Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Akıl oyunu

@erkanbirlik

Priene

 

Lidya Krallığına ait ordu, Priene’i uzak bir mesafede abluka altına alıyor…

 

‘U’ şeklinde dizelenen ordu, Priene’in ardında koca bir dağ olması sebebiyle tam olarak şehri arkadan çeviremiyordu. Ordunun başındaki Aryat, en etkili konuşmasını, her savaş öncesi yapardı. Yine orduyu cesaretlendirmek adına bunu yaptı. Gür sesi neredeyse her askere ulaşıyordu.

Yüksek duvarlara arkasını dönen Prieneliler ise önlerindeki Aristaios’a bakıyorlardı. At üzerindeki Aristaios, ön sırada bulunan askerlerin önünde bir o tarafa bir bu tarafa gidiyordu. Biraz sonra Kral Lontelius da atın üzerinde ön saflara geldi. Komutan Aristaios ile kısa konuşma sonrasında Lidya ordusuna yüzünü döndü. Kral Alyattes’in gerilerde beklediğini görebiliyordu. Onun askerlerinin önüne çıkmasını bekliyordu.

Kral Alyettes, ardında kendisini takip eden Alyat ile at üstünde meydanın ortasına geldi. Lontelius da ortaya geldi. Arkasında da Aristaios bekliyordu. Her iki kral atlardan inip karşı karşıya geldiler.

Alyattes güldü. “Genç kral,” dedi. “Sonunda seninle görüşebildik.”

“Ne için topraklarımdasın?”

“Toprakların? Üstüne bastığım toprak benimdir. Sen bunu kabul etsen de etmesen de…”

“Kendini ne kadar da büyük görüyorsun!”

“Öyleyim. Priene de benim topraklarıma katılacak.”

“Bunu başarmak için biz Prienelileri yenmen gerekecek!”

Kral kahkaha attı. Kollarını iki yana açtı. “Korkutucu kalabalıkta, yenilgi yüzü görmemiş ve gittiği her yerde sizin gibileri ezip geçmiş ordum bunun için burada.”

“Belli ki tahtın seni zehirlemiş. Mağlup olmayan ordunu bu diyara sürüklemek en büyük hatan olacak. Seni son kez uyarıyorum. Karşında pes edecek bir topluluk yok.”

“Son sözün bu mu genç kral!”

Lontelius, “Evet!” der gibi başını salladı.

“Öyle ise en iyi savaşçını çıkar! Geleneğe uyalım.”

 

 

Lidya ordusunda, “Narcagan! Narcagan!” diye bağırıyorlardı. Aralarından uzun boylu, iri cüsseli, her tarafında geçmişin yara izlerini taşıyan, kel kafalı biri çıktı. Koşa koşa alanın ortasına geldi. Prienelilere doğru bağırıp rakibinin gelmesini istiyordu.

Prienelilerin arasından ise genç birisi çıktı. Miğferi başında, zırhı üstünde, esmer ve karşısındaki adama göre daha kısa boyda birisi vardı. Adı Kalliander’di. Prieneliler ona pek güvenmediği ve yenileceğini düşündükleri için hiç ses çıkarmadılar. Onların aksine Kral Lontelius’un ona güvenci tamdı. “Kalliander!” diye seslendi. “Oraya çık ve bizi temsil ettiğini unutma!”

Her iki savaşçı da karşı karşıya geldiler. Narcagan gülüyor, karşısındakini küçümsüyordu. İlk kılıcını sallayan da o oldu. Kalli güçlü saldırıların hedefi olmamak için hareketli davranıyordu. Vuruşunu yapmak istiyordu ama bunu yapmak zordu. Tam hamle yapacağı sırada, Narcagan’ın kılıç darbesi ile birkaç metre ileriye düştü. Göğsündeki zırh içeriye gömülmüş, nefes alamıyordu. Onu çıkarıp bir kenara attı. Kılıcı düştüğü sırada başka tarafa düşmüştü. Oraya uzanmak istedi. Bunu yapamayacağını anlayan Kalli, Narcagan’ın darbesini savuşturup arkasına geçti. Ayaklarına vurup diz çökmesini sağladı.

Prieneliler bu durumu görünce Kalliander’e destek verdiler. “Kalli! Kalli!” diye bağırıyorlardı. Cesaretlenen Kalli, rakibini sonunda mağlup etmeyi başardı. Kılıcını kaldırıp ordusuna döndü ve sevincini paylaşıyordu. Bu sırada sırtında acı hissetti. Yüzünü acı kapladı. Saplanan oku çıkarmak için elini uzatamadı bile. Olduğu yere düştü. Yenilgiyi hazmedemeyen Alyattes’in talimatı ile vurulmuştu.

Bu büyük savaşın fitilini ateşlemişti. Lidya ordusu her ne yaparsa yapsın tam anlamıyla Priene’i ele geçiremedi. Gecenin gündüzü kovaladığı günler geçip gidiyordu. Günlerce savaşan iki ordu yorgun düşmüştü. Savaşı bırakan Lidya ordusu, Alyattes’in isteği ile oldukları yerde konaklamaya başlamışlardı. Amaçları dışardan yiyecek temin edemeyen Priene şehrinin teslim olmasını beklemekti.

           

           

Günler geçmişti…

           

Kral Lontelius ve Prieneliler, inanılmaz bir savunma örneği gösterip Lidya’nın görkemli ordusuna yenilmemişti. Çokça da kayıp vermelerine neden olmuşlardı. Bunlar iyi olan gelişmelerdi. Fakat şehirde, dışardan yiyecek temin edilemediği için kıtlık baş göstermişti. İlk kez çaresiz kalmışlardı. Kuşatmanın devam etmesi ve ara ara saldırı gerçekleştirmeleri şehrin savaşçılarını yıpratmıştı. Yiyecek konusundaki sıkıntıyı çözmek için teslim olma seçeneğini bile düşünenler olmuştu.

Kralın isteği ile şehrin ambarından tahıllar, insanlara çok olmamak kaidesi ile veriliyordu. Ambarın durumu iyi değildi. Günden güne azalan yiyecek Lontelius’u düşünmeye itiyordu. Halkın arasında dolaşırken, onların bitap düşmüş halinden epey etkileniyordu. İnsanların kendisine bakarak çare bekliyor olmaları onu üzüyordu. Saraya geçtiğinde odasına gelip mermer sütunlardan birine başını dayadı. Birkaç sefer mermere yumruk attı. Bu sırada göbeğinin üstünde bağlanan elleri ve sırtındaki sıcaklığı hissetti. Eşi Kraliçe Eurydice gelmişti.

“Ne yapacağımı bilmiyorum. Priene’i, Lidyalılara karşı en iyi halde savunduk. Bunu bizden beklemiyorlardı. Şu an ise kıtlık gücümüzü kırıyor.”

Eurydice eşini kendisine çevirdi. “Biz hep zor zamanlardan çıkmadık mı? Şimdi bundan da çıkacağımıza eminim.”

“Teslim olmayı hiç düşünmedim. Kuşatmayı kırıp yenilgiye uğratmak da zor.”

“Senin bir yol bulacağına eminim. Hem karnımızın aç olması, özgürlüğümüzün Lidyalıların ayakları altında ezilmesinden iyidir.”

“İyi ki benimlesin.” Eşine sarıldı.

 

Bir asker izin alarak içeri geliyor, Bias’ın gelmek istediğini söylüyor…

 

Onay verilince Bias içeriye girdi. “Kral Lontelius!” dedi. “Bir fikrim var. Eğer dinlerseniz belki işleri tersine çevirebiliriz.”

“Nasıl?”

 

           

Aryat, Alyattes’in bulunduğu çadıra girerek Priene’den mesaj geldiğini iletti. Bunun bir “teslim olma” haberi olduğunu düşünüyordu. Karşısında ise onu farklı bir şey bekliyordu. Prieneli bir genç adam, arkasında iki eşekle öylece askerlerin önünde bekliyordu. Gelmesine izin verilince askerler, kralın olduğu çadıra kadar bir koridor oluşturdu. Buradan geçen adam, eşeklerle kralın yakınına geldi. Aryat daha fazla yaklaşmasına izin vermedi. Adam elindeki mesajı Aryat’a verdi. O da krala teslim etti.

Kaşlarını çatan Alyattes, önce mesajın olduğu papirüse sonra da adamına baktı. İçeriye doğru kıvrılmış ve bağlanmış papirüsü açtı. Okuyunca şaşırmış hali biraz daha arttı. Harekete geçip eşeklere doğru geldi. At bakıcılardan birini yanına çağırdı. Eşekleri kontrol etmesini istedi. “Onlar tok mu?” diye sordu.

Bakıcı eşeklerin karınları kontrol etti. Zaten bir bakışta da tok oldukları belliydi. Bakıcı, krala döndü. “Evet, efendim. Tıka basa yemek yemişler.”

Sinirlenen Alyattes, elindeki kâğıdı Aryat’ın göğsüne vurdu. Oradan ayrılıp çadırın içine girdi. Aryat da onun arkasından geldi. “Efendim, durum nedir?”

Kral, “Şunu oku!” diye bağırdı.

 

Papirüsü alan Aryat okumaya başladı:

 

“Kral Alyattes günlerdir birbirimizi kırıyoruz. Savaş üstüne savaş yapıyoruz. Bunların dışında kılıç ile diz çöktüremediğiniz şehrimizi kıtlık ile denemek istiyorsunuz. Böyle bir şeyin olmasının imkânı yoktur. Prieneliler bırakın kendi karınlarını, beslediği hayvanları bile tıka basa doyurmaktadır. Size gönderdiğimiz eşekler de bunun bir örneğidir. Artık doğru olan kuşatmayı kaldırıp yorgun düşen askerlerinizin de dinlenmesini sağlamaktır. Aksi takdirde günlerce uzak kaldığınız krallığınız da tehdit altına girebilir. Malum Perslilerin de gözü sizin zenginliğinizdedir. Şimdi ya devam edin ya da artık yeterince çiğnediğiniz topraklarımızdan geri çekilin!” – Kral Lontelius

 

Alyattes ani bir kararla Aryat’ı elçi tayin ederek Priene şehrinin kapısına yolladı. Sekiz asker ile giriş yapmak istedi. Prieneli komutan Aristaios onu karşıladı. Arkasındaki askerlerin girişine izin vermedi. Eğer girecekse tek başına gelmesini istedi. Aryat, savaş verdiği şehre, tek girmesinin doğru olmadığını düşünüyordu. Başka da çaresi yoktu. Askerleri geride bırakarak içeriye girdi. İçeride yaralı halde etrafta tedavi edilen, arkadaşının omzunda taşınan askerler vardı. İnsanlar onun kim olduğunu bildikleri için öfkeli bakıyorlardı.

Aryat, Lontelius’un yanına kadar getirildi. Lontelius arkasını dönmüş bekliyordu. “Hoş geldin Lidyalı!” dedi.

“Prieneli Kral Lontelius, sizlere büyük Lidya Krallı Alyattes’in selamını getirdim.”

“Bunları geç Aryat!” Yüzünü ona döndü. “Neden buradasın?”

“Günlerdir savaş veriyoruz. Sizin gibi şehirlerin böyle bir kuşatmada kıtlık yaşaması gerekiyordu. Gönderdiğiniz hayvanlar bunun aksini gösteriyor. Dışarıya çıkmadan bunu nasıl yaptığınızı merak ediyoruz.”

“Bunu nasıl yaptığımızdan çok bir şeyi görmen sizlere yetecektir. Gör ve gidip anlat onlara. Priene güçlüdür!”

 

Lontelius yanına Aryat’ı alıp şehrin merkez ambarına geldi…

 

Buraya giren Aryat gözlerine inanamadı. Neredeyse yüksek tavana değecek kadar tahıl vardı. Ne diyeceğini bilemedi. Sadece tahıllara bakıyordu. Kraldan izin isteyerek oradan ayrılmak istedi. Hayvanlar aracılığıyla kendilerine iletilen mesajın kaynağında her şeyi görmüştü. Böyle bir durum ile karşılaşacağını biliyordu. Şehirden çıkıp kapı önünde bekleyen askerleriyle buluştu. Son kez arkasını dönüp Lontelius’a baktı. Kral kendinden emin, kınında bulunan kılıcın kabzasından tutuyordu. Aryat bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Fazla oyalanmadan karşıda kendilerini bekleyen orduya ulaştılar.

 

Kuşatma kalkıyor ve düşman kuvvetin askerleri bölgeden ayrılıyor…

           

Duvarların üzerinden kuşatmanın kalktığını gören askerler heyecanla bağırıyordu. “Lidyalılar gidiyor! Lidyalılar gidiyor!”

Tüm Priene halkı sevinç çığlıkları atıp birbirine sarılıyordu. Herkes günlerdir devam eden savaşın bitmiş olmasına inanamıyordu. Lontelius kendisine doğru koşan oğlu Leandros’u yakaladı. Onu omzuna alırken yakınındaki eşi Eurydice’a sarıldı. Her ikisinin de gözlerinde mutluluk vardı. Bir ara etrafına bakınırken kalabalık arasında Bias’ı gördü. Elini yumruk yaparak havaya kaldırdı. Bias da gülerek ona başıyla selam verdi. İnanılmaz bir zekâ ile hazırlanmış plan sonrasında günlerdir süren kuşatma kalkmıştı. Akıl, kılıcı alt etmişti. Yine de tedbirli olmak isteyen Lontelius, Aristaios’a emir verdi. Herhangi yeni saldırı olmasına karşı tetikte olmalarını istedi.

 

Loading...
0%