@ergnyusra
|
NSTAGRAM HESABIM: yusraergn TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari
KEYİFLİ OKUMALAR
6. İlk düğüm: Kına
Bir insanın gözü nefretle nasıl bu kadar kör olabiliyordu, nasıl olur da canından, kanından birine bu denli zarar vermek kolay geliyordu? Hırsın, kinin, nefretin, öfkenin bulunduğu kalpleri yorulmuyor muydu? Başkalarının canını yakarak mutlu mu olunuyordu? İnsan sahip olduklarıyla hiçbir zaman mutlu olmuyordu, daima daha fazlasını istiyor, başkasının sahip olduklarına katlanamıyordu. Bu yüzden nankördü insan, doyumsuzdu… Küçüklüğümden bu yana çektiğim acılara tuz basmaktan, psikolojik ve fiziksel şiddet göstermekten geri durmayan bu iki kadın, hâlâ benden ne istiyorlardı, anlamıyordum. Benden çocukluğumu alarak bana en büyük kötülüğü yapmışken hâlâ neden bu kin ve nefret? Çocukluğunu yaşatmadığın bir insana en büyük kötülüğü yapmışsındır zaten, daha fazlası neden? Kalplerinin içi nefretle kapkara olmuştu. İçlerinde o kadar büyütmüşlerdi ki, başka hiçbir duyguya yer kalmamıştı. Hayatım boyunca kimseden nefret etmedim, kin beslemedim. Bunlar taşınmaz, ağır bir yük olur binerdi insanın omuzuna. Önce içine işler sonra bütün ruhunu, aklını, gözlerini kör eder, ele geçirirdi tüm benliğini. Sonra da ortaya acımasız biri olur çıkardın. Yengem ve kuzenimin yaptığı onca şeye rağmen benim onlardan nefret etmem gerekirken onlar benden nefret ediyor, sanki o kadar eziyeti, kötülüğü onlara yapan benmişim gibi bana yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Onların gözünde gördüğüm nefreti hak edecek bir şey yapmamıştım ki ben. Hastane odasında uzandığım yatağımda bu düşüncelerle boğuşuyordum. Buraya geleli iki saat olmuştu. Kırık çıkık yoktu ama her yerim ağrıyor, bütün bedenim sızlıyor ve karıncalanıyordu. Alnımın köşesi morarmıştı, kolum ve bacaklarımda hafif çizikler oluşmuştu. Her şeye rağmen olası bir problem olma riskinden dolayı bütün tetkikler yapılmış, kontrol altına alınmıştım. Kafamı koruyup bir yerlere vurmadığım için şanslıydım ama bedenim için aynı şeyi söyleyemiyordum çünkü her yerim acıyla sızlıyordu. Rojin’in beni itmesinden sonra yere kapaklandığım o esnada kuzenim Murat koşup beni kucağına alarak arabaya doğru hızla götürmüştü. Evdeki herkesin telaşlı hallerini ve Seniha teyzenin bağırışlarını az çok duymuştum. Murat beni kucağında götürürken bilincimin ve gözlerimin kapanmadan önceki o birkaç saniyede Rojin’in şok olmuş hâlini görebilmiştim. Bunu yapmayı o da beklemiyor olmalıydı. Nefreti ve hırsı aklını bulandırmıştı. Sonrasında kapanan bilincimle gerisini hatırlamıyordum. Gözümü açtığımda hastanedeydim. Henüz yanıma kimse gelmemişti ve yanılmıyorsam herkes buradaydı. Kapı açılıp içeri önce amcam ardından da diğerleri girdi. Amcam yanıma oturdu ve canımı yakmamaya dikkat ederek yavaşça sarılarak saçlarımın arasından öptü. Benden ayrılıp yüzümü ellerinin arasına aldı. Gözlerinde acı, hüzün ve endişe vardı. “Nasılsın güzel gözlüm, iyi misin?” diyen amcama gözlerimi kapatarak cevap verdim. Kollarım, sırtım o kadar ağrıyordu ki kaldırıp cevap dâhi veremiyordum. Amcamın ardından Esma teyze ve Kadir amca da geçmiş olsun demişti. Tabii Esma teyze bana şefkatle sarılmış, benim için ne kadar çok korktuğunu dile getirmişti. Endişesi gözlerinden okunuyordu. Onlar yanımda biraz kaldıktan sonra daha fazla beni yormamak için çıkmışlardı. Neyse ki bir şey sormamışlardı. Onların çıkmasıyla Avşin yanıma geldi ve o da bana sarıldı. Benden ayrıldığında gözleri dolu doluydu. “Canım benim, iyi misin?” dedi titreyen sesiyle. Ah canım arkadaşım! Benim için çok korkmuş, çok endişelenmiş görünüyordu. Elini tuttum ve kafamı olumlu anlamda salladım. Şu ana kadar kokusundan burada olduğunu bildiğim ama yüzüne bakamadığım kalbimin sahibi de buradaydı. Odada sadece o ve Avşin kalmıştı. Avşin yanımda otururken o da ayakta durmuş bize bakıyordu. Bir süre sonra bana doğru yaklaşan adım seslerinden yanıma geldiğini anladım. Bedenimi yine bir heyecan dalgası almıştı. Yutkundum. “Geçmiş olsun,” dedi. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri ifadesiz, yüz hatları da oldukça sertti. Sanki gerilmiş ve öfkelenmiş de izleri kalmış gibiydi. Ona başımı hafifçe eğerek teşekkür ettim. “Nasıl oldu bu?” diye soran Avşin’e döndü bakışlarım. Ne diyecektim ki? Kuzenim benden nefret ediyor ve onun yerine benim abinle evlenmemi kabullenemediği için beni merdivenlerden itti mi diyecektim? Böyle utanç verici bir şeyi söyleyemezdim. Kendi kanımdan olan kuzenimin bana tüm bunları yapmasından dolayı ondan utanıyordum. Hem amcam bunu öğrenirse eğer çok kötü olurdu. Gözlerimi kaçırdım ve Avşin’i yanıtsız bıraktım. “İstersen sıkma Avşin, şimdi bırakalım dinlensin biraz,” dedi Yiğit. İlk defa soğuk konuşmadığını gördüm, gerçi sıcak veya yumuşak da değildi ses tonu ama soğuk da değildi. Gözlerim onu bulunca bakışlarındaki o farklılık dikkatimi çekmişti. Ne olduğunu çözemeden, onu dikkatle izlediğimi görünce kendini duvarlarının ardına gizledi. İçi siyah dipsiz bir kuyuyu andıran gözlerinde artık hiçbir duygu yoktu. Bakışlarımı ondan çekerek önüme döndüm. O gözlerdeki anlamı çözememiştim, bana bunun için zaman vermemişti. Belki de bana acıyordur diye düşünmeden edemedim. Bu düşünceyle kalbimden derin bir sızının geçtiğini hissettim. Zaten fazlasıyla acıyan bedenimin üstüne bir de kalbimin acısı eklenmişti. Kendimi şu an hem bedenen hem de ruhen çok güçsüz hissediyordum. Avşin abisini dinleyerek bana başka bir şey sormadı. Yanımda kaldığı süre boyunca beni mutlu etmek için elinden geleni yapmıştı. Daha sonra onlarda çıkmış, yanıma Murat gelmişti. Bana yaklaştı ve yatağın kenarına oturdu. “Abla, iyi misin?” dedi. Gülümsemeye çalışarak kafamı olumlu anlamda salladım. Ağrılarımı umursamayıp kollarımı kaldırıp ona sarıldım. Çok özlemiştim bu kıvırcığı. Kollarımı ondan çekip zorlukla hareket ettirdim. “Çok özlemişim seni.” Gülümseyip, “Ben de özledim,” dedi ve sonra benden tamamen ayrılınca yüzü ciddi bir hal aldı. “Seni ablamın ittiğini gördüm. Bunu babama da söyledim.” Şaşırmıştım. “Neden söyledin amcama Murat? Keşke söylemeseydin.” Kaşlarını çattı ve bana inanmak istemeyerek baktı. “Ne yani ablamı koruyacak mıydın bir de? Yapma Arya abla, onun ve annemin sana yaptıklarını biliyorum, küçük de olsam anlıyordum ama artık büyüdüm ve sana bunları yapmalarına izin vermeyeceğim,” dedi kararlılıkla. Elimi kaldırıp pürüzsüz yanağına koydum ve sevgiyle okşadım. O benim küçük kardeşimdi. Elimi Murat’ın yanağından çektim ve hareket ettirdim. “Hayır, ablan için değil, amcam için söylemek istemedim. Çünkü amcam buna çok üzülür. Annenin beni istemediğini hep biliyordu ama o Rojin’i çok seviyor, bunun onun yaptığını öğrenmesi onu yıkmıştır.” Ellerimi ve kollarımı oynatmam canımı yakıyordu ama başka çarem yoktu, benim sesim onlardı. “Ne olursa olsun babamın öğrenmesi gerekiyordu. Hem ben söylemeseydim bile illaki çalışanlardan biri söylerdi,” dedi. Haklıydı, evet ama amcam çok üzülecek, bana karşı çok mahcup olacaktı. Allah bilir ne yapacaktı Rojin’e? Kolay kolay çocuklarına kızan bir adam değildi ama böyle şeylere tahammülü olmazdı. Bir süre sonra konuyu kapatmıştık ve Murat’ın bana anlattığı tatil anılarıyla kahkahalarla gülmüştüm. Bu çocuk gittiği her yerde illaki fırlamalık yapıyordu. Birkaç dakikanın ardından doktor gelip bir şeyimin olmadığını söyleyerek beni taburcu etmişti. Herkes gitmiş, Murat, Avşin ve Yiğit kalmıştı. Sanırım bizi onlar bırakacaktı. Avşin koluma girip arabaya kadar yardımcı oldu. Kulağıma doğru yaklaşan Avşin, “Bunu o cadı kızın yaptığını öğrendim,” dedi. Ona nasıl der gibi baktım. Nereden öğrenmişti? Başıyla Murat’ı gösterip, “Kuzenin anlattı. Daha doğrusu amcana anlatırken abimle kulak misafiri olduk. Kıskanç! Pislik!” dedi öfkeyle. O esnada Murat kapıyı açıp binmeme yardımcı olurken Yiğit çoktan sürücü koltuğuna oturmuştu. Pek de umurunda olmadığımı çok belli ediyordu. Buz kütlesi ne olacak, diye geçirdim içimden. “Biliyor musun? Abim çok öfkelendi. O kızın tekin biri olmadığını anlamıştım zaten, diyerek homurdandı ama ben duydum.” Avşin’in bana söyledikleri ile şaşırmıştım. Sanırım buz kütlesinin günahını almıştım. Araba hareket edince ben kendi iç dünyama dalmıştım. Avşin’in söylediklerini düşünüyordum. Benim için üzülmüş müydü, yoksa acımış mıydı bana? Sanırım bunları hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Fakat bir tahminim vardı ki; bana acıyordu. Aciz biri olduğumu düşünüyordur belki de. Bu düşünceyle kaşlarım çatıldı, içimi öfke sardı. Dikiz aynasından kendimi ona bakarken buldum. Sanki hissetmiş gibi bir süre sonra bakışlarını bana çevirmesiyle göz göze geldik. Gözlerimdeki öfkeye anlam verememiş olacak ki onun da kaşları çatıldı. Yaptığım saçmalığı fark edince bakışlarımı ondan çektim. Neden ona kızıyordum ki? Buna hakkım yoktu. Dışarıdan beni acizmişim gibi gösterenlere olmalıydı bu öfkem. Kızgın olmam gereken kuzenimdi, yengemdi, Yiğit değil. Bendeki gariplik Avşin’in dikkatini çekmiş olacak ki, “Neyin var?” diye sordu. Zorla da olsa gülümsemeye çalışarak kafamı salladım. Bu hareketimle ona bir şeyimin olmadığını söylemek istedim. İşaret dili bilmiyordu ve yanımda yazacak bir şey de yoktu. Ancak beden dilimle gösterebiliyordum. Avşin pek inanmış gibi görünmese de daha fazla üstüme gelmedi. Bana arada bir şeyler anlatıyor, kafam dağılsın diye uğraşıyordu. Arada bir de iyi olup olmadığımı soruyor, rahat etmem için elinden geleni yapıyordu. Kafamı omuzuna yaslayıp bir an önce eve gitmeyi ve yatağıma girip uyumayı istiyordum. Artık hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Gerçekten artık çok yorulmuştum. Sonunda eve vardığımızda Avşin koluma girerek bana odama kadar eşlik etmiş, beni bol bol öptükten sonra da gitmişlerdi. Yatağıma uzandım ve amcamın nerede olduğunu düşünmeye başladım. Onu merak ediyordum, öğrendiği gerçekler onu sarsmış olmalıydı. Odamın kapısı açılınca bakışlarım o tarafa kaydı. İçeri giren Seniha teyzenin acının izlerini taşıyan yüzü dikkatimi çekti, gözleri ise ağlamaktan kızarmıştı. Yeni uzandığım yatağımın kenarına oturdu ve eğilip saçlarıma öpücükler kondurarak okşamaya başladı. “Kuzum benim, affet beni, yine koruyamadım seni,” deyip ağlıyordu. Ağlaması canımı yakarken onu kendimden uzaklaştırıp ellerimi hareket ettirebilmek için kendime alan açtım. “Senin ne suçun var? Böyle yaparak beni üzüyorsun, ağlama lütfen.” Üzüldüğümü görünce gözlerini silip kafasını salladı. “Tamam, ağlamıyorum. Şimdi iyi misin, ağrın var mı?” dedi. Başımı hayır anlamında sallayıp ona gülümsedim. Kafasını yazmayla sıkı bir şekilde bağladığına göre tansiyonu çıkmış ve baş ağrısı yapmıştı. Bu yüzden hastaneye gelememiş olmalıydı. Yoksa ne olursa olsun gelirdi, biliyordum. “Asıl sen iyi misin?” Ellerimi hareket ederek sorduğum sorunun ardından gözlerimle her başı ağrıdığında yaptığı gibi kafasına sardığı yazmayı işaret ettim. “Ben iyiyim kızım. Tansiyonum çıktı yine ama bir şeyim yok. Aklım hep sendeydi Arya, çok korktum kuzum,” dedi bir kere daha gözleri dolarken. Başımı göğsüne bıraktım ve benim için korkmuş olan bu güzel kalpli kadının anne şefkatine sığındım. Seniha teyze saçlarımı okşadığında gözlerimi yumdum. Uyumak istiyordum. Uyumak ve bugünü unutmak istiyordum fakat bu mümkün değildi. Geçmişimde olduğu gibi yine bana acı bir anı bırakmıştı anne-kız. Seniha teyze ben uyuyana kadar gitmeyecekti ve saçlarımı okşamaya devam edecekti, biliyordum. Bunu hep yapardı. Saçlarımı okşaması uykumu daha çabuk getirmeye başlamıştı. Zaten oldum olası saçlarımın okşanması beni mayıştırır, uykumu getirirdi. Kısa bir süre sonra bedenimdeki yorgunlukla uykuya yenik düşmem çok da uzun sürmedi. O günün üstünden iki gün geçmişti. Bedenim iyileşmiş, yavaş yavaş toparlanarak kendime gelmiştim. Hâlâ bazı eklemlerim ağrısa da iyiydim. Bacaklarım, kollarım ve sırtımda olan küçük morluklar ve çizikler de iyileşiyordu ama ruhumdaki yaralar hiçbir zaman iyileşemeyecekti. Derin bir nefes aldım ve heyecanın içimde oluşturduğu o yoğunluğu bastırmaya çalıştım. Bugün kına gecem vardı. Benim kınam. Kulağıma çok tuhaf gelmişti. Aşağıda evin yardımcıları hummalı bir şekilde çalışıyordu. Az çok seslerini duyabiliyordum. O olaydan sonra Esma teyze ve Kadir amca daha fazla beklemeyi istememiş, düğünü hemen yapalım diye öneride bulunmuşlardı. Amcamın da hemen kabul etmesinin o günün etkisinden kaynaklı olduğunu biliyordum. Odamda, yatağımın üstünde oturmuş, gergince birbirine kenetlediğim ellerimi sıkıyordum. Biraz sonra Avşin gelip beni alacaktı ve beraber arkadaşının kuaförüne gidecektik. Heyecanlıydım, hem de çok! Aynı zamanda fazlasıyla da gergindim. O günden sonra Rojin’i bir daha görmedim. Amcam öğrendikten sonra eve gelmiş ve kıyamet kopmuştu. Ona çok kızmıştı, bunu kızından beklemiyordu. Hem hayal kırıklığı hem de öfkeyle o an az kalsın Rojin’e tokat atacakken son anda durmuştu. Amcam her ne kadar kızgın olsa dâhi evlatlarına kıyamazdı. Rojin’i dayısının evine göndermiş, bir süre buradan uzaklaştırmıştı. Tüm bunları bana Seniha teyze anlatmıştı. Bense hiç tepki vermeyerek öylece dinlemiştim. Açıkçası Rojin umurumda bile değildi, onu umursamayı bırakalı yıllar olmuştu. ,O gün eve geldiğimde az da olsa dinlenmiştim. Sonrasında her yerimin ağrımasını göz ardı edip amcamla konuşmak için yanına gittim. Onu terasta sıkıntılı bir şekilde sigara içerken bulmuştum. Yanına gittiğimde üzgün gözlerle yüzüme bakmış ve sonra bakışlarını benden kaçırmıştı. Mahcuptu. Kızının yaptıklarından dolayı çok üzgündü ve benden özür dileyerek bana sarılmıştı. Sıcacık, şefkatli kolları arasından ayrıldığımda, onunla uzun uzun konuşup bana karşı böyle mahcup ve kötü hissetmesini az da olsa önlemiştim. Amcam benim canımdı, onun üzgün olmasına dayanamazdım. Bir anda açılan odamın kapısıyla korkuyla irkildim. Yine dalmıştım derinlere. Avşin neşeli bir şekilde içeri girip vakit kaybetmeden boynuma atladı. Benden ayrıldıktan sonra heyecanla, “Nasılsın, iyi misin? Çok iyi görünüyorsun. Hadi hazırsan hemen çıkalım. Çok işimiz var. Ay ben çok heyecanlıyım ya!” diye üst üste cümleleri sıralaması, beni daha da strese sokmuş, zaten olan heyecanıma bir o kadarını daha eklemişti. Beraber aşağı indiğimizde Seniha teyzeyle vedalaştıktan sonra arabaya bindik. “Hadi gidelim bir an önce Bekir abi,” dedi Avşin arabayı kullanan adama. Kısa bir süre sonra kuaföre geldiğimizde vakit kaybetmeden içeri girdik. Benim için uzun bir hazırlanma süreci böylece başlamış oldu. Akşam kına bizim konakta olacaktı. Her şey hazırdı ama son kontroller yapılıp eksiklikler tamamlanıyordu. Yengem ise o günden sonra bana hiç bulaşmamış, benden uzak durmuştu. Sanırım o da korkmuştu olanlardan. Çünkü bana yaptıkları ilk defa bu kadar göze batmıştı. Saçlarımın hepsine önce sıkı bir maşa yapılmıştı ve ardından saçımı yapan kadın, o maşaların hepsini açarak dalgalandırmıştı. Saçlarımdan alnıma düşen ve kırmızı bindallımla uyumlu olan güzel bir aksesuar da konulmuştu. Makyajım saçım yapılmadan önce bitmişti. Kolumdaki çiziklerin görünen kısmını fondötenle kapatmıştık. Zaten bindallının kolu uzundu, geri kalan kısmı görünmüyordu. Saçım ve makyajım tamamen hazır olduğunda bindallımı giymek için kabine girdim. Avşin’in yardımıyla üstüme geçirdikten sonra kabinden çıktım. Aynanın karşısına geçince üstüme tam oturan bindallıya baktım. Saçımın arkasında da kırmızı, duvağa benzeyen bir tül vardı. Aynadaki aksim, sanki ben değil de başka biri gibiydi. Kendime bir yabancıymışım gibi baktım, farklı görünüyordum. Bakışlarımı bindallımdan çekip yüzüme çevirdim. Gözlerimin rengini daha da ortaya çıkaran güzel bir makyaj yapılmıştı, dudağıma da kırmızı bir ruj sürülmüştü. Yanaklarımdaki hafif pembe allık da yüzüme renk katmıştı. Güzel olmuştum, bunun farkındaydım. Arkamı döndüğümde beğeni dolu bakışlarla karşılaştım. Avşin yanıma gelip, “Arya, çok güzel oldun canım,” dedi. Avşin’e baktığımda onun da hafif bir makyaj yaptığını, kısa saçlarını düzleştirmiş olduğunu ve buralara özgü mavi renkte yöresel bir elbise giydiğini fark ettim. Gerçekten çok güzel görünüyordu. Son rötuşlar da yapıldığında akşam olmuş, hava hafiften kararmıştı. Misafirler konağa yavaştan gelmiş olmalıydı. Bizim için de artık gitme zamanıydı. “Abim geldi, hadi çıkalım,” diyen Avşin’in sesiyle heyecandan içim titremişti. Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek bocaladım. Beden dilimin heyecanımı daha fazla yansıtmaması adına ellerimi bindallımın eteklerine götürdüm ve sıkıca tuttum. Farkında olmadan o kadar çok sıkmıştım ki avuç içlerim acımıştı. Kalbimin sesi kulaklarımda atıyordu, göğsüm uzun süre koşmuşum gibi hızla inip kalkıyordu. Son kez titrek bir nefes aldım ve yere uzanan eteklerimi hafifçe yukarı doğru çekerek dış kapıya yavaş adımlarla yürüdüm. Dışarı adım attığımda kafamı kaldırmamla bakışlarım karşımızda siyah arabasının yanında duran Yiğit’e takıldı. Üstüne giydiği beyaz gömleği ve lacivert kumaş pantolonuyla gerçekten çok yakışıklıydı. Gömleğinin iki üst düğmesinin açık olması ona daha karizmatik bir hava vermişti. Kirli sakalları ve özenle yapılmış saçları ise yüzüne çok yakışmıştı. Onu gördüğüm an tuttuğum soluğumu yavaşça bıraktım ve ardından derin bir nefes aldım. Nefessiz kalan ciğerlerimin buna ihtiyacı vardı. Bakışlarım gözlerine ulaşınca onun da beni dikkatlice süzdüğünü gördüm. Gözleri sonunda gözlerimi buldu, bana çok dikkatli bakıyordu. Tellere takılan bir uçurtma gibi takılmıştı gözlerim gözlerine, ne oradan çekebiliyor ne de koparabiliyordum. Birbirine dolanmıştı âdeta, koparmak imkânsız gibi geliyordu. Kalbim hâlâ çok hızlı atıyordu . Bu sefer bakışlarını kaçıran taraf o olmuştu, tele takılan uçurtmayı söküp atmıştı ve bana kopması imkânsız gelen o ayrılığı gerçekleştirmişti. Gözlerimi kısa bir an yumup açtım. Hemen ardından bir kere daha derin bir nefes alarak kendimi biraz da olsa dizginlemeye çalıştım. Fakat zavallı kalbim, yatışacak gibi durmuyordu. Daha fazla öylece dikilmeyi bırakıp arabaya bindim. Avşin öne geçtikten sonra Yiğit de arka koltukta, yanımdaki yerini almıştı. Arabayı dolduran ferah kokusu içime işlemeye başlamıştı. Burnumdan içeri sızan kokusu şimdi tüm benliğimde geziniyor, içimdeki ısının yükselmesine neden oluyordu. Yiğit’in bana bir şey demesini bekledim ama o tek bir kelime dâhi etmemişti. Bir merhaba bile dememişti. İçimde az önce oluşan o yoğun duygu yerle bir oldu. Beklenti içindeki yüzüm soldu ve yüzümün asılmasına engel olamadım. Bana bu kadar soğuk olmasına rağmen hâlâ ona nasıl aşkla bağlıydım, anlayamıyordum. Başımı cama çevirip dışarıyı seyretmeye başladım. Yanımdaki varlığını, bedenindeki sıcaklığın bedenime ulaşmasını göz ardı edemiyordum ve bu yüzden aklımı başka bir şeye veremiyordum. Bedenim onun varlığının fazlasıyla farkındaydı. Ona dönmek ve onu hasretle izlemek istedim ama yapamadım. İçim buruktu, kalbim ise âşık. Çelişkilerin ortasında kalan ruhum ise orada sıkışmıştı. Ve ben onu kurtaramıyordum. Konağa ulaştığımızda Avşin ile beraber içeri girdikten sonra odama çıktık. Yiğit de erkeklerin olduğu tarafa gitmişti. Avlu dolup taşmış ve bütün tanıdık, eş-dost gelmişti. Halaylar ve zılgıtlarla coşkulu bir kalabalık vardı. Bir süre sonra aşağı inme zamanı gelmişti. Yanıma gelen Seniha teyzeyle odadan çıkıp merdivenlerin başına geldik. Bütün kızların her biri merdivenlerin kenarlarında yol oluşturmuş, yöresel elbiseleriyle, ellerinde küçük kına tabaklarıyla ve içindeki yanan mumlarla birlikte çalan kına şarkısına eşlik ediyorlardı. Merdivenin sonunda Avşin damadın kardeşi olarak en büyük kına tepsisini elinde sallayarak beni bekliyordu. Beni görenler avluyu zılgıtlarla inletti. Daha fazla durmayıp taş merdivenlerden yavaş yavaş indim. Avşin’e ulaştığımda önden yürüyüp beni avlunun ortasında duran sandalyeye götürdü. Arkamızdan da kızlar sıra oluşturmuş geliyordu. Ben sandalyeye oturduğumda az sonra Yiğit de gelmiş, yine yanımdaki yerini almıştı. Kızlar etrafımızda dönerek kına şarkısını söylüyordu. Arada yükselen zılgıt sesleri kına şarkısının sesini bastırıyordu. Ne çok isterdim yanımdaki adamın beni sevmesini, benimle mecburi değil de isteyerek evlenmesini... Yan yana oturduğumuz şu anda elimi tutup heyecanlı olmasını, ne çok isterdim. İsterdim istemesine ama sadece hayalden ibaret olduğunu biliyordum. Hayatımızı birleştirmeye bizi yaklaştıran bu ilk adımda, birbirimiz için yan yana oturan iki yabancı gibiydik. Bu canımı yakıyordu ama elimden de bir şey gelmiyordu. Böyle olacağını biliyordum ama bu kadar can yakacağını tahmin edememiştim. Acıyı düşünmek, yaşamak gibi değildi. Acıyı düşünürsen sadece korkarsın ama acıyı yaşarsan hissedersin, yandığını o zaman anlarsın. Yanımda oturan Yiğit’in bacağını sallamasından bu durumdan hoşnut olmadığının farkındaydım. Haklıydı. Zorla evlendirildiğinden dolayı nasıl hoşnut olabilirdi ki? Kırmızı örtünün altında olan yüzümü biraz daha kucağıma doğru eğdim. O ana kadar yanımdaki adam yüzünden silikleşen kalabalık sesleri daha net gelmeye başlamıştı. Bir süre sonra Avşin yüzümdeki kırmızı örtüyü kaldırdı ve ağladığımı söyleyerek annesini çağırdı. Ağlamıştım, hem ailemin, annemin yanımda olmayışına hem de yanımdaki bu adamın beni sevmeyişine kalbimden kopup gözlerimden akan acımla beraber ağlamıştım. Esma teyze yanıma geldi ve hiç zorlamadan açtığım avucuma kına sürdükten sonra büyük bir altın koydu. Elime geçirdiği tül eldiveni bağladı ve Avşin’in elinde duran siyah, kadife kutuyu aldı. İçinden çıkardığı Diyarbakır’ın meşhur hasır bileziğini bileğime taktı. Bileziği gördüğüm an kurumayan yaşlarımın yerine yenileri eklendi. Çünkü bu bilezik annemindi. Küçüktüm ama hatırlıyordum. Annem beni her kucağına oturttuğunda bu bilezikle oynardım. Annem bu bileziğini çok severdi ve bileğinden hiç çıkarmazdı. Esma teyze kulağıma eğilip, “Bu bilezik annenindi. Sen evlenince bunu sana vereceğini söylerdi ama bugün o yok, onun yerine ben varım kızım. Beni de bir annen olarak gör güzel yavrum,” dedi ve alnımdan öpüp gözyaşlarımı sildi. Onun da gözlerinin dolduğunu gördüm. Yiğit’in bakışlarının üstümüzde olduğunu hissedebiliyordum. Kafamı ona doğru kaldırdığımda göz göze geldik. Kısa bir an gözlerimin içine baktıktan sonra bakışlarını hâlâ yanağımda asılı duran gözyaşına çevirdi. Kaşları çatılır gibi oldu fakat hemen kendini toparlayarak önüne döndü. Böylelikle ben de önüme dönerek diğer elime de kınanın sürülüşünü izlemeye başladım. Benim her iki elime, Yiğit’in ise bir elinin serçe ve yüzük parmağına kına sürülmüştü. Biraz sonra kına bitip de Yiğit yine erkeklerin olduğu tarafa giderken, ben de olduğum yerde oturup oynayan kızları izliyordum. Avşin arada bir gelip bir şeye ihtiyacımın olup olmadığını soruyor sonra da halaya koşuyordu. Bu kızın enerjisi hiç bitmiyordu. Kızlar bir iki kere beni de oynamaya kaldırmışlardı. Hiçbir şeyi düşünmeyerek eğlenmiştim. Seniha teyzem de misafirlerle ilgilenmekten sadece arada yanıma uğrayabiliyordu. Kınanın sonuna geldiğimizde herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Avşin yanıma gelerek yarın geleceği saati söyledi ve Esma anneyle birlikte benimle vedalaşıp gittiler. Kayınvalideme artık anne diyordum çünkü az önce kulağıma söyledikleri ve gözleriyle bunu açıkça belirtmişti. Zaten böyle yüreği güzel bir insana anne demek çok yakışıyordu. Odama çıktığımda gecenin izlerini üstümden atmaya çalıştım. Önce elimdeki kınayı yıkadım, sonra makyajımı temizleyip kısa bir duş aldım. Banyodan çıkıp üstümü giydikten sonra da hızlıca saçlarımı kuruttum. Tüm bunları yaparken de içimden ve dilimden duaları eksik etmiyordum. Umarım her şey güzel olurdu.
Bölüm hakkındaki yrumlarınızı bekliyorum:) Oylamayı da unutmayın lütfen.
|
0% |