Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm: "SON DÜĞÜM: DÜĞÜN"

@ergnyusra

 

 

NSTAGRAM HESABIM: yusraergn

TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari

 

 

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

 

7. Son Düğüm: Düğün

 

Bazen öyle bir an gelirdi ki, hiç ummadığın şeyler kapını çalar, seni kıskıvrak yakalayıverirdi. Umutların tükendiği, kül olduğu yerde, hiç beklemediğiniz anda küçük bir kıvılcım yavaş yavaş büyüyüp harlanırdı ve büyük bir yangına dönüşürdü. Zamanla büyüyen o ateş, sönmediğini ve bitmediğini kanıtlardı.

Umut tam da böyleydi. Önce biter, sonra küllerinin dibinde kalmış o küçük kıvılcımla tekrar alevlenir, büyür ve koca bir umut yeniden doğardı. Benim içimde beslediğim umudum da bu şekildeydi. Tam her şey bitti, umudum kalmadı dediğim anda içimde küllenmiş ama hâlâ kıvılcımı duran o umut, yeniden alev alarak büyüdü. Büyüdü, alev aldı ve kocaman bir harlı yangına dönüştü.

Aşk kırıntısıyla doymaktansa aç kalırım, der ya hani Teoman şarkısında, ben de bir zamanlar umut kırıntısıyla doymaktansa aç kalmayı tercih etmiştim. Çünkü biliyordum ki olmayacak şeyleri umut etmek, sonunda hep üzüp hüsrana uğratıyordu ama şimdi yeniden içimde alevlenen umuda karşı koyamıyordum. Biliyordum, artık küllerinden doğan ve büyüyen bir umudum vardı.

Yeniden bir aileye, bir dosta, kardeşe sahip olmak, yarım ve eksik kalan o yanlarımı dolduracaktı. Hayata bağlanmak için elime verilen umudumun sebebiydi. Fakat öte yandan kalbimin ince sızısı olan adamın bana olan soğuk tutumu umudumun kanatlarını kırıyordu.

Evet, umut vardı ama hâlâ eksikti, uçmak için bir kanadı hâlâ kırıktı. Belki de ağacın kuru bir dal olmaktan kurtulmak için baharı beklediği gibi o da yeşermek adına biraz zamanın geçmesini bekleyecekti.

Kalbimin bir köşesi hâlâ ona kırgındı, acıyordu ama duygularıma engel olamıyordum. Belki sevdiğim adama ulaşmam zor olacaktı, belki de imkânsızdı ama adım attığım bu evliliğe sıkı sıkı tutunup bırakmayacak, pes etmeyecektim. Hayat ne gösterirdi bilinmez ama elimden geleni yapacak, mutlu olmak için çabalayacaktım.

Odamda, dolabımın aynasından beyazlar içindeki aksime bakıyordum. Giydiğim beyaz gelinlik, yeni hayatımın simgesiydi. Tıpkı yeni hayatıma açtığım yeni bir sayfa gibi bembeyazdı. Göğsüm derin bir nefesle havalandı. Kısa bir an gözlerimi yumup açtım ve aynadaki aksime tekrar baktım. Güzel görünüyordum.

Birkaç saat önce buraya gelen kuaför ekibi saçımı ve makyajımı yapmıştı. Amcam bu evden gelinliğimle çıkmamı istemişti. Bu yüzden Avşin, kuaför ekibini buraya toplamıştı. Açık kumral saçlarıma önce maşa yapılmış, sonra da arkada düşük ve dağınık bir topuz ile toplanmıştı. Saçımın ön kısmına da örgüyle güzel bir taç yapılmıştı. Makyajım ise yine bal rengi gözlerimi ön plana çıkartacak şekildeydi ama aynı zamanda da çok abartılmamıştı.

Duru ve sadeydi. Kadın, mesleğinin hakkını vermiş, yine beni bambaşka birine çevirmişti. Beyaz topuklu ayakkabılarımın altına Avşin kendi adını, birkaç arkadaşının ve konaktaki kızların adını yazmıştı. Hatta Seniha teyzenin tüm kızmalarına ve azarlarına rağmen onun bile ismini yazmıştı. İkisinin ayakkabıyı bir onun bir öbürünün elinden alma çabalarını başımız bir sağa bir sola gidecek şekilde izlemiştik. O dakikalarda ben de dâhil odadaki herkes kahkahalarla izlemişti onları. Bu kız deliydi!

Üstümdeki gelinlikle ayakta durmak beni yormuştu. Gelinliğin eteklerinden tutarak kaldırdım ve birkaç adımda ulaştığım yatağımın üstüne oturdum. Gözlerimi odamın her karesine dokundurarak gezdirdim. Bu evde on yedi yılımı geçirmiştim. Buraya geldiğimde henüz altı yaşındaydım.

Bu ev bana hiçbir zaman sıcak bir yuva olmamıştı ama bu oda tüm acılarımı örten ve gizleyen bir sığınak olmuştu. Tüm acılarıma, gözyaşlarıma ve yalnızlığıma bu duvarlar, bu yatak ve eşyalar şahit olmuştu. Kimse beni istemezken bu oda beni kabul etmişti. Burukça gülümsedim. Bu evden değil ama amcamdan ayrılmak içimi acıtıyordu. Bu ev bana baba evi olmuştu. Fakat artık gitme vaktiydi, yeni bir hayatın yoluna adım atıyordum.

Umarım adım attığım bu yolda takılıp düşmezdim. Kapı açılınca bakışlarımı odamın taş duvarlarından çekip gelenin kim olduğuna baktım. İçeri giren amcama gülümsedim. Odanın ortasında durdu ve gözlerindeki sevgiyle birkaç saniye öylece bana baktı.

Gözlerinde mutlulukla karışık olan hüznü görebiliyordum. Oturduğum yataktan kalktım ve amcamın yanıma gelmesini bekledim. O sırada amcam derin bir nefes alarak hareketlendi ve gelip tam karşımda durdu. Ellerini kaldırdı, baba şefkatiyle yanağımı okşadı, sonra da alnımdan öptü. Gözleriyle, şefkatli dokunuşuyla sevdi beni.

“Güzel gözlüm, bugün buradan gidiyor, yuvadan uçuyorsun. Artık kendi yuvanı ve hayatını kuracaksın. Keşke rahmetli abim ve yengem de bugünü görebilseydi ama takdiriilahi işte, onları erken aldı bizden. Sen abimin emanetisin ama bundan önce benim de kızımsın. Bazen seni koruyamadım, affet beni yavrum. Umarım ki Rabb’imden çok mutlu olursun. Bu güzel yüzün hiç solmasın,” dedi, gözleri dolmuştu.

Dayanamadım, gözlerimden yaşların birer birer akmasına izin verdim. Bu adam benim her şeyimdi. Kollarımı amcamın boynuna sardım ve şefkatli kollarına sığındım. Sarılmama karşılık amcam beni sevgiyle kucakladı.

Gözlerimden akan yaşlar amcamın siyah ceketini ıslatıyordu. Bir süre sonra benden ayrıldı ve gözyaşlarımı parmak uçlarıyla sildi.

“Ağlama kızım. Artık ağlamak yok, mutlu olacak, hep güleceksin,” dedi ve sesli bir nefes verdikten sonra devam etti. “Kız vermek çok zormuş, acaba yol yakınken vazgeçsem mi?”

Gülümsedim. Ellerimi harekete geçirip, “Hakkını helal et amca, emeğin çok üzerimde. Sen bana amca değil, baba oldun. Her zaman sırtımı dayayacağım çınarım oldun. Teşekkür ederim amcam,” dedim, gözlerimdeki yaşlar akmayı bırakmıştı ama hâlâ doluydu ve akmak için hazırda bekliyorlardı.

“Helal olsun kızım. Ben hep buradayım, ne zaman istersen bu ev, bu kapı sana her zaman açık,” dedi. Yaklaşıp tekrar alnımdan öptü ve son kez sevgiyle gözlerimin içine bakıp odadan çıktı. Derin bir nefesle burnumu çektim ve dolu olan gözlerimi kırpıştırarak sakinleşmeye çalıştım. Amcamın ardından içer giren Avşin’in gözleri kocaman açılmıştı. Bir anda cırlamasıyla ne yapacağımı bilemedim.

“Ya ama makyajın akmış, suratın mahvolmuş Arya. Ne vardı bu kadar ağlayacak? Of ya! Neyse, ben her ihtimale karşı kuaförden gelenleri göndermedim. Şimdi birini çağırayım da gelip makyajını tazelesin,” dedi ve aceleyle odadan çıktı.

Hızına yetişememiştim. Onun bu tatlı telaşlı hâline gülümseyerek kafamı iki yana salladım. Birkaç dakika sonra Avşin makyajımı yapan kadınla beraber tekrar yanıma gelmişti. Beklemeden işe koyulan kadın, yüzüme dokundurduğu fırçalar ile makyajımı tazelemişti. Tabii Avşin bir daha ağlamamam konusunda beni tehdit etmeyi de unutmadı. Uslu bir çocuk gibi ona sadece kafamı salladım. İşini bitiren kadın kapıdan çıktığı esnada Murat içeri girmişti.

Avşin vakit kaybetmeden, “Sakın ağlatma Arya’yı, yoksa seni mahvederim. Daha şimdi makyajı yeniden yapıldı,” deyip Murat’ı da nasiplendirmişti tehdidiyle.

“Tamam Avşin abla, merak etme,” diyen Murat yanıma geldi. Ayağa kalktım ve yakışıklımı gülümseyerek karşıladım. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve fısıltıyla konuştu. “Ben bu kızdan korkuyorum,” dedi ve yüzüne sahte bir korku ifadesi kondurdu. Bu söylediğiyle güldüm. Beni kısa bir an süzdü ve gözlerindeki hayranlıkla, “Çok, çok güzel olmuşsun ablam. Melekler gibi,” dedikten sonra bana sıkıca sarılmıştı.

Geri çekildiğimde, “Teşekkür ederim. Sen de çok yakışıklı olmuşsun,” dedim. Bir elimi kaldırıp kıvırcık saçlarını karıştırdım. Bunu yapmamı hiç sevmezdi. Yüzünü buruşturup elimi tuttu ve saçlarından uzaklaştırdı.

“Şunu yapma ya!” dedi yalancı bir kızgınlıkla. Omzumu silkip bu tatlı hâline güldüm.

“Zaten gidiyorum, kurtuluyorsun benden.” Yalandam bir küskünlükle dudaklarımı büktüm. Gözleri dolan Murat bakışlarını benden kaçırdı.

“Deme öyle, yine geleceksin,” dedi. Onun bu hüzünlü sesiyle benim de gözlerim doldu fakat Murat’ın arkasından bana gözlerini kısarak bakan Avşin’i görünce ağlamamak adına derin bir nefes aldım ve gözlerimi yukarı dikerek ağlama hissinden kurtulmaya çalıştım. Bu sefer de ağlayıp makyajımı mahvedersem Avşin’in gazabından kurtulamazdım. “Gerçi bana sorulmadı seni verip vermeyeceğim ama olsun bakalım. Bu kurdeleyi bağlamak erkek kardeşin olarak bana düştü,” diyerek oluşan sessizliği bozdu.

“Sorulsaydı ne olacaktı acaba?” diyen Avşin’e kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü.

“Tabii ki de ablamı vermeyecektim,” dedi ciddi bir sesle.

“Vermeyip turşusunu mu kuracaktın Murat?” dedi Avşin gözlerini devirerek. Murat, Avşin ile baş edemeyeceğini anlamış olacak ki cevap vermeyerek sadece omzunu silkti. Kurdeleyi iki kez bağlayıp açtıktan sonra son bir kez daha bağlayıp öyle bırakmıştı. Yüzünü kaldırıp bana buruk bir tebessümle baktı ve ardından kollarını kaldırıp boynuma doladı.

“İnşallah çok mutlu olursun,” dedi. Geri çekilmeden yanağından öpüp ona küçük bir tebessüm yolladım. Aşağıdan gelen korna ve davul sesleri damat tarafının geldiğini belli ediyordu.

“Bizimkiler geldi, hadi çıkalım,” dedi Avşin.

“Olmaz. Bizden öyle kız almak kolay değil. Damat bey kapı arkası verecek,” diyen Murat, hemen kapının arkasına geçti ve kapıyı kilitledi.

Sırıtarak kulağını kapıya dayadı ve gelen gideni yokladı. Gittikçe yaklaşan kalabalık sesleri şimdi kapının dibinden geliyordu. Kapı iki defa çaldı, sanırım kapıyı çalan Yiğit’ti.

“Önce kapı arkasını alayım, sonra veririm gelini,” dedi Murat kapıya doğru bağırarak.

Davul zurna sesleri ve insan kalabalığının oluşturduğu gürültü ile bağırmak zorunda kalmıştı. Yiğit’in ne yaptığını ne diyeceğini merakla bekledim. Murat kapıyı hafif aralayarak açtı ve elini uzattı. Sanırım Yiğit bir miktar para koymuştu ama Murat az diyerek kapıyı açmadı.

En sonunda avucuna tekrar konulan bir miktar para ile Murat tatmin olmuş olacak ki kapıyı sonuna kadar açıp Yiğit’in içeri girmesine izin verdi. O an onu görünce nefesim kesildi, kalbim ise coşkuyla atmaya başladı. Nefes almam gerektiğini hatırladığımda göğsüme doldurduğum hava ile derin bir nefes aldım ve aynı dolulukla nefesimi yavaşça bıraktım.

Bakışları anında beni buldu ve bedenimi baştan aşağı süzdü. Yutkundum. İçim titremişti. Göz göze geldiğimizde bakışlarındaki ifadesizlik canımı sıkmıştı. Bir kere olsun duvarlarını yık be adam! Gözlerinden yine bir şey anlayamayacağımı biliyordum. Daha fazla ona bakmayı kesip hızlı bir biçimde bana yaptığı gibi onu baştan aşağı süzdüm.

Giydiği siyah damatlığıyla oldukça yakışıklı görünüyordu. Düzgün fiziği, uzun boyu, , dik omuzları ve keskin bakışlarıyla bu adam kalbimin atışını hızlandırıyor, aklımı bulandırıyordu. Hiçbir şey demeden yanıma geldi ve kolunu bana doğru uzattı. Koluna diktiğim bakışlarımla bir an duraksadım.

“Akşama [WK1] kadar öylece bakıp bekleyecek misin?” diyen sesini duydum.

Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Dümdüz önüne bakıyor, ifadesizliğini koruyordu. Kendimi toparlayıp heyecandan titreyen elimi bana uzattığı kolunun arasından geçirdim. Ona dokunuyor olmak heyecanımı iki katına çıkarmıştı. Sertçe yutkundum. Belli etmemek için çok çaba sarf etmem gerekiyordu.

Odadan çıkıp, gelinliğimin izin verdiği kadar merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başladık. Davul zurna daha bir coşkulu çalmaya başladı ve kadınların zılgıtları onlarla yarışır bir şekilde çoğaldı. Konağın avlusundan dış kapıya doğru giderken, Seniha teyzenin bana mutlu gözlerle baktığını gördüm.

Yengem ve Rojin ortalıkta görünmüyordu. Konaktan tamamen çıktığımızda beklemeden arabaya bindik. Ben ve Yiğit yine arkaya, Avşin de öne oturmuştu. Araba hareket etmeye başladı ve düğünün yapılacağı, buranın en büyük salonunun açık alanına doğru yol aldı. Mardin’de bilinen bir ailenin oğlu evleniyordu ve oldukça kalabalık bir düğün olacaktı.

Yakın köylerden bile eş dost herkes gelmişti. Çok heyecanlıydım. Kalbim göğsüme sığmıyor, şiddetle atıyordu. Bugün, yıllardır kalbimde bir fidan gibi büyüttüğüm adam ile evleniyordum, biraz sonra da bir ömür beraberliğe en büyük adımı atarak imzayla sonlandıracaktık. Hayat çok garipti.

Her zaman hayalim olan şey gerçekleşiyordu ama ben kendimi hâlâ rüyadaymışım gibi hissediyordum. Kimi insan hayal eder, hayalle birlikte umut ederdi. Benim de her zaman hayalim vardı, evet ama umudum ve inancım yoktu. Şimdi ise her zaman hayalim olan bu adamla evleniyordum, umut benim için yeniden doğmuştu.

Arabanın durmasıyla düğün mekânına vardığımızı anladım. Arabadan indik ve bizim için ayrılan odaya geçtik. Henüz oturmaya fırsat bulamamışken elinde fotoğraf makinesi olan bir adam içeri girdi.

“Buyurun, sizi mekânın arka tarafına alayım. Fotoğraf çekimine gitmediğiniz söylendi. Şanslısınız ki buranın açık alanında dış çekim yapıyoruz,” diyen adama şaşkınlıkla baktım. Bu benim aklıma hiç gelmemişti. Elbette isterdim düğün fotoğraflarımızın olmasını ama Yiğit ister miydi ki? Ona baktığımda Avşin’e kızgın bir şekilde baktığını gördüm.

“Bu senin başının altından çıktı değil mi?” dedi. Böylelikle anlamış oldum, istemiyordu. Zaten aptal gibi heveslenip isteyeceğini neden düşünürüm ki?

“Ama abi ne olacak sanki? Herkes çekiyor. Hem ileride çocuklarınıza gösterirsiniz,” diyen Avşin’e bu sefer kötü ve kızarmış bir şekilde bakan ben oldum. Allah’tan yüzümdeki makyajdan dolayı yanaklarımın kızardığını göremiyorlardı.

“Avşin!” diye uyardı Yiğit onu sertçe.

Avşin ise bundan hiç etkilenmeyerek sözlerine devam etti. “Hadi ama abi, her şey tam olsun işte. Lütfen,” dedi tüm tatlılığını sergileyerek.

Aslında giydiği bordo, uzun elbise ona çekicilik katmıştı ama yüzündeki masumluk ve tatlılık yerli yerindeydi. Güzel kızdı Avşin. Giydiği elbiseyle, yaptığı salaş topuzuyla ve yüzüne, özellikle badem gözlerine yakışan makyajıyla çok daha güzel olmuştu.

Yiğit bakışlarını bana çevirdi. Birkaç saniye yüzümde oyalanan bakışları altında gerildim. Yiğit sonunda pes ederek kabul etmişti. Düğünün tam anlamıyla başlamasına bir saat vardı, o yüzden adam elini çabuk tutacağını söylemişti.

Beraber arka tarafa geçince buranın büyük ve yeşilliklerle dolu güzel bir alan olduğunu gördüm. Ayrıca ışıklarla, çiçeklerle ve kalplerle süslenmiş dekorlar da vardı.

“Şuraya geçin,” diyen fotoğrafçının gösterdiği ağaçların ve rengârenk çiçeklerin güzel bir manzara kattığı yere geçtik. İkimiz de yan yana öylece duruyor, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Yiğit’in yüzünden bundan hoşnut olmadığını görebiliyordum. İster istemez yüzüm düşmüştü.

Bir an kalbim acıyla tekledi, içim yeni bir umutla dolmuşken, tekrar umutsuzluğa kapı aralamak istemiyordu. Bu yüzden şu ana kadar her şeyi göz ardı etmişti. Her şeyin farkında olarak ve bile bile kabul etmiştim. Yiğit’e bakıp üzgün olduğumu saklayamadan kafamı olumsuz anlamda salladım. İstemiyorsa zorla olacak şey değildi. Ne demek istediğimi anlamış olacak ki kaşlarını çattı, gözlerimin içine uzunca baktı.

Derin bir nefes aldı ve o esnada, “Şimdi Yiğit Bey, gelinin belinden tutup kendinize doğru çekin,” diyen fotoğrafçı adamın dediğini yaptı.

Ben daha adamın ne dediğini idrak edememiş, şaşkın bir şekilde bakarken ne olduğunu anlamadan belimde hissettiğim eller ve yakınımda gördüğüm yüzle donup kalmıştım. Yiğit’in hem vazgeçmemesi hem de beni belimden tutan sıcak elleri yüzünden âdeta şoka girmiştim. Bu kadar yakınlık kalbime iyi gelmemişti.

Göğüs kafesime sığmayan kalbim şu an o kadar hızlı atıyordu ki, bu kadar yakınımda olan Yiğit’in hissettiğine emindim. Titriyordum. Hem heyecandan hem de utançtan. O ise gayet rahattı. Ayrıca sanki ifadesi de biraz yumuşamıştı.

“Gelin Hanım, biraz gülümseyin,” dedi adını bile bilmediğim fotoğrafçı adam.

Sesindeki hafif alayı almıştım. Sanırım ilk defa bu kadar şaşkın ve somurtkan bir gelin görmüştü. Yiğit’in yumuşayan ifadesinden cesaret alarak hafifçe gülümsedim. Yüzümdeki tebessümle sevdiğim adamın gözlerinin içine baktım, baktım ve o gözlerde kayboldum. Bu siyah gözler bana âdeta karanlığın görünmeyen sonsuzluğunu gösteriyordu ve ben o sonsuzlukta kaybolmaya gönüllüydüm.

Gözleri her ne kadar çoğu zaman soğuk ve duygusuz baksa da güzeldi, çok güzeldi. O an harelerinin sevgiyle nasıl parladığını merak ettim. Acaba sevgi bu siyah gözlerde nasıl dururdu? Daha önce görmediğim için hayal etmek güçtü ama yakışacağından şüphem yoktu. Üstümüze doğru hafifçe esen rüzgârı hissedebiliyordum.

Şehrin etrafa yaydığı sesler kulağıma uğultuyla doluyordu. Kalbimin sesi ise tüm bunları bastıracak şekilde kulaklarımda hızla atıyordu. Burnuma dolan erkeksi koku, içinde bulunduğumuz yeşillik alanın kokusunu yok ediyordu. Bir tek o vardı, onun gözleri, onun kokusu, onun sıcaklığı… Ne de güzeldi sevgilinin kollarında olmak, ona sarılmak, bedenini bedenine teslim etmek. Tüm bunların açlığını bunca yıl çekmişken, öyle hemen doyabileceğimi sanmıyordum. Ama kollarında olduğum bu adamın benim açlığımı doyuracağından da emin değildim.

Yiğit’in yanı, ya mezarım olacaktı ya da en güzel sarayım.

Beni sevmeyen bir adama bu kadar delicesine, tutkuyla ve her şeyi göze alarak derin bir aşk beslemek beni nasıl bir bilinmezliğe götürecekti bilmiyorum ama kalbim her şeye razıydı. Mantık adına hiçbir şey kalmamıştı, beni istemeye geldiklerinden beri sadece duygularım ön plandaydı. Beni onlar yönetiyordu. Bundan dolayı bir gün pişman olacak mıydım, bilmiyordum. Fakat buna rağmen vazgeçmek gelmiyordu içimden, buna cesaretim de yoktu gücüm de.

Adamın bizi başka bir poza yönlendirmesiyle ilkinin çekildiğini anladım. Ne zaman ne ara olmuştu bilmiyorum. O ara Yiğit’in gözlerine kapılıp etraftan soyutlanmıştım sanırım. Yiğit alnını alnıma yasladı. O anda gözlerim kendiliğinden kapandı ve dermanı kalmayan bacaklarımın beni taşıyamayacak hâle geldiğini hissedince Yiğit’in omuzlarına tutundum.

Hızla inip kalkan göğsüm ve derimi parçalamak isteyen kalbim heyecanımı fazlasıyla belli ediyordu. Tabii bedenimin titremesi de cabasıydı. Fark etmeden yüzümde oluşan tebessümle sevdiğim adamın kokusunu içime çektim. Bir tek gözlerine değil, kokusuna da çekiliyordum.

“Bu da tamam. Şimdi Yiğit Bey, gelinin arkasından sarılıp, yüzünüzü saçlarına gömün.” Bu kadarı fazlaydı ve düşüp bayılmam an meselesiydi. Bu tatlı işkencenin bitmesini istiyordum çünkü bu yakınlaşma beni heyecanın en yüksek dozuna sürükleyip, bedenimdeki gücün çekilmesine neden oluyordu. Yiğit fotoğrafçının dediğini yaparak arkama geçti ve beni belimden, uzun kollarıyla sardı.

“Arya Hanım, elinizi Yiğit Bey’in elinin üstüne koyun ve bana bakıp gülümseyin.”

Titreyen ellerimi kaldırıp Yiğit’in belimden geçen kolları ve karnımın üstünde birleştirdiği ellerinin üstüne koydum. Arkamdaki sevdiğim adama bedenimi bırakmamak ve ona yaslanmamak için kendimi zor tutuyordum. Vücudum kontrolden çıkmak üzereydi ve beynim uyuşmaya başlamıştı. Düşünme yetimi kaybediyordum. Yüzünü saçlarıma gömdüğünü hissettim. Titreyen göz bebeklerimi ellerimizden alıp fotoğrafçı adama yönelttim ve zorla da olsa hafifçe gülümsedim.

Bunun gibi birbirimize çokça yakın olan birkaç poz daha çekmiştik ve en sonunda bitmişti. Rahat bir nefes alarak Yiğit’ten biraz uzaklaştım. Aslında bana olan yakınlığından rahatsız değildim ama heyecanım beni ele veriyor, kendimi dizginlememde bana zorluk çıkarıyordu. Tekrar bekleme odasına geçtikten sonra ben heyecandan gücü çekilmiş bedenimi koltuklardan birine atarken,

Yiğit de pencerenin önüne geçti ve dışarıyı seyretmeye başladı. İkimiz de birbirimizden uzak duruyorduk. Sanırım az önceki yakınlaşmamız onu da sarsmıştı. Ya da ben öyle sanıyordum. Onu şimdi yan profilinden görebiliyordum. Gözleri düşünceli bir şekilde dalmış, kaşları ise hafifçe çatılmıştı. Birkaç saniye sonra da yumruklarını sıkmaya başlamıştı. Yüzünde sert bir ifade hâkimdi.

Ne olduğunu anlamamıştım ve aklından neler geçtiğini delicesine merak ediyordum. Yiğit, hiçbir şey söylemiyor, yüzüme bakmıyordu. Belki de onu dinlemeyip bu evliliği kabul ettiğim için bana içinden kızıyordu. Huzursuzca yerimden kıpırdandım. Benimle hiçbir şey paylaşmıyordu ve ben ne hissettiğini anlayamıyordum.

İki yabancıydık. Az sonra bir ömrü beraber geçirmek için imza atacak olan iki yabancı. Onunla konuşmak için can atan dilim dönmüyordu. Adını seslenmek, içimdekileri anlatmak istiyordum ama işaret dili veya kalem kâğıt olmadan bunu yapamazdım. Bu acı içimde bir oyuk açmıştı. Bu, üstü kapanmayan, içi dolmayan ve geçmeyen bir oyuktu. Avşin yanında bir görevliyle gelmiş, içeri gitme zamanının geldiğini söylemişti.

O an Yiğit pencereden ayırdığı bakışlarını bana çevirdi. Kısa bir süre baktı ve yanıma gelerek koluna girmem için tekrar bana doğru uzattı. Sanki olanları kabullenmiş ve ona verilen bir görevi yerine getiriyor gibiydi. Düşünmeyi bırakarak elimi kolundan bir kere daha geçirdim ve davetlilerin olduğu kısma doğru yürümeye başladık.

Mekânın bizim için olan girişine geldiğimizde kenarları çiçeklerle süslenmiş yolda yürümeye devam ettik ve konukların olduğu büyük alana doğru giriş yaptık. Alkışlar yeri göğü inletecek şekilde coşkuluydu. Tahmin ettiğimden daha kalabalıktı. Kısa bir süre sonra masamıza geçip oturduk. Nikah memuru biz oturduğumuzda beklemeden başlamış ve birkaç dakikada nikahımız kıyılmıştı.

Yiğit evlilik adına sorulan soruda düz bir sesle evet derken ben ise sadece kafamı sallayabilmiştim. Bu şekilde evet diyebilmiştim. Nikah memuru da dâhil herkes bildiğinden kimse yadırgamamıştı. İmam nikahımız ise iki gün önce kıyılmıştı. Böylece hem Allah katında hem de devlet kayıtlarında artık evliydik.

Nikah memurunun elime verdiği cüzdana takıldı bir süre bakışlarım. Artık onun karısı olmuştum ve o da benim kocam. İçimde tarif edilemez bir kıpırtı oluştu. Bir yandan da karışıktım. Çünkü bir yanım tedirgindi. Artık evlenmiştim. Beni nelerin beklediğini bilmediğim bir hayatın içindeydim. Yanımıza yaklaşan bir adamın bana uzattığı elini tuttum.

“Ben Cihan. Yiğit’in arkadaşıyım. Tanışmak bugüne nasip oldu yenge,” diyen, Yiğit’in yaşlarında, mavi yeşil karışımı gözleriyle oldukça yakışıklı bir adamdı Cihan. Elini sıkıp, küçük bir tebessümle başımı hafifçe eğdim. Sıcak gülümsemesiyle bana karşılık vermiş ve daha sonra Yiğit’e dönüp sarılmıştı. Cihan iyi dileklerini ilettikten sonra yanımızdan ayrıldı.

Biz tekrar yerimize otururken Yiğit’in babası halayın başına geçmiş oynuyordu. Tabii kolundan tuttuğu ve halaya kaldırdığı amcamla birlikte uyum içinde oynuyorlardı. Yiğit’in babası çok mutlu görünüyordu, bu, yüzünde hiç eksilmeyen gülüşünden belliydi. Esma annenin de ondan bir farkı yoktu. Misafirlerle zevkle ilgileniyor, mutlu ve heyecanlı olduğu belli oluyordu.

Seniha teyzem de bir ara yanıma gelmiş, bol bol dua edip bana sarılmıştı. Çok mutluydu ve arada gözleri doluyor, yüzündeki gülücükler ile bakışlarının bana takıldığını görebiliyordum. Bir süre yanımda kalmış, ardından misafirlerle ilgilenmek için gitmişti. Malûm, yengem bunu yapmıyor, bir yabancı gibi oturuyordu. Bu nedenle misafirlerle ilgilenmek annem gibi olan Seniha teyzeme kalmıştı. Rojin ise düğüne gelmemişti. İyi de olmuştu. Onun bana olan nefret dolu bakışlarını görmek istemiyordum.

En köşede oturan yengemin suratsız yüzüne takıldı bakışlarım. Göz göze geldiğimizde bana nefretle bakmış, sonra da başını başka yöne çevirmişti. Yerimde kızının olmasını istiyordu. Böyle bilinen ve zengin bir aileye kızını vermek en büyük isteğiydi. Ama hayatta her istediğimiz olmuyordu işte. İlerleyen dakikalarda bir kere Avşin beni zorla halaya kaldırmış, gelinliğimden dolayı biraz zorlanarak da olsa oynamış, sonra da yerime oturmuştum.

Yiğit ise arkadaşları ve kuzenleriyle ilgilenmişti ve arada da yanımda oturmuştu. Saat geç olunca düğün sorunsuz bir şekilde bitmişti. Biz de düğün konvoyuyla birlikte konağa doğru yol aldık. Amcam yanıma vedalaşmak için gelmemişti. Çünkü gelirse ikimizin de kendimizi tutamayacağımızı bilirdi. Seniha teyzeye de kısaca sarılmıştım.

Konağa ulaştığımızda arabadan çıkmış, tekrar Yiğit’in koluna girmiştim. Konaktan içeri girip merdivenlerin önünde Esma teyzenin bana verdiği testiyi bir kerede kırmıştım. İçindeki şeker, para ve kuru yemişler zemine dağılmış, etrafımızı çocuklar sarmıştı. Merdivenlerden Yiğit’in koluna tutunarak kabarık gelinliğimle dikkatle çıktım. Daha sonra Yiğit kuzenlerini uğurlamak için gitmiş, ben de bundan sonra beraber yaşayacağımız odaya girmiştim. Elim kolum altından ağırlaşmış, kaldıramayacak hâle gelmiştim.

Yatağın üstünde oturdum ve bütün altınları çıkararak beyaz torbaya koydum. Amcamın bana taktığı bileziği ve pırlanta seti ayırarak çekmeceye bıraktım. Üstümde sadece annemin hasır bileziği kalmıştı. Bir de dün kınadan önce almaya anca fırsat bulduğumuz alyansım. Kendimi bunlarla oyalamış, düşünmemeye çalışmıştım ama şimdi hepsi beynimin içine üşüşmeye başlamıştı. Ne yapacaktım şimdi? Heyecandan bayılacak gibi hissediyordum.

Sevdiğim adamla evlenmiş, onun hayatına dâhil olmuştum. Peki bundan sonra ne olacaktı? Hem titriyor hem de korkuyordum. Olacakları düşününce kızarıyor, utançtan yerin dibine girmek istiyordum. Az sonra aşağıdan gelen bağırış sesleri dikkatimi çekti. Kaşlarım istemsiz çatılmıştı. Odanın tek penceresine yaklaştım ve açtım. Yiğit ve Kadir babamın sesi konakta yükseliyordu fakat ben ne dediklerini anlayamıyordum. Sesler net değildi. Tartışıyor gibiydiler. Kalbim korku ile atarken nefesimi tutmuş, bir şey duyma umuduyla kulak kabartmıştım ama nafileydi.

***

Adam, aldığı sorumluluğun bilincinde olarak sıkıntılı bir nefes bıraktı gecenin karanlığına. Tıpkı gözleri gibi karanlık olan gökyüzüne çevirdiği bakışlarıyla düşünceliydi. Hiç istemediği bir evliliğin içindeydi şimdi. Ne yapacağını bilmiyordu. Babasına olan öfkesi giderek artıyordu. İçindeki öfke damarlarında fokur fokur kaynamaya başlamıştı. Düşündükçe işin içinden çıkamayışı ve sıkışmışlık hissiyle öfkesinin arttığını hissedebiliyordu. Yukarıda onu bekleyen bir kadın vardı. Tamamen ona yabancı ve uzaktı.

“Yiğit.” Arkasından seslenen babasının sesini duymasıyla gözlerini sertçe yumdu. Şu anki öfkeli hâliyle babasının karşısına çıkması hiç de iyi olmamıştı. Şiddetli bir tartışmanın eşiğinde olduğunu hissedebiliyordu. Babasına döndü ve ne diyeceğini bekledi. “Neden hâlâ buradasın?”

Yiğit bunu duymazdan gelerek alayla sırıttı. “Umarım mutlusundur baba,” dedi. Sesi kırıktı fakat sertliğinden ödün vermiyordu. Babasının yüzü öfkeyle gerildi ve gözleri kısıldı.

“Evet, çok mutluyum,” diyen babasıyla tuttuğu öfkesi gün yüzüne çıkmıştı.

“Hayatıma karıştığın için ve beni istemediğim bir evliliğe mecbur bıraktığın için mutlusun öyle mi?” Sesinin yükselmesine mâni olamamıştı.

“Yeter artık Yiğit! Bunu kabullensen iyi olacak.” Şimdi babası da bağırıyordu.

Yiğit yumruklarını sertçe sıktı ve dişlerini birbirine geçirdi. “Bundan başka çarem mi var sanki?” dedi ve gür sesinin konaktaki duvarlarda yankılanmasını umursamadan devam etti. “Ama şunu unutma baba! Asla istediğin gibi bir evlilik olmayacak! O kıza bir koca olmayacağım ve onu asla mutlu etmeyeceğim!”[WK2]

Esma Hanım onları kenarda korkulu gözlerle izliyordu. Öfkeli baba-oğula yaklaşacak cesareti yoktu. Oğlunun yakıcı öfkesini bilirdi fakat kocasının öfkesinin, oğlundan aşağı kalır yanının olmadığını da biliyordu.

Yiğit babasına arkasını döndü ve yeri döven adımları eşliğinde odasına çıkmaya başladı. Arkasından babasının öfkeyle adını seslenmesini umursamadı. Eğer daha fazla burada kalırsa babasını kıracağını ve ona olan saygısını aşacağını biliyordu. O yüzden oradan hızla uzaklaştı. Babasının kararlarına önem vermeyişi onu öfke ateşine sürüklüyordu. Yaptığı ve yapacağı her şeyin sorumlusu bu öfkesiydi. Farkına vardığında ise her şey için çok geç olacaktı.

***

Sonunda sesler kesilirken merdivenlerden gelen ayak sesiyle pencereyi hızla kapatarak geçip tıpkı gelinliğim gibi beyaz örtüyle süslenmiş yatağa oturdum. Birkaç saniye sonra kapı açılmış, Yiğit içeri girmişti. Bakışlarını üstümde sabitleyip bir süre öylece durmuştu. Bense oturduğum yerden kalkarak gergince beklemeye başladım. Ağır adımlarla yanıma doğru geldi ve tam karşımda durdu.

Burnumun direği kokusuyla sızladı. Parmaklarıyla çenemden tutup başımı kaldırarak gözlerimi gözlerine sabitledi. Tutuşu sert değildi ama yumuşak da sayılmazdı. Çok öfkeli bakıyordu fakat kısa bir an sonra bakışları öfkesini yutup sert ve soğuk bir hâl aldı. Bu sefer bana her zaman olduğundan daha kötü bakıyordu.

Kalbim üşümeye başlamış, ellerim buz kesmişti. İstemsiz titremeye başladım. Yiğit, şu an katilin kurbanına baktığı gibi bakıyordu. Sanki öfkesini çıkaracak yer arıyordu. Az önceki tartışmanın benim yüzümden olduğunu söyleyen kalbimin sesini, Yiğit’in bakışlarından korkan tarafımı bastırıyordu. Dudağının kenarı alayla kıvrıldı ve yüzüme yaklaşmaya başladı. Nefesimi tuttum.

“Korkuyor musun?” dedi gözlerindeki soğukluğu aratmayacak sesiyle. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyor, gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. Göz bebeklerimin korkudan titrediğine emindim. Sorusuna cevap vermedim, verecek hâlde de değildim. Benden gelmeyen cevabı pek de umursamayarak yine konuştu. “Bence de korksan iyi edersin. Çünkü...” dedi ve sustu. Bir süre gözlerimin içine soğukça baktı, ardından ise dudaklarını kulağıma yaklaştırıp, “Cehennemine hoş geldin karıcığım,” diye fısıldadı.

Ürkütücü sesiyle tüm bedenimin titrediğini hissettim. Yiğit benden ani bir şekilde uzaklaşıp giyinme odasına doğru yürüdü. Uzun süredir tuttuğum nefesi oldukça yavaş vermiştim. Sarf ettiği sözlerle korkum daha da artarken sert bir şekilde yutkunmuştum. Sanırım yine ve yeniden mutsuzluk beni bekliyordu. Bundan sonra olacak her acıya hazırlıklı olmalıydım.

Galiba kaderim hep aynı şekilde işleyecek, hayatım her zaman böyle devam edecekti. Benim de hayat döngüm acılar etrafınaydı. Yüzümdeki acı gülümsemeyle birlikte arkamdaki yatağa bedenimi bıraktım. İşte şimdi başlıyorduk...

 

 

Oylamayı unutmayın lütfen...

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere:)

 

Loading...
0%