Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM: "KADERİN OYUNU"

@ergnyusra

 

 

İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn

TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

 

 

1.Kaderin Oyunu

 

 

Gözlerimi açtığımda yeni bir günün başladığını, güneşin odama sızmasından anladım. Güneş, tüm canlılığıyla yeni bir güne daha doğmuştu. İçimdeki karanlığa inat, göz alıcı bir şekilde izinsizce odama sızmıştı. Tamamen ayılmak için açtığım gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım fakat nafileydi. Gece her zaman olduğu gibi gördüğüm kâbuslar nedeniyle uykumu alamamıştım. Bu nedenle de çoğu zaman gözlerimi açtığımda ilk baktığım şey, sabahın olup olmadığı olurdu. Bu durum bende alışkanlık hâline gelmişti.

Günün aydınlığı, benim için her ne kadar yeni bir güne uyanıp gece gördüğüm kâbuslardan kurtuluş olsa da, gün içinde çektiğim sıkıntılardan dolayı benim için bir azaptı. Böyle bir ikilemin içindeydim. Ne gecesi gece, ne gündüzü gündüz olan insanlardandım. Her iki şekilde de benim için pek de güzel geçmiyordu.

Tamamen ayıldığımda derin bir nefes alarak yeni güne kendimi içten içe hazırlamaya çalıştım. Anlamlandıramadığım tuhaf bir his sarmıştı içimi. Hisleri kuvvetli olanlardan sayılmazdım fakat bugün benim için farklı bir şeyler olacakmış gibi hissediyordum. Ya da ben öyle olmasını istediğim için bilinçaltım bana oyun oynuyordu. Yataktan çıkmak istemiyordum fakat perdenin ardındaki güneş, sabahın neşesi olan kuş sesleri, kalkmam gerektiğini gösteriyordu. Kuşlar güneş ile yarışırcasına nasıl da güzel ve cıvıl cıvıldı. Kuş seslerine ve güneşe aldanmayarak yatağımda uzanmaya devam ettim. Çoğu gece olduğu gibi yine gördüğüm kâbusun kalıntıları düşüncelerimi akmaya başlamıştı. Her ne kadar düşünmemeye çalışsam da başaramıyordum.

Zihnim o kâbusun kalıntılarından arınamıyordu. Bu yüzden düzensiz bir uykum vardı. Birçok şeye alıştığım gibi buna da alışmıştım. Çok zor bir çocukluğum olmuştu. Yaralıydı her yanım. Zaten çocukluğundan yaralı olan insanlar, izlerini her daim ruhunda taşırdı. Benim de ruhum çok yaralıydı. Çok büyük acıların dibine kadar batmış, boğulmuştum fakat yine de dışarıya karşı güçlü durabilmeyi deniyordum. Buna mecburdum. Yoksa kendimi hayata karşı koruyamaz, kaybolup giderdim.

Ailem öldüğünde henüz altı yaşında, küçücük bir çocuktum. O günden sonra felaketlerin ardı arkası kesilmemişti. Daha bir saat öncesine kadar cıvıl cıvıl konuşup, neşeyle şakımalarımın o gün son olacağını bilemezdim. Annesiz ve babasız kalmanın zorluğunu büyüdükçe anladım. Bunun yanında ailemle beraber ben, çocukluğumu ve sesimi de kaybetmiştim. Ben hayata her şeyimi kaybederek başladım. Büyüdükçe değişmeyen bu kural ile hayatta kazanabileceğim bir şey de elde edememiştim.

İnsanın kaybedecek bir şeyi yoksa kazanacak bir şeyi de olmazdı, buna ihtiyaç duymazdı. Çünkü her şeyini kaybetmiş bir insan için hayat, öylesine, alelade sürer, sadece nefes almaktan ibaret bir hâle gelirdi. Bedeni yaşar ama ruhu bir ölüden farksız olurdu.

Ailem öldükten sonra yine de kendimi kimsesiz kalmış biri olarak saymıyordum. Beni seven, bana sahip çıkan amcam vardı ve o benim bu hayattaki en iyi şansımdı. Amcam, beni hiçbir zaman kendi çocuklarından ayırmazdı, beni de onlar kadar çok severdi. İstemsiz yüzümde küçük bir gülümseme oluştu. Babamın yerine koyduğum amcam, bu hayatta sahip olduğum en değerli insandı. Tabii bir de amcamın oğlu Murat vardı.

Onu doğmamış, henüz annemin karnındayken annemle birlikte kaybettiğim erkek kardeşimin yerine koymuştum. Daha on altı yaşında bir gençti. Amcam o doğduğunda ona ölen babamın ismini vermişti. Zaten görünüş olarak da babama çok benzerdi. Bazen bana baktığında sanki karşımda bana sevgiyle bakan babamı görürdüm kahverengi gözlerinde. Sanırım bu genelde ailemi çok özlediğimi hissettiğim zamanlarda ortaya çıkan bir duyguydu.

Onları hiçbir zaman aklımdan çıkaramazdım. Özellikle de o günü. O kara gün, zihnime öyle bir kazınmıştı ki, unutamıyordum. Zihnimin derinliklerinden çıkarıp atamıyordum. Nasıl atabilirdim ki? Derin bir nefes aldım ve boğazımdaki yumrunun geçmesi adına yutkundum. Düşüncelerimi o günden uzaklaştırdım ve başka şeylere odaklanmaya çalıştım.

Aklıma tekrar Murat’ın gelmesiyle yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. En son mutfakta çalışan kızların birini oyuncak fare ile korkutmuş, karşılığında da amcamdan iyi bir azar yemişti ama bu Murat’ın ne umurunda olmuştu ne de yapacaklarından vazgeçirmeye yaramıştı. Yaptıkları yine yüzümü güldürmüştü. Çok seviyordum evimizin haylazını.

Dün arkadaşlarıyla tatile gitmişti ve bir gün olmasına rağmen onu çok özlemiştim. Bir an önce dönseydi keşke diye geçirdim içimden. Konağın neşesiydi. Bu sefer aklıma yengem ve kuzenim Rojin gelince gülümsemem yüzümde soldu. Uzunca ofladım. Ne yaparsam yapayım onlara yaranamıyor, her şekilde gözlerine batıyordum. İkisi de benden nefret ediyor ve bunu belli etmekten de çekinmiyorlardı. Tüm yaptıklarına sesimi çıkarmamama rağmen yine de ne nefretleri bitiyordu ne de yaptıkları…

Birazdan yengem odama dalardı. Yine beni azarlayacak ve bana bağırıp çağıracaktı. Nitekim tam da o sırada içeri giren yengem beni hiç de şaşırtmadı. Yüzüme bıkkın bir ifadenin yerleştiğine emindim. Bana yine ne yaptıracaktı acaba diye düşünmeden de edemedim.

“Arya! Kalk kız, sen daha uyuyor musun? Akşama misafir gelecek, bir sürü iş var ama Arya Hanım hâlâ uyuyor,” dedi yengem her zamanki gibi azarlar bir ses tonuyla. Yeşil gözleri öfkeyle kısılmıştı. Oflayarak mecburen sıcacık yatağımdan çıktım. Banyoya gideceğim sırada yine yengemin sesini duydum.

“Şuna bak! Bir de oflayıp pufluyor! On dakika içinde aşağıda olmazsan, o zaman sana yapacağımı bilirim,” dedi ve kapıyı ardından sertçe kapatarak odadan çıktı. Çıkmadan önce yine her zaman bana kullandığı o cümleyi söylemişti.

“Allah’ın cezası, başımın belâsı.”

Bir süre yengemin arkasından öylece bakakaldım. Ne yapmıştım da bu kadın benden bu denli nefret ediyor ve beni sevmiyordu, bilmiyorum. Sürekli bana eziyet ediyordu ve bundan zevk alıyordu. Omuz silkip düşünmeyi bıraktım. Düşündükçe içinden çıkamıyordum zaten. Bir an önce hazırlanıp aşağı inmem lazımdı yoksa yengemin gazabından kurtulamazdım. Dediğini yapardı, bana zarar verebilmek için elinden geleni ardına koymazdı. Kalbi sanki kan değil de kötülükle doluydu, kalbi simsiyahtı. Banyoya girip işlerimi kısa sürede bitirdim ve üstümü değiştirmek için dolabımın önüne geçtim.

Gözüm bir an dolabımın aynasındaki yansımama takıldı. Açık kumral saçlara, bal rengi gözlere, yuvarlak yüze ve beyaz bir tene sahiptim. Çirkin bir kız değildim. Amcam güzelliğimi hep annemden aldığımı söylerdi, zeki oluşumu da babama benzetirdi. Fakat tüm bunların önüne geçen ve herkesin kusur olarak gördüğü sessizliğim vardı.

Tüm bunların farkındaydım ama yengem ile kuzenim yüzünden herkesin bana dilsiz demesiyle büyümüştüm, bu nedenle kendime olan özgüvenim zedelenmişti. Yıllarca psikolojik şiddete mahkûm yaşadım. Sessizliğim hayatımda her şeyin önüne geçmeyi başarıyor, en başta da tüm çalışma fırsatlarımı yok ediyordu. Okumuş ve mesleğimi elime almıştım ama birkaç yerde çalışmak için başvuru yaptığım zaman özel durumumdan dolayı kimse beni kabul etmek istemiyordu. Benim de çalışmak için heveslenen yüreğim her reddedilişimde yine bir vazgeçiş yaşıyor, hayal kırıklığına uğruyordu. Günlük hayatımda zorlandığım ve engellendiğim gibi çalışmak istememi de engelliyordu. Fakat ben bunu kendi engelim olarak değil, insanların engeli olarak görüyordum.

Bu özel durumum benim suçum muydu? Değildi. İnsanlar kendileri gibi olmayanları kabul etmiyor, hor görüyorlardı. Sürekli bir ötekileştirme durumu yaşıyordum. Alışmıştım. Buna da alışmıştım. Yalnız beni hâlâ daha en çok etkileyen insanların bakışlarıydı. Bazıları bana acıyarak bakıyor, bazıları ise sanki vebalıymışım gibi benden uzaklaşıyor ya da beni küçük görüyordu. Ben de böyle olsun istemezdim ama yaşadığım acılar beni bu sessizliğe mecbur kılmıştı. Ben böyleydim, bu benim gerçeğimdi.

Onlar beni kabul etmiyorlardı. Kabul edenleri ise acıyan bakışları yüzünden ben kabul etmek istemiyor, uzaklaşıyordum. Çünkü onlara göre ben normal biri değildim. Havaya sıkıntılı ve sesli bir nefes bıraktım. Zihnimde dönüp duran düşünceleri bir kere daha defederek bir an önce giyinmeye koyuldum. Yoksa yengem az sonra yine gelir ve hazır olmadığımı görünce beni hırpalardı. Üstüme beyaz tişörtümü ve bol, desenli salaş pantolonumu da giydim. Ardından saçlarımı da tarayıp odamdan çıktım.

Açık bıraktığım saçlarımın ön tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Düz saçlara sahip olduğum için taramam yetiyordu. Merdivenlerden avluya doğru indikçe ağustosun kavurucu sıcağı yüzüme çarpıyordu. Gözüm avludaki hareketliliğe takıldı, hummalı bir hazırlık içinde olan çalışanlara çatılan kaşlarımın ardından baktım. Ne oluyordu, bu telaşlı hazırlık da neyin nesiydi? Aklımdan geçen soruların cevabını küçük bir aydınlanma yaşayarak anlamıştım. Ah doğru ya! Akşam misafir gelecekti. Merdivenlerden tamamen avluya indim ve etrafıma baktım. Herkes bir şeylerle uğraşıyor, yetiştirmek için acele ederek çalışıyordu. Yengem de başlarında bir komutan edasıyla durmuş çalışanlara emirler yağdırıyordu.

“Ne dikiliyorsun sen orada?” diyen yengeme baktım.

Ellerimi işaret diliyle konuşmak için oynatmaya başladım. Aklımdaki soruyu sormak için hareketlenmiştim fakat yengeme bunu sormanın hata olduğunu sonradan fark ettim. Ama artık iş işten geçmişti.

“Kim geliyor, bu telaş ve bu kadar hazırlık neden?” Yengemin her zaman çatık olan kaşları biraz daha çatıldı ve yüzü öfkeyle gerildi.

“Bu seni ilgilendirmez. Ayrıca mutfakta bir sürü iş varken sen burada dikilip duruyorsun. Git ve mutfak işlerine yardım et, hadi!” diye bağırdı. Kafamı iki yana sallayıp arkamı ona döndüm ve mutfağa doğru yürüdüm. Amcam sayesinde işaret dili öğrenmiştim. Beni yanına aldıktan sonra iletişim konusunda sıkıntı çekmemem için özel bir hoca tutarak bu dili öğrenmemi sağlamıştı. Benim dilim de sesim de ellerimdi. İlk başlarda zor gelse de alışmıştım ve iletişimimi böyle kuruyordum.

Çünkü benim dilimin sesi, kelimeleri, cümleleri yoktu ama benim yüreğimin sesi, ellerimin cümleleri, gözlerimin ise duyguları vardı.

Amcam bununla da kalmayıp konaktaki herkesin de benim gibi ders alarak işaret dili öğrenmesini sağlamıştı. Yengem başta karşı çıkmıştı fakat amcamın zoruyla kabul etmek zorunda kalmıştı. Rojin de zaten küçük olduğu için eğlence sanarak katılıyordu derslere. Böylece herkes işaret dilini öğrenmişti. Tüm bunlar amcam sayesinde oldu, bunun için amcama minnettardım. Mutfaktan içeri girince bütün başlar bana dönmüştü. Menekşe abla tezgâhın önünde sebze yıkıyordu, Elif ise bulaşıkları makineye yerleştiriyordu. Seniha teyzenin de mutfaktaki küçük masada kahvaltı yaptığını gördüm.

“Günaydın ve kolay gelsin,” dedim işaret diliyle.

“Günaydın kuzum,” dedi Seniha teyze. Çok seviyordum bu kadını. Kimi zaman koruyucum, kimi zaman da bana anne olmuştu.

“Günaydın.”

“Günaydın.”

Art arda kızlardan da karşılık alınca onlara gülümsedim. “Size yardım etmeye geldim. Ne yapılacak Menekşe abla? Söyle de hemen işe koyulayım,” dedim.

“Yengen olacak o cadı mı yolladı seni?” Seniha teyzemin sesiyle kızlarla kıkırdamaya başladık. Daha sonra Seniha teyzeme bakıp kafamı olumlu anlamda salladım. Ellerimi tekrar harekete geçirip, “Hadi ama bana da bir iş verin, bir an önce başlayayım,” dedim.

Menekşe abla tam ağzını açıp bir şey diyeceği sırada Seniha Sultan konuşmuştu. Kaşları çatık olan Seniha Sultan yanıma geldi ve” Olmaz öyle şey, önce kahvaltını yap Arya,” dedi. İtiraz edecekken Seniha teyze ellerimden tutarak beni durdurdu.

“İtiraz yok küçük hanım,” dedi otoriter bir sesle.

“Seniha teyze haklı Arya, önce kahvaltını yap. İşler kaçmıyor ya,” dedi Elif de.

Pes etmiş bir şekilde kahvaltısı kurulu olan masaya oturup bir şeyler atıştırmaya başladım. Kahvaltımı oldukça hızlı yapıyordum çünkü yengem gelip de benim bir şey yapmadığımı görürse 0 kızıp bağıracaktı. Ben alıştığım için onun bu hallerini umursamıyordum fakat benden alamadığı hıncını buradaki insanlardan çıkarmaya başlıyordu. Hele ki ondan yaşça büyük olan Seniha teyzeye kötü davranınca, o zaman çok sinirleniyordum ama yengeme engel olamadığım için elimden de bir şey gelmiyordu. Yengem böyle bir kadındı. Onu değiştiremezdim. Kahvaltım bittikten sonra hemen işe koyuldum. Herkes harıl harıl çalışırken, ben de elimden geldiğince yardım ediyordum.

Menekşe abla ve Seniha teyze buralara özgü birkaç çeşit yemek yapmışlardı. Ben de bu sayede bilmediğim yemekleri öğrenmiş oluyordum. Tabii yengem arada beni kontrole gelmeyi ihmâl etmiyordu. Çünkü Seniha teyzenin bana bir şey yaptırmadığını biliyordu ve bu yüzden de bize güvenmiyordu. Ayrıca Seniha teyzenin yüzünde mutlu ve uzun zamandır beklediği bir şey olmuş gibi bir ifade vardı. Bugün bana olan bakışları farklıydı, daha parlak ve dingindi. Bu hâlinin nedenini anlamamıştım. Sorduğumda ise bir cevap alamamıştım, beni öylece geçiştirmişti.

Yengemin mutfağa gelmesiyle daha fazla ısrar edememiş bir şey soramamıştım. Sonra da işlere dalınca aklımdan çıktı, unutuverdim. Her şey bitmişti ve misafirlerin gelmesine az bir zaman kalmıştı. Bu arada misafirlerin kim olduğunu da öğrenememiştim. Kızlara sorduğumda onlar da bilmediklerini söylemişlerdi. Seniha teyze ise sessiz kalmıştı.

Bugün Rojin ortalıkta görünmüyordu. Nerede olduğunu düşünerek mutfaktan çıktım. Avluya doğru gittiğimde dış kapıdan içeri giren amcamı gördüm. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle amcama doğru yürüdüm. Amcam da beni fark edince kollarını iki yana açtı ve beni kucakladı. Kolları arasındaki bedenimi baba şefkatiyle sıkıca sardı. Gözleriyle, davranışlarıyla her fırsatta beni çok sevdiğini gösteriyordu. Bana, ‘Sen abimin emaneti, kızım, güzel gözlümsün,’ derdi her zaman. Amcam geri çekilip şefkatli bakışlarını yüzüme dikti ve elleriyle yanaklarımı kavrayıp alnımdan öptü.

“Nasılsın bakalım güzel gözlüm,” dedi yumuşak bir sesle. Gülümsedim. İçimi sıcacık eden bu yaşlı adama sevgiyle bakıp gülümsedim.

“İyiyim amcacığım. Sen nasılsın? Nasıl geçti günün?” dedim.

“İyiyim kızım çok şükür. Biraz yoğun bir gündü ama bitti sonunda,” dedi güler bir yüzle.

Amcamın yüzüne daha dikkatle baktığımda oldukça yorgun olduğunu yeni fark edebildim. Anlaşılan günü gerçekten de yoğun geçmişti. Amcam görünüş olarak babamdan farklıydı. Babam daha esmer bir adamdı fakat amcam babama göre kumral ve daha uzun bir boya sahipti. Göz rengi ve bakışları ise tıpatıp babama benziyordu. Saçları ve sakalları beyazlamıştı ama hâlâ çok yakışıklı görünüyordu. Amcam beni şöyle bir süzdükten sonra kaşlarını çattı.

“Sen neden hâlâ hazırlanmadın? Misafirler birazdan gelecek,” dedi. Ben konuşmaya fırsat bulamadan, arkamdan gelen yengemin sesini duyum.

“O, misafirler gidene kadar odasında otursun, hem sıkılır,” dedi Sultan Hanım.

Amcam ona sert bir bakış atarak, “Arya da katılacak bu yemeğe,” dedi. Amcam yengeme cevap hakkı tanımadığı belirten bir ses tonuyla konuşmuştu. Daha sonra bana döndü, bakışları yumuşamıştı.

“Hadi bir an önce git hazırlan kızım. “

Ben amcama kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra o da beklemeden üstünü değiştirmek için odasına gitti. Ben de merdivenlerden çıkacağım sırada, dışarıdan gelen Rojin’i gördüm. Dalga verilmiş saçları, profesyonel birinin elinden çıkmış gibi duran makyajıyla; kuaförden gelmiş gibi bir hâli vardı. Oldukça güzel olduğunu inkâr edemezdim. Simsiyah saçları ve ela gözleriyle gerçekten güzeldi ama normalde kullanılan kalbinin güzelliği yüzüne yansımış sözü, Rojin için kalbinin kötülüğü yüzüne yansımış olarak kullanmak pek de yanlış olmayacaktı.

Neye bu kadar hazırlandığını anlayamamıştım, zaten umurumda da değildi. Ben merdivenlerden çıkmaya başlarken arkamda sinirli bir hâlde bıraktığım yengemin yanına Rojin’in hızla geldiğini görmüştüm.

Merdivenlerin sonuna ulaştığımda Rojin’in, “Anne bu dilsiz kız da mı olacak yemekte?” dediğini duydum.

Buruk bir gülümseme eşliğinde kafamı iki yana salladım. Rojin’in yine her zamanki gibi kıskançlıkları başlamıştı. Onları tamamen arkamda bırakarak odama girdim. Hazırlanmak için dolabımı açtım ama boşuna hazırlanacağımı biliyordum. Çünkü Rojin Hanım beni istemediğini annesine belirtmişti ve yengem de birazdan odama gelip aşağı inmememi söyleyecekti. Fakat olur da amcam yanıma gelirse diye yine de hazırlanacaktım.

Dolaptan kolları bileğe kadar tül olan krem rengi elbisemi çıkardım. Elbisenin etek boyu dizimin altına geliyordu. Ardından beklemeden üstüme elbiseyi giydim ve dolabımın alt rafından siyah renkteki topuklu sandaletimi çıkardım. Onu da ayağıma geçirdikten sonra aynadan kendime baktığımda, görüntümden çok memnun kalmıştım. Elbise belden lastikliydi ve bu sayede ince belimi ortaya çıkarmıştı. Etek kısmı ise dökümlüydü. Makyaj çantamı da elime alıp tekrar aynanın karşısına geçtiğim sırada odamın kapısı açıldı. Kapının şiddetle açılmasından dolayı irkilmiştim. Bakmadan kimin geldiğini biliyordum. Arkamı döndüğümde sinirle bana doğru yürüyen yengemi bıkkınca bekledim.

Bana parmağını sallamaya başladı ve “Sakın aşağı inmeyi aklından bile geçirme, tüm gece bu odadan çıkmayacaksın!” dedi.

Giyindiğimi fark edince beni baştan aşağı süzmeye başladı. Gördükleri hoşuna gitmemiş olacak ki gözleri öfkeyle parladı. “Şuna bak! Bir de hazırlanmış!”

Omuzlarımı dikleştirdim ve ellerimi hareket ettirmeye başladım. “Neden? Amcam gelmemi söyledi. “

“Ben de gelmeyeceksin diyorum,” dedi hâlâ aynı sinirle. “Ayrıca amcan sorarsa da başım ağrıyor deyip aşağı inmeyeceksin, tamam mı?” dedi ve bana cevap hakkı tanımadan odamı terk etti.

Üzgünce gözlerini yumup yatağıma çökercesine oturdum. Bıkmıştım artık bu kadından da kızından da bana yaptıklarından da... Karşılık vermeyi bilirdim elbet ama sonra evde benim yüzümden kavga çıkar diye buna yeltenmiyordum. Sırf amcamı düşündüğümden yapmıyordum. Gerçi ne yaparsam yapayım ikisini ne durdurabilirdim ne de onlarla baş edebilirdim. İstedikleri olana kadar eziyet etmekten çekinmeyen, vicdan yoksunu insanlardı.

Amcam olmasa hayatta kalbi kötülükle kararan bu iki kadına katlanmazdım. Daha önce İstanbul’da okuduğum zamanlarda kaldığım evde kalmayı düşünmüştüm fakat amcam beni tek başıma o koca şehre göndermezdi. Okuduğum o dört yıl boyunca da Seniha teyzem ve amcamın güvendiği bir adam vardı yanımda. Adam her ihtiyacımızı karşılıyor, beni okula götürüp getiriyordu. Seniha teyzem belli etmese de okul döneminde İstanbul’dayken Mardin’i çok özlüyordu. Buradayken her hafta kocasının ve annesinin mezarına gidiyor, hasret dindiriyordu. Toprağın altında, ölenlerle ne kadar hasret gideriliyorsa onunki de o kadardı işte. Yazları buraya döndüğümüzde yüzü aydınlanıyordu. Tüm bunların farkında olmadığımı sanıyordu fakat ben her şeyin farkındaydım. Bu yüzden de bu düşüncemi ben söylemeden o söyleyince kabul etmemiş, onu doğup büyüdüğü bu şehirden koparmak istememiştim. Hem amcam da bunun nedenini soracaktı ve o zaman öğrendikleriyle çok üzülecekti.

Yengemin benden hazzetmediğini az çok biliyordu ama bana yaşattıkları hakkında hiçbir fikri yoktu. Öğrenince amcam yıkılacaktı. Bense amcama kıyamazdım. Küçükken ve yeni yeni ergenliğime girdiğim dönemlerde, amcama her şeyi anlatmayı denemiştim ama yengem bu girişimlerimi her seferinde engellemişti. Amcam yanımızdayken asla bana kötü davranmıyor, beni seven yenge rolüne bürünüyordu. Bir süre öylece oturduğum yerde kaldım. Daha sonra ayağa kalkıp üstümü değiştireceğim sırada odamın kapısı tekrar açılmıştı. Arkamı dönüp gelen kişiye baktım. Gördüğüm kişiyle pek de mutlu olduğum söylenemezdi. Odaya giren Rojin’in yüzüne ifadesizce baktım.

Derin bir nefes alıp ellerimi harekete geçirmeye başladım. “Ne istiyorsun Rojin, neden geldin? “

Rojin yüzüne sinsilik akan bir gülüş takındı. Gözlerinde de bariz bir nefret kol geziyordu. “Ah yazık! O kadar hazırlanmışsın ama gel gör ki aşağıya inmen yasak,” dedi.

Yüzünde ne kadar iğrenç bir ifadenin oluştuğunu sadece ben görüyordum. Elimde olmadan yüzüm buruşmuştu. Bu kız nasıl bir insandı hiç anlayamıyordum. Gözlerindeki nefreti o kadar açık bir şekilde belli ediyordu ki, sanki ben ona çok kötü bir şey yapmışım gibi bakıyor, öyle davranıyordu. Asıl bana kötülük yapan kendisiydi. Ona duyduğum tek his acımaydı.

Hâlbuki ben onunla iyi anlaşmayı, dost gibi, kardeş gibi olmayı ne kadar da çok isterdim. Ama Rojin benden bu kadar nefret ederken bu çok zordu. Gerçi artık bunun için çok da geçti. Ben ona cevap vermeyince daha da hırslandı ve canımı yakmak için her zamanki gibi sözlü şiddete başvurdu.

“Ne oldu, dilini mi yutun? Ah ama sen zaten dilsizdin değil mi?” dedi, gülüyordu. Sanki söylediği marifetmiş gibi, zafer kazanmışçasına gülüyordu.

Bu kıza tahammül etmek gün geçtikçe zorlaşıyordu. Bana söylediklerini artık umursamıyordum, işte ona bu kadar hissizleşmiştim. Kollarımı önümde birbirine bağladım ve böylelikle, sana cevap vermeyeceğim, seni takmıyorum demek istediğimi belirttim. Bunun üzerine Rojin’in gözlerindeki öfke kıvılcımlarını gördüm fakat o, hemen toparlanarak ifadesiz yüzüyle durmadı, devam etti.

“Bu akşam gelen misafirler kim biliyor musun?” dedi. Kafamı olumsuz anlamda salladım ve kollarımı birbirinden ayırarak cevap vermek için ellerimi harekete geçirdi.

“Bilmiyorum, ayrıca beni ilgilendirmez.”

“Bence de seni ilgilendirmez ama ben yine de söylemek istiyorum. Bu akşam Demir ailesi geliyor,” dedi ve devam etti. “Ama sadece yemeğe değil, beni Yiğit’e istemeye geliyorlar.”

Duyduğum isim ve Rojin’in kurduğu cümleyle donup kaldım. Zihnimin duvarlarına çarpan sözleri doğru duyup duymadığımı anlamak için idrak etmeye çalışıyordum. Nefes almayı unutmuş bir şekilde karşımdaki kuzenime çatık kaşlarımla baktım. Ne yani? Yıllardır içimde büyüttüğüm adam, bu akşam kuzenimi mi istemeye gelecekti? Hayır! Bu olamazdı? Kafamı hayır anlamında birkaç kez farkında olmayarak salladım. İçimden tekrar ettiğim olmazları, bedenimle dışarı yansıtıyordum. Kalbim sıkışıyordu. Yerdeki gözlerimi hızla Rojin’e çevirdim.

“Yalan söylüyorsun,” dedim, titreyen ellerimi zar zor oynatabilmiştim. Rojin bana anlamayan bakışlarla bakıyordu ve bu dağılmış hâlimi anlamak ister gibi iki kaşını havaya kaldırarak beni tartarak süzüyordu. Gözlerimde gördüğü acıdan zevk aldığını görebiliyordum.

“Hayır, yalan söylemiyorum, inanmıyorsan birazdan görürsün,” dedi ve bana bir adım yaklaştı. “Sen neden bu kadar sarsıldın ki?” diye sordu şüpheyle. Gözlerindeki meraklı ifadeyle kendimi toparladım ve duygularımı sakladım. Güçlü kalmak, ayakta durmak her geçen saniye zorlaşıyordu ama dayanmak zorundaydım. Yüzüme diktiği bakışları, bir şeyler anlamak için üzerimde dikkatle geziniyordu. Fakat bir süre sonra, “Aman, bana ne? Ne hâlin varsa gör,” dedi ve sırıtarak elini havada savurdu.

Son bir defa bana sırıtan ifadesiyle baktıktan sonra arkasını dönüp odamdan çıktı. Onun tek derdi beni kıskandırmaktı, bana ne olup bittiğinden haberi bile yoktu ve umursamıyordu. Ama eğer gerçeği bilseydi, canımın ne kadar çok yandığını bilseydi, büyük bir zevk alacağından emindim.

Rojin çıkar çıkmaz yatağıma bir kere daha çökercesine sertçe oturdum. Gözümden düşen bir damla yaş, yanağımdan aşağı doğru süzülmeye başladı. Silmeye bile gücüm yoktu. Âdeta yıkılmıştım. Kalbim kor bir ateşin içindeymiş gibi yanıyordu, ruhum parçalara ayrılmıştı. Sanki boğazımı sıkan bir el vardı ve ben nefes almakta güçlük çekiyordum.

Bir insanın ruhu daha kaç defa ölebilirdi, kaç defa kaybetmenin verdiği acılarda boğulabilirdi?

Hâlâ içimden ‘hayır’ diyerek kabul etmek istemiyordum. Fakat ne kadar da inkâr etsem gerçek gün gibi ortadaydı. Yüzüme sert bir rüzgâr gibi çarpıyordu. Sevdiğim adam kuzenimle evleniyordu. Bugüne kadar her şeye dayanmıştım ama buna nasıl dayanacaktım? Ellerimi sancılar giren ve duyduklarıyla çığlık çığlığa, bas bas bağıran kalbime bastırdım. Allah’ım yardım et bana, diyerek içimden dua ediyordum. Ardından bu duama Rojin’in yalan söylüyor olmasını da ekledim. Bir kere daha kaybetmenin acısını yaşayamazdım. Annem ve babam gibi sevdiğim adamı da kaybediyordum. Gerçi o ne zaman benim olmuştu ki? Acı gerçek bir kere daha yüzüme tokat gibi çarptı. O gerçeğin tokadını kalbimde hissettim.

O, hiçbir zaman benim olmamıştı ki!

Günün birinde evleneceğini bile bile onu sevmiştim ama bu gerçeğe hazır olmadığımı karşıma çıkana kadar anlayamamıştım. Kalbimin kırılan parçaları, ruhuma batıyordu. Canım çok yanıyordu. Ne kadar süre bu hâlde öylece bekledim bilmiyorum ama aşağıdan gelen sesler ile hızla ayaklandım. Kendi gözlerimle görmem gerekiyordu.

Odamdan dışarı çıktım ve korkuluklara tutunarak aşağıya baktım. Ellerim gördüğüm yüzle taştan olan korkuluğu sertçe kavradı. Az önce açılan dış kapıdan Yiğit’in anne ve babası girmişti. Ardından ise hayallerimi süsleyen, kalbimi hızlandıran adam gelmişti. Gözlerimden düşen yaşlar giderek artmaya başlamış, görüş alanım bulanıklaşmıştı. Daha fazla dayanamayıp koşarak odama girdim. Sevdiğim adam için kuzenimin istendiğini görmek istemiyordum. Kapattığım kapıya sırtımı yasladım ve yere çöktüm. Kalbim acıyla kasılıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum.

***

Gelen Demir ailesiyle birlikte, kısa bir hoş geldin faslından sonra herkes avludaki sedirlere geçip oturmuştu. İki koca adam kendilerini derin bir sohbete kaptırdı. Hanımlarda durum ise daha durgundu. Pek konuşmuyor, sadece konuşan iki aile reisine bakıyorlardı. Rojin ise bu sırada Yiğit’i görünce derin bir iç çekti. Çok yakışıklıydı bu adam, diye düşünüyordu. Civarın tüm kızları peşindeydi. Duruşuyla, yakışıklılığıyla herkes ona hayrandı. Rojin de bunlardan birisiydi. Hırs ve kibir dolu bakışlarıyla Yiğit Ağa’yı süzüp, ‘Bu muhteşem adam benim olmalı,’ dedi içinden. Bakışlarını onun üstünden ayırmıyordu ama Yiğit ona hiç bakmamıştı. Bu durum onu sinirlendirse de belli etmedi.

Yiğit ise üstündeki gözlerin farkındaydı ama umursamıyordu. Zaten çok sinirliydi. Babasının zoruyla buraya gelmişti. Çok sevdiği ve değer verdiği babası, onu evlenmesi için resmen zorlamıştı. Babasının tüm ısrarlarına dayanamamış, kabul etmişti. Normalde bir başkası olsaydı asla ona bir şey yaptıramazdı fakat babasına çok değer veriyor, onun her dediğine saygıyla yaklaşıyordu. İşte bu yüzden şimdi burada, bir kurbanlık koyun gibi kaderine razı olarak bekliyordu. Fakat evlenmeyi de hiç istemiyordu. Tek dileği evleneceği kızın onu istememesiydi. Çünkü ancak o istemezse babası bu işten vazgeçebilirdi. Diğer bir ihtimal de var ki – Yiğit bu ihtimalin olmaması için içinden dualar ediyordu- kız kabul edebilirdi ama buna da bir çare bulmuştu. Kız ile konuşup onu vazgeçirecekti, kararını vermişti.

Ona sorsalar asla evlenmek istemiyordu. Çünkü kendisini biliyordu, sevmediği biriyle evlenip de o kadının ondan sevgi beklemesine katlanamazdı. Aşk ona göre değildi, zaten böyle şeylere de inanmayan biriydi. Babasına başta çok karşı çıksa da ısrarlarına daha fazla dayanamayıp mecburen kabullenmişti. Tek umudu o kızla konuşup onu bu evlilikten vazgeçirmekti. Sonunda sohbet sesleri kesilmiş, kısa bir sessizlik oluşmuştu.

Kerim Bey işte o an Arya’nın olmadığını fark etmişti. Yanında oturan karısına döndü ve “Arya nerede?” diye sordu.

Sultan Hanım huzursuzca yerinden kıpırdandı. “Biraz önce gidip baktım, başının ağrıdığını ve yemeğe katılamayacağını söyledi,” dedi.

Kerim Bey derin bir nefes aldı. Karısının yalan söylediğini biliyordu fakat herkesin içinde onu bozuntuya vermeyip kafasını olumlu anlamda salladı. Karısına onaylamaz bir bakış atmayı da unutmamıştı. Masanın hazır olduğunu söyleyen çalışanla herkes masaya geçip sohbet eşliğinde yemeklerini yemeye başladı. Esma Hanım, Arya’nın gelmemesine üzülmüştü. Onu görmeyi çok istiyordu. Arya onun kardeşi gibi gördüğü en yakın arkadaşının kızıydı. Ayrıca babası da kocasının en yakın arkadaşı, dostuydu.

Onların ölümüne ikisi de çok üzülmüştü ama takdiriilahi işte, yapacak bir şey yoktu. Yemekler yenmiş, herkes masadan kalkarak tekrar sedirlere geçip oturmuştu. Az bir muhabbetten sonra vaktin geldiğini anlayan Kerim Bey, çağırdığı çalışan kıza sessizce Arya’nın aşağıya inmesini söyledi. Yemeğe katılmasa bile bu ana katılmalıydı.

Rojin mutfakta çalışanların yaptığı kahveyi aldı ve avluya gidip herkese teker teker kahvelerini verdi. O sırada merdivenlerden inen Arya’yı fark eden Esma Hanım, kızın güzelliğine hayran kalmıştı. Gözleri dolu dolu olmuş bir şekilde dostunun kızına baktı. O an bu güzel kızın arkadaşına ne kadar da benzediğini düşünüyordu.

Esma gibi tüm gözler Arya’nın üstündeydi. Yengesi ve Rojin öfkeyle bakarken, Yiğit hariç diğer herkes sevgiyle bakıyordu. Yiğit’in bakışları ise kızın üstünde ifadesiz ve soğuk bir şekilde dolandı. İçi o kadar öfkeyle doluydu ki, Arya’nın yüzüne doğru dürüst bile bakmamıştı. Gerçi baksa da pek görecek hâlde değildi. Öfke gözlerinin önüne inen bir perde misaliydi.

***

Elif’in, amcamın beni çağırdığını söylemesiyle hâlsizce ayaklanmış ve elimi yüzümü yıkayıp biraz toparlandıktan sonra aşağı inmiştim. İner inmez gözlerim bana ihanet ederek ilk Yiğit’e takılmıştı. Onun soğuk bakışlarıyla göz göze gelince, kafamı önüme eğdim. Beni gören yengem ve Rojin’in öfkeli bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Misafirler gittikten sonra kim bilir bana ne yapacaklardı. Umursamadım. Benim zaten canım yeterince yanıyordu, onların yapacakları canımı yakamazdı.

Hem tüm gözlerin üstümde olmasından dolayı elim ayağım birbirine dolanacak diye korkmaktan onları takacak hâlde de değildim. Terleyen avuç içlerimi elbisemin eteğine sürdüm ve yumuşak kumaşı sertçe tuttum. Onlara yaklaşınca eğildim ve önce Kadir Ağa’nın elini öpüp alnıma koydum, ardından da Esma Hanım’ın elini öpmek için eğilmiştim ki Esma Hanım, buna izin vermeyip bana sıkıca sarılmıştı. Kocaman açılan gözlerim ile şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemeyerek öylece donup kaldım.

“Yavrum benim, sen ne kadar büyümüşsün böyle,” dedi Esma Hanım.

Bana bu kadar sıcak davranan kadına gülümseyerek karşılık verdim. Daha önce annemle babamın arkadaşları olduklarını biliyordum. Pek görüşme imkânımız olmasa da onları küçüklüğümden az çok hatırlıyordum. Esma teyze –teyze diyordum çünkü ona hanım demek içimden gelmiyordu- geri çekildi ve şefkatli bakışlarıyla yüzümün her karesine baktı. Ardından Esma teyzeden uzaklaştım ve Menekşe ablanın mutfaktan getirdiği sandalyeye geçip oturdum. Esma teyze gibi kocasının da bakışları şefkatle üstümde geziniyordu. Bu ilgi hem hoşuma gitmiş hem de beni utandırmıştı.

Bana böyle dikkatle bakmaları, yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Gözüm Rojin’e takılınca öfkeyle yumruklarını sıktığını gördüm. Öfkeli bakışlarının yanı sıra bir de kıskançlıkla bakıyordu bana. Beni parçalamak isteğini fazlasıyla belli ediyordu. Sanırım az önce Esma teyzenin bana olan sıcak tavırlarını kıskanmıştı. Hep kıskançtı. Bu huyu hiç değişmiyordu.

“Büyümüş, kocaman kız olmuşsun. Seni uzun zamandır görmek istiyorduk ama araya başka şeyler girdi. Kısmet bugüneymiş güzel kızım. Bizi hatırladın mı?” diye sordu Kadir Ağa. Kafamı olumlu anlamda salladım ve bana şefkatle bakan adama tebessüm ettim. Annesinin yanında oturan Yiğit’in siyah gözlerine takıldı bakışlarım. Onun da bana bakıyor olduğunu fark edince gözlerimi kaçırdım fakat bakışlarının ağırlığını hâlâ üstümde hissedebiliyordum. O siyah gözlerine kısa bir an da olsa bakmak içimin titremesine, kalbimin hızlı atmasına neden olmuştu. Boğazımda oluşan yumru yüzünden sertçe yutkundum. Az sonra kalbimin derinliklerinde sakladığım adamın artık kuzenime ait olacağı düşüncesi içimi yakmış, yüreğimi ateşlerde kavurmuştu.

Kendimi ne kadar da sıksam gözlerimin dolmasına mâni olamadım. Kafamı iyice önüme eğerek saçlarımla yüzümü kapatmaya çalıştım. Biraz toparlanmam için gizlenmem gerekiyordu. Gözlerimden kaçacak duyguları sıkı sıkı bağlamalı, kalın bir set çekmeliydim. Bir süre sonra Kadir Ağa hafifçe öksürerek dikkatleri üzerine taşıdı ve boğazını temizleyerek söze girdi. Herkes gibi benim de bakışlarım ona kaymıştı.

“Buraya gelmemizin nedeni biliyorsunuz ki hayırlı bir iş için, bu yüzden de sözü fazla uzatmayacağım,” dedi, direkt amcama bakıyordu. İşte o an gelmişti. Kucağımdaki ellerimi sertçe ovmaya başladım. Amcam hafifçe başını sallayarak konuya girmesi için onay verdi. Kafamı daha fazla görmeye dayanamayarak önüme eğdim. Gözlerimin tekrar dolmasına karşın yüzümü saklamalıydım.

“Allah’ın emri, peygamberin kavliyle, Arya kızımı oğlum Yiğit’e istiyorum.”

Önüme eğdiğim kafam ışık hızında kalkmış, kocaman olan gözlerimle şaşkınlık içinde Kadir Bey’e bakakalmıştım. Ben, yengem ve Rojin hariç herkes yüzündeki tebessüm ile karşılamıştı bu sözleri. Çünkü üçümüz de asıl istenecek olan kişinin Rojin olduğunu sanıyorduk ama beni Yiğit’e istemişlerdi. Aklımdan geçen bu düşünce ile sanki yüzüme atılmış soğuk bir suyun verdiği o çarpılmış ifadeyle sarsıldım.

Tüm bedenimi içten bir titreme esir almıştı, kalbim ise kulaklarımda atıyordu. Hâlâ üstümdeki şoku atamamıştım. Yan gözlerle Yiğit’e kısa bir bakış attığımda onun kaşları çatık bir hâlde yerinde huzursuzca kıpırdandığını gördüm. Ne demekti şimdi bu? Amcam beni birkaç saniye tartar gibi süzdükten sonra tekrar Kadir Ağa’ya döndü. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

“Sen abimin en yakın dostuydun Kadir Ağa, seni de oğlunu da iyi bilirim, güvenirim de fakat Arya abimin bana olan emaneti. Onun mutlu olmasını herkesten çok isterim ama eğer müsaadeniz olursa önce Arya ile konuşup onun da fikrini sormak istiyorum.”

Dikkatimi çeken şey amcamın buna şaşırmamış olmasıydı. Sanırım böyle bir şeyden haberi vardı ama kimseye söylememişti. Bunu neden yaptığını da anlayamamıştım. Amcam bana soracağından bahsediyordu, bense şu an öyle bir hâldeydim ki, amcamın bu söylediklerini bile güçlükle idrak edebilmiştim. Kulağıma, kalbimin sesinden başka sesler çok zor ulaşıyordu. Gözümün önündeki saçımı çekmek için elimi kaldırmak istedim fakat zangır zangır titreyen ellerim buna engel oluyordu. Hafifçe kaldırdığım elimi hızla kucağıma koydum ve diğer elimle sertçe tuttum. Hâlâ şaşkınlıkla olanları izliyordum.

Sanki buradakiler televizyonun içindeydi ve ben de bu televizyonun dışında, az önce olanları izleyen bir seyirciydim. Bu ortamdan hem soyuttum hem de somut. Beni bu hâlimle gerçekten oğullarına mı alacaklardı? İnsanların bana olan tutumları yüzünden böyle bir şey bana bile çok imkânsız gibi geliyordu ama hâlbuki öyle olmaması gerekirdi değil mi? Ben de evlenebilirdim ya da beni de isteyen çıkabilirdi fakat bir kere engelli gözüyle bakıldı mı, böyle şeylerden dışlanıyordun. En acı olanı ise bir süre senin de insanların yakıştırmalarına inanıyor olmandı.

Benim her şeyden önce aklıma takılan tek bir şey vardı. Yiğit benimle evlenmek istiyor muydu? Bakışlarım sorumun cevabını almak için Yiğit’e kaydı. Yumruklarını sıkmış, oldukça sinirli görünüyordu. Gözlerini yere dikmişti ve olduğu durumdan rahatsız olduğunu gösteren bir hâli vardı. Buruk bir gülümseme ve hayal kırıklığı ile dolu olan bir ifade yüzüme hâkim olmuştu. Tabii ki de istemiyordu! Peki o zaman neden karşı çıkmıyordu? Kafam zaten olanlardan dolayı karışık ve allak bullaktı, onun bu hâliyle daha da karışmış oldu. Üstelik aklımda bu sorunun yanında bir de başka sorular kol gezmeye başlamıştı. Amcam bana fikrimi soracağını söylemişti.

Peki ben ne cevap verecektim?

Sevdiğim fakat sevilmediğim bir adam ile evlenmeyi kabul etmeli miydim?

Yoksa reddetmeli miydim?

Kalbim ve beynim arasında geçen bir savaşın içinde esir olmuştum. Ve ben ne yapacağımı kesinlikle bilmiyordum. Tek bildiğim kalbim ve beynim arasındaki savaştan ağır yaralar alacağımdı.

 

 

OYLAMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN:)))))

 

Loading...
0%