@ergnyusra
|
İNSTAGRAM HESABIM: yusraergn TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari
KEYİFLİ OKUMALAR
8. Derin Oyuk
Hâlâ olduğum yerde öylece otururken, ne yapacağımı bilmiyordum. Yiğit belli ki onunla evlenmemin bütün acısını benden çıkaracaktı bunu sözleriyle açıkça belirtmişti. Ben sadece beni sevmemesini beklerken o bana yaşatacağı acıların kapısını aralamıştı. Babasıyla kavga etmesinin öfkesini sözleriyle benden çıkarıyordu. Babasına karşı çıkamadığı için yaptığı evliliğin üstüne benim vazgeçmeyişim, beni günah keçisi olarak görmesine neden olmuştu. Bunu ne kadar kaldırabilirdim bilmiyorum ama ondan korkmuyordum, bana fiziksel bir zarar verecek biri değildi. İçten içe nereden geldiğini bilmediğim bir güven vardı içimde ona karşı. Fakat sözleriyle canımı yakıp yakmayacağı konusunda pek de emin olamıyordum. Üstümde gelinliğimle hâlâ öylece dikilmeye devam ediyordum. Yiğit ise giyinme odasından az önce çıkmış banyoya girmişti. Su sesinden anladığım kadarıyla duş alıyordu. Yaklaşık on dakika sonra banyo kapısı açıldı ve tüm odayı kokusu sardı. Ne yaparsa yapsın kalbim uslanmıyor, onun varlığıyla böylesine delice atmayı bırakmıyordu. Bu adam değil mi onun için atan bu kalbime acılar çektiren? Neden kalbim bir kere bile olsun onu istemekten geri kalmıyor, vazgeçmiyordu, diye yakınsam da biliyordum ki kalbim de bana ait değildi. Ben onu çocukken bu adama vermiş, bir daha da geri almamıştım. Gerçi almak istememiştim ki ben. Kalbim de onda olmaktan memnundu. Benim ona hissettiğim şey aşk değildi, çünkü aşk basit kalırdı. Ben Yiğit’e sevdalıydım. Hem de kara bir sevda. Her yeri kapalı ve karanlık olan ama küçük, cılız bir ışığa tutunacak kadar, kırık bir umuda sarılı olan kara sevdamdı. Adım seslerinden bana doğru geldiğini anladım. Gelip tam karşımda durdu. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmadım. “Neden hâlâ buradasın, üstündekini benim çıkarmamı mı bekliyorsun?” dedi. Söylediğiyle kızarmış ve sinirlenmiştim. Alaylı ifadesi beni öfkelendiriyordu. Boş gözlerle yüzüne bir süre bakıp ayağa kalktım. Önünden geçip giyinme odasına gittim. Çok sinirliydim, resmen benimle dalga geçiyordu. Buz kütlesi, pis herif! İçimden ona saydırırken bir yandan da dolaptan giyecek bir şeyler alıyordum. Az önce aşkla çarpan kalbim bu sefer öfke ile kasılıyordu. Giyinme odasından çıkıp banyoya gideceğim sırada beyefendinin yatağa kurulup yattığını gördüm. Bana onca şeyi söyleyip dalga geçiyor, bir de rahat bir şekilde uyuyabiliyordu öyle mi? Banyo kapısını açıp içeri girdim ve kapıyı sert bir şekilde kapattım. İçeriden homurdandığını duydum. Sinirlenmişti galiba. Oh olsun! Gelinliğimi çıkarıp kenara koydum. Allah’tan fermuar yandaydı ve kolay bir şekilde açabilmiştim. Makyajımı silip saçımdaki tokaları çıkardım ve onları serbest bıraktım. Ağrıyan saç diplerimi elimle ovdum. Ardından duş kabinine girdim, suyun üzerime akıp gitmesine izin verdim. Bana kötü davranması karşısında yılmayacak, pes etmeyecektim. O cehennemde ikimizin de beraber yanacağını biliyordum. Saçlarımdan bedenime doğru akıp giden suyun sıcaklığıyla rahatlamaya çalıştım. Suyun bedenimden alıp götürdüğü kir gibi aklımdaki düşünceleri de alıp götürmesini isterdim. Bazen çok can sıkıcı ve yorucu oluyorlardı. Daha fazla oyalanmadan kısa bir duş alıp çıktım. Üstümü giyindikten sonra banyodan tamamen çıkarak giyinme odasına girdim. Kısa bornozumla onun olduğu yerden geçmek istemediğim için banyoda giyinmiştim fakat odaya girdiğimde Yiğit’in sırtı bana dönük olduğundan beni görmemişti bile. Çok da umursamayarak önce saçlarımı kuruttum, ardından da saçlarımı yavaş yavaş oyalanarak taramaya başladım. Hemen odaya gitmek istemiyordum, bu yüzden olabildiğince oyalanmaya çalışıyordum fakat eninde sonunda gitmek zorunda olduğumu da biliyordum. Sesli bir nefes bıraktım. Artık olacaklardan korkmuyordum çünkü Yiğit’in bana dokunmayacağını anlamıştım. Bu duruma karşı ne hissedeceğimi bilmiyordum. Karışıktım. Tekrar derin bir nefes alarak odadan çıktım. Sırtı hâlâ bana dönüktü ve sanırım uyumuştu. Daha fazla ayakta dikilmeyi bırakıp yatağın öbür tarafına doğru yürüdüm. Örtüyü kaldırıp tam yatağa gireceğim sırada örtüyü tuttuğum elimin bileğinden tuttu. Bunu birden yapması karşısında irkilmiş, korkmuştum. “Ne yaptığını sanıyorsun?” dedi uykulu ama sinirli sesiyle. Ona anlamsız bir bakış atıp gözlerimle yatağı işaret ettim. Bileğimi bırakıp yataktan doğruldu. “Burada, bu yatakta benimle uyuyacağını mı sanıyorsun?” dedi tıslarcasına. Hâlâ öfkesi geçmemişti. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece durup anlamamış bir ifadeyle yüzüne bakıyordum. Bunu anlamış olacak ki konuşmaya başladı. “Burada benimle uyuyamazsın. Senin varlığına bile katlanamazken bu kadar yakınımda olup benimle yatmana izin vermem. Şimdi git şu kanepe de yat,” dedi. Çenemi hırsla kaldırdım ve ona belki de ilk defa diklenmek için kendimi hazırladım. Az önce her ihtimale karşı kendimle beraber getirdiğim ve komodinin üstüne bıraktığım kalemle defteri elime alıp yazmaya başladım. “Ben kanepede yatmam, çok istiyorsan sen yat.” Artık benim de sinirim tepemi çıkmıştı. Yiğit yazdıklarımı okuyunca öfkeyle gözlerini kıstı. “Burası benim yatağım ve benim odam,” dedi, benimle bir çocuk gibi inatlaşıyordu resmen. Kaşlarım çatılmıştı. Bu adam hâlâ benimle evlendiğinin farkında değil miydi? Bu oda artık bir tek ona ait değildi. Bu düşündüklerimi ona da yazdım. “Burası artık benim de odam.” Yiğit’in gözleri karardı. Bu ondan biraz korkmama neden olmuştu çünkü bu adamın gözlerinin siyah hareleri öfkeyle kararınca çok korkutucu oluyordu. Yine de korkumu ona göstermeyerek karşısında dikilmeye devam ettim. Bu durumun hoşuna gitmediğinin farkındaydım ve sanki artık bu odanın benim de olduğunu yeni yeni idrak ediyor gibiydi. Gözlerini sertçe yumdu ve bir süre öyle bekledi. Ellerini yumruk hâline getirerek sertçe sıktı. Gözlerini geri açtığındaysa yüzünde gittikçe kararan ifadeyle bir adım geri çekildim. Sanırım karşısında cesaretli duruşumun süresi bu kadardı. Ağzını açıp konuşacağı sırada beni üzecek bir şeyin geleceğini anladığım için yanından uzaklaştım. Kalbimi, kırılacağı bir darbeden daha korumaya çalıştım. Geri çekildiğimi görünce bir şey dememişti. Arkamı ona döndüğümde istemsiz gözlerim dolmuştu. İçimdeki duyguların yoğunluğuna daha fazla dayanamamıştım. Yüzümdeki kırık ifadeyi görmesini istemediğim için kendimi hızla giyinme odasına attım. Tıpkı banyo kapısını sertçe kapattığım gibi giyinme odasının kapısını da aynı sertlikle kapattım. Sırtımı kapıya yasladım ve kafamı geriye doğru yatırdım. İşte başlamıştı. Sözleriyle yine canımı yakıyordu. Bunu hakkettin diyen mantığıma inat kalbim hâlâ kabul etmiyordu. Gerçi benim için evlenmeden önce ve sonrası fark etmiyordu, acıysa yine acı, dışlanmaysa yine dışlanma. Bunlara alışıktım ama sevdiğim adam tarafından bu muameleyi görmek canımı daha çok acıtıyordu. Dolan gözlerimi birkaç defa kırpıştırarak ağlamamak için direndim. Ardından dolaba yönelip içinden çarşaf, yastık ve pike aldım. Tekrar odaya geçtiğimde onun olduğu tarafa bakmayıp koltukta kendime yatacak yer yaptım. Kanepeyi yatacak bir yere dönüştürene kadar çıkan gürültülü sesler umurumda değildi. Rahatsızlığını belirten sert soluğunu duysam da devam ettim. Madem öyle istiyordu, öyle olsun. Kanepede yaptığım yatağın içine girip sırtım ona dönük bir şekilde yattım. Oluşan sessizliğin ardından bu sefer de sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. Neye yoracağımı bilmiyordum. Çok yorgundum. Hem ruhen hem de bedenen üstüme çöken ağırlık ile daha fazla dayanamayıp huzursuz bir uykuya bıraktım kendimi. Umarım gece gördüğüm kâbuslarımdan dolayı uyanmasına neden olmazdım. Ondan gelecek bir azarı ve öfke hâlini daha kaldıramayacaktım. Sabah huzursuz uykumdan gözlerimi araladım ve yatakta doğruldum. Uyku sersemliğiyle önce nerede olduğumu idrak edemedim ama dün gece olanlar birer birer aklıma düşmeye başladığında her şeyi hatırladım. Yatağa baktığımda Yiğit’in olmadığını gördüm. Çıkmış olmalıydı. Bakışlarımı üzerime çevirdim. Kaşlarım düşünceli bir şekilde çatıldı. Gece yere düşen ve üstüme tekrar örtmeye üşendiğim pikenin üstümde olduğunu fark ettim. Elimle mavi örtüye dokundum. Bunu Yiğit mi örtmüştü üstüme? Sonra bu düşündüğüme güldüm. Dün gece bana onca şeyi söyleyip, ardından beni kanepede yatıran adam beni düşünüp de üstümü mü örtecekti? Hiç sanmıyordum. Gece uyku sersemliğiyle üstümü örtmüş ve bu yüzden de bir şey hatırlamıyor olmalıydım. Aklımdaki saçma düşünceyi geldiği gibi kovup yataktan kalktım ve etrafı toparlamaya başladım. Giyinme odasının kapısı açıldı ve içeriden Yiğit takım elbisesiyle işe gitmek için hazırlanmış bir şekilde çıktı. Beni görünce, “Git hazırlan. Aşağı beraber inmemiz gerekiyor,” dedi düz bir sesle. Ne yani, ilk günümüzde işe mi gidecekti? Ne bekliyordum ki, burada kalıp benimle romantik dakikalar geçirmesini mi? Hele ki dün gece söylediklerinden sonra. Bir de karşımdaki düşüncesiz adamın üstümü örtecek kadar nazik olduğunu düşünmüştüm. Hâlâ yüzüme cevap beklercesine baktığını fark edince, ona bakmadan kafamı olumlu anlamda salladım. Topladığım yastık ve örtüleri elime alıp giyinme odasına gittim. Onları dolaba yerleştirdikten sonra üstüme giyeceğim birkaç parça kıyafet aldım. Beyaz tişörtümü giydikten sonra dizime gelen açık kahverengi eteğimi de giydim ve tişörtümü altına soktum. Saçlarımı da tarayıp salık bıraktım. Makyaj aynasının üstünde duran küçük defteri ve kalemi de cebime koydum. Tekrar odaya girdiğimde Yiğit kanepeye oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Banyoya girdim, çabucak işlerimi halledip çıktım. Beni bekleyen Yiğit, hazır olduğumu görünce ayaklandı. Heybetli bedeninin bir anda önüme dikilmesiyle bir adım geriledim. Bu kadar yakınına girdiğimi fark etmemiştim. Yiğit ise bunun pek de farkında olmayarak önden yürüdü. Yüzüme gelen bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve kapıyı açıp dışarı adım atan Yiğit’in peşinden yürüdüm. Önden yürüdüğü için kısa bir an duraksadı ve ona yetişmemi sağladı. Bu hareketi dikkatimden kaçmamıştı. Şimdi ise yan yana aşağıya giden merdivenlerden iniyorduk. Güneşli günün tadını çıkarmak için kahvaltı sofrası büyük balkona kurulmuştu. Merdivenlerden inmeyi bitirdiğimizde herkesin sofrada olduğunu ve bizi beklediklerini gördüm. Saat sabahın dokuzuydu. Bu evin uyanma ve yemek saatlerinin düzenine alışmalıydım. “Günaydın,” dedi babam. Ardından da annem ve Avşin de bize günaydın demişti. “Günaydın,” dedi Yiğit mırıldanarak. Ben de hafifçe başımı eğdim. Küçük not defterim yanımdaydı ama yazıp teker teker gösteremezdim. Masaya oturduğumuzda hiç iştahım olmamasına rağmen tabağıma birkaç şey ekleyip zorla da olsa yemeye çalıştım. “Yiğit, oğlum, işe mi gideceksin?” dedi annem. “Evet,” diye kısa bir cevapla annesini yanıtladı. “Olur mu öyle şey oğlum? Daha dün evlendin. Bir iki gün dinlen iş kaçmıyor,” dedi tekrardan annem. “Annen haklı Yiğit, işlerin acelesi yok,” diyen babamdı bu sefer. Belli ki Yiğit’in evde kalmasını ve benimle vakit geçirmesini istiyorlardı ama Yiğit zaten beni görmemek için evde durmak istemiyordu. Acı gerçekle yüreğim sızladı. Düğümlenen boğazımda ağzıma attığım ekmek parçası zor geçmişti. Başımı eğip tabağımdakilerle oynamaya başladım. Zaten olmayan iştahım iyice kaçmıştı. “Düğün yüzünden ertelediğim birkaç toplantı ve işlerim var. Bir an önce gidip toparlamam lazım,” dedi umursamaz bir şekilde. “Yiğit-” diyen babasının konuşmasına izin vermeden söze girdi ve “Lütfen baba, bari buna karışma!” dedi. Sesi sakindi, babasına olan saygısından ödün vermemişti fakat yine de uyarı dolu ve mesafeliydi. Babasına evlilik konusunda yaptığı imayı ben dâhil herkes anlamıştı. Hiç kimse sesini çıkarmadı, herkes sessizlik içinde neşesi olmayan masada kahvaltısını yapmaya devam etti. Suratlar asık, herkes suskundu. Sanırım Yiğit’in üstüne daha fazla gitmek istemiyorlardı. Onu tanıyorlardı ve biraz daha üstüne giderlerse Yiğit’in onlara patlayacağını da biliyorlardı. Bu kısa sürede öfkesinden nasibini alan biri olarak öfkelenince neler yapabileceğini bilecek kadar onu tanımıştım. Yiğit masadan işe gitmek için kalktı. Babasıyla kısaca işle ilgili bir şeyler konuşup aşağı indi. “Hadi kızım, git kocanı geçir,” dedi annem. Eli mahkûm gittim. Biraz çekinsem de belli etmedim. Yine bir şeyler söyleyip kırabilirdi beni ama beni annem yolladığı için mecburdum. Kapıya kadar geçirdim. Yüzüme bile bakmadan direkt arabaya binip gitti. Bir hoşça kal demeyi bile çok görüyordu. Buz kütlesi işte ne olacak? Onun için indiğim merdivenleri bu sefer onun yüzünden sinirli bir şekilde çıkıyordum. Masayı toplayan kızlara yardım edeceğim sırada babamın sesini duydum. “Güzel gelinimin elinden içeriz bir kahve, değil mi hanım?” dedi anneme doğru fakat sözleri bana bakıp gülümseyerek sarf etmişti. “İçeriz tabii,” dedi annem de sıcak bir gülümsemeyle. Aldığım mesajla kafamı sallayıp hafifçe tebessüm ettim. Mutfağa inip çalışanlardan bana kahve malzemelerinin yerini göstermelerini istedim. Tüm bakışların üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Bana olan bakışları değişikti. Herhâlde konuşamadığımdan dolayı tuhaf görüyorlardı. Bu bakışlara alışık olduğumdan takmadım ve önüme bırakılan malzemelerle kahve yapmaya koyuldum. Mutfakta toplam dört çalışan vardı. Ayşe abla ve kızı Lorin oldukça tatlı insanlardı. Gülşen de Feride’den daha sıcak davranmıştı bana. Ayşe abla ve Gülşen mutfak işleriyle uğraşırken, Feride ve Lorin de konağın temizliği ile ilgileniyorlardı. Bunları ben kahve yapana kadar Ayşe abla anlatmıştı. Anaç tavırları içimi ısıtmıştı. Tıpkı Seniha teyzem gibiydi. Aklıma Seniha teyzemin gelmesiyle özlemle iç çektim ve Ayşe ablayı gülümseyerek dikkatle dinledim, arada da onu onaylamak adına kafamı sallıyordum. “Maşallah kızım, ne kadar da güzelsin,” dedi, hayran bakışlarını sonunda dile getirmişti. Kafamı hafifçe eğerek teşekkür ettim. Anladı ve bana yüzündeki sıcak gülümsemeyle bakmaya devam etti. Kahve piştikten sonra fincanlara boşalttım ve ardından tepsiye koyup mutfaktan çıktım. Çıkmadan önce gözleri üstümde olan mutfak halkına gülümseyip kafamı hafifçe selam verir gibi eğdim. Merdivenlerden çıkarken kahveleri dökmemek için oldukça dikkatli bir şekilde adım atıyordum. Büyük balkona geldiğimde annem ve babama kahvelerini uzattım. Annem ve babam. Nasıl da uzun yıllar olmuştu bu iki kelimeyi kullanmayalı. Nasıl da özlemiştim. İlk başlarda tuhaf gelse de artık alışmıştım. Yıllardır kullanmadığım kelimeleri bu iki insana kullanmak beni zorlamamıştı. Bana hissettirdikleri anne-baba sevgisi sayesinde kolayca alışmıştım. Onlarda anne ve babamın izlerini görmek canımı yakmıyor, aksine beni mutlu ediyordu. Ailesizliğin bıraktığı o derin oyuğu doldurmaya başladıklarını hissedebiliyordum. “Ellerine sağlık kızım,” dedi annem. Ona gülümsedim. Ben henüz oturmamışken Avşin kolumdan tutup, “Hadi terasa çıkıp oturalım yenge,” dedi beni çekiştirerek. Elimdeki tepsiyi son anda yemek masasına bırakabilmiştim. Bu kızın ani çekiştirmelerine alışamayacaktım sanırım. Kısa bir süre sonra terasa ulaştığımızda kendimi temiz havanın etkisine bıraktım. Derin derin içime çektim. Mardin’in o güzel manzarası ve tatlı esintisiyle az da olsa huzur bulmuştum. Tatlı esintinin saçlarımı hafifçe havalandırmasıyla, tenime bıraktığı o gıdıklayıcı hisle gülümsedim. Dertsiz, tasasız bir gülümsemenin yüzüme hâkim olduğunu biliyordum. Güneşin mayıştıran sıcaklığı, karşımda taştan oluşan ve sıra sıra dizilen evlerin bıraktığı o güzel görüntü her zaman hoşuma gitmiştir. Bu şehir tarih kokuyordu. “Çok güzel. Huzur veriyor insana burası,” diyen Avşin de benim gibi aynı duygular içerisindeydi. Kafamı olumlu anlamda sallayıp gözlerimi kapattım. Bir süre o şekilde durup sessizliği ve huzuru tattım. Olanları ve olacakları kafamın içinden uzaklaştırdım. Sadece güneşi, rüzgârı hissetim ve şehrin sesini dinledim. “Arya,” diye seslenen Avşin ile gözlerimi aralayıp ona döndüm. Ben ayakta dikilirken o çoktan oturmuştu. Ben de hareketlenerek geçip karşısına oturdum. Kafamı ne oldu anlamında sallayıp ne diyeceğini beklemeye başladım. Sanki söylemek ve söylememek arasında gidip geliyor gibiydi. Eteğimin cebine koyduğum küçük defteri çıkardım ve yazmaya başladım. “Söyle artık söylemek istediğini,” yazıp ona gösterdim. Gözlerindeki kararsız ifade ona verdiğim cesaretle silindi. “Bak, seninle her şeyden önce arkadaşız ve ben gerçekten seni çok seviyorum Arya. Böyle sanki hiç olmayan kız kardeşim gibisin. O yüzden bana her şeyini anlatabilir ve güvenebilirsin,” dedi ve gözlerini gözlerimden ayırmadan devam etti. “Şimdi bunları neden söylediğimi merak ediyorsundur.” Kafamı evet anlamında sallayıp devam etmesini istedim. “Sana bunu soracağım için kızma bana ama anladığım ve gördüğüm kadarıyla söylüyorum. Sen abimi seviyor musun?” diye sorunca gözlerim kocaman açılmış, şaşkınlıktan öylece kalakalmıştım. Kendime geldiğimde beklemeden yazmaya başladım. “Bunu nereden çıkardın Avşin?” Yazdığımı okudu ve bakışlarını bana çevirdi. Gözlerimin içine anlayışla bakıp, “Bazen seni abime dalmış bir şekilde bakarken görüyorum ve o anlarda duygularını saklayamıyor, gözlerinden belli ediyorsun,” dedi. Ne yani, bu kadar belli mi ediyordum onu sevdiğimi? Ya bunu o da fark ettiyse? Bu düşünceyle içimde oluşan telaşın yüzümden okunduğuna emindim. Avşin yüzümdeki allak bullak olan ifadeyi görünce elimden tutup konuşmaya başladı. “Bana güvenebilirsin. Emin ol kimseye bir şey söylemeyeceğim ve konuştuklarımız burada kalacak. Ayrıca merak etme, benden başka kimsenin fark ettiğini sanmıyorum,” demesiyle içim az da olsa rahatlamıştı. Bundan sonra duygularımı kontrol etmeli ve daha dikkatli olmalıydım. Avşin’e güvenebileceğimi biliyordum. Bunca zaman hiç kimseye anlatmamış, hep içimde saklamıştım. Tıpkı acılarım ve gözyaşlarım gibi. Beklentiyle bana bakan Avşin’e başımı olumlu anlamda salladım. Avşin’in gözleri parlamış, dudaklarında buna sevindiğinin kanıtı olan bir gülümseme belirmişti. Sanırım içimdekilerini dökme zamanı gelmişti. Defterde boş bir sayfa açıp yazmaya başladım. “Ona âşık olduğumda daha küçüktüm. Ailelerimiz bazı hafta sonlarını beraber geçirirdi. Çoğu zaman olduğu gibi çiftlikte buluşurlardı. Zaten genelde İstanbul’da yaşadığımız ve yazları burada geçirdiğimiz için aileler toplanırdı ama Yiğit hiç gelmezdi. Onu sadece bir kere görmüştüm. Annen abinin kuzeniyle oynamak istediği için gelmek istemediğini söylerdi. Seni de konakta bıraktıklarını hatırlıyorum, bu yüzden seni de hiç görmedim. Aileler her ne kadar yakın olsa da biz öyle değildik. Yine bir hafta sonuydu ve ailelerin bir araya geldiği o gün abin de gelmişti. Kuzenin hasta olduğu için gelmek zorunda kalmıştı. Ben de arka bahçede oynarken ayağım takılıp düşmüştüm. Babamlar at binmeye gitmiş, annemler mutfakta yemek yapıyordu. Yanımda kimse yoktu. Ağladığımı duyan abin yanıma koştu ve dizimi tutarak üflemeye başladı. Ben o zaman altı, o ise dokuz yaşındaydı. Hâliyle şimdiki gibi benden daha uzun ve iriydi. ‘Çok acıyor mu?’ diye sormuştu. Birbirimizi ilk defa görüyorduk. Ben de tabii o zamanlar konuşabiliyordum. ‘Evet, çok acıyor,’ demiştim ağlayarak. Abin cebindeki peçeteyi çıkarıp dizime hafifçe bastırdı, bir yandan da üflüyordu. Canım acıyordu ama sanki abinin yanımda olması bana güç veriyordu. Dizimin sızısı az da olsa dindiği zaman abin kalkmama yardımcı olmuş, beni çardağa oturtmuştu. Benim ağlayışlarım iç çekişlere dönünce de abin alnımdan öpüp bana sarılmıştı. ‘Geçti artık, ağlama,’ dediğini hatırlıyorum. Bense beni öptüğü için şaşırmıştım ve ona beni neden öptüğünü sormuştum. O da, “Bilmem, babam annemi hep alnından öper, senin öyle canının yandığını görünce belki geçer diye öptüm,’ demişti. O gün abine hayran kalmıştım ve sanırım o gün onu sevmeye başlamıştım. Tabii o zaman küçük olduğum için bunu pek anlayamamıştım. Ben büyüdükçe ona olan hislerimin de büyüdüğünü fark ettim. Bütün gün beraber oynamıştık. Daha sonra her buluşmada geleceğini düşünüp heveslenirdim ama o bir daha hiç gelmedi. Sonra da o olay oldu ve ben bu hâle geldim ama onu hiçbir zaman unutmadım. Ondan sonra onu bir kere bir düğünde ve gazetelerde gördüm. O zaman anladım ki ben daha altı yaşındayken abine âşık olmuş, kalbimi ona vermiştim. Kimseye anlatmadım, hep içimde sakladım. Olamayacağını bile bile sevdim, beklemedim çünkü yine gelmeyeceğini biliyordum ama sevmekten de vazgeçmedim.” Kolum yorulmuş, küçük defterin sayfası dolmuştu. Avşin’e okuması için uzattığımda elimden defteri hevesle almıştı. Avşin okumayı bitirdiğinde gözleri dolmuş bir şekilde bana baktı. “Sen ne güzel sevmişsin öyle Arya. Böyle güzel seven birini hiç tanımadım. Olmayacağını bile bile vazgeçmeyip sevmen çok acı vermiş olmalı,” dedi hüzün dolu sesiyle. Ondan aldığım deftere tekrar yazmaya başladım. Bu defter, bu evde sesim olmuştu. “İnsan sevince acısını bile görmezden geliyor.” “Ama artık abimle evlendin. Her şey daha güzel olabilir,” dedi heyecanla. Avşin’e buruk bir tebessüm yolladım. “Sanmıyorum Avşin. Abin beni istemiyor ve hiçbir zaman sevmeyecek. Ben onun gözünde onunla zorla evlendirilen, onu evliliğe mahkûm eden biriyim. Bunu ben kabullendim, sen de kabullen. “ “Orası hiç beli olmaz yengecim. Yeter ki sen umudunu kaybetme,” deyip göz kırptı. Kırık da olsa bir umudun içimde yeşermesi için her zaman yeri vardı. Ona bıraktığım o boşluk belki de bir gün dolardı. Rahatlamış, az da olsa içimdekilerini anlatmak iyi gelmişti. Avşin ile bir süre daha sohbet ettikten sonra aşağı indik. Ben mutfağa gidip akşam yemeği için yardım edecekken annem buna izin vermemişti. Şimdi odamda oturmuş, düğün yüzünden yarım kalan kitabımı okuyordum. Okuduğum kitap, bir aşk romanıydı. Benim gibi karşılıksız bir aşka tutulmuş Yamaç adında esas oğlanın hikâyesi, benim hikâyeme çok benziyordu. Kitapta geçen şu satırlar tıpkı benim aşkımı anlatıyordu. ‘Ah onu acısıyla sevmek bile güzeldi. Beni ne zaman fark edecek bilmiyorum ama onu sevmek bir bülbülün ötmeyi sevdiği gibi, bir çiçeğin açmaktan vazgeçmeyişi gibi, her baharın sert ve soğuk kıştan sonra usanmadan yeryüzüne tüm güzelliğiyle gelmesi gibiydi. Vazgeçmiyordu kalbim, tekrar ve tekrar onun için atıyordu.’ Kapı açılıp içeri giren Yiğit ile okuduğum satırların etkisinden çıkmış, yüzümdeki gülümsemeyi silmiştim. Yorgun ve sinirli görünen sevdama baktım. Kalbimin onun için hızlı hareketlendiğini hissedince o satırların bana ne kadar da benzediğini bir kere daha anladım. Vazgeçmiyordu kalbim. Bu söz tekrar dolandı dilime. Bana söylediklerine rağmen vazgeçmiyordu ondan bu hain kalbim. Yiğit ceketini çıkarıp yatağın üstüne attı. Ben her hareketini izlemeye dalmışken bakışları bana kaymıştı ve sanki yüzü burada olduğumu yeni fark etmiş gibi bir ifadeye bürünmüştü. Hiçbir şey demeden banyoya gitti. Bir süre gelmeyince ve gelen yoğun su sesiyle duş aldığını anladım. Çok yorgun olduğunu fark etmiştim ve bu yüzden kolaylık olsun diyerek giyinme odasına gidip giyeceklerini hazırladım. Odaya döndüğümde yatağın üstüne bıraktım. Bu yaptığımın bana bir kalp kırıklığı olarak geri geleceğini nereden bilebilirdim ki? Onu rahat bırakmak adına odadan çıktım ve aşağıya indim. Çalışanların sofrayı kurduğunu gördüğümde kafam dağılsın diye onlara yardım edip sofrayı hazırladım. Bu evde yapacak başka bir şeyim yoktu zaten. Babamlar da gelip sofraya otururken, “Arya, Yiğit’i de çağır gelsin kızım,” diyen anneme kafamı salladım. Yukarı çıkıp odaya girdiğimde Yiğit’in duştan çıkmış ve giyinmiş olduğunu gördüm fakat benim hazırladıklarımı giymemişti. Umursamadım, keyfi bilirdi. Dizinin üstündeki bilgisayarda bir şeylerle uğraşırken elimdeki deftere, “Yemek hazır,” diye yazıp ona gösterdim. Önce yüzüme bakmış sonra da defteri okumuştu. Tam dönüp gideceğim sırada bileğimden tutup beni durdurmuştu. Ayağa kalkıp tam karşıma geçti ve bileğimi bırakmadan, “Bir daha sakın benim için bir şey yapma. Ne giyeceğim de ne yapacağım da seni ilgilendirmez,” dedi oldukça sinirli bir şekilde. “Sen kimsin ki böyle bir şey yapıyorsun, ha!” dedi kırıcı sözlerine devam ederek. Bileğimi elinden kurtarıp küçük deftere yazmaya başladım. Artık canıma yetmişti. Karısı olduğumu neden kabullenmek istemiyordu ki? Yazdıklarımı başka zaman olsa belki de asla söyleyemezdim ama sinirle ne yazdığımı çok da umursamadım. “Ben senin karınım Yiğit! Karın!” Evet, kıyafetlerini hazırlamaya mecbur değildim ama o an öyle istemiş ve yapmıştım. O da teşekkür edeceğine öfkelenmişti. Zaten bana sinirlenmeye yer arıyordu. Söylediğimle olan siniri sanki iki katına çıkmış gibi gözleri alev topuna dönmüş, parlıyordu. Şu an oldukça ürkütücü görünüyordu. Bunda bu kadar sinirlenecek ne vardı? Karısı olduğumu hatırlatmam hoşuna gitmemişti herhâlde. Ayrıca böyle basit bir şeye bu kadar sinirleneceğini nereden bilebilirdim ki? Üstüme doğu eğilince korku dolu gözlerle, ne yapacağımı bilmeyerek ona baktım. “Sen benim karım değilsin, asla da olmayacaksın,” dedi bağırarak. Ben korkudan irkilirken onun umurunda olmamıştı. Kalbimin acısından gözlerim dolmuştu. Fakat o durmadı, sözleriyle canımı yakmaya yine devam etti. “Sen nesin biliyor musun? Bir ömür sırtımda taşımak zorunda olduğum yüksün.” Benden uzaklaştı ve kapıdan çıkıp sert bir şekilde kapattı. Canım yanıyor, kalbim sıkışıyordu. Bu öfkesi, bu nefreti niye? Sevmiyor olabilirdi ama en azından böyle kötü davranmasa olmaz mıydı sanki? O çıkar çıkmaz zor tuttuğum yaşlar gözlerimden dökülmeye başladı. Sıkışan ve acıyla kasılan kalbimin üstüne elimi koyup bastırdım. Benim tek suçum onu sevmekti. Bu suçun cezasını yıllarca çektim ve hâlâ çekiyorum. Bu hayatta herkese karşı güçlü durdum, kendimi ezdirmedim, müsaade etmedim ama bu adam tüm savunma duvarlarımı alaşağı ediyordu. Güçlü durmaya çalıştıkça beni paramparça ediyordu. Neden ona karşı kalbim bu kadar zayıftı? İçimden yükselen bir ses gerçekleri yüzüme tokat gibi çarpmıştı. ‘Çünkü,’ diyordu, ‘çünkü o kimse değildi, o senin sevdiğin adamdı.’ İnsan en çok da sevdiğine kırılır dedikleri bu muydu? Ben en çok bu adamı sevdiğim için mi yine en çok ona kırılıyordum? Ailesi içimdeki aile sevgisine aç olan derin oyuğu bir yandan doldururken, o da acıyla dolduracağı yeni bir oyuk açıyordu. Ama artık yeterdi, madem o öyle istiyordu öyle davranacaktım. Onu seviyor olabilirdim ama gurursuz değildim. Gerekirse görünmez olup gerekmediği zamanlarda yanında olmayacaktım. Gözlerimi hırsla silip banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp biraz sakinleşmeyi bekledim. Az sonra Avşin beni çağırmak içim odaya geldi. Ona yüzümü döndüğümde ise gözleri kocaman açıldı, telaşlı bir şekilde yanıma doğru geldi ve elini omzuma koyarak şefkatle tuttu. “Arya, ne oldu sana, ne bu hâlin?” diye sordu. Kafamı yok bir şey anlamında sallayıp gitmek için adım atmıştım ki kolumdaki elini sıklaştırdı ve beni durdurdu. “Arya, ne olduğunu anlat lütfen,” dedi yumuşak bir sesle. Gözlerimi kaçırdım. Ne diyebilirdim ki, abisinin beni bu hâle getirdiğini nasıl anlatırdım? Kanepenin üstündeki küçük defteri ve kalemi alıp yazdım. “Lütfen Avşin, üstüme gelme. Şimdi değil, daha sonra tamam mı? Aşağı inelim, bizi bekliyorlar.” “Anladım, sanırım abimle ilgili. Peki, tamam ama daha sonra konuşacağız. Şimdi lütfen üzme kendini,” dedi bana sarılarak. Bana olan desteği, yanımda oluşu iyi geliyordu ama kalbimin acısını dindirmiyordu. Benden ayrıldığında beraber odadan çıktık. Aşağı indiğimizde onun olduğu tarafa bakmayarak yerime oturdum ve zor da olsa bir şeyler yemeye başladım. Yemekler bitip kahve için herkes sedire geçip otururken o işinin olduğunu söyleyip çalışma odasına gitmişti. Ailesine de biraz mesafeliydi. Gerçekten de bu evliliği hiç istemediğini belli ediyordu. Dediği gibi bir yüktüm onun için. Saat geç olmuş, herkes odalarına dağılırken Avşin de şansını tekrar denemiş ama benden tek söz alamayınca pes ederek odasına çıkmıştı. Fakat daha sonra kesinlikle anlatacağım konusunda beni uyarmıştı. Odaya girip bir süre öylece ayakta dikildim. Daha gelmemişti. Hâlâ çalışma odasında olmalıydı. Onunla karşılaşmak istemediğim için hemen üstümü değiştirip banyoya geçtim. İşlerimi aceleyle hallettikten sonra odaya dönmek için kapıyı açıp çıkacağım sırada sert bir şeye çarptım, geriye doğru sendeledim. Düşeceğimi sanıp gözlerimi sıkıca yumdum. Fakat beklediğim olmamıştı. Ben düşmeyi beklerken belimde hissettiğim kollarla ve yakınımda olan kokuyla nefesim kesilmişti. Gözlerimi yavaşça araladım ve yüzüme fazlasıyla yakın olan Yiğit’in yüzüyle karşı karşıya geldim. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyor, gecenin karanlığıyla yarışan gözleri beni kendine çekiyordu. Dudaklarımız arasında çok az bir mesafe vardı ve ben kendimi geri çekecek bir harekette bulunamıyordum. Donmuştum âdeta. Yiğit de kendisini geri çekmediği gibi bakışları dudaklarıma kaymıştı. Zaten zar zor aldığım nefesim, onun bu hareketiyle iyice dengesini şaşırmıştı. Dudaklarım hafifçe aralanarak daha fazla nefes alma ihtiyacı ile havayı içine çekmeye başladı. Göğsüm hızla inip kalkıyordu, kalbim deli gibi çarpıyordu. İçimde çok yoğun bir duygu vardı. Bu daha öncekilere benzemeyen bir yoğunluktu. Bir süre o şekilde durduktan sonra Yiğit gözlerini sertçe yumup açtı ve benden ani bir şekilde uzaklaştı. Onun bedenimin üzerinden çektiği elleri yüzünden tökezleyecekken son anda kapı pervazına tutundum. Önce belimdeki kolları, daha sonra da yüzüme yakın olan yüzü ve sıcak nefesi uzaklaşınca üşüdüğümü hissettim. İkimiz de hiçbir şey söylemiyor, birbirine kenetlenen gözlerimizi başka yöne çeviremiyorduk. Sarsılmıştık. Ben az önce hissettiğim yoğun duygular nedeniyle şoka girmişken, Yiğit ise kaşlarını çatmış, yüzümden çekmediği bakışları ile sadece bakıyordu ve düşünüyor gibiydi. Odaya rahatsız edici bir sessizlik hâkimdi. Saatten çıkan tik tak sesi de en az bizim sessizliğimiz kadar rahatsız ediciydi. Yiğit kendini toparlayıp bakışlarını benden kaçırdı. Elini kaldırdı ve yüzünü sertçe sıvazlamaya başladı. Bu hareketiyle uzayan sakalları birbirine girmişti. Bense korkuyla yine kızıp bağıracak diye beklemiştim fakat o, hiçbir şey demeden arkasını dönüp odadan çıkmıştı. Bu durum tekrar şaşırmama neden olmuştu. Kızmamış ve bağırmamıştı. Elimi kalbimin üstüne koyup az önce olanların etkisinden çıkmaya çalıştım. Daha önce fotoğraf çekiminde bu kadar yakınlaşmıştık ama bu sefer çok farklıydı, sanki aramızda çok tuhaf bir çekim oluşmuştu. Derin derin nefesler alıp sakinleşmek için hâlâ çabalıyordum. Bedenimde işe yarasa da uslanmaz, laf anlamaz kalbimde pek işe yaradığı söylenemezdi. Nereye gitmişti ki acaba? Çıkıp bakmayı düşünsem de vazgeçtim. Biraz önce olanlardan sonra ne yapacağını kestiremiyordum. Daha fazla banyo kapısının ağzında beklemeyi bırakıp yatağımı kurmak için yastık ve örtü almak için giyinme odasına girdim. Elime aldığım yatağımın malzemeleriyle odaya geçtim ve beklemeden kanepeye kurdum. Işığı kapatıp yatağıma girdiğim an az önce olanlar yine düşüncelerimi esir almıştı. Kaç dakika böyle düşünüp durdum bilmiyorum ama kapının açılma sesiyle açık olan gözlerimi hızla kapattım. Sırtım ona dönük olduğu için ne yaptığını göremiyordum. Ayak sesleri durdu. Sanki tam arkamdaydı, bakışlarını üstümde hissettim. Daha sonra hareketlendiğini ve ardından banyo kapısının açıldığını duydum. Gözlerimi açtım ve derin bir nefes aldım. Bir an uyumadığımı anlayacak diye korkmuş, bunun için nefesimi tutmuştum. Kısa bir süre sonra banyo kapısı açılınca gözlerimi tekrar kapattım ve kıpırdamamak için kendimi sıktım. Yatağa girdiğini gelen hışırtı seslerinden anladım. Uzun bir süre ne ben uyumuştum ne de o. Acaba ne düşünüyordu? O da benim gibi az önce olanların etkisinde miydi? Dudaklarıma kayan bakışlarını hatırlayınca kalbimi tekrar heyecan sardı. Söz konusu Yiğit olunca kalbimi dizginlemek benim için zordu. Oda sessiz ve karanlıktı. Az önce rahatsız eden saatin pilini çıkarmıştım. Çünkü sessizlik içindeki odada çınlayan sesi kulağa hiç de iyi gelmiyordu. Kalbimin gümbürtüsü bana yetiyordu zaten. Yiğit’in düzenli nefeslerini duyduğumda uyuduğunu anladım. Ses çıkarmamaya dikkat ederek onun tarafına döndüm. Karanlık odada yüzünü çok net olmasa da görebiliyordum. Nasıl da sakindi. Derin bir iç çektim. Şu an sakince uyuması bana dingin bir denizi hatırlatıyordu, uyanık olduğundaki öfkeli hâli ise hırçın bir deniz misaliydi. Deniz gibi her ikisini de bünyesinde barındırıyordu. Ne zaman hırçın dalgalar çıkaracağı da belli olmuyordu. *** Yatağımı düzelttikten sonra üstümü değiştirmek için giyinme odasına girdim. Ruh hâlimi yansıtan siyah, diz altında bir elbise giydikten sonra aşağı indim. Ardımdan gelen Avşin’i fark edince adımlarımı yavaşlatarak bana yetişmesini sağladım. “Günaydın canım,” demesine karşılık gözlerimi yumarak gülümsedim. Beraber geçip masaya oturunca kahvaltıya başladık. Yiğit hariç herkes buradaydı. Babam da kahvaltıdan sonra şirkete giderken annem ise bir arkadaşına uğrayacağını söyleyerek evden çıkmıştı. Avşin ile tek kalınca biz de film izlemeye karar verdik. Film bitince de birbirimizi daha iyi tanımak için birçok şey hakkında konuşmuştuk. Konu aşk hayatına gelince biraz kaçamak cevaplar vermişti ama yakında çözülürdü. Avşin ile güzel bir gün geçirmiş, biraz da olsa kafa dağıtmıştım. Tabii dün neler olduğunu sormuş, ben de çok detaya girmeden bir şeyler anlatıp geçiştirmiştim. Yanımda olduğunu ve bana destek olduğunu bilmek güzeldi. Yiğit dışında ailesi gerçekten çok iyi insanlardı ve beni seviyor, sayıyorlardı. Hâlbuki ben en çok da onun beni sevmesini isterdim. Avşin ile yapacak başka bir şey bulamayarak büyük avluya çıkmış, biraz yürümeye karar vermiştik. Biz böyle avluda yürüyüp sohbet ederken dış kapı açılmıştı. İçeri önce Yiğit girmişti, ardından elinde valiziyle giren kadına şok geçirerek baktım. Onlar içeri doğru yürürken ben yerimden kıpırdamadan, donmuş bir şekilde öylece duruyordum. Gördüklerim gerçek miydi, yoksa hayal miydi, bilemedim.
OYLAMAYI VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜRFEN:) GÖRÜŞMEK ÜZERE...
|
0% |