@ergnyusra
|
KEYİFLİ OKUMALAR
3. Bölüm: Araf
Çok da rahat olmayan otel yatağında, sertçe ve durmadan çalan kapı yüzünden iyice rahatsız olmaya başladım. Sanki beynimin içinde davullar çalıyordu. Sesli bir şekilde nefesimi dışarı verdim ve gözlerimi açıp, yüzümü kapatan kıvırcık saçlarımı çektim. Yataktan kalktığımda kendime gelemediğimi belli eden sersem tavırlarımla yürüdüm. Bir elimle ağzımı kapatarak, esneye esneye kapıyı açtım. Yarı açık gözlerim, karşımda gördüğüm adamla kocaman açıldı. Söylediği gibi beni bulmuştu. Tek kaşı havalanan Demir, beni baştan aşağı süzdü. Seğiren dudağıyla son anda gülümsemesini bastırdı. O an çatık kaşlarımla üzerime baktım. Giydiğim gömlek yaka, pembe pijamaya yüzümü buruşturdum. Ben pembe rengini sevmezdim ama sırf annem aldığı için giyiyordum. Onun bana aldığı en ufak şey bile çok kıymetliydi. Demir'i kapıda bırakıp, içeri girdim. Bir kere daha esneyince, uykuyu çok seven bünyemin yeterince uykusunu alamadığını fark ettim. "Sen herkese böyle kapını sonuna kadar açıp, arkanı mı dönersin?" Sesi sert ve onaylamaz bir tonda çıktı. İçeri girdiğinde kapıyı örttü. O sırada ben de tekrar ona döndüm. Baygın bakışlarla yüzüne bakarak, "Neden, ne olmuş ki?" diye sordum. "Ne demek ne olmuş? Sen korkmaz mısın? İçeri giren ya bir sapık, manyak olursa?" Bu adamın benimle derdi neydi? Sürekli bana kızacak bir şeyler buluyordu. Üstelik bana ne olduğu onu ilgilendirmezdi. Çenemi inatçı ve özgüvenli bir tavırla havaya diktim. Sesimden de akan eminlikle, "Ben kimseden korkmam!" dedim. Onu süzerek, "Ayrıca hiç de öyle bir tipin yok," dediğimde kaşları çatıldı. Durmadım, devam ettim. "Hem diyelim ki karşımdaki bir sapık veya manyak, o zaman benim de elim armut toplamaz herhalde." Bu özgüvenim karşısında gözleri yine parladı. Fakat birkaç saniye sonra gözlerinde alaylı bir ifade belirdi. Eliyle bedenimi işaret edip, "Bu narin bedeninle ne yapabilirsin ki?" dediğinde sinirlendim. Ancak ona istediğini vermeyerek, sakin halime geri döndüm ve bir kere daha burnumu havaya diktim. "Beni bu kadar hafife alma!" dedim.
Sırıttı. Sırıtmasıyla yanağında oluşan derin oyuğa bakmamak için uzun uğraşlar verdim. "Çenenle adamı bezdirirsin, orası kesin de bunun seni kurtaracağı konusunda emin değilim."
Histerik bir kahkaha attım. "Komik misin sen?" diyerek dalga geçtim ve ardından ciddileştim. Bakışları kısa bir an gülüşüme kayıp, tekrar gözlerime yöneldi. "Küçüklüğümden beri dövüş dersleri aldım. Daha önce bir doksanlık adamı yere devirmişliğim var." Bana inanmayan gözlerle baktı. "Öyle olsun," dedi. Sonra, "Hadi hazırlan gidiyoruz." diye devam etti. Bana emir vermesine sinirlensem de şimdilik üstünde durmadım ve nereye gideceğimizi anlamayarak yüzüne baktım. "Anlamadım. Nereye gidiyoruz?" "Dedem seni çağırıyor." Gözlerimi sararmaya başlamış perdenin arasından görünen dışarıya çevirdim. İki kolumu göğsümde birleştirerek, "Beni neden çağırıyormuş deden?" diye sordum. ‘Deden’ kelimesine yaptığım imayı anlasa da bir şey demedi, sessiz kalmayı tercih etti. "Dün gece de söyledim. Öylece çekip gitmeyi düşünmüyordun herhalde." dedi. Kafamı sallayarak, "Tam da öyle düşünüyordum." dedim. "Yanlış düşünüyorsun. Herkes seni bekliyor, özellikle babaannem." dediğinde tüm yelkenlerim suya inmek üzereydi. Henüz onu birkaç saattir tanıyor olsam da yüreği kırık ve acılı olan bu kadına, içimde benden bağımsız bir sevgi oluşmuştu. Yine de karşımdaki adama belli etmedim. "Herkes mi?" Alayla sorduğum soru üzerine sıkıntılı bir nefes verdi. Bu durumdan o da hoşnut değil gibiydi ama kimin tarafından hoşnut olmadığını bilmiyordum. Beni yargılamadı veya suçlamadı ancak bana amcam ve halam gibi sıcak da davranmadı. "Gelecek misin?" diye sordu. Az önce emir kipiyle sarf ettiği sözleri, bu sefer rica etti. Kafamı olumlu anlamda salladım. Babaannem için gidecektim ama Haşim Ağa’nın beni neden çağırdığını da merak ediyordum. Gitmeden önce bu koca adama, az önceki alaylı bakışları yüzünden küçük bir ceza vermek eğlenceli olacaktı. Ani bir atakla bileğinden tutup, onu ters çevirdim ve yüzünü duvara yaslayıp, dizimi sırtına koydum. Diğer elimle de ensesinden bastırarak onu kapana kıstırıp, etkisiz hale getirdim. Kendine geldiğinde çırpınsa da kıskacımdan kurtulamadı. Sırtına koyduğum dizimle biraz daha baskı uyguladım ve ensesindeki elimi sıklaştırdım. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye hafifçe bağırdı. Sırıttım. Alayla, "Sanırım devireceğim, bir doksanlık diğer kişi sen olacaksın." dedim. Artık çırpınmıyordu. Durmuş, çekilmemi bekliyordu. Benden çokça iri ve güçlü olan bu adamın gücüne normal zamanda asla karşı koyamazdım fakat öğrendiğim dövüş teknikleri sayesinde onu hareketsiz kılmıştım. Sırtındaki dizimi indirdim ve ellerimi üzerinden çekip, iki adım uzaklaştım. Demir bileğini ovarak kafasını sağa sola oynattı ve boynunu rahatlatmaya çalıştı. Bana döndüğünde, alaylı surat ifademe gülümseyerek baktı. Bense şaşırmıştım. Bana kızmasını beklerken o gayet sakindi. “Tamam, inandım.” Dediğinde bir kez daha şaşırdım. Öylece pes edecek birine benzemiyordu. Omzumu silkip, arkamı döndüm. "Şimdi çıkarsan, üstümü değiştireceğim." dedim. Ben ne olduğunu anlamadan, ellerimin arkamdan birleştirilmesi ve tek elle tutulmasından sonra, boğazıma sarılan kolla kalakaldım. Şimdi de beni kafesine kapatan oydu. Elleri arasında çırpınsam da boşunaydı. Ben de onun yaptığı gibi sakince durdum ve bekledim. Sırtımı göğsüne daha çok yasladı ve yüzünü kulağıma doğru yaklaştırdı. Saçlarımın arasına akan sıcak nefesi beni gerdi. Göğsüm, nefes nefese kalarak hızla havalanıyordu. Burnuma dolan erkeksi koku, ciğerlerimi zorladı. İçimde oluşan kıpırtılar yutkunmama neden oldu. Tam kulağımın dibinde dudaklarını hissettim. Bir kere daha yutkundum fakat bu sefer boğazıma takılan yumru, bana acılı bir geçiş yaşattı. Kirpiklerimin üzerinde su damlaları birikmiş gibi titreşerek göz kapaklarıma ağırlık yapmaya başladı ve çok uzun sürmeden gözlerim kapandı. "Sakın düşmana arkanı dönme küçük savaşçı. Yoksa sen ne olduğunu anlamadan darbeyi sırtından indiriverir." Fısıltılı sesi içimde kelebek etkisi yarattı. Tepki veremedim. Bedenimi kuşatan bedenini daha çok hissetmenin verdiği değişik duygular içindeydim. Beni bırakınca gözlerim de eş zamanlı açıldı. Ona döndüğümde bedenimin sıcaklığını araması karşısında içten içe öfkelendim. Bakışlarımız birleşince birbirimize meydan okuyarak baktık. "Bunu dikkate alırım. Şimdi müsaade edersen üstümü değiştireceğim." dedim. Kafasını sallayarak odadan çıktı. Derin bir solukla ciğerlerime istediği oksijeni verdim fakat içime çektiğim hava, onlara yetmiyordu. İsyan ederek, göğsümün hızla havalanmasına neden oluyorlardı. Bedenim üzerinde benim dışımda gelişen tepkileri bir an önce yok etmeli, en derin kuytulara atmalıydım. Üzerimdeki geceliği çıkardım. Kenardaki valizden; dizimin az üstünde duran mavi, bol bir etek ve beyaz bir tişörtü elime aldım. Kıyafetleri üstüme geçirdikten sonra, odadaki küçük banyoya giderek elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı da elimle düzeltip, odaya geçtim. Komodinin üstünde duran telefonumu ve çantamı da alıp, odadan çıktım. Kapıda bekleyen Demir 'in gözleri beni bulunca bedenime keskin bakışlarıyla dokundu. Gözleri eteğimi ve çıplak bacağımda durunca kaşları çatıldı. "Giyecek başka bir şeyin yok muydu?" dediğinde afalladım. "Pardon? Anlamadım?" Kaşlarıyla eteğimi işaret ederek, "Giye giye bunu mu giydin?" dedi. "Ne giymemi beklerdiniz Demir ağam?" dedim alayla. Söylediklerimi duymamış gibi, "Pantolonun falan yok mu senin?" diye sordu. Safça, "Var," dedim. Ardından giydiklerime karışan maço erkek tavırlarını fark edince, öfkeyle yüzüne baktım. O kim oluyordu? Kuzenim olabilirdi ama bana karışamazdı. Ona bana karışmaya hakkının olmadığını söylemek için araladığım dudaklarımı geri kapattım ve söyleyeceğim sözleri değiştirdim. "Ama ben etek giymeyi severim. Gerçi bu biraz uzun oldu ama olsun. Yakın zamanda daha kısasını da giyerim." Homurdandı fakat ben ne dediğini net duyamadığımdan anlamadım. Gıcık bir sesle, "Bir şey mi dedin?" diye sordum. Dişlerini sıkarak, "Gidelim artık," dedi. Onun bu davranışlarına anlam veremeyerek önden yürümeye başladım. Arkamdan, "Ya sabır!" dediğini duysam da umursamadım ve yürümeye devam ettim. Bir anda, "Dur!" dedi. Havada kalan ayağımla, olduğum yere çivilendim. Demir karşıma geçti. "Akıl mı bıraktı!" diyerek mırıldandı fakat benim duyduğumdan bihaberdi. "Valizin nerde?" "Odamda." diyerek yanıtladım. Anlamadığım için vurgulayarak, "Neden getirmedin diyorum." dedi. Gözlerimi devirdim. "Valizimi neden getireyim?" "Buraya tekrar dönmeyeceksin de ondan." İki kaşım havalanarak, "Hadi ya, niyeymiş?" dedim. "Bundan sonra konakta kalacağını biliyor olmalısın." Kesin bir dille, "Konakta kalmayacağım," dedim. "Orası senin de evin!" Gözlerim hızla onun yüzünü buldu. Dudaklarımda beliren acı bir tebessümle kafamı olumsuz anlamda salladım. "Orası benim evim değil, ben o hakka hiçbir zaman ulaşmadım. Bunun için fazla geç." Gözlerindeki keskin bakış sertleşti. "Orası senin babanın evi. Herkes gibi, o konakta yaşamak senin de hakkın." Kabul etmeyerek, "Daha fazla huzursuzluk istemiyorum. Hem beni istemeyen insanların yanında kalamam. Bu yüzden o konakta kalmayacağım." Kararım kesindi. Zaten ben burada da fazla kalmayı düşünmüyordum. Fakat bu kararımı, karşımdaki adama söylemedim. Söylememi istemeyen kalbim neden engel oluyordu, bilmiyordum. Tekrar yürümeye başladığımda Demir, bana yetişerek yanıma geldi. Daha fazla ısrar etmedi ancak bedeninin gerildiğini hissedebiliyordum. Yüzü ise düşünceli bir ifadeye bürünmüştü. Küçük otelden çıktığımızda, Demir'in beyaz bir arabaya doğru yürümesiyle onu takip ettim. Arabaya bindiğimizde Demir bana kısa bir bakış atıp, önüne döndü ve arabayı hareket ettirdi. İkimizde sessizdik. Bu sefer nasıl karşılanacağımı bilmiyordum. Konağa geldiğimizde derin bir nefes alarak arabadan indim. Kapıdaki adamlar o günün aksine karşımda durmadı. Demir ile yan yana konaktan içeri girdik ve merdivenleri arşınlayarak büyük bir salona girdik. Haşim Ağa hariç herkesin burada olduğunu gördüm. Beni gören babaannem ayaklanarak yanıma geldi. Sevgiyle, "Hoş geldin güzel kızım." dedi. Yüzü solgundu, gözleri ağlamaktan şişmişti. Çok yorgun görünüyordu. "Hoş buldum. Nasılsın?" diye sordum. "Evladının ölüm haberini alan bir anne nasılsa öyleyim," dedi. Kıpkırmızı olan gözleri yine doldu. "Ama tek tesellim sensin. Senin varlığınla, biraz da olsa toparlandım," Babaannem kollarını bana dolayarak, bedenimi şefkatle sardı. Ben de beklemeden ona karşılık verdim. Birbirimizden ayrıldığımızda elimden tutarak, "Gel oturalım." dedi. Mehmet amcam, "Dur be anne! Ben de yeğenime sarılayım." dedi. Ardından beklemeden bana sarıldı. "Ben de!" diyen halama da sarıldım. Onların bu yakınlığı yüzümü küçük de olsa güldürdü. Sonunda geçip oturduğumuzda, asık suratıyla Sadık dikkatimi çekti. Karşımda duran genç çocuk bana elini uzatarak, "Merhaba kuzen. Ben bu ailenin en yakışıklı ve en tatlı üyesi Armanç." dedi. Elini tutup küçük bir tebessümle, "Memnun oldum." dedim. Demir terslenerek, "Yine zevzekliğin üstünde." dedi. Sırıtarak, "Kıskanmana gerek yok abi. Sen de benden sonraki en yakışıklı olursun." dedi. Demir ona ters bakışlar atsa da bu Armanç'ın umurunda olmadı. Armanç karşımdaki koltuğa otururken bakışlarım, bana pek de güzel bakmayan kadına kaydı. Amcam onu tanıtarak, "Bu da yengen, Nergis" dedi. Boyalı olduğu belli olan kızıl saçlara, kare bir yüze ve beyaz bir tene sahipti. Kadın bana selam vermeye mecbur kalmış gibi soğuk bir sesle, "Hoş geldin." dedi. Karşılık vermek için sadece kafamı hafifçe eğdim. Kadının benden hoşlanmadığı ortadaydı. Yeşil gözleri, kibirli ve hoşnutsuz bakıyordu. Annesinin yanındaki Dicle ise arada bana kaçamak bakışlar atıyordu. Kapıdan giren Haşim Ağa’nın, Sadık ve Demir koluna girmek istedi fakat onları eliyle durdurup, yardımlarını reddetti. Elindeki bastonuyla dünkü haline nazaran dik ve iyileşmiş bir şekilde yürüyerek, en baştaki tekli koltuğa geçip oturdu. Sert yüz ifadesini bozmadan bakışlarını karşıda sabit tuttu. Yan profilinden gördüğüm adamın, uzun bir yüzü, buğday teni ve kurşuni gözleri vardı. Beyaz gömleğinden belli olan göbeği, pos bıyıklarıyla bir ağa havası taşıyordu. Kimseden ses çıkmıyordu. Herkes susmuş, benim gibi neler olacağını bekliyordu. Odadaki sessizlik, rahatsız edici bir gürültüye eş değerdeydi. "Nasıl öldü?" diyen Haşim Ağa, bariton bir sesle sessizliği ortadan ikiye böldü. Sesi beton gibi sert olduğunu gösterse de içindeki kırık tınıyı sezdim. Boğazıma oturan yumruyu uzun uğraşlar sonunda giderdim. Gözlerimin dolmaması için, içimdeki acıyı kalbimin derinliklerine yeniden gömdüm. "Trafik kazasında öldüler." dedim. Sesim bir yaprak gibi titredi. "Öldüler?" diye soran amcam, anlamayarak yüzüme baktı. Kimsesiz kalmış bir çocuğun hissettiği yalnızlığın içimde baş göstermesine mâni olamadım. "O kazada babamla beraber annemi de kaybettim, birlikteydiler." Babaannem acı bir nida attı ve hemen ardından eliyle ağzını kapattı. İşte o an, dedemin dik duruşunun sarsıldığını fark ettim. Göz kapaklarını, acıyla buğulanan gözlerinin üzerine usulca örtü. Eli, hala dik bir şekilde yere bastırdığı bastonuyla birlikte titredi. Acı bir gülümsemeyle, "Ben bir gecede hem annesiz hem de babasız kaldım." diye mırıldandım. Güçlü duruşum koca bir ağacın devrilmesi gibi devrildi. Yine de başım dikti. Karşımda oturan Demir'in bana baktığını hissedebiliyordum, hatta herkesin gözleri bendeydi. Ben ise kimseyi görmüyordum. Zihnim, ailemi kaybettiğim o ana zincirlenmişti. Elimin üzerinde hissettiğim sıcak ellerle, o anın zihnimde yarattığı zincirlerden kurtuldum. Buruşmuş, yılların yükünü taşımış ellere baktım. Babaannem bana yanındayım der gibi dokunuyordu. İçerde matem havası vardı. Haşim Ağa yine sert ve ifadesiz haline geri dönmüştü. Babaannemin gözlerindeki yaşlar, gökyüzünden kopan yağmur damlaları gibi akıyordu ama sessizdi. Amcam çaktırmadan gözünün altını sildi, halam alenen ağladı. Gözlerim keskin bakışlara takıldı. Kahvelerinde hüzün vardı. Tıpkı benim gözlerimin yansımasıydı. Hüzünlü bakışlarımız izinsizce birbirine dolandı. "Neden daha önce gelmedin?" diye soran amcama baktım. "Varlığınızı birkaç gün önce öğrendim." Amcam kafasını üzgünce salladı. Sadık alayla, "Tarık Bey bizden bahsetmemiş bile. İşte bizi sildiğinin kanıtı!" dedi. Sert bakışlarımı ona çevirdim. O da bana aynı karşılığı vererek baktı. Odadaki gergin hava sert bir poyraz gibi esiyordu. İçim bir deniz gibi öfkeyle köpürmeye başladı. "Bizi nasıl öğrendin?" diyen amcamla, gözlerimi Sadık'tan ayırdım. Kucağımda duran çantamdan babamın bana yazdığı mektubu çıkardım. "Babamın bana önceden yazdığı mektup sayesinde." dedim. Az önceki gergin havanın etkisiyle sesim sert bir tonda çıktı. "Okuyabilir miyim?" diyen amcama mektubu uzattım. Haşim Ağa, "Sesli oku Mehmet." dedi. "Canım kızım, Ahu gözlüm..." diye başlayan mektupla bir kere daha içim burkuldu. Kalbim acıyla kasıldı. Acı, kırık bir kolun dayanılmaz sancısına eş değer bir hal aldı. Amcam mektubu okumayı bitirdiğinde, babaannem hıçkırarak ağlamaya başladı. "Oğlum!" dedi. Yüreğindeki acı sesinden taşmış, bir volkanın lavları gibi kalplere sıçramıştı. Haşim Ağa’nın da gözleri dolmuştu. Sert, sarsılmaz ifadesi acıyla kaplandı. Yas kokan ortamda daha fazla bu kalmak istemeyerek ayaklandım. "Ben artık gideyim." dediğimde babaannem telaşla kalktı. "Nereye gidiyorsun?" Gözlerinde gizleyemediği korku parıltıları vardı. "Kaldığım otele gideceğim." dedim. Babaannem kafasını iki yana salladı ve "Burada kal kızım." dedi. Kal kelimesinin içinde barındırdığı anlamı çözebildim. Halam, "Annem haklı, burası senin evin. Otelde kalmak da ne demek?" dedi. "Urfa'da çok fazla kalmayacağım zaten. Babamın memleketini gezip, Düzce'ye geri döneceğim." "Hayır, buna izin vermem! Gidemezsin! Babanın acısını, ben seninle dindirmeye çalışıyorum kızım. Sen benim tesellimsin, oğlumdan kalan tek şeysin. Lütfen gitme." Babaannemin yalvaran sesiyle tüm direncim kırılmak üzereydi. Bu evde beni isteyenlerin yanında, istemeyenler de vardı ve bu yüzden olası bir huzursuzluk yaratmak istemiyordum. Bakışlarımı bana yalvaran gözlerden kaçırdım ve etrafta gezdirdim. Demir ile göz göze geldiğimde, yüzündeki ifade çekinilecek türdendi. Amcam, "Burada bizimle kal kızım, senin yanın bizim yanımız." dedi. "Gitmek istiyorsa, bırakın gitsin. Bir ayağına kapanmadığınız kaldı. Neden anlamak istemiyorsunuz? Babası gibi o da sizi istemiyor." diyen Sadık ile öfkem, bacadan yükselen bir duman misali bedenimden yükseldi. Bulduğu her fırsatta bana saldırmaktan, babama laf söylemekten geri durmuyordu. Öfkeyle, "Babamla derdin ne senin? Ölmüş adamdan ne istiyorsun?" diye sordum. Sesim, tıpkı ölümün soğukluğu gibi odaya yayıldı. Sadık ayağa kalktı ve gözleri alayla parladı. Pişkince, "Hiçbir şey. Sadece gerçekleri söyledim." dedi. Haşim Ağa onu, "Sadık!" diye uyardı. Gözleri babasını bulan Sadık dişlerini sıkarak, "Hayır baba, bu sefer durmayacağım. Hiçbir şey olmamış gibi onu kabul mü edeceksiniz?" dedi. "Yeter artık! Sakın bir daha Melek'e bir şey dediğini duymayacağım Sadık! O bizim kanımızdan, canımızdan. Onu kabul etmemek gibi bir şey söz konusu değil!" diyen babaannem, öfkeli ve otoriter bir sesle konuştu. Sadık bunun üzerine bana nefretle baktı ve kanepede duran ceketini alarak, salonu sert adımlarla terk etti. Babaannem, "Sen ona bakma güzel kızım. Zamanla o da alışacak," dedi. Bense bunun olacağını hiç sanmıyordum. Benden nefret ediyordu. Sadık'ın, babamla ne derdi vardı bilmiyorum ama yarasının oldukça derin olduğunun farkındaydım. Babaanneme kafamı salladım ve kanepede kalan çantamla, Mehmet amcamın elindeki mektubu aldım. O sırada Haşim Ağa dışında herkes ayağa kalkmıştı. Babaannem titreyen sesiyle, "Gidecek misin?" diye sordu. Göz bebekleri endişeyle oynuyordu. Hüzünle soludum. Babaannemi bu halde bırakmak istemiyordum ama bu evde kalamazdım. Yan gözlerle Haşim Ağa’ya baktım. Açıkça kendime itiraf edemesem de ondan bir şeyler söylemesini istedim ancak o hiçbir şey söylemedi. Bakışları bir noktada takılıp kalmıştı ve yüzü, düşünceli olduğunu gösteren bir ifade barındırıyordu. Beni isteyip, istemediğine dair tek bir harekette bulunmadı. Babaannem bir kere daha, "Gitme kızım." dedi. Herkes benden bir cevap bekliyordu. Bense kararsız bakışlarımı babaannemin üzerinde tutuyordum. Burada kalırsam; yeni bir savaşın fitilini yakacağımın farkındaydım ama ben savaşmaktan asla korkmaz, cepheyi terk etmezdim. Yalnız yeni kaybedişlere dayanabilir miydim, emin değildim.
İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari
Oylamayı unutmadık değil mi? :)
|
0% |