@ergnyusra
|
NSTAGRAM HESABIM: yusraergn TİKTOK HESABIM: yusraergunkitaplari
9.Kafesteki Kalbin Çırpınışları
Avluda oturmuş hâlâ olayın şaşkınlığını üstümden atmaya çalışıyordum. Benimle aynı durumda olan Avşin de bir o kadar şaşkın ve meraklıydı. “Artık anlatacak mısınız?” dedim ellerimi kullanarak. Özleyeceğim aklıma gelmezdi ama konuşmak için ellerimi kullanmak yazmaktan daha rahattı. Seniha teyze ve annem yüzlerindeki gülümsemeyle bize bakıyor, bu hâlimizle eğleniyorlardı. Seniha teyze beni kolumdan tutup yanına çekti ve bana sarıldı. “Dur be kızım, önce sana doya doya sarılayım. İki günde çok özlemişim seni kuzum,” dedi. Onun bu şefkati ve sevgisiyle yüzüm gülmüş, mutlu olmuştum. Seniha teyzem her koşulda beni karşılıksız sevmiş ve bana sahip çıkmıştı. Bu yüzden onun yeri bambaşkaydı ve onunla aramda oluşan bağ çok kuvvetliydi. Bizim aramızda sevgi bağı, görünmez, kalın iplerle birbirine bağlıydı. “Gerçekten artık anlatsanız anne,” dedi Avşin sabırsızca. O sırada Seniha teyze ile birbirimize sarılmayı bırakmış, konuşmaya başlayan anneme dikkat kesilmiştim. “Aslında Seniha benim uzaktan akrabam. Genç yaşta tüm sevdiklerini kaybedince onu buraya, yanımıza getirdim. Siz abinle pek hatırlamazsınız. Zaten burada çok az kalmıştı çünkü daha sonra çok güzel bir şey için gönüllü olmuştu,” dedi ve hüzünle iç çekerek devam etti. “Melike ve Murat’ın ölümüyle Arya’yı amcası almıştı. Biliyorsunuz ki ben ve Kadir de Arya’nın bizimle kalmasını istiyorduk fakat haklı olarak amcası kabul etmemişti. Sultan’ın nasıl biri olduğunun farkındaydık. Bir gün Kadir’le bunu tartışırken Seniha duymuş ve oraya gidip Arya’ya bakmak için gönüllü olmuştu,” dedi ve bana bakıp devam etti. “Bu fikir bizim de kafamıza yatınca amcanla konuşup Seniha’yı sana bakması ama bizim açımızdan seni koruması için o konakta işe aldırdık.” Olanları şaşkınlıkla dinliyordum. Bu iki kadın yüreği çok güzel insanlardı. Merhametleri ve sevgileri o kadar yüceydi ki, ne yapsam haklarını ödeyemezdim. Bu sefer söze Seniha teyze girdi. “Ben zaten hayatımdaki herkesi kaybetmiş, tek başıma kalmıştım. Sağ olsun Esma beni yalnız bırakmayıp yanına aldırdı. Senin durumunu öğrenince, benim gibi yalnız kalmanı istemedim. Hele ki küçücük ve savunmasızken. Bazen koruyamadım ama canının yandığı her an benimkinin daha fazla yandığını hissettim kuzum. Sen benim hiç olmayan kızım oldun. O kadar masum ve güzeldin ki seni görür görmez, sarıp korumak için elimden gelen her şeyi yapacağıma yemin ettim.” Gözlerim dolmuştu. Tabii benim gibi diğer üç kadının da. İlk önce Seniha teyzeme sarılıp anne gibi olan kokusunu içime çektim. Daha sonra anneme sarıldım sıkı sıkı. Bu iki kadın da benim annemdi. Bir anne kaybetmiştim ama iki anne kazanmıştım. Ellerimi kaldırıp harekete geçirdim. “Ben sizin hakkınızı nasıl öderim? Hele ki sen Seniha Sultan.” “Öyle deme kızım, sen benim canımsın. Sen mutlu ol, ben ne hak isterim ne başka bir şey,” dedi Seniha teyzem şefkatle saçlarımı okşarken. “Sultan cadısı biliyor muydu Seniha teyzenin akrabamız olduğunu?” diye sordu Avşin. “Bilse hayatta izin vermezdi. Ne Arya’nın annesinden ne de benden hazzederdi. O yüzden bir tek amcan biliyordu, onu da söylememesi için bir şekilde hallettik,” dedi annem. “Vay be! Neler çevirmişsiniz öyle. Vallahi korkulur sizden,” dedi Avşin. Avşin’in söyledikleriyle hüzünlü hava dağılmış, neşe içinde gülmeye başlamıştık. “Artık hep burada kalacaksın değil mi?” dedim ellerimi kullanarak. “Evet kuzum, burada kalacağım, tabii Esma benden sıkılıp kovmazsa,” dedi gülerek. “O nasıl söz, burası senin de evin. Hem ayrıca tekrar kavuştum arkadaşıma, bırakır mıyım?” dedi annem yalancı bir kızgınlıkla. Seniha teyzenin bana verdiği cevaplarla benim ne demek istediğimi anlıyorlardı ve bu yüzden onlara çevirmeye gerek kalmıyordu. Seniha teyzemin de burada, yanımda olacağını bilmek içimi rahatlatmıştı. Umarım her şey yavaş yavaş yoluna girerdi. Sofra hazır olana kadar oturmuş, sohbet etmiştik. Yiğit kendini yine çalışma odasına kapatmış, yemek hazır olunca gelmişti. Yine her zamanki gibi sert ve soğuktu. Gördüğüm bazı fotoğraflarında her ne kadar çok gülmese de yüzünde hafif bir tebessüm ve soğuk olmayan bir duruş vardı. Onun dışında onu gülerken hiç görmemiştim. Bir insan hiç kahkahasını duymadığı birinin kahkahasını, gülümsemesini görmediği birinin gülümsemesini özler miydi? Ben özlüyordum. Onun bir kere bana gülümsemesine, yanımda kahkaha atmasına hasrettim. Yanımda oturuyordu, kokusunu soluyabiliyor, sıcaklığını hissedebiliyordum ama ona dokunamıyor, ondan tarafa bakmaya bile çekiniyordum. Ama hâlbuki o benim kocamdı değil mi? Bana yabancı olan kocam. Beni hiçbir zaman sevmeyecek ama ömür boyu sevmekten vazgeçmeyeceğim bu adamla hep böyle mesafeli ve birbirimize yabancı kalacaktık. Kalbimden yakıcı bir sızının geçtiğini hissettim. Buna mahkûmdum, tıpkı sessizliğe mahkûm olduğum gibi. Yüz ifademden bir şeyler anlaşılmasın diye kendimi toparlayıp yemeğimi yemeye koyuldum. Acımın yüzüme vurmasını ancak böyle saklayabilirdim. Bugün Seniha teyzem yanımdaydı ve bir yanım eksik olsa da mutluydum. Hâlâ anlatılanlar hayal gibi gelse de gerçekti. O, benim koruyucu meleğimdi. Doyduğum için elimdeki kaşığı bıraktıktan sonra elimi kucağıma indirmeyerek masanın üstüne bırakmıştım. Diğer elim ise yanağımda, Seniha teyze, annem ve babamın gençlik anılarını yüzümdeki gülümsemeyle dinlemeye başladım. “Eskiden Kadir ve Seniha’nın rahmetli kocası Hasan, az peşimizden koşmamıştı. Tabii şimdiki gibi rahat değildi bazı şeyler, o zamanlar hiç konuşmadan sadece uzaktan birbirimize bakardık,” diyen annemdi. “Kadir abimin sana olan o bakışları hâlâ aklımda” dedi Seniha teyze, kısa ve çekingen bir bakışla babama bakıp önüne döndü. Annem de kaşlarını çatarak Seniha teyzeye döndü. “Sen benimle az dalga geçmezdin ama sonra ne oldu? Vuruldun tabii rahmetliye,” dedi ve ardından güldü. Seniha teyze kızarmıştı ve kafasını tabağına gömerek annemi duymazdan gelmişti. Onun bu hâli gözüme çok tatlı gelmişti. Tıpkı bir genç kız edasıyla yanakları al al olmuştu. “Yeter artık hanımlar, eski defterleri açıp da çocukların önünde karizmamızı çizmeyin,” diyerek takıldı babam. “Ay ama çok güzel,” diyen Avşin heyecanla dinliyordu. Elime çarpan elle yüzümde duran gülümseme solmuş, içimde derin bir yoğunluk baş göstermişti. Sağ tarafıma dönüp baktığımda ellerimizin birbirine değdiğini, hatta Yiğit’in elinin yarısının elimin üzerinde olduğunu gördüm. Yüzük ve serçe parmağım, onun büyük ama sıcacık avucunun altında olduğundan görünmüyordu. Sanırım Yiğit de benim gibi elini masaya koymak isterken farkında olmadan elime çarpmıştı. Saniyeler geçti ama Yiğit’in eli hâlâ elimle temas hâlindeydi ve o, geri çekmek için hiçbir harekette bulunmuyordu. Yutkundum. Yine aynı şey oluyordu. Elinin sıcaklığı tıpkı bir elektrik akımı gibi elime geçiyordu, bu his çok farklıydı ve hoşuma gitmişti. Bakışlarımı ellerimizden çekip gözlerine çevirdim, onun da bakışları ellerimizdeydi. Kısa bir an sonra ona baktığımı hissetmiş olacak ki gece karası gözlerini gözlerime sabitledi. Gözleri tıpkı siyah inci gibiydi. Sıcak teninden tenime geçen o elektrik akımını sanki şimdi de gözlerinden alıyordum. Belki de benim kuruntumdu ama gözlerinde gördüğüm yoğunluk ile göğsüm heyecanla inip kalkamaya başladı. Masadaki sesler birden yok olmuştu, sadece kulaklarımda kalbimin gümbür gümbür atan sesi vardı. Kalbim, şu an özgürlüğüne kavuşmak isteyen bir kuşun kafesteki kanat çırpışı gibi çırpınıyordu. O kuşun kafesinde mahsur kaldığı gibi kalbim de göğüs kafesimde mahsur kalmıştı fakat kaderine razı olmayı reddediyordu. Onu hapseden göğüs kafesimden dışarı fırlayıp sahibi olan bu adamın kalbine konmak istiyordu. Benden bir parçaydı ama asla bana ait olduğunu göstermiyordu. Sonbahar ayazında ağaçtan koparak yere düşen yaprak gibi kalbim de bedenimden kopmak istiyordu. Çok hızlıydı. Tıpkı dörtnala koşan bir at gibi hızlıydı. Atın koşukça ahenkle dans eden yelesi gibi Yiğit’in kalbimdeki aşkı da ruhumda, tüm bedenimde ahenkle dans ediyordu. Bu durum midemin kasılmasına neden oluyordu. Gözlerindeki o yoğunluk çok kısa bir an sürmüştü. Yiğit kendini çabuk toparladı ve tüm duygularına duvar ördü. Bana da kafamda, gözlerinde gördüğüm o yoğunluğun doğru olup olmadığı sorusunu bırakmıştı. Böyle bir sorunun olmasının nedeni de oydu. Çünkü bana söyledikleri, yaptıklarıyla uyuşmuyordu. Kafamı karıştırmıştı. Önce elimdeki elinin sıcaklığı kayboldu, ardından da gözleri gözlerimden koptu. O elektrik akımı son buldu, masadaki sesler yeniden kulaklarıma dolmaya başladı. Kulaklarım uğulduyordu. Sanki uzun bir süre yüksek sesli bir gürültüye maruz kalmış gibiydi. Gerçi kalbimin sesi, yüksek sesli bir müziği aratmamıştı. Kalbimin kanat çırpışları zayıflasa da heyecanla atmaya devam ediyordu, hissedebiliyordum. Biraz yorulmuştu ama hâlâ güçlüydü. Bir gün kafesinde kalmayı kabullenip pes eder miydi bilmiyorum ama uslanmadan bu adamı istemekten vazgeçmiyordu. Yara aldığını ve alacağını bile bile... Ben hâlâ gözlerimi Yiğit’ten çekememiştim. Kafasını eğmiş önündeki tabağa bakıyordu ama önündekileri gördüğünden emin değildim. Yüzü düşünceli bir hal almıştı. “Afiyet olsun,” diyerek masadan ani bir şekilde kalktı ve gitti. Onun gitmesiyle sağ tarafımdan üstüme doğru sanki soğuk bir rüzgâr esmişti ve ben üşümüştüm. Önüne oturduğum ve sıcaklığıyla bedenimi ısıtan bir sobanın aniden yok olması ve buz gibi bir soğuğa maruz kalması gibiydi bu his. Fakat sobanın ısısı sadece bedenime işlerken, onun varlığıyla sağladığı sıcaklık, kalbime ve ruhuma işliyordu. Herkes onun bu ani kalkışıyla şaşırsa da eski hallerine dönmeleri uzun sürmemişti. Ben de mecburen önüme döndüm ve masada hâlâ dönen büyüklerin sohbetine odaklanmaya çalıştım ama aklımı verip de onları dinleyemiyordum. Derin bir nefes aldım, kalbimin sakinleşmesini bekledim. Bana söylediklerinden dolayı hâlâ ona kırgındım ve kalbimin onun bir dokunuşuyla bile yumuşamasını istemedim. Buna izin vermemeliydim. İlerleyen dakikalarda yemekler bitmiş, büyükler kendi âlemine dalmıştı. Herkesin yüzünde güzel bir gülümseme duruyordu. Bense içimde kopan fırtınaları yansıtmayacak şekilde öylece onlara bakıp tebessüm ediyordum. Seniha teyzenin bakışları bana kaymış, bir süre gözlerime bakmış, daha sonra da bana buruk bir tebessüm yollamıştı. Anlamıştı gözlerimdeki acıyı, yüzümdeki sahte tebessümü. O beni herkesten iyi tanır, iyi bilirdi. Beni o büyütmüştü, ne hissettiğimi en iyi o bilirdi. Gözlerinden, sonra konuşacağız mesajını almıştım. Onu onaylamak adına gözlerimi hafifçe kapatıp açtım. Gecenin ilerlemesiyle herkes yorgun bir şekilde odasına çekilmişti. Ben de odamıza girdiğimde Yiğit’in çalışma odasında olacağını sanmıştım ama o beni yanıltarak çoktan gelmiş, uyumuştu. Ses çıkarmamaya özen göstererek üstümü değiştirip yatağımı kurdum. Ardından yatağıma girdim ve yüzüm ona dönük olacak şekilde uzandım. O da hep bu tarafa dönük yatıyordu. Çok nadir kımıldıyor ve dönüyordu. Benden kaçıyordu, bunun farkındaydım. Fakat o benden kaçtıkça sanki bir güç inatla bizi birbirimize çekiyordu. Sürekli beni ona hatırlatan, onu da bana hatırlatan bazı anlar gelip çatıyordu ve ikimiz de o zaman ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bu oda ve konak arasında geçen hayatımda sürekli onunla aynı yerde bulunmak, aynı havayı solumak bizim birbirimize olan yabancılığımızı gidermiyordu. Bunun için konuşmak, tanımak lazımdı fakat ne o bunun için bir adım atıyordu ne de ben böyle bir adım atacak kadar cesurdum. İstediği gibi ondan uzak durmaya çalışırken, onu sürekli dibimde, yanımda buluyordum. Aynı evi ve aynı odayı paylaşmak bizim birbirimizden fiziksel olarak uzak durmamıza engel oluyordu. Buna rağmen ruhlarımız birbirine oldukça uzaktı. İster istemez onu inceleyen gözlerime ve beni esir alan düşüncelere mani olamadım. Oda karanlık olsa da konağın etrafını aydınlatan ışıklar odaya yayılıyordu. Bu sayede az da olsa onu görebiliyordum. Siyah gür saçları, tıpkı siyah saçlarıyla yarışır olan gözleri ve hafif esmer bir teni vardı. İç çektim. Ne çok isterdim siyah saçlarının arasında parmaklarımı gezdirmeyi, her bir tutamını sevmeyi... Hep bunun hayalini kurmuş ama imkânsızlığıyla da kavrulmuştum. Şimdi ise bunu yapmam için bana çok yakındı ama aslında bana çok uzaktı. Bedeni buradaydı fakat ruhu benden olabildiğince uzaktaydı. Onu izlemeye dalmışken bir anda gelen telefon sesiyle irkilmiş, anında gözlerimi kapatmıştım. Bu onun telefonuydu ve saat gece birdi. Kim bu saatte arardı ki onu? Kötü bir şey olmuştur diye korkmaya başlamıştım ki Yiğit telefonu açmadı. Gözümü hafifçe aralayıp ona baktım. Benim kaldığım kanepe biraz daha karanlık olduğu için yüzümü görmüyordu ama telefonun ışığından dolayı ben onunkini şimdi net bir şekilde görüyordum. Kaşları çatık, yüz hatları sertleşmişti. Bir süre sonra telefona gelen bildirim sesiyle daha da sinirlenmiş ve gerilmişti. Sanırım mesaj gelmişti bu sefer. Kimdi bu saatte onu arayıp mesaj atan? Ayrıca o neden bu kadar sinirlenmişti? Çok merak etmiştim. Aklımdaki bu sorularla boğuşurken bakışları birden benim olduğum tarafa dönmüştü. Sanki beni görecekmiş gibi korkup gözlerimi hemen kapatarak uyuyormuş gibi yaptım. Şanslıydım ki karanlıktan dolayı titreyen kirpiklerimi göremiyordu. Bir süre daha bana baktığını hissettiğimde gözlerimi çok az açmıştım. O sırada Yiğit bakışlarını telefona çevirdi ve telefonunu komodine fırlatıp arkasını dönüp yatmaya devam etti. Benimse aklım hâlâ bu saatte onu kimin aramış olmasındaydı. Aklıma gelen şeyle kalbim korkuyla teklemiş, nefesim kesilmişti. Ya birlikte olduğu başka bir kadın varsa? Bu düşünceyle ruhum bedenimden çekilmiş, kalbim toz bulutu gibi her bir tarafa parçalar hâlinde dağılmıştı. Bu olamazdı değil mi? Bunu yapmazdı. Belki de önceden hayatında biri vardı. Olabilir miydi böyle bir şey? Daha önce hayatında biri var mıydı? Ama sonra Avşin’in bana anlattıklarını hatırlayınca böyle bir şeye ihtimal veremedim. Fakat sırf bana inat olsun diye ya şimdi biriyle birlikteyse? Düşünmekten başım ağrımaya başlamıştı ama kalbimin acısının yanında bu ağrı hafif kalırdı. Onun başkasıyla olma ihtimali burnumun direğini sızlatmıştı. Kendimi tuttum, eğer kendimi salarsam işte o zaman hüngür hüngür ağlayacağımı biliyordum. Umarım böyle bir şey olmazdı, yoksa o zaman ben ölürdüm. Sanırım bu gece düşünmekten bana uyku haram olacaktı. Sabah kahvaltıdan sonra yine Yiğit kalkıp işe gitmek için aşağı inerken ben de arkasından gittim. Kapıdan çıkacakken bir an duraksadı. Bana döndü ve siyah gözlerini gözlerimin içine dikti. Ben bir şey demesini beklerken, kendimi buna hazırlarken o yine hiçbir şey demeyerek arkasının dönüp kapıdan çıkıp gitmişti. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlamak o kadar zordu ki. Bu tutarsız hareketleri kafamı karıştırıyordu. Annemin kızmalarına rağmen sofrayı toparlamada kızlara yardım edip mutfaktaki işlere de el atmıştım. Bu eskiden gelen bir alışkanlıktı aslında ama yapmaktan rahatsız değildim. Benim mutfakta kızlara yardım etmem onları şaşırtmıştı. Herhâlde evin hanımı moduna girmemi bekliyorlardı. Onlarla iyi anlaşmış, hemen kaynaşmıştım. Hanımlara da kahve yapmaya koyulduğumda, “Ben yapardım hanımım,” diyen Lorin’e bakıp kafamı olumsuz anlamda salladım. İçi rahat olsun diye de sıcacık gülümsedim. Aynı karşılığı ondan da alınca ocakta pişirdiğim kahveme döndüm. Onlarla sohbet etmeyi, onları daha iyi tanımak ve kendimi tanıtmak adına konuşmayı isterdim ama bu pek mümkün değildi. Kalem kâğıtla yazıp göstermek çok yorucuydu ve Ayşe abla okuma yazma pek bilmiyordu. Bunu geçen gün bir şey sormak için yazıp gösterdiğimde öğrenmiştim. Lorin annesinin okumayı bilmediğini söyledi. Kadının bana olan utangaç ve mahcup bakışlarını görünce üzülmüştüm. Ona sarılarak bir nevi böyle hissettiği için özür dilemiştim. Şaşırsa da bana karşılık vermişti. Bunu gören diğer kızlar da az çok benim kötü biri olmadığıma karar vermiş olacaklar ki bana daha sıcak davranmaya başlamışlardı. Hazır olan kahveleri tepsiye koyarak yukarı çıktım. Annem ve Seniha teyze hâlâ bıraktığım gibi sohbet ediyorlardı ama Avşin yoktu ortalıkta. Kahveleri onlara verdiğimde, “Eline sağlık kuzum,” dedi Seniha teyze. Yanlarına oturduğumda gözlerim Avşin’i aramıştı. Seniha teyzeme sormak için ellerimi harekete geçirdim. “Avşin nerede?” “Odasına çıkacağını söyledi.” Anladığımı belirtmek için kafamı salladım ve ayağa kalkıp bir üst kata çıktım. Avşin’in odası buradaydı. Kapının önüne gelip kapıyı çaldım ama ses yoktu. İçeride değildir herhâlde diye düşündüm ama yine de şansımı denemek için kapıyı açtım ve odaya girdim. Ben kapıyı açar açmaz Avşin irkilmişti ve arkasına bir şey saklamıştı. Bu hareketini kaşlarım havada şaşkınlıkla karşılamıştım. “Arya sen miydin, ayrıca niye öyle pat diye giriyorsun?” dedi, biraz kızmıştı. Cebimdeki küçük defteri ve kalemi çıkarıp yazdım. “Kapıyı çaldım ama duymadın. Özür dilerim.” Biraz mahcup olmuştum. Arkamı dönüp çıkacağım sırada, “Arya, dur gitme,” diyen sesini duydum. Ona dönüp yüzüne baktım. Üzgün görünüyordu. “Asıl ben özür dilerim, öyle birden kapı açılınca korkudan ne dediğimi bilemedim,” dedi. Masum ve pişman bakışlarıyla bana baktı. Elini yatağın üstüne vurup, “Hadi gel, otur,” dedi. Gülümseyerek yanına oturdum. “Ne oldu, bir sorun mu var?” yazıp ona gösterdim. “Var ama çok uzun bir hikâye. Şu an anlatacak gücüm yok ama daha sonra anlatırım, olur mu?” dedi. Onaylamak adına gözlerimi kapatıp açtım. Onu fazla sıkmayacaktım. İstediği zaman anlatırdı zaten. Onun da bir yarası vardı anladığım kadarıyla ve bu yara eminim ki aşktan kaynaklanıyordu. Avşin’le oturup konuştuk bir süre. Yine eski hâline dönmesi uzun sürmemişti. O an anladım ki en az abisi kadar duygularını iyi kontrol edebiliyor ve saklayabiliyordu. Gülümsüyordu ama bu güler yüzünün altında derin acılar vardı, bunu artık anlayabiliyordum. Ama Avşin çok güçlü bir kızdı. Belli ki o da benim gibi acısını tek başına yaşıyor, kimseye göstermemek için çabalıyordu. Zaman hızla akıp giderken güneş dinlenmeye çekilmiş, akşam karanlığı üstümüze yayılmaya başlamıştı. Yemekler yenildi, çaylar, kahveler içildi. Hayat yine aynı şekilde aktı. Ve yeni bir gün daha doğmaya yüz tuttu. Sabah her zamanki gibi sessizce kahvaltı yapılırken Yiğit’in sesiyle bu sessizlik bölünmüş, yerini telaşa bırakmıştı. “Bu akşam beraber iş yaptığımız ortaklarımız yemeğe gelecekler.” “Oğlum bu şimdi mi söylenir? Nasıl yetişecek akşama kadar her şey?” dedi annem. “Abartma anne. Hem daha akşama çok var, yetişir merak etme,” dedi Yiğit umursamazca. Annem Yiğit’e sinirli bir bakış atsa da bu onun umurunda olmamıştı. Buradaki insanlar misafir geldiği zaman, bir gün önceden başlardı hazırlıklara. Bu konuda hassas ve titizlerdi. Bu yüzden anlaşılan bizi yorucu bir gün bekliyordu. Yiğit ve babam da şirkete gitmek için ayaklanmışlardı. Yiğit’in gitmeden önce bana attığı kısa bakışı son anda yakalayabilmiştim. Babamla beraber çıktıkları için onu geçirmeye gitmemiştim fakat o gidene kadar ardından bakmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Gün içinde biz hanımlar ise hummalı bir hazırlığa başlamıştık. Bazıları temizlik yapıyor, bazıları da mutfakta buraya has yemekler yapıyordu. Ve ben de mutfak kısmındaydım. Seniha teyze yemeklerimin çok güzel olduğunu söylemişti. Annem de beni görevlendirmiş, Seniha teyzeyle mutfağa girişmiştik. Beraber önce içli köfte yaptık, birkaç ufak tefek meze hazırladık. Zaten içli köfte uzun ve zahmetli bir yemek olduğu için çoğu vakit ona gitmişti. Böylelikle akşama sadece üç saat kalmıştı. Ben de hemen sac tava yapmaya koyuldum. Bir iki çeşit etli yemek, salata ve buraların vazgeçilmezi bulgur pilavını da yapmış, her şeyi hazırlamıştık. Mutfağa giren Avşin, yorgun bir şekilde kendini mutfak masasının sandalyelerinden birine atmıştı. “Of anam, çok yoruldum ya. Annem pertimizi çıkardı. Silip temizlediğimiz yerleri beğenmeyip tam üç defa tekrar temizletti. Bu kadın misafir gelince bir canavara dönüşüyor resmen,” diye hayıflanan ve isyan bayrağını çeken Avşin’e gülerek bakıyorduk. “Annen çok evhamlı bir kadın, bunu yapmasına şaşırmadım,” dedi Seniha teyze. Tanıyordu arkadaşını. “Burada çalışmak yerine benim dedikodum yapılıyor galiba,” diyerek içeri girdi annem. “Yok anneciğim. Biz hiç öyle şey yapar mıyız? Herkes çalışıyor işte,” dedi Avşin hemen atılarak. Annem ona inanmayarak baktı. “Herkes çalışıyor da sen ne yapıyorsun? Burada oturup çene çalarsın ancak.” Avşin annesine hayretle bakarak, “İnsaf be kadın! Sabahtandır öldüm. Temizlediğimiz yerleri beğenmeyip üç defa temizlettirdin. Sanki başbakan geliyor,” diye sitem etti. Bu hâli çok tatlıydı ama onun için üzülmüştüm. Çünkü annem gerçekten herkese kök söktürmüştü. “Hadi hadi, çok konuşma. Yapılacak birkaç işimiz daha kaldı,” dedi annem Avşin’in hayıflanmasını umursamayarak. Avşin yüzüne ağlıyormuş gibi bir ifade takındı ve mutfaktan çıkan annemin peşine takıldı. Çıkmadan bize dönüp, “Hakkınızı helal edin. Bu kadın beni öldürmeden bırakmayacak,” deyip gitti. Onun isyanına gülmemek elde değildi. Sonunda her şey bitmişti, son kontrolleri yaptıktan sonra üstümü değiştirmek için yukarı çıkmıştım. Odama girip direkt banyoya yöneldim. Tüm gün mutfakta olduğumdan üstüme sinen yemek kokularından arınmak için duş almalıydım. Beklemeden duş kabinine girdim ve rahatlatıcı bir duş almaya başladım. On beş dakikanın ardından duşumu almış bir şekilde banyodan üstümdeki bornozumla çıkıp giyinme odasına gittim. Bir süre dolapla bakışıp ne giysem diye düşündüm. Gözüme mavi, uzun bir elbise takıldı. Ne çok abartılı ne çok sıradandı ve bu akşam için gayet uygundu. İç çamaşırlarımla beraber elime elbiseyi de alıp, giyinmek için tam bornozumun kuşağını açacağım sırada kapı açıldı ve içeri Yiğit girdi. Elimdekiler kayıp düşerken donmuş bir şekilde Yiğit’e bakıyordum. Tabii onun da durumu benden farklı değildi. Şok olmuş gözlerle bana bakıyordu. Bense ne yapacağımı bilmiyordum.
OYLARINIZI VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM CANLARIM:)
|
0% |