. "Baban gibi, yıkımlar yaratmaya bayılıyorsun. Daha fazla burada bekleme, defol git!”

Mehmet amcam, "Sadık! Elleşme kıza." diye uyardı.

"Amcam haklı baba. Bu kız yüzünden dedem şu an ölümle pençeleşiyor," diyen genç kız oturduğu yerden kalkarak, tam karşıma geçti ve o da Sadık gibi bana öfkeyle bakmaya başladı. "Eğer dedeme senin yüzünden bir şey olursa, seni mahvederim!" Yeşil gözlerinde biriken yaşlarda, öfkenin yansımaları kol geziyordu. İnce dudakları titriyor, kendini bırakmamak için zor tutuyordu. Alnına dökülen perçemleri ve siyah uzun saçları, ona hırçınlığının aksine masum bir ifade veriyordu.

"Dicle!" diyen Demir'di. Uyarı dolu tonu duyunca Dicle, başka bir şey demedi. Bense karşılarında öylece oturmuş, onlara bakmakla yetiniyordum. Canı yanan bu insanların üstüne gitmemek adına susuyordum. Demir, Dicle'nin yanına geldi ve onu kolunun altına aldı.

"Abi, dedeme bir şey olmaz, değil mi?" dediğini duydum. Vicdanımın sesi kendini iyice belli ederken, önüme döndüm. Sadık da benimle uğraşmaktan vazgeçerek; koridorun öbür tarafına, benden en uzağa gitti. Kabul etmek istemesem de yüreğimde, tellere takılan bir serçenin acılı kanat çırpışı gibi bir çırpınış vardı. Bu koridorlarda yeniden acılı bir haber almak beni korkutuyordu. Üstelik her şey benim yüzümden olmuştu. Az sonra yanıma oturan adamla sol tarafıma doğru döndüm.

"Demek sen benim haylaz kardeşimin kızısın!" diyen Mehmet amcam, diğerlerinin aksine şefkatle bakıyordu. Kafamı hafifçe salladığımda, gözlerinin dolduğunu gördüm. Mehmet amcam hiç beklemeyeceğim bir şey yaparak, beni kollarının arasına aldı. Tüm bedenim donup kaldı. Başımın tepesinde dudaklarını hissedince, benim de gözlerim doldu. Bana tıpkı babam gibi sarılıyordu. Sanırım bu ailede babaannemden sonra beni kabul eden tek kişiydi. Mehmet amcam benden ayrılınca ellerini omuzlarımdan çekmedi. Buruk bir gülümsemeyle, "Bakışların tıpkı babana ve dedene çekmiş." dedi.

Ailemin ölümünden sonra ilk defa içim sıcacık oldu. Zemheri soğukta kalmış yüreğim ısınıyordu. Diğer yanıma oturan kadınla bir şaşkınlık daha geçirdim. Bu, konakta çalışanların arasında olduğu için daha önce fark edemediğim Narin halamdı. O da bana Mehmet amcam gibi bakıyordu. Hâlâ otuzlarının başında olan bu kadın, tıpkı adı gibi narindi. Bembeyaz teni, büyük kahverengi gözleri, omuzlarına dökülen siyah saçları ve küçük, kalkık burnuyla çok güzeldi. Mehmet amcam benden kollarını çekince, bu sefer halam beni kollarının arasına aldı.

Derin bir nefes alarak, "Abim gibi kokuyorsun," dedi. Bir kere daha gözlerim doldu ve küçük bir yaş süzülerek yanağımdan aşağı süzüldü. Halam benden ayrılınca gözlerini yüzümün her karesinde gezdirdi. Fısıltıyla, "Çok güzelsin," dedi.

Gülümsemeye çalıştım fakat uzun süredir susuz kalan bir çiçek gibi kuruyan dudaklarım yerinden oynamadı. İçimde de bir sürü kuruyan çiçek vardı. Köklerinden tekrar yeşerecekler miydi, bilmiyordum. Ancak bildiğim bir şey vardı ki, yüreğimde hiç yeşermeyecek iki çiçek her zaman olacaktı. Anne ve babamın ardından susuz kalan o çiçekler, sahipleri olmadan bir daha asla yeşillenmeyecekti. Soluk ve ruhsuz kalacaklardı. Halam geri çekildi fakat yanımda oturmaya devam etti. Sol kolunu sağ eliyle kaldırıp, kucağına koymasını çatık kaşlarımla izledim. Sol kolunu oynatamıyor gibiydi ama elinin parmakları kıpırdıyordu. O an merak ettiğim bu durumu görmezden geldim. Bakışlarım karşımızdaki duvara yaslanan ve ifadesiz gözlerle bize bakan Demir'e kaydı. Göz göze geldiğimizde kaşları hafifçe çatıldı.

Bir kere daha öfkesini kusan Sadık, "Bu kızı, bu kadar kolay mı kabul ettiniz? Annem ve babamı düşürdüğü hale rağmen mi?" dedi. Bu adam beni hiçbir zaman kabul etmeyeceğini açıkça gösteriyordu.

"Onun ne suçu var? Sen de biliyorsun, tek suç Tarık'ın değildi. Şimdi daha fazla tatsızlık çıkarma Sadık. Burası ne yeri ne de zamanı!" diyen Mehmet amcamla yine sustu fakat bana kötü bakışlar atmayı bırakmadı. Haşim Ağa’yı aldıkları odanın kapısı açılınca, herkes o tarafa doğru hareketlendi. Doktorun etrafında toplanan ailenin en arkasında durdum.

Mehmet amcam, "Babam nasıl?" diye atıldı.

Doktor gülümseyerek, "Merak etmeyin, Haşim Bey'in durumu iyi. Küçük bir kalp spazmı geçirmiş ama Haşim Bey eski toprak olduğunu kanıtladı." dedi. Herkesle birlikte ben de rahat bir nefes aldım.

Sevinçle birbirine sarılan aileye son kez bakıp, onları arkamda bırakarak, çıkışa doğru yürüdüm. Buradaki zamanım dolmuştu. Bu ailede bir yerim olamazdı, ben her zaman bir yabancı olacaktım. Haşim ağanın iyi olduğunu duyan kulaklarım, vicdanımın susmasını sağlamıştı. Yüreğimdeki endişeli çırpınışlar durulmuştu. Hastanenin bahçesine çıkınca derin bir nefes aldım ve gecenin kokusuna sarıldım. Elimi sade, siyah tişörtümün açıkta bıraktığı koluma götürdüm ve gözlerimi yumdum. Urfa topraklarında çok fazla kalmayacaktım. Babamın memleketinin her karışını gezip, buralara hiç gelmemiş gibi gidecektim. İzim bile kalmayacaktı. Çalan telefonumla beraber gözlerimi açtım. Arayan Mert'ti. Geceden beri birkaç defa aramıştı ama ben açmamıştım. Onu daha fazla bekletmeden telefonu açtım.

"Alo! Melek neredesin sen? Eve geldim, yoksun. Kaç defa aradım, açmıyorsun. Neden açmıyorsun şu lanet telefonu?"

Öfkeli ve telaşlı sesine karşılık, oldukça sakin bir sesle konuştum. "Sakin ol Mert. Ben iyiyim."

Sakinleşmek adına derin bir nefes aldığını duydum. "Neredesin?"

"Ben Urfa'dayım." dediğimde, "Ne?" diye bağıran arkadaşımla, telefonu kulağımdan çekmek zorunda kaldım. "Ne demek Urfa'dayım? Ne işin var orada?"

Tam konuşacağım sırada Oktay amcamın sesini işittim. "Urfa'ya mı gitmiş?" Çok sürmeden de telefondan gelen hışırtılarla, el değiştirdiğini anladım. "Melek kızım, Urfa'ya neden gittin?" diye sordu. Sesi şüphe barındırıyordu.

"Ben babamdan bir mektup aldım Oktay amca."

Bir süre duraksadığını hissettim. "Her şeyi öğrendin demek…"

Onun bilmesine elbette şaşırmadım. O, babamın en yakın arkadaşıydı. Kısaca, "Evet." dedim.

Mert öfkeli ve sabırsız bir şekilde, "Biri bana da neler olduğunu açıklayabilir mi artık?" dedi.

"Oktay amca, sen Mert'e anlatırsın. Ben şimdi kapatıyorum."

"Tamam kızım. Kendine dikkat et. Bir şey olursa, bizi aramaktan çekinme."

"Teşekkür ederim." Telefonu kapattığımda, bir süre boş boş etrafa bakındım. İçimde değişik ve karmaşık duygular vardı. Bir günde yaşadıklarım, bünyeme çok ağır gelmişti. Konağa geçmeden önce; bu gece kalabilmek için ayarladığım otele gidip, dinlensem iyi olacaktı.

Henüz yerimden hareket edemeden, kolumdan tutulmamla sertçe döndürüldüm. Demir, "Nereye?" diye kabaca sordu.

Kaşlarım çatıldı. Kolumu elinden kurtarıp, onun gibi kaba bir şekilde, "Seni ilgilendirmez!" dedim.

"Şaka mısın? Geldin, ortalığı karıştırdın. Şimdi de arkanı dönüp, öylece gidecek misin?" Öfkeyle yanan gözlerimi, onun kahverengi gözlerine diktim.

"Ortalığın karışmasının tek sebebi ben değilim, umarım farkındasınız," dediğimde bakışları bir an yumuşar gibi oldu. Fakat tekrar sert ve ifadesiz haline geri döndü. "Ayrıca burada kalıp ne yapmamı bekliyorsun?"

Bir şey demedi. Sadece keskin bakışlarını yüzümde tuttu. Buğday teni, köşeli yüzü, koyu kumral saçları ve uzun boyuyla yakışıklı bir adamdı Demir. Boyu bir seksen beşe yakın olmalıydı. Saçları kısaydı ve ona çok yakışıyorlardı. Konuşurken sağ yanağında, hafif bir çukur oluşuyordu. Gülerken bu çukurun daha derin bir gamzeye dönüştüğüne emindim. Onu inceleyen gözlerimi durduramadım.

Bu sefer daha ılımlı bir ses tonuyla, "Nereye gideceksin?" diye sordu.

Gözlerimi kısarak, "Bu da seni ilgilendirmez." dediğimde buğday teni öfkeyle karardı. Keskin bakışları ise bir hançer görünümü alarak parlamaya başladı.

Dişlerinin arasından, "Sabrımı zorluyorsun!" dedi.

Tek kaşımı havaya kaldırıp, kafamı hafifçe oynattım. Alayla, "Umurumda mı?" diye sordum.

Onun da iki kaşı havalandı, gözlerindeki keskin hançer yok oldu ve dudakları alayla iki yana kıvrıldı. "Git bakalım. Seni bulamayacağımı mı sanıyorsun?" Gözlerinde bu sefer farklı bir parıltı vardı.

"Nasıl bulabilirsin ki?" diye sordum fakat bunun saçmalığının farkındaydım. Bu adam buranın en güçlü ve zengin adamıydı. Beni eliyle koymuş gibi bulacağından şüphem yoktu. Yeniden alayla sırıttı ve bana cevap vermedi. Omzumu silkerek arkamı ona dönüp, hastanenin çıkışına doğru yürüdüm. Aklımda kalan keskin gözler ve yüreğimdeki tuhaf hisle beraber, kaldığım otele gitmek için bulduğum ilk taksiye bindim. Bakışlarımı pencereye çevirdim. Hastanenin bahçe kapısından onu görebiliyordum. Bahçenin ortasında durmuş ve hala aynı pozisyonunu koruyarak bana bakıyordu. Gözlerimi ondan çektim ve şoföre otelin adını söyleyerek arkamı yaslandım.

 

 

İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn

TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari

 

oylamayı unutmadık değil mi? :)

 

 

 

Loading...
0%