Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM: " KAN REVAN"

@ergnyusra

 

 

İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn

TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari

 

 

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

 

 

 

2. Kan Revan

 

Hayat sürprizlerle doludur derlerdi ve tüm yaşadıklarım sanki bu sözü kanıtlamak içindi. Gerçekten de hiç beklemediğin anda tüm olaylar karmakarışık bir şekilde gelip seni buluveriyordu. Bir tek aklım değil ki karışık olan, kalbim de bir o kadar karışıktı. Dün geceden beri hiç uyumadan düşünüp durdum. Kendimi bildim bileli Yiğit’i seviyordum. O benim hep dilimdeki duam, gönlümdeki sevdam, içimdeki hasretimdi. Onun aşkı kalbime düştüğü zaman daha küçücük bir çocuktum. O zamanlar bunun aşk olduğunu anlamasam da ben büyüdükçe aklımda ve kalbimde onu da büyütmüştüm. Bunun nedenini işte o zaman anlamıştım. Ben âşık olmuştum! Onu görünce kalbimde oluşan kıpırtılar ve farkında olmadan yüzümde peyda olan gülümsemem aşktandı.

Henüz aşkın ne demek olduğunu bile bilmediğim bir yaştaydım ama yine de kalbim ona doğru bir kelebek gibi uçmuş ve bir daha oradan ayrılmamak üzere sonsuz bir iniş gerçekleştirmişti. Fakat zamanla fark ettim ona olan kara sevdamı. Kara sevda diyordum çünkü hiçbir zaman sahip olamayacağımı biliyordum ama şimdi onunla olmak için bir şansım varken ne yapacağımı da bilmiyordum. Kalbim onunla olmak için can atarken, aklım durgun bir deniz gibi fısıldıyordu beynimin içinde, olmaz diyordu. Bunu ona yapmaya hakkın yok. Kalbim ise mantığıma karşı çıkıyordu, sen onu yıllarca sevdin, bekledin, şimdi bu fırsatı kaçırma, diyordu. Kalbim ve aklım arasında kalmıştım. Ağır yaralar alacağımı biliyordum. Çünkü her iki türlü de acı çekeceğimin farkındaydım.

Bir ömür geçirmek istediğim adamdı o, evet ama konuşamayan bir kızla kim evlenmek isterdi ki? Bu zamana kadar hep kendi içinde kendiyle konuşan biri oldum. Kara bir leke gibi üstüme sinen o gün benim hayatımın mahvolduğu gündü. Ne o günün hatıraları ne de kâbusları bitiyordu. Gözümün önünde aileme silah doğrultan bir adam ve patlayan silahın ardından kanlar içinde yere yığılan annem ve babamın bedenleri zihnimin içinde bir hayalet gibi gezip duruyordu. Geceleri kan ter içinde uyanır, tekrar yaşıyormuşçasına geçmişe geri döner, o günün yaşattığı acılar içinde boğulurdum.

Amcam çok kez doktora götürse bile her zaman aldığımız cevap ‘psikolojik travma geçirdiği için kendi sessizliğine gömülmüş’ oluyordu. Gördüğüm tedavilerin hiçbiri bu zamana kadar işe yaramadı ve ben de sonunda vazgeçtim, kabullendim. Çünkü kabullenmekten başka çarem yoktu! Belki diyorum, belki böyle olmasaydım her şey daha kolay olurdu. Tutunacak bir umudum olsaydı eğer, sıkı sıkı tutar, asla bırakmazdım ama maalesef hayat hep bana kötü tarafını göstermişti. Yine de şükrediyorum Rabbime. Bugüne kadar asla isyan etmedim. Derin bir nefes alıp yataktan kalktım. Banyodaki işlerimi halledip aşağı inmek için üstümü değiştirdim.

Aynadaki yansımam içler acısıydı resmen. Göz altlarım uyumadığımı beli edercesine şişmişti. Umursamayıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde çalışanların kahvaltıyı hazırladığını gördüm. Daha kimse uyanmamıştı. Bugünün benim için güzel bir gün olmayacağının bilincindeydim çünkü yengem ve kuzenimin bana ne kadar öfkeli olduğunu tahmin edebiliyordum. Kahvaltı hazır olana kadar huzur bulduğum tek yer olan terasa gideceğim sırada yengem ve amcamın odasından gelen tartışma seslerine istemeden kulak misafiri oldum.

“Ne saçmalıyorsun sen kadın?” diye öfkeyle bağırdı amcam. Ardından yengemin bir o kadar öfkeli sesini duydum. “Kendi kızın dururken o dilsizi mi vereceksin böyle bir aileye?”

“Bana bak Sultan, bir daha sakın Arya’ya dilsiz deme! Ayrıca onlar Arya için gelmişken onu boş verin, gelin benim kızımı mı isteyin deseydim? Ha!” diye bağırdı tekrar amcam.

“Kendi kızını hiç mi düşünmüyorsun?” dedi yengem, sesi üzgün çıkmıştı. Amcamın vicdanına oynamak istiyordu.

“Rojin de Arya da benim kızım. İkisinin bir farkı yok benim için.”

“Her zaman onu daha çok sevdin, kendi kızını göremeyecek kadar hem de,” dedi yengem ağlayarak. Daha fazla dinlemek istemediğim için kendimi terasa attım. Yengem tahmin ettiğimden daha öfkeliydi ve bu sefer bana olan öfkesini, nefretini amcamdan bile saklamıyordu. Mardin’in huzur veren güzelliğine bakarken aynı zamanda ne yapsam diye düşünüyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum ve bunu düşünmekten beynim uyuşmaya başlamıştı.

Yiğit ile evlenmek her zaman hayalimdi fakat korkuyordum. Onun hislerinin ne olduğunu bile bilmiyordum. Gerçi dün gece az çok belli etmişti, bunu ondan duymak ise canımı çok yakacaktı. Derin bir nefes eşliğinde gözlerimi masmavi olan gökyüzüne çevirdim. Düşünmekten çok yorulmuştum. Bana seslenen konağın çalışanı Elif’e döndüm.

“Kahvaltı hazır, seni bekliyorlar,” diyen Elif’e kafamı salladım. Çok beklemeden de harekete geçtim. Merdivenlerden oldukça yavaş iniyordum. Yengemle ne kadar geç yüzleşirsem benim için o kadar iyi olacaktı. Aşağı indiğimde amcam ve yengem masada oturuyorlardı.

Ben de geçip otururken, ellerimi harekete geçirdim. “Günaydın,” dedim.

“Günaydın kızım,” diyen amcamın sesiyle ona döndüm. Amcama küçük bir tebessüm yollayıp, bakışları üzerimde olan yengeme gözlerimi çevirdim. Bana öfkeyle ve nefretle bakan o gözler bugün başıma nelerin geleceğini söylüyordu. Bakışlarımı önüme çevirip bir şeyler yemeye başladım. Bir süre sonra daha fazla canım istemediği için yemeyi bırakıp arkama yaslandım.

Kahvaltısını bitiren amcam, “Arya, kahvaltın bittiyse seninle konuşalım mı biraz?” dedi.

Başımı olumlu anlamda salladım ve masadan kalkıp giden amcamın peşinden yürüdüm. Yengemin bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Biliyordum ki bakışlarıyla beni paramparça edebilseydi şu an her bir parçam bir yere dağılmış, toz bulutu gibi etrafa saçılmış olurdu. Amcamla terasa gittiğimizde oturduğu sedire elini vurup yanına oturmamı istediğini belirtti. Geçip yanına oturduğumda derin bir nefes alıp bakışlarını yüzüme çevirdi.

“Az çok ne diyeceğimi biliyor olmalısın,” diyen amcama başımı salladım. “Bak güzel kızım, sen her zaman benim için çocuklarımdan farksız oldun, sen abimin bana emanetisin. Senin mutlu olmanı isterim. Burada, benim yanımda güzel günler geçirmediğinin farkındayım.”

Başımı hızla hayır anlamında salladım ve ellerimi harekete geçirip, “Böyle söyleme amca. Sen benim bu hayattaki tek dayanağımsın. Sen varsan ben hep mutluyum,” dedim.

“Evet ama yengeni biliyorsun kızım. Sana yaptıklarının farkına çok geç vardım, anladığımda da bir şekilde seni koruyabiliyordum. Yine korurum, sana asla zarar vermesine izin vermem ama artık üzülüp mutsuz olmanı istemiyorum,” diyen amcama, “Kabul edip evlenmemi mi istiyorsun?” dedim, işaret dili için hareket ettirdiğim ellerimi kucağıma indirdim. Amcamın gözlerinden geçen hüznü görebiliyordum. Biliyorum ki beni korumak ve mutlu olmamı istediği için istiyordu ama her ne kadar seviyor olsam da beni sevmeyen, istemeyen bir adamla mutlu olamazdım.

“Evet. Dün gece senin rızan olmadan bunun olmayacağını söylemiş olsam da çok düşündüm ve iyiliğin için bunun olması gerektiğini düşünüyorum. Yarın öbür gün bana bir şey olduğunda seni bırakabileceğim kimse yok. Yiğit her ne kadar soğuk görünse de çok iyi biridir. Ayrıca Esma Hanım çok iyi bir kadın, bunca zaman yengenin sana vermediği anne sevgisini, eminim o verecektir,” dedi.

Belli ki amcam kararını çoktan vermişti. Demir ailesine güvendiği için bu kadar rahat davranıyordu. Hayır dersem eğer, amcam sürekli bana bir şey olacak korkusuyla yaşayacaktı. Kendisinin olmadığı zamanlarda beni kimin koruyacağı derdine düşecekti. Bunu biliyordum. Amcam o aileyle rahat edeceğimi ve beni bu şekilde koruyabileceğini düşünüyordu.

Eğer evet dersem ne olacaktı?

Derin bir nefes alıp kucağıma diktiğim bakışlarımı amcama çevirdim. Ellerimi harekete geçirerek, “Akşama kadar bana müsaade eder misin amca?” dedim.

Amcam anlayışlı bir bakışla, “Tamam kızım. Akşam tekrar gelecekler ve o zamana kadar düşün, iyiliğin için iyi düşün,” dedi. Başımı olumlu anlamda sallayıp biten konuşmanın ardından ayağa kalktım ve odama doğru yürüdüm. Uyuşuk hareketlerle odama girdiğimde kendimi yatağıma atıp düşünmeye başladım.

Zihnim, birbiri ardına gelip geçen sorularla bulanmıştı. Gözlerimi beyaz tavana diktim ve sıkıca yumdum. Hayat hiçbir zaman bana iyi davranmamıştı. Her zaman karşıma engeller ve zorluklar çıkmıştı. Yaşadıklarım çok ağır şeylerdi ama buna rağmen hep direndim, ayakta kalmaya çalıştım. Evet, küçük yaşta önce annem ve babamı kaybettim, daha sonra da sesimi. Bunun getirdiği ağır travmalar altında ezildim. Bir tek o gün değil ki, ondan sonra her gün benim için kâbus dolu geçti.

Herkes tarafından hor görüldüm, dışlandım. Evde, sokakta, okulda, gezilerde... Hep dilsiz kız oldum onların gözünde, bu yüzden kimse benimle arkadaşlık etmek istemezdi. Derdimi soran, beni anlayan yoktu, hep yalnızdım. Keşke diyorum, keşke o beni anlasa, sevse... Yaşadığım bunca şeye rağmen çok mu şey istiyordum? Amcam haklı, burada hiçbir zaman mutlu olamadım, ömrümü böyle geçirmek istemiyordum, bir kere de bencil olsam ne olurdu ki? Açılan kapıyla beraber uzandığım yatağımdan kalktım. Gelen Rojin’di. Geç bile kalmıştı.

Ben onun bağırıp çağırmasını ya da beni hırpalamasını beklerken, o oldukça sakin görünüyordu. Şaşırmadan edemedim. O da bunu fark etmiş olacak ki sinsi gülüşüyle ve kafasında artık kaç tanesinin geçtiğini bilmediğim tilkilerle bana baktı. Ela gözleri gülüşüne eşlik ederek sinsilikle parlıyordu.

Ellerimi harekete geçirip, “Ne oldu, yine ne istiyorsun?” diye sordum.

“Niye bu kadar sakin olduğumu, hatta neden şu ana kadar üstüne atlamadığıma şaşırıyorsun değil mi? Sen sormadan söyleyeyim sevgili dilsiz kuzenim,” dedi ve bana bir adım daha yaklaşıp dibimde durdu. Siyah saçlarını omzunun üstünden sırtına doğru savurdu ve iğrenç bir şekilde sırıttı. “Onunla evlenip mutlu olacağını mı sanıyorsun? Biliyor musun? O kadar zavallısın ki, bu hâlinle Yiğit’in karısı olabileceğini sanmakla büyük hata yapıyorsun. Sence o adam senin gibi birine katlanabilir mi?” diyen ve tüm zehrini kusan kuzenime soğukça baktım. Anlaşılan o ki yine üstümde psikolojik baskı kurmaya çalışıyordu. Beni oyunlarla, annesinin eziyetleriyle alt edemeyeceğini anladığı zaman başvurduğu şey bu olurdu. Kendimi yetersiz ve eksik hissetmemi sağlayıp canımı yakmaya çalışırdı. Bu beni ister istemez geçmişe götürdü.

***

Küçük kız avluda bebekleriyle oynayan kuzeninin yanına gitti. O da çok severdi bebekleriyle oynamayı ama burada hiç bebeği yoktu. Hepsi kendi evinde kalmıştı.

“Rojin, ben de seninle oynayabilir miyim?” dedi masum bir şekilde. Sarı rengine çalan gözleri, çocuk masumluğu ve sevimliliğiyle parlıyordu.

Rojin kaşlarını çatıp, “Hayır, benimle oynayamazsın,” dedi.

Arya küçük ellerini oynatarak, “Ama neden?” diye sordu.

Rojin ayağa kalktı ve “Çünkü sen dilsizsin ve annem seninle oynamamamı söyledi!” diye bağırdı. Küçük kız dilini dışarı çıkarıp baktı. Dili vardı işte. Neden kuzeni öyle dedi ki, diye sordu kendine çocuk aklıyla. Arya kuzenine dönüp dilini çıkardıktan sonra ellerini oynatarak, “Bak işte dilim var benim,” dedi.

“Öyle değil sersem. Sen konuşamıyorsun, konuşamadığın için dilsizsin ve hep böyle kalacaksın. Şimdi git yanımdan, istemiyorum seninle oynamayı,” dedi ve Arya’yı acımasızca itti. Arya ağlayarak odasına doğru koştu. O gün gerçekler böyle yüzüne vurulmuş ve bundan sonraki tüm hayatı bu gerçekle geçmişti. Tabii o günle sınırlı kalmadı, yengesi ve kuzeni tarafından hep böyle hor görüldü. Bu anne-kız ona çok ağır şeyler yaşatmıştı.

***

Geçmişin acı hatırası canımı yaksa da bunu belli etmemeye çalıştım. Ayrıca bu sefer ona bu zevki tattırmayacaktım. İlk başlarda bana yaptıkları yüzünden Rojin’e kızmıyordum çünkü bir çocuğa neyi öğretirsen öyle görür, öyle alışırdı. Ona annesi böyle öğretmişti fakat Rojin büyüyüp kendi aklını kullanabildiği zaman, yine aynı şekilde devam etmişti.

Artık annesinin dolduruşlarına gelmesine bile gerek yoktu. Çünkü onun kalbine annesi tarafından ekilen nefret tohumu, tüm kalbini kaplamış, karartmıştı. Söylediklerini umursamadığımı gösteren soğuk bakışlarla yüzüne dik dik baktım. Aslında söylediklerinin gerçekliğiyle kalbim sızlasa da bunu ona göstermedim, güçlü durmaya devam ettim.

“Bunu nereden biliyorsun? Bence o kadar emin olma. Ayrıca böyle olsa bile bu benim sorunum, seni ilgilendirmez,” dedim ellerimi oynatarak. Ve o an gözlerinde alevlenen öfkeyle tam üstüme yürüyeceği sırada odamın kapısı çaldı. İçeri giren Seniha teyze, Rojin’i görünce bakışlarını endişeyle bana çevirdi ve baştan aşağı beni süzdü. Rojin’in bana bir şey yapmış olmasından korkmuştu. Bakışlarımız buluşunca ona her şeyin yolunda olduğunu gösteren küçük bir tebessüm yolladım.

Ellerimi harekete geçirip, “Ne oldu?” dedim.

Seniha teyze, Rojin’e kısa bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladı. “Aşağıda seni Yiğit Ağa’nın adamı bekliyor. Yiğit Ağa’nın seninle konuşacakları varmış, o yüzden seni almaya gelmiş,” diyen Seniha teyzeye şok olmuş bir şekilde baktım.

Benimle ne konuşmak istiyordu ki? Böyle bir şey beklemediğim için çok şaşırmıştım. Şaşıran bir tek ben değildim, Rojin de en az benim kadar şaşırmıştı ve bakışlarındaki şaşkınlığın yerini tekrar öfke almaya başladı. Fakat bu öfke az öncekinden kat ve kat daha fazlaydı. Kendimi toparlayıp onu umursamadan Seniha teyzeye tamam anlamında kafamı salladım ve aşağı inmek için odadan çıktım. Aşağı hızlı adımlarla inip dış kapıya doğru yürüdüm. Kalbim ağzımda atıyordu. Bir yanım meraklı, bir yanım heyecanlı, bir yanım ise korku doluydu.

Kapıdaki adam beni görünce, “Buyurun hanımım, Yiğit Bey’im sizi bekliyor,” dedi.

Seniha teyzeye dönüp heyecan içinde ellerimi hızla harekete geçirdim ve “Amcamın haberi var mı? Onun izni olmadan gidemem,” dedim.

Seniha teyze adama benim işaret diliyle söylediklerimi tercüme edince adam, “Evet, amcanızın haberi var, Yiğit Bey’im arayıp haber verdi,” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım ve son kez Seniha teyzeye bakıp adamın açtığı kapıdan arabaya bindim. Seniha teyze tereddütle bana bakıyordu. Üstüme kapanan kapı ile yerime iyice yerleşerek rahat edebileceğim bir şekilde oturdum.

Yola koyulduğumuzda nereye gideceğimizi bilmiyordum. Adam işaret dilini bilmediği için ona da soramıyordum. Keşke kalem kâğıt getirseydim. Oflayıp arkamı koltuğa yasladım ve gideceğimiz yere varmayı sabırsızca ve korkuyla bekledim. Acaba benimle ne konuşmak istiyordu? Bunu çok merak ediyordum, ayrıca bunun yanında çok da heyecanlıydım. Kalbim normalden daha hızlı atıyordu. Çünkü onu dün geceden sonra ilk defa yakından görecektim ve büyük ihtimalle de yalnız olacaktık. Bu düşünceyle terleyen ellerimi elbiseme sürdüm.

Yaklaşık yarım saat sonra büyük bir şirketin önünde durduk. Arabadan inince kafamı yukarı doğru kaldırdım ve kocaman harflerle yazılmış ‘DEMİR HOLDİNG’ yazısını gördüm. Ne yani, beni şirkete mi çağırmıştı? Hayal kırıklığının gölgelediği gözlerimi üzgünce kapatıp açtım. Ne bekliyordum ki, beni güzel bir yere götüreceğini mi? Kafamı sallayıp düşüncelerimi dağıttım ve içeri doğru yürüyen adamın peşinden gittim.

Asansöre binip onuncu kata geldiğimizde uzun bir koridorda yürüdük. Koridorun sonuna vardığımızda Yiğit’in odasının olduğunu düşündüğüm kapının önünde durduk. Onun bu kapının ardında olduğunu düşününce heyecanım daha da artmıştı, kalbim göğsümden fırlamak istercesine şiddetle çarpıyordu. Sıklaşan nefeslerimi kontrol altına almak için büyük bir savaş verdim.

“Siz burada bekleyin, ben haber vereyim,” diyen adama kafamı salladım. Adam kapıyı çaldı, onay gelmiş olmalı ki içeri girdi. Ben de sekreter masasının önündeki koltuğa oturup beklemeye başladım. Sekreter yerinde yoktu. İlgilenecek bir şeyim olmadığı için gergince bir bacağımı oynatmaya başladım.

Arkamdan gelen ses ile ayaklandım ve “Buyurun, Yiğit Bey’im sizi bekliyor,” diyen adama baktım.

Adam yanımdan geçip uzaklaşırken yavaş adımlarla kapıya doğru yürürdüm. Aralık olan kapıyı elimle ittim ve içeri girdim. İçeri girdiğim an ciğerlerime dolan koku ile derin bir nefes aldım. Ferah ve erkeksi koku içimde bir şeylerin kıpırdanmasına neden olmuştu. Çok... Çok güzel kokuyordu! Onun kokusunu ilk defa alıyordum. Hep merak ettiğim o kokusunu artık biliyordum. İçimi saran küçük sevinç anında söndü. Kendime gelmeye çalışıp bakışlarımı içeride gezdirdim. Oldukça büyük bir odaydı. Patron masasının önünde siyah koltuklar ve sağında da dosyaların içinde olduğu büyük bir dolap vardı.

Odayı incelemeyi bırakıp kalbimin görmek için can attığı adamı gözlerim anında buldu. Boydan camın önünde, arkası dönük bir şekilde öylece duruyordu. Elleri kumaş pantolonunun cebinde kıpırdamadan bekledi. Geldiğimin farkındaydı ama hâlâ harekete geçmemişti. Kalbim bir öncekinden daha şiddetli çarpmaya başladı. Sanki derimi parçalamak ister gibi çok hızlı atıyor, göğüs kafesimi zorluyordu. Bunu ona belli etmemek için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Yine duygularını gizleyen, dimdik duran Arya olmalıydım.

Heybetli bedeninden ayırmadığım bakışlarımla onu temkinle süzerken, bir yandan da ona ilk defa bu kadar yakın olduğumu düşünüyordum. Bedenim buz kesmişti, âdeta donmuş gibi yerimden hareket etmeden ve ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece ayakta durmuş beklerken onun sesini duydum.

“Orada dikilmeyi bırak ve otur,” dedi emir veren bir ses tonuyla. Sesi oldukça sertti ve bir anda gelen gür sesiyle irkilmiştim. Bu durum kaşlarımın çatılmasına neden olurken, koltuklardan birine geçip oturdum. Bana dönüp gözlerini üstüme dikti ve yanıma doğru gelmeye başladı. Karşımdaki koltuğa oturup bana bakmaya devam etti. Hiçbir şey söylemiyordu. Sadece siyah gözlerini üstüme dikmiş, yüzüme bakıyordu. Mümkünmüş gibi daha çok heyecanlanıp gerilmeye başladım. Aynı zamanda korkuyordum. Bakışları buz gibiydi. “Seni buraya neden çağırdığımı merak ediyor olmalısın,” demesiyle ara ara ona bakıp kaçırdığım gözlerimi tekrar ona çevirdim ve gözlerinin içine baktım. O kadar soğuk bakıyordu ki bir an üşüdüğümü hissettim. Kafamı olumlu anlamda salladım ve devam etmesi için bekledim.

“Konuyu fazla uzatıp dolandırmayacağım. Bu evliliği istemediğimi fark etmişsindir. Bu akşam tekrar size geldiğimizde istemediğini ve kabul etmeyeceğini söyleyeceksin,” dedi, bakışları kadar sesi de sert ve soğuktu. Ellerimi kaldırıp cevap vereceğim sırada bana olan tuhaf bakışlarını görünce o an işaret dilini bilmediği aklıma geldi. Ellerimi geri indirirken nasıl konuşacağımı düşündüm. Gözüm masadaki ajanda ve kaleme kayınca kalkıp aldım ve yazmaya başladım. Her hareketimi dikkatlice izlemesi ellerimin titremesine neden oluyordu.

“Bunu neden benden istiyorsun? Sen de yapabilirsin.” Yazmayı bitirince defteri ona uzattım. Kaşlarım çatıktı, bakışlarım ise hiçbir duyguyu barındırmıyordu. Beni istemediğini onun ağzından duymak canımı yakmıştı ama bu yüzden de ona kızamıyordum. Defteri alıp yazdıklarımı okuduktan sonra öfkeli bakışlarla bana döndü ve defteri masanın üstüne fırlattı.

“Ben yaparsam babam buna karşı çıkıp izin vermeyecektir ama sen yaparsan istemediğini düşünüp seni zorlamayacaktır. Şimdi bu kadar açıklama yeterliyse dediğimi yap! Sonuçta ikimiz de birbirimizi tanımıyoruz ve sevmiyoruz. O yüzden bu saçma evliliğin olması için hiçbir yeterli sebep yok,” dedi. Gözleri öfkeyle alev alev yanıyordu. Bu ondan korkmamı sağlıyordu çünkü gerçekten çok ürkütücü görünüyordu. Yine de belli etmemeye çalışıp başımı olumsuz anlamda salladım ve az önce fırlattığı defteri tekrar elime alarak yazmaya başladım.

“Bunu yapamam. Amcam da istiyor bu evliliği, ona karşı gelemem. Hem amcam kararını vermiş gibi görünüyor,” diye yazıp defteri tekrar ona uzattım. Amcam çoktan kararını vermişti. Yengemin daha fazla bana acı çektirmemesi için bu evliliğe razıydı. Yiğit için iyi biri demişti, onu öyle tanıyordu ve bu yüzden ona güveniyor, mutlu olacağımı sanıyordu fakat karşımda gördüğüm adam hiç de amcamın anlattığı biri gibi durmuyordu. Yiğit defteri alıp okuduktan sonra sinirle ayağa kalktı. Az öncekinden daha fazla bir öfkeyle bakıyordu ve bu hâli korkumu gün yüzüne çıkarıyordu. Uzun boyu ve heybetli bedeniyle bana tepeden bakınca göz bebeklerim telaşla titredi.

“Ne demek karşı gelemem! Seni sevmeyen ve hiçbir zaman sevmeyecek bir adamla mı evlenmek istiyorsun?” diye bağırdı.

Korkuyla biraz daha geriledim ve koltuğa iyice sindim. Öfkeli yüz hatları çok korkunç görünüyordu. Üstelik söyledikleri yine canımı yakmıştı. Bildiğim gerçekleri ondan duymak kalbimi kırıyordu. Üstüme doğru eğilip kolumdan tuttu ve beni çekiştirerek ayağa kaldırdı. Gözlerimdeki korkuya aldırmayıp konuşmaya, daha doğrusu sıktığı dişleriyle tıslamaya başladı.

“Bana bak, kabul etmeyeceksin anladın mı beni? Kime karşı gelip gelmemen umurumda değil. Senin gibi konuşamayan, dilsiz biriyle evlenmek isteyeceğim son şey bile değil!” diyerek beni koltuğa doğru savurdu.

Canım çok yanıyordu, söylediği her kelime sanki kalbime birer iğne olup batıyordu. Kalbim sıkışıyor, nefesim daralıyordu. Ne yengemin eziyetleri ne de milletin dışlaması beni bu kadar üzmemişti. Onun da bana herkes gibi dilsiz demesi sadece canımı yakmadı, beni paramparça etti. Hayat durdu, içimdeki kanım çekildi, kalbim zayıflamaya başladı. Gözlerim doldu, yaşlar iznim dışında akmak için hazırlandı. Söylediği sözlerden sonra ellerini saçlarından sertçe geçiren ve bana arkasını dönmüş olan Yiğit, tekrar bana döndü. Kısa bir an gözlerine baktım. Bana üzgün ve pişman bakışlar attığını düşündüren o kısacık an, sanırım yaşların bulanıklaştırdığı gözlerimin ve kalbimin beni yanıltmasından ibaretti.

Ağırlaşan bedenimi harekete geçirdim ve ayağa kalktıktan sonra hızlı adımlar atmaya çalışarak odadan çıktım. Asansöre binip aşağı indiğimde kendimi dışarı attım ve derin derin nefesler almaya çalıştım. Aldığım her nefes bile canımı yakıyordu. Gözümde durmak bilmeyen yaşlarla yürümeye başladım. Her sildiğim yaşın yerini bir diğeri alıyordu. Buradan bir an önce uzaklaşmalıydım. Söylediği sözler beynimde yankılanıyordu.

O sözlerin ateşi, içimi cayır cayır yakıyordu. Başkalarının söylemesi hiçbir zaman umurumda olmazdı ama sevdiğim adamın ağzından duymak kalbimi parçalara ayırıp ruhumu katletmişti. Kırılan kalbimin parçaları ruhuma batıyordu. Kalbimden kopan parçalar, tıpkı kor bir ateş gibiydi. Kan revan içinde kalan ruhumun toparlanması güç olacaktı. Belki de hiç toparlanamayacaktı. Gözyaşlarımı son kez sertçe sildim ve öfkeyle soludum. Kararımı vermiştim. Akşam amcamla konuşacaktım, ne olursa olsun artık umurumda değildi.

 

Sonraki bölümde görüşmek üzere:)

 

 

Loading...
0%