Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. BÖLÜM: "YEMEK"

@ergnyusra

 

 

İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn

TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

 

4. YEMEK

 

Avşin kendini kıyafetlerin arasında kaybederken ben de biraz önce olanları düşünüyordum. Yine düşünceler içinde kaybolduğum anlardan birindeydim. Ne çok düşünür olmuştum son zamanlarda. Beynimin gizli sandıklarında sakladığım düşüncelerim ara ara beni yoklardı fakat bu sefer farklıydı, her şey üst üste gelmişti ve düşüncelerimin ardı arkası kesilmiyordu. Sürekli bir düşünceden diğerine atlıyordum, aklım karışık, zihnim bulanıktı. Aklımın o ana takılıp kalmasıyla yine bir durgunluk seline kapılmıştım.

Yiğit özür dilemişti, ben de sadece yüzüne ifadesizce bakıp hiçbir şey demeden yanından geçip gitmiştim. O an gözümde durmadan tekrar tekrar canlanıyordu, tıpkı bir bant gibi başa sarıyordu. Yine ve yeniden o soru: Gerçekten pişman mıydı yoksa öylesine söylenmiş bir şey miydi? Bilemiyorum. Belki de babası kızdığı için özür dilemek zorunda kalmıştı çünkü babası her şeyi biliyordu ve o gece bana bunun hesabını ona soracağını söylemişti. Yiğit’i henüz tam anlamıyla tanımıyordum ve bu nedenle de ne düşündüğünü kestiremiyordum. Arkasına sığındığı ve kendini gizlemekte iyi olduğu kalın duvarları vardı. Ben o duvarları aşamıyordum.

Özür dilemesinden sonra ona yüz vermediğimi görünce işinin olduğunu söyleyip daha fazla kalmadan gitmişti. Giderken yüzüne bakmamıştım fakat arkasını dönmeden önce bakışlarını yüzümde hissetmiştim. Sıkıntılı bir iç çektim. Ben bir kenarda durmuş bu düşüncelerle boğuşurken Avşin çeşit çeşit kıyafetler getirip kucağıma koydu ve kolumdan tutup beni kabinlerin olduğu tarafa sürükledi. Ne olduğunu bile anlayamadım.

“Hadi ama yengecim, bunları dene. Ayrıca sanki senin değil, benim düğün alışverişime geldik. Biraz heyecanlı olsana,” diyerek bir yandan beni azarlayıp bir yandan da boş kabin arıyordu. Sonunda boş bir kabin bulup beni içeri soktu ve kapıyı kapattı. “Hadi acele et, hepsini deneyeceksin!”

Oflayıp elimdeki kıyafet yığınına baktım. Sanırım başka şansım yoktu, hepsini deneyecektim. Denediğim birkaç parça kıyafeti beğenip aldıktan sonra gelinlik bakmak için mağazadan çıktık. Esma teyze de birkaç kına malzemesi almak için bizden ayrılmıştı. Açıkçası böylesi daha rahat etmeme neden olmuştu. Her ne kadar ondan çekinmememi istese de elimde değildi, çekiniyordum.

Ayrıca Avşin çok iyi bir kızdı. Tam da istediğim gibi çok iyi anlaşmıştık. Durumumu yadırgamamıştı. Sanki bu durumumu hep biliyor ve alışkınmış gibi davranıyordu. İşte bana onu sevdiren de buydu. İyi ve anlayışlı olması. Gelinlik mağazasının önüne geldiğimizde Avşin vitrine yapışıp gelinliklere hayran hayran bakıyordu. Bu hâline gülmeden edemedim.

“Hadi yenge, bir an önce içeri girelim, bunlar çok güzel,” diyerek koluma girdi ve beraberinde beni de mağazanın içine sürükledi. Girer girmez beni ardında bırakıp askılıklardaki gelinliklere bakmaya başladı. Ah bu kızın enerjisi hiç bitmiyor, yorulmak nedir bilmiyordu. Öylece mağazanın ortasında durmayı kesip, onun gibi ben de gelinliklere bakmaya başladım.

Birkaç dakika baktıktan sonra içime sinen bir şey bulamamıştım. Ayrıca Avşin de beğendiklerini getiriyor ve nasıl olduğunu soruyordu ama nedense hiçbiri hoşuma gitmiyordu. Getirdiği en son gelinliği de beğenmeyince Avşin’le birbirimize umutsuzca baktık. Aslında birkaç dakika öncesinde öyle çok hevesli değildim, herhangi bir gelinlikte olabilirdi çünkü sonuçta mutlulukla yaptığım bir evlilik değildi. Bu durumumu fark eden Avşin, buna karşı çıkıp hayatımda bir defa evleneceğimi söylemiş ve her ne kadar normal bir evlilik olmasa da her şeyin istediğim gibi olması için beni bayağı bir gaza getirmişti. Sonuç olarak hevesle baktığım gelinliklerin hiçbirini beğenmemiştim. Sanırım herhangi birini almaktan başka çarem yoktu. Tam idare eder dediğim gelinliklerden birini alıp kabine gidecekken görevli kadının sesini duydum.

“Sanırım içinize sinen olmadı. İki saat önce yeni gelen gelinliklerimiz var, onları ayrı bir yerde düzenleyip öyle getiriyoruz buraya. Eğer isterseniz bir de onlara bakın.”

Kadına başımı olumlu anlamda salladım. Avşin ile beraber kadının ardından onu takip ettik. Mağazada başka bir bölmeye geçince orada birkaç çalışanın bir sürü gelinliği düzenlediğini gördük. Gözlerimi odada dolandırmaya başladım. Mankenin üstüne henüz giydirilmiş bir gelinlik dikkatimi çekti. Gözlerimin parladığına emindim. Çünkü bu gelinlik çok güzeldi.

Kolları ve göğsün üst kısmına kadar tül olan bu kabarık gelinliğe hayranlıkla bakakaldım. Ayaklarım farkında olmadan beni o gelinliğe doğru götürdü. Kumaşına dokundum. Kumaşın tenimde bıraktığı his hoşuma gitmişti. Etek kısmı yer yer güpürlerle kaplıydı ve üst kısımları aşağı doğru dar inerek uç kısmında da genişçe açılıyordu. Avşin de gözlerindeki hayranlıkla dokunduğum gelinliğe bakıyordu. Göz göze geldiğimizde sessiz bir anlaşmayla karar vermiştik.

Avşin beklemeden hemen görevliye dönüp, “Bunu denemek istiyoruz,” dedi.

Biz kabine doğru giderken görevli kız da arkamızdan gelinliği getiriyordu. Tabii tek başıma bu kabarık gelinliği giyemeyeceğim için çalışan kızla beraber kabine girip gelinliği üstüme geçirdim. Kendimi aynadan süzdüğümde, gelinliğin zarifliği ve üstümdeki duruşunu çok beğenmiştim. Yanımdaki görevli kız hayranlıkla beni süzdü.

“Çok güzel oldunuz,” dedi tutulmuş bir sesle.

Ona gülümseyerek karşılık verdim ve hafifçe teşekkür mahiyetinde kafamı eğdim. Gelinliğin eteklerinden her iki elimle tutarak kabinden çıktım. Avşin satışı yapan kadınla konuşuyordu, bir an bana baktı sonra önüne döndü ama saniyesinde kafası ışık hızında tekrar bana dönünce gözleri kocaman oldu. Nutku tutulmuş gibi beni baştan aşağı süzdükten sonra, “Arya, sen çok ama çok güzel olmuşsun,” dedi. Gülümsedim.

Yaka kartından isminin Aynur olduğunu öğrendiğim mağaza sahibi kadın yanıma gelip, “Maşallah, zaten çok güzel bir yüzünüz var, bu gelinlik de size çok yakıştı,” dedi. Gülümseyerek ona da küçük bir baş hareketiyle teşekkür ettim. “Sen de beğendin mi?” diye sordu Avşin. Kafamı hızlıca olumlu anlamda salladım. Çok beğenmiştim hem de.

“Tamam o zaman, bunu alıyoruz,” dedi sıcak bir gülümseme ile bana bakarak. Ben üstümü değiştirdikten sonra gelinliği de alarak mağazadan çıktık.

“Ben çok acıktım, hadi bir şeyler yemeye gidelim,” diyen Avşin’e baktım ve kafamı olumlu anlamda salladım. Ben de çok acıkmış ve aynı zamanda da yorulmuştum. Beraber kafeterya bölümüne geçip masalardan birine oturduk. Yanımıza gelen garson kıza bir şeyler sipariş verdikten sonra beklemeye başladık. Ben etrafımdaki kalabalığa bakarken üstümde hissettiğim bakışlarla Avşin’e döndüm.

Az önce çantamdan çıkardığım ve masaya bıraktığım defteri elime alıp, “Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?” diye yazıp ona uzattım.

Okuyup tekrar bana baktı. “Sen çok güzel bir kızsın, farkındasın değil mi?” dedi. Bugün kaç defa duyduğumu unuttuğum bu iltifat karşısında tebessüm ettim.

“Teşekkür ederim. Aynı şeyi ben de senin için düşünüyorum,” yazıp bir kere daha ona uzattım.

“Teşekkür ederim ama senin çok farklı bir güzelliğin var Arya. Bugüne kadar kimse de görmedim. Duru ve masum.”

Söyledikleriyle utanmıştım, daha önce kimse bana böyle şeyler söylememişti. Gerçi kimse pek yanıma yaklaşmazdı. Sanki vebalıymışım gibi insanlar benden uzak dururdu. Fakat beni tanımayanların hayran bakışlarını bazen yakalardım. Tanıdıktan sonra da ya acıyarak bakar ya da yanımdan uzaklaşırlardı.

“Umarım bunu abim de fark eder,” deyince yüzüm düştü. Avşin üzüldüğümü görünce masanın üstündeki elime tutup, “Üzülme. Eminim abim senin farkına varacak ve emin ol sana âşık olacak,” dedi.

Kalbim bu düşünceyle hızlansa da ben umutsuzdum. Bunun olma düşüncesi o kadar güzeldi ki ama bir o kadar da imkânsız. Çünkü o buz kütlesinin beni seveceğini hiç sanmıyordum. Bunu bile bile kalbime engel olamayarak onunla evleniyordum, duygularımı daha fazla dizginleyemiyordum. Bunca sene içimde barınmaktan artık isyan ediyorlardı. Kendini umutsuz bir aşka kaptırmış, sonunu bilmeden ve düşünmeden belirsizlik içinde Yiğit için atmaya devam ediyordu.

“Bu hâlimle hiç sanmıyorum Avşin. Ben konuşamayan, daha doğrusu herkesin tabiriyle dilsiz bir kızım,” diye yazdım ve burukça gülümsedim.

Beynimde sürekli ona layık olmadığım düşüncesi kol geziyordu ama ben hiçbir zaman bir şeye layık olmadığımı düşünmezdim ki. Kendi çabamla hayata tutunmuştum, okuyarak mesleğimi bile elime almıştım.

Yiğit’in bana dilsiz demesi düşündüğümden de derin bir etki bırakmıştı üzerimde. Çünkü eskiden insanların bana dilsiz demesi umurumda olmazdı fakat sevdiğim adam tarafından bunu duymak kendime olan özgüvenimi fazlasıyla sarsmıştı. Avşin kaşlarını çatıp bana baktı ve öfkeyle konuştu.

“Sen dilsiz falan değilsin! Bunu diyenler önce kendilerine baksın. Onlarda dil var da ne olmuş, milletin dedikodusunu yapmaktan başka ne işe yarıyor ki? Kendini milletin yakıştırmalarına inandırma. Ayrıca bu bir engel değil. Sevmek sevdiğinin kusurlarını görmezden gelmek demek, sevmek kalbinle kalbini sevmek demek, böyle şeylerin önemi olmaz.”

Haklıydı ama elimde değildi. Milletin değil, abinin yakıştırması yüzünden diyemezdim ona. “Bak Arya, abim bugüne kadar hiç âşık olmadı veya bir kadına bağlanmadı, o hep kadınların güvenilmez olduğunu düşündü çünkü etrafındaki kadınların hepsi abimin zenginliği ve yakışıklılığı için ona yaklaşmaya çalıştı.

Bu abimin hem aşka hem de kadınlara güvenini yitirmesine neden oldu. Ama sen öyle değilsin ve eminim abim de bunu fark edecektir. Buraya yazıyorum,” dedi ve parmağını masaya sürdü. Şirketteki konuşmasından sonra buna inancım yoktu ama keşke olsa demeden de alıkoyamıyordum kendimi. Avşin’e verdiğim defteri yeniden elime aldım. Ben yazmaya koyulurken Avşin de dikkatle beni izliyordu.

“Bunu zaman gösterecek elbet ama olmama ihtimali de var Avşin. Hâlâ bazen nasıl abinle evlenmeyi kabul ettiğime şaşırıyorum ve bu ihtimali düşündükçe kararımı sorguluyorum. Fakat sanırım artık geri dönmek için de geç kaldım.” Avşin sabırla yazdıklarımı okuduktan sonra sırıtmaya başladı. Bense onun bu hâline anlam veremeyerek yüzüne baktım.

“Haklısın yengecim, artık geri dönüşün yok. Vazgeçsen de seni abime alacağız. Ayrıca o olumsuz ihtimalleri sil at kafandan,” dedi, son cümlesi biraz azarlar nitelikteydi. Derin bir nefes alarak yine buruk bir gülümsemeyle kafamı olumlu anlamda salladım. Avşin son cümlesiyle konuyu kapattığını göstermişti. Tam anlamıyla olmasa da içimi birine dökmek çok iyi gelmişti. “Her neyse. Eğer sıkmadıysam seni tanımak için birkaç şey sorabilir miyim?” dedi ve tatlı tatlı gözlerini kırpıştırarak bana baktı. Bu hâline gülümseyerek başımı olumlu anlamda salladım. Yüzünde oluşan kocaman gülümsemesiyle konuşmaya başladı.

“Kaç yaşındasın?”

“Yirmi üç yaşındayım.” O sordukça ben deftere yazdım, o da sıkılmadan okudu.

“Benden bir yaş büyükmüşsün. Peki okula gittin mi?” dedi. Yüzümde büyüyen gülümseme ile kafamı salladım.

“Evet, amcam eğitimim için elinden geleni yaptı. Üniversiteyi İstanbul’da okudum.”

“Gerçekten mi? Ne güzel. Hangi bölümü okudun?”

“Mimarlık.”

“Ooo, mimar hanım he. Çok güzel bir meslek, çizimin de iyi olmalı o zaman.” Sayfası dolan defterin bir başka sayfasına geçerek yazmaya devam ettim.

“Evet. Konuşamadığım için küçüklüğümden beri hep çizerdim. Yaptığım çizimler liseden bir öğretmenimin dikkatini çekince bana mimarlığı önerdi. Ayrıca konuşma gerektirmeyen bir meslek, sadece çizimlerimle her şeyi anlatabiliyorum. “

“Abimin de mesleği ayrıca,” dedi. Avşin’den bakışlarımı kaçırdım. Biliyordum, o da bir mimardı ve yirmi yedi yaşında olmasına rağmen çok da başarılı işler yapıyordu. Hakkında çok olmasa da birkaç şey biliyordum. Bunlar da bildiklerimin arasındaydı. Yiğit ile bir ortak yönümüz vardı. İkimiz de resimlerin, çizimlerin dilinden anlıyorduk. Defteri elime aldım ve merak ettiğim bir soruyu bu sefer ona ben sordum.

“Sen üniversite okudun mu?” Avşin okuduktan sonra yüzündeki gülümsemeyle cevapladı.

“Evet, ben de okul öncesi öğretmenliği okudum. Çocukları çok sevdiğim için bu mesleği seçtim,” dedi. Anladığımı belirtmek için kafamı salladım ve ona tebessümle baktım.

Siparişlerimizin gelmesiyle daha fazla konuşmayıp yemeğimizi yemeye başladık. Ben yemek yerken yazamadığım için sessiz geçmişti. Sonunda karnımız doyunca ayaklandık. Esma teyzenin aramasıyla kınada giyeceğim bindallıyı almak için alışveriş merkezinden çıktık. Bu tarz şeyler için yerel çarşı daha doğru bir mekândı.

Çarşıya gittiğimizde Esma teyzenin olduğu dükkânı bulup beklemeden girdik. Renkli renkli yöresel kıyafetlerin olduğu dükkân çok güzeldi, zaten oldum olası merakım da vardı yöresel kıyafetlere. Ben bakışlarımı etrafta gezdirirken Esma teyze bizi görünce yanımıza geldi.

“Sonunda geldiniz kızlar. Ne yaptınız, gelinliği aldınız mı?” diye sordu.

Ellerinde birkaç poşet vardı. İstemsiz onu süzmeye başladım. Giydiği hâkî yeşili elbise ve elbisesine uyumlu, daha açık bir yeşil olan kafasındaki şal ile çok asil bir duruşu vardı. Kolunda ve gerdanındaki altınlar ile de tam bir hanımağa havası taşıyordu. Bunlara rağmen yüzünde asla kibirli ve havalı bir ifade yoktu, aksine çok tatlı ve sevecendi. İyi bir kadındı Esma teyze.

Avşin, “Evet anne,” diyerek yanıtladı onu.

“Hadi o zaman kına gecesi için de bir şeyler bakın,” diyen Esma teyze ile hemen bindallı arayışına girdik. Bindallıyı gelinlik gibi uzun sürede değil hemen beğenip almıştık. Kırmızı rengin hâkim olduğu bindallıyı ve gelinliği Avşin’in arkadaşının kuaförüne bırakmıştık çünkü evde Rojin faktörü varken kendimle götürmek istemedim.

Kuzenimi çok iyi tanıyordum, annesi gibi kıskançtı. Kıskançlıklarının en yakın tanığıydım. Çocukluğumuzda amcamın ikimize de bayram için aldığı elbiselerden, onun elbisesi daha güzel olmasına rağmen beni kıskanıp elbiseyi makasla paramparça etmişti. O gün büyük bir sevinçle karşıladığım elbiseyi paramparça görünce çok üzülmüştüm. Böylelikle sevincim çok uzun sürmeden sönmüştü. Bana küçük bir mutluluğu bile çok görmüşlerdi. Bununla da kalmayıp elbiseyi şımarıklıktan benim kestiğimi amcama söylemişlerdi.

Amcam neden giymediğime karşılık sorusuna yalanları hazırdı. Rojin ile hep bu tarz anılarımız vardı. Bu nedenle de huylu huyundan vazgeçmez sözü ona uyduğu için böyle bir tedbir almıştım. Zaten tüm hazırlığım o kuaförde olacağı için eve götürmeye de gerek yoktu. Aldığımız kıyafetler de yeni evimde, yani konaktaki dolapta yerini alacaktı.

İşimiz bitince eve gitmek için yola koyulduk. Oldukça yorgundum. Önce beni eve bırakmışlardı, kısa bir vedalaşmanın ardından onlar da gitmişti. Konağa girip direkt mutfağa doğru yürüdüm. Seniha teyze tezgâhta bir şeylerle uğraşırken sessizce arkasından sarılıp yanağından kocaman öptüm. Bunu yapmamla irkildi ve dönüp sinirli bir şekilde bana baktı.

“Ödümü kopardın kız!” Ona masum hâlimle hemen yumuşadı, kollarını açıp bana sarıldı. Benden ayrılınca da söylenmeye başladı. “Birkaç gün sonra evlenecek ama hâlâ çocuk gibi davranıyor.” Söylenmesine omuz silkip, ona bugün aldıklarımızı ve Avşin’le iyi anlaştığımızı anlattım. Günün özetini Seniha teyzeme anlatırken heyecanlı göründüğüme emindim. Ellerimin hızla hareket etmesinden anlamıştım. En çok da Avşin ile kurduğum ilişkiden dolayı heyecanlı ve mutluydum.

“Ah kuzum benim, seni böyle mutlu görmek ne güzel,” dedi ve şefkatle yanağımı okşadı. Yanağımı Seniha teyzemin avucuna iyice yasladım ve mutluluk akan gözlerime yakışır bir gülümseme sundum.

“Merak etme, bu mutluluğu uzun sürmeyecek,” diyen Rojin’e döndü bakışlarım. Yüzümdeki gülümseme solmuş, kaşlarım çatılmıştı. Gözlerindeki nefret, kıskançlık, öfke o kadar açıkça belliydi ki bir an için ürperdiğimi hissettim. Bu kız çok tehlikeli olmaya başlamıştı. Fakat benim de daha fazla tahammülüm kalmamıştı. Yüzüme gelen saçımı sinirle kulağımın arkasına sıkıştırdım ve ellerimi harekete geçirdim.

“Zaten annenle hiçbir zaman mutlu olamama izin vermediniz ki. Ama bu sefer izin vermeyeceğim, yaptığın en ufak bir şeyde amcam her şeyi öğrenir, eskisi gibi sessiz kalmam yaptıklarına.”

O kadar hızlı ve öfkeli hareket ettirdim ki ellerimi ve kollarımı, yorulmuştum. Artık canıma tak emişti. Onların yaptıklarına, onlar gibi kötü şeylerle değil, her zaman sadece sözlerimle karşılık veriyordum. Onlar gibi kötü biri olmak beni korkutuyordu. Çünkü onlar kalplerini bu kadar kötülükle, nefretle doldurarak kendilerine zulmetmiş oluyorlardı. Bu bir yerde insanı yormaya, yıpratmaya ve kendi kendini yok etmeye başlardı.

“Sen beni tehdit mi ediyorsun dilsiz?” diye bağırdı. Şu an çok öfkeli görünüyordu ama bu umurumda değildi. Ben de en az onun kadar öfkeliydim ve ondan korkmuyordum.

“Ne anlarsan o,” dedim umursamaz bakışlarla. Üstüme doğru yürüdü ve elini kaldırıp bana tokat atacağı sırada Seniha teyze bileğini tutup onu geriye doğru itti. Rojin geriye doğru sendeledi ve öne düşen başını kaldırıp şaşkınlıkla bize baktı. Şaşırmıştı çünkü böyle bir şey beklemiyordu.

“Sen… Sen bunu ne cüretle yaparsın?” diye bağırdı Seniha teyzeye.

“Arya’ya dokunmana izin vermem. Daha fazla bu kıza zarar veremeyeceksiniz. Şükür ki kurtuluyor sizden,” dedi Seniha teyze öfkeyle.

Rojin sinirden kudurmuş bir ifadeyle, “Bunu yanınıza bırakmayacağım,” dedi ve öfkenin alev gibi sardığı bedenini mutfaktan dışarı attı.

Şaşkınlıkla Seniha teyzeye döndüm. “Keşke beni korumasaydın, şimdi annesine söyleyecek, o da sana daha kötüsünü yapacak. “

“Boş ver kızım, ne yaparsa yapsın. Alıştık zaten. Hadi sen odana çıkıp biraz dinlen,” dedi. Gitmek için hareketleneceğim sırada Seniha teyze tekrar konuştu. “Kapını kilitlemeyi unutma Arya.”

Başımı olumlu anlamda sallayıp beni koruyan meleğime sarıldım ve ardından odama gitmek için mutfaktan çıktım. Gidene kadar Seniha teyze bana bakmıştı, her an onların karşıma çıkma ihtimali ve bana kötü bir şey yapma düşüncesiyle tedbirli davranıyordu. Odama giden merdivenleri arşınlarken üzgün ve sinirliydim. Rojin her daim moralimi bozacak bir şey buluyordu. Üstelik Seniha teyze benim yüzümden zor durumda kalacaktı. Oflayarak odama girdim ve kapımı kilitledim.

Bana zarar vermemeleri için aldığım bir önlemdi. Direkt banyoya geçip sıcak bir duş aldıktan sonra üstümü giyinip beklemeden yatağıma uzandım. Bir süre yatakta dönüp dursam da daha fazla günün yorgunluğuna dayanamayan gözlerimi kapattım ve beni içine çeken karanlığa teslim oldum.

Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Bu kadar uyumuş muydum gerçekten? Gerçi dün gece kâbuslardan uyanıp, arada kullandığım uyku ilacından bir tane almam bu saate kadar uyumamdaki büyük etkendi. Yataktan kalktım ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Odama dönünce aşağı inmek için üstümü değiştirdim.

Bordo rengindeki günlük elbisemi giydikten sonra odadan çıkmak için kapıyı açtım. Aklıma gelen detay ile duraksadım. Kapı direkt açılmıştı fakat ben dün kapıyı kilitlemiştim. Kim açmıştı ki kapıyı? Birkaç saniye düşündükten sonra kimin açmış olduğunu anladım. Tabii ya! Seniha teyze açmıştır. Kapımın bir yedek anahtarı da ondaydı ve muhtemelen dün gece de yemeğe inmem için beni çağırmaya gelmişti ama ben uyanmamış olmalıydım. İlaç aldığım zaman gerçekten derin uyur, uyanmak bilmezdim. Küçükken yengem beni odaya kilitlerdi, amcam gelene kadar çıkarmaz ve yemek de vermezdi. Ama Seniha teyze anahtarın yedeğini yaptırmıştı ve bu sayede bana gizlice yemek verirdi. O kadında vicdan olmadığı için beni günlerce aç bırakabilirdi ve bu hiç umurunda olmazdı. Bu yüzden Seniha teyze de böyle bir çözüm bulmuştu.

Dün erken uyuduğum için sabah da erkenden kalkmıştım. Henüz kimse ortalıkta görünmüyordu, sadece çalışanlar kahvaltıyı hazırlamak için etrafta koşuşturuyordu. Yapacak işim olmadığı için ben de onlara yardım etmeye başladım. Elif ve Menekşe abla ile her zaman iyi anlaşırdık. Bu iki kız kardeş aileleri öldükten sonra burada çalışmaya başlamışlardı. Menekşe abla yirmilerinin sonundaydı, Elif ise benden iki yaş büyüktü. İkisi de uzun zamandır bu evdelerdi ve Menekşe abla, amcamın hem şoförü hem de her işiyle ilgilenen sağ kolu olan Arif abiyle iki sene önce evlenmişti. Birbirlerini seven iki âşıktılar ve çoğu zaman tatlı tatlı atışırlardı. Ben de onları izlemekten keyif alırdım.

Sofrayı kurmak için mutfağa girip çıkarken, bu evin bir diğer çalışanı olan Reyhan ile pek muhatap olmazdım. Küçüklüğümden beri birbirimizden hazzetmezdik. Bunun nedeni kendisiydi. Yengemlerle birlik olan bu kadını nasıl sevebilirdim ki?

Çok da büyük olmayan bir konakta yaşıyorduk. Konak, Mardin’e özgü sarı taşlardan oluşuyordu. Küçük de olsa bakımı ve temizliği uğraştırırdı. Yengem de kendini yoran bir kadın olmadığı için ve emrinde çalışanların olması hoşuna gittiğinden dolayı Seniha teyzeyle beraber toplam dört çalışanı vardı. Tabii asıl neden yengemin kibirli hanımağa havalarıyla ortalıkta gezmesiydi. Amcam un fabrikası işletmecisiydi, durumu oldukça iyiydi. Bundan dolayı da yengem böyle imkânlara sahipti. Kısa sürede kızlarla sofrayı tamamen hazırlamıştık.

Avludaki masaya tepside kalan son tabağı da bırakırken merdivenlerden inen Seniha teyze dikkatimi çekti. Merdivenlerden inmeyi bitirip, benim olduğum tarafa doğru gelmeye başladı. Yüzünün hâlini görüce kaşlarım çatılmıştı. Oldukça üzgün görünüyordu. Henüz beni fark etmemişti ve fark ettiği an da toparlanmaya çalıştı. Fakat ben yüzündeki üzgün ifadeyi yakalamıştım. Hızla ellerimi harekete geçirdim.

“Ne oldu, niye üzgünsün?”

“Yok bir şey kuzum, sadece başım ağrıyor,” dedi ama ben inanmamıştım.

“Yengem mi bir şey dedi?” diye üsteledim.

“Hayır, kimse bir şey demedi, dediğim gibi başım ağrıyor. Şimdi bir ilaç alır, kendime gelirim,” dedikten sonra arkasını dönüp mutfağa doğru yürüdü. Arkasından düşünceli bir şekilde bakakalmıştım. Ne olmuştu acaba, yengem mi bir şey yapmıştı? Kesin bir şey vardı ve Seniha teyze beni üzmemek için bana söylemiyordu.

“Günaydın güzel gözlüm,” diyen amcama döndüm. Küçük bir gülümseme eşliğinde, “Günaydın amca,” dedim ellerimi oynatarak. Ardından yengem ve Rojin de inip masaya oturdular. Yanımdan geçerken bana kötü bakışlar atmayı da ihmâl etmediler.

“Arya, gelsene sofraya,” Amcamın sesiyle hareketlenip yerime oturdum. Yengem ve Rojin’in kötü bakışlarını görmezden gelip kahvaltımı yapmaya başladım ama aklım Seniha teyzedeydi. Dalgınca yaptığım kahvaltımı bölen amcamın sesi oldu.

“Sabah Kadir Ağa aradı ve bu akşam bizi yemeğe davet etti, ben de kabul ettim. Akşam yemeğinde oradayız.” Bir an şaşkınlıkla duraksadım. Elimdeki çatal havada kalmış, ağzımdaki lokma sanki daha da çoğalmış gibi bitmiyordu. Bu akşam onun evine gidecektim, evlendikten sonra yaşayacağım o büyük konağa gidecektim. İçimden bunu birkaç defa tekrar ederek idrak ettiğim gerçekle kalbim teklemişti. Bu düşünceyle bütün bedenime yakıcı bir sıcaklık yayılmaya başladı, kalbim ise maraton koşmuş gibi çok hızlı atıyordu. Derin bir nefes alıp kimseye belli etmemeye çalıştım. Havada kalan çatalımı sakince tabağa koydum ve elime çay bardağımı alarak sırtımı sandalyeye yasladım.

İçimde büyük bir heyecan dalgası yayıldı. Bizim konağımız Mardin’in dışında kalıyordu ve onların konağından uzaktı. Bu yüzden de pek o taraflara gitme fırsatım olmamıştı. Yengem ve Esma teyze de birbirinden pek hoşlanmadığı için daha önce hiç görüşmemiş, birbirimizin evlerine gidip gelmemiştik. Kadir amca ve Esma teyze daha çok annem ve babamla yakındılar. Bu yemek, sadece Yiğit’i değil, Avşin’i de görmemi sağlayacaktı. Özlemiştim onu. Tatlı halleri ve şakalarıyla beni güldürüyor, bana iyi geliyordu.

Dün alışveriş telaşından dolayı ondan numarasını almayı unutmuştum ama bu akşam kesinlikle almalıydım. Konuşamasak bile mesajlaşırdık. Sanırım Avşin benim ilk ve tek arkadaşım olacaktı. Bakışlarım Rojin’e kayınca sinsi sinsi bana baktığını gördüm. Allah bilir kafasındaki tilkilerle ne düşünüyordu? Ve bunu üstümde uygulayacakmış gibi bir hâli vardı.

“Rojin’im bana bir kahve yaparsın artık ellerinle,” diyen amcam ile üstümdeki sinsi bakışlarını çekip gayet masum bir bakışla babasına baktı. Bu kız büyük oyuncuydu! Ne kadar şanslı olduğunun farkında değildi. Anne ve babası yanındaydılar, bir kardeşi vardı. Ailesi onu gerçekten çok seviyordu fakat onun umurunda değildi. O sadece kendi isteklerine önem veren bencil bir insandı. Bencil ve doyumsuzdu. Elindekilerin kıymetini bilmiyordu.

“Tabii babacığım, yaparım şimdi,” deyip mutfağa gitti.

Yine hangi çalışana yaptıracak acaba diye düşündüm. Yengemle amcam avludaki sedirlere geçip oturdular. Ben de çalışanların kahvaltıyı toplamasında yardım ettim. Mutfağa gittiğimde Elif’in kahveleri yaptığını, Rojin’in de masada oturmuş telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Tam da Rojin’den beklediğim şeydi. Kafamı iki yana salladım ve ona acıyarak baktım.

Seniha teyze ve çalışanların itirazlarına aldırmadan bütün gün ev işlerine yardım etmiştim. Biraz da zaman geçsin, kafam dağılsın diye bir şeylerle uğraşıyordum fakat yengem buna bile kızacak bir şey bulmuştu. Amcam bugün evdeydi ve yengem beni kenarda köşede kıstırıp, koluma sert bir çimdik atarak sırf amcamın gözünü boyamak için iş yaptığımı söylemişti. Bu kadını anlamıyordum, yapsam kızıyordu, yapmazsam kızıyordu. Kolumu elinin arasından kurtarıp ona öfkeli bir bakış attım. Ardından da onu umursamayarak yanından geçip gitmiş ve işlerime devam etmiştim. Arkamdan yine ‘Allah’ın cezası’ dediğini duymuştum ama oralı olmadım. Onu takmadığımı gördüğü her an daha da sinirleniyordu.

Gitme vakti yaklaşınca odama gidip hazırlanmaya başladım. Üstüme mürdüm rengindeki, etekleri dökümlü olan elbisemi giydim. Elbisemin boyu dizlerimi biraz geçiyordu. Saçlarımı taradıktan sonra hep yaptığım balıksırtı örgüsünü bitirip ucunu ince, siyah bir tokayla tutturdum.

Makyaj yapmayı sevmediğim için sadece uzun kirpiklerime biraz rimel sürüp daha da belirginleştirdim ve açık tonlarda da bir ruj sürdükten sonra tamamen hazırdım. Vakit yaklaştıkça heyecanım da artıyordu. Umarım bu akşam güzel geçerdi. Aşağı indiğimde bir tek amcam vardı, diğerleri sanırım daha hazır değildi.

Seniha teyzeye bakmak için mutfağa doğru yürüdüm. Sabah üzgün hâli hâlâ aklımdan çıkmamıştı. Ne yapsam da söylemeyeceğini biliyordum ama yine de bulup nasıl olduğuna bakmazsam içim rahat etmeyecekti. Mutfağa gireceğim sırada o da çıkıyor olacak ki beni fark edip hemen yanıma geldi.

“Arya, çok hoş olmuşsun yavrum,” dedi.

Tebessüm edip ellerimi oynatarak, “Gerçekten mi?” dedim. Kafasını olumlu anlamda salladı ve gülümsedi.

“Seniha ablaya katılıyorum,” diyen Menekşe ablaya gülümsedim. Bakışlarımı tekrar Seniha teyzeme çevirdiğimde yüzünü dikkatlice süzdüm.

“Sen nasıl oldun, daha iyi misin?”

“Kaç defadır soruyorsun Arya, merak etme iyiyim ben,” diyerek beni geçiştirdi. Tam ellerimi harekete geçirip konuşacakken amcamın bana seslenmesiyle ona döndüm.

“Arya, hadi gidiyoruz!”

Amcamın yanında duran yengem ve Rojin’in de hazır olduklarını gördüm. İkisi de beni baştan aşağı süzdükten sonra saklayamadıkları kıskançlık ve küçümseyici bakışlarıyla gözlerimin içine baktılar.

Yine umursamazlık maskemi takarak Seniha teyzeye sarıldıktan sonra onlara doğru yürüdüm. Konaktan çıkıp arabaya bindiğimizde beklemeden yolla koyulduk. Bu yollar beni ona götürmeye yaklaştıkça heyecanım daha da artmıştı. İster istemez heyecan sarıyordu her yanımı ve bunu engelleyemiyordum. Yaklaşık bir saat sonra oradaydık, o büyük konağın önünde durmuştuk. I

şıklarla süslenen konak tüm ihtişamıyla karşımızda duruyordu. Arabadan indiğimde etrafı biraz daha inceledim. Konağın kapısı çalışan olduğunu düşündüğüm bir kadın tarafından açılınca kafamı önüme eğip amcamların ardından içeri girdim. Çok büyüktü, bizimkinden daha büyük ve daha gösterişliydi.

“Hoş geldiniz,” diyen Kadir amcanın sesini duydum, ardından da Esma teyzenin.

“Hoş geldiniz.”

Hep beraber avludan geçip merdivenlerden yukarı çıkınca avlunun büyüklüğü dikkatimi çekmişti. Etrafımda gezdirdiğim meraklı bakışlarıma mâni olamıyordum. Merdivenlerin sonuna gelince sağ tarafta kalan büyük bir balkona geçerek oradaki sedirlere oturduk. Herkes kendi arasında muhabbete başlamıştı bile, ben de arada Esma teyzenin sorularını cevaplıyor ya da kafa sallıyordum.

Avşin nerede acaba diye düşünürken merdivenlerden indiğini gördüm. Beni görünce kocaman gülümseyip yanımıza doğru geldi. Herkese hoş geldin dedikten sonra en son bana geldi ve içten bir şekilde sarıldı. Ben de kollarımı beline doladım, sanki daha dün beraber olan ve yeni tanışan biz değilmişiz gibi özlemle sarıldık. Birbirimizden ayrılıp beraber bir köşeye geçip oturduk.

“Ama yenge sen yine çok güzel olmuşsun,” deyip beni baştan aşağı süzdü.

Ona gülümseyerek, “Teşekkür ederim,” yazdım elimdeki küçük not defterine. Okuması için ona gösterince karşılığında bana sıcak bir gülümseme verdi.

Bakışları saçıma takıldığında, “Saçların çok güzel olmuş, ben de örgü modellerini çok severim ama beceremiyorum,” dedi üzgünce.

“Ben sana öğretirim, hem bu çok kolay.”

“Aman, öğrenmekle ne uğraşacağım, zaten bir süre sonra sen de burada yaşayacaksın, yaparsın artık saçlarımı,” dedi ve bir omzunu hafifçe silkti. Kafamı olumlu anlamda salladım. Onun yanındayken yüzümdeki gülümseme hiç solmuyordu. Bakışlarım Rojin’e takılınca asık suratla bizi izlediğini gördüm. Avşin ile yakın olduğumu gördükçe içten içe çıldırdığını biliyordum.

Avşin’e yanaşmak için birkaç defa harekette bulundu fakat Avşin onu pek takmamış, daha çok benimle ilgilenmişti. Avşin kulağıma doğru eğildi ve fısıltıyla konuşmaya başladı.

“Rojin cadısı bu demek. Zaten ilk gördüğümde de sevmemiştim. Baksana nasıl da gıcık duruyor. Ay bu kız bende onu pataklama hissi uyandırıyor.”

Onun bunu söylemesiyle güldüm, hatta kısık bir kahkaha attım. Benimle birlikte o da gülmeye başladı. Sarf ettiği sözlerle yüzünde oluşan mimikler onda çok komik ve tatlı durmuştu.

“Hoş geldiniz,” diyen Yiğit’in sesiyle gülüşüm yüzümde dondu, bakışlarım benden izinsiz onu buldu. Kalbimin hızı artarak göğüs kafesimi zorlamaya başladı. Amcamla tokalaştıktan sonra oturdu. Bakışları bana dönünce gözlerimi kaçırdım ama o bakışların ağırlığını üstümde hâlâ hissediyordum. Bana böyle gözlerini dikip bakması heyecandan elimi nereye koyacağımı bilemememe neden olmuştu.

Avşin bana şüpheli gözlerle bakarken, iki kardeşin bakışlarının altında kızardığımı hissettim. Bu nedenle de kafamı önüme biraz daha eğdim fakat bugün kurtarıcı olan saçlarım yoktu, hangi akılla örmüştüm ki onları? Birkaç saniye sonra yoğun bakışlar üstümden kalkınca rahat bir nefes alabilmiştim. Rojin gözlerinde saklamadığı hayran bakışlarla Yiğit’e bakıyordu. Onun böyle aleni bir şekilde Yiğit’e bakması sinirlenmeme neden olmuştu. Kucağımda duran ellerim yumruk hâlini aldı. Avşin haklıydı, bu kızı pataklamak lazımdı.

“Hadi sofraya geçelim,” diyen Esma teyzeyle hepimiz ayaklandık. Neyse ki böylece Rojin’in ilgisi dağılmış oldu. Masada büyüklerin hoş sohbetiyle birlikte yemeklerimizi yedik. Bakışlarım bazen ona kayıyor, hareketlerini gözlemliyordum. Çok yakışıklıydı. Kaşığı büyük ve güçlü elleriyle kavrayışı, yemek yiyişi çok asil ve güzeldi. Pürüzsüz yanağını çevreleyen kirli sakalları ise ona çok yakışıyordu.

Kirpiklerimin altından onu incelemekten kendimi alıkoyamıyordum. Ona baktığımı hissetmiş gibi kafasını bir anda kaldırıp bana bakınca gözlerimi anında ondan kaçırıp önüme döndüm ve yemeğimi yemeye devam ettim. Yemekler bittikten sonra kahveleri içmek için yine sedirlere geçildi.

“Hadi yenge, kahveler gelene kadar ben de sana konağı gezdireyim,” diyen Avşin, ben itiraz etmeye fırsat bulamadan kolumu tutup beni çekiştirmeye başladı.

Herkesin arasından geçip giderken Yiğit ile çok kısa bir an göz göze geldik. Avşin beni ardından çekiştirdiği için gözlerimizdeki bağ uzun sürmeden kopmuştu. O ise biz geçip gidene kadar bize bakmıştı. Bakışlarında hiçbir duygu olmasa da bana baktığını bilmek beni heyecanlandırıyordu. Onu hiç sıcak bir şekilde bakarken görmemiştim, ifadesi hep soğuk ve donuktu. Zihnimden zorla da olsa Yiğit’i uzaklaştırdım ve konağa dikkat kesildim.

Konak üç katlıydı ve bayağı büyüktü. Oturduğumuz yer ilk kattı ve orada büyük balkonun yanı sıra bir de kocaman bir salon vardı. Kışın havalar soğuyunca orada yemekler, kahvaltılar yeniliyor ve orada oturuluyordu. Büyük salonun dışında iki tane de oda vardı. İkinci katta ise dört oda ve küçük bir salon bulunuyordu. Avşin rehberliğinde bu iki katı gezdikten sonra en sondaki kata çıktık. Burada sadece iki kapı vardı ve sol taraftaki odanın yanında yukarı çıkan bir merdiven gözüme çarptı. Sanırım bu merdiven terasa gidiyordu.

“Burası abimin katı, sadece ona ait. Bak, soldaki abimin çalışma odası, sağdaki de sizin odanız,” demesiyle yanaklarım alev topu gibi kızardı.

“Hadi gel içeri girelim,” deyip yine cevap vermeme fırsat vermeden kolumdan tutup beni sürükledi. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde, Yiğit’in şirketindeki odasından gelen o koku içime doldu. Anında gözlerim kapanmıştı. Çok güzel bir kokuydu, sanki insana huzur veriyor, rahatlatıyordu. Ya da sadece bana böyle hissettiriyordu, bilmiyorum. Onun kokusuna yeni yeni şahit olan burnum ve ciğerlerim bu durumdan oldukça memnundu. Ferah ve odunsu parfüm kokusunu derin derin içime çektim.

Burada yalnız olmadığım aklıma gelince yumduğum gözlerimi hızla açtım. Neyse ki Avşin fark etmemişti. Gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Oda çok büyüktü. Kapının karşısında kocaman bir yatak vardı ve odanın içinde iki kapı bulunuyordu. Tahminimce biri banyo, biri de giyinme odasıydı. Odanın içi beyaz ve açık kahve tonlarından oluşuyordu. Eşyalar yeni olduğunu açıkça belli ediyordu. Onunla beraber kalacağım bu odayı düşündükçe sıklaşan nefesimle göğsüm hızla inip kalkıyordu. Düşüncelerimi bölen Avşin’in telefon sesi oldu.

“Sen burada bekle Arya, ben iki dakika konuşup hemen geliyorum,” dedi ve çıktı

. Avşin’in odadan ani bir şekilde ayrılması beni afallatmıştı. Ah Avşin! Beni bu odada nasıl yalnız bırakırsın? Biri görürse eğer rezil olurdum. Avşin’e içimden kızmaya devam ederken çıkmak için hareketlenmiştim ki, arkamdan gelen sesle olduğum yerde donup kaldım. Gözlerim kocaman açılmıştı, tedirginlikle alt dudağımı ısırmaya başladım.

“Senin burada ne işin var?” diyen o soğuk ses, Yiğit’ten başkasına ait değildi.

Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece dururken onun bana yaklaştığını, daha sonra da sıcak nefesini ensemden kulağıma doğru yayıldığını hissettim. Gerilmiştim. “Eğer bu odayı bu kadar çok merak ettiğini bilseydim, seni daha önce getirirdim,” demesiyle biraz öncekinden daha fazla kızarmaya başladım.

Ellerim titriyor, kalbim yine göğsümü delmek istercesine hızla çarpıyordu. Çok utanmıştım. Hâlâ sadece ona ait olan bu odada, tek başına ona yakalanmak çok utanç vericiydi. Yanaklarımın kızardığına, hatta kıpkırmızı kesildiğine emindim. Ben şimdi bu utançla bir daha onun yüzüne nasıl bakacaktım? Ah Avşin! Beni nasıl bir duruma soktun? Seni elime geçirirsem öldüreceğim!

 

 

 

 

 

Loading...
0%