@erkanbirlik
|
Priene
Sabahın ilk ışıkları henüz Ege kıyılarına düşmemişken uyandı. Eşini öperek onun yanından kalktı ve balkona doğru geldi. Derin nefesin keskin soğukluğunu ciğerlerine doldurdu. Orası adeta oksijen deposundan farksızdı. Bu şehrin etrafı ağaçlarlar ile doluydu. Sarayın ardında dik dağa tırmanmadan önce büyük alana yayılmış orman mevcuttu. Hatta çoğu zaman Cimnazyum’dan önce ya da sonra askerler buraya gelir, eğitimlerinin bir kısmını burada tamamlarlardı. Askerlerin başında bulunan Aristaios, sürekli farklı teknikler ile onların dayanıklıklarını ölçerdi. Savaşa daima hazır olmalarını isterdi.
Tam tepeden Priene’nin eşsiz mimarisine bakmaya devam eden Lontelius her yeri görebiliyordu. Sağ tarafında Tanrıça Demeter’in tapınağı vardı. Bereket tanrıçası olarak bilinen Demeter’e giden Prieneliler burada dilekte bulunuyorlardı. Başını önüne verdiğinde büyük tiyatro alanını gördü. Son oyundan bu yana pek gitmeye fırsat bulamamıştı. Etrafında komşuları ile her ne kadar barış politikasını yürütse de onların barış yanlı olmadığını biliyordu. Bu yüzden askeri yönde Aristaios’un askerler için yaptıklarını destekliyordu. Etrafta kendisi gibi erken kalkmış olan insanları bir süre izledi. Her biri karınca kadar küçüktü. Daha ileriye baktığında limandaki gemileri ve denizin dans edişi belli belirsiz görünüyordu. Mırıldanıp şarkı söylerken merdivenlerden aşağı indi.
Barış içinde Priene Barış içinde Priene Güçlü ve onurlu Mutlu ve huzurlu
Bu saatlerde sarayın bahçesinde, kendisini oğlu beklemiyor olsa lirini de çalabilirdi. Şehirde neredeyse kendisi kadar büyüleyici lir çalan yoktu. Tanrıların kendisine verdiği en değerli özelliklerden biri olduğunu düşünüyordu. Bir diğer özelliği ise kahraman savaşçı olmasıydı. Eğer güçlü duruşu olmasaydı çoktan Alyattes tarafından yenilgiye uğrayabilirdi. Sonuçta o, en büyük düşmanlarından biri olan Lidya’nın kralıydı. Bahçeye indiğinde, oğlunun kendi kendine eğitim yaptığını gördü. Küçücük boyuyla ince ve uzun sopayı oradan oraya savuruyordu. Bir süre onu izlemek istedi. Adeta kendisinin küçüklük halindeki gibiydi. Sarışın, kıvırcık saçlı, ince yapıya sahipti. Omzundan diz kapaklarına kadar uzanan beyaz tunik giymiş ve göbek tarafından sarı kemer ile sabitlemişti. “Leandros, oğlum!” dedi. “Geç mi kaldım?” Sesin geldiği yöne bakınca babasını gören Leandros gülümsedi. “Hayır, ben biraz erken gelip çalışmak istedim.” “Güce olan saygın ve çalışman, seni daha da büyüteceğini biliyorsun değil mi?” “Şehrin en büyük kahramanı Lontelius’tan eğitim alıyorum. Bu beni güçlü yapıyor.” “Bunlar sadece benim sana verebileceklerim. Büyüdüğünde genç savaşçılarla birlikte jimnazyumda daha iyi olacaksın.” “Bu yaşta oraya gitmem hala sorun mu oluyor?” “Sana daha önce de söylemiştim. Hiçbir Prieneli çocuktan farkın olmayacak. Benden ayrıcalık beklemeni istemiyorum. On beş yaşına gelene kadar beklemelisin.” Hiç istemese de, “Sen nasıl istersen,” dedi.
Kral Lontelius, güneş tam tepelerine gelmeden birkaç saat öncesine kadar oğlunu çalıştırdı. Leandros’un böylesine istekli olması hoşuna gidiyordu. Onda kendi çocukluğunu görüyordu. Mücadeleci, pes etmeyen ve hırslı yapısı gelecekteki konumunu belirleyecekti. İyi olması gerekiyordu.
Eğitim sonrasında yıkanıp temizlenen Lontelius, eşinin olduğu geniş odaya geldi. Çoktan kalkmış ve yemeğe oturmadan bekliyordu. Kraliçe Eurydice’ın yanına giderek onu öptü. Sarı saçlarını parmaklarının arasında gezdirdi. Renkli gözlerinin içine bakıyordu. “Kraliçem, yine melekleri kıskandıran güzelliktesiniz.” Gülümseyen Eurydice, “Her zamanki gibi hoş sözleriyle beni etkileyen kralım olduğu içindir,” dedi. “Sadece sözlerim mi?” Elini başına götürdü. “Ah! Unuttum. Bir de muhteşem lir çalışın.” “Öyle ise yemekten sonra senin için çalacağım.” “Sevinirim kralım.”
Dedikleri gibi yapıp yemeğe oturdular. Eurydice çok fazla yemek yiyen birisi değildi. Onun aksine Lontelius, “Güçlü işler için, iyi yemek yemek gerekiyor,” fikrine yakındı. Afiyetle karınlarını doyurduktan sonra günlük kıyafetlerini giyip dışarı çıktılar. Onları bekleyen at arabası vardı. İki önde, iki arkada olmak üzere dört kahve tonunda at birbirine bağlanmıştı. Atların ardında ise ahşaptan çerçeve ve üstüne oturaklar konmuştu. Lontelius, eşi Eurydice’ın elinden tutarak, önce onun binmesini sağladı. Ardından o da bindi. Yolda giderlerken, onları altı atlı asker takip ediyordu. At arabasını süren askere seslenen Lontelius, onun Agora’ya gitmesini istedi. Çok geçmeden dakikalar sonra oraya vardılar. İkisi de inip içeriye gireceği sırada birisi. “Kral Lontelius! Kral Lontelius!” diye seslendi. Sesin geldiği yöne bakınca tanıdık birini gördü. Bu Priene’nin ünlü düşünürlerinden Bias’tı. Beyaz sakalları, saçlarına karışmış, yine aynı renkte tuniğin üstüne herkes gibi sarı kemer takmıştı. “Sizinle konuşmak istiyorum,” diyordu. “Ah Bias! Seni görmek ne güzel.” Kraliçeyi başıyla selamlayan Bias, Lontelius’a baktı. “Görüşmemiz gerekiyor.” “Önemli mi Bias?” “Benim için, evet.” Eşine bakan Lontelius, “Bana biraz izin verir misin?” dedi. “Hemen döneceğim.” Eurydice gülümseyerek, eşinin elinden tuttu. “Seni bekliyor olacağım.”
Lontelius, Bias ile yürümeye başladı. Onları gören insanlar başlarını eğerek selam veriyorlardı. Onlar da karşılık veriyordu. Bouleuterion’un (meclis binası) önüne geldiler. Burada Bias, “Sizden bir isteğim olacak,” dedi. “Nedir? Sizi dinliyorum.” “Şu anda askerlerimiz tarafından ele geçirilen esirler var.” “Evet, var.” “Onlardan sadece kız çocuklarını alıp eğitimlerini üstlenmek istiyorum.” “Sevgili Bias, siz bizim için önemlisiniz. Bu dediğiniz sadece benim alabileceğim bir karar değil. Üstümüzde meclis var. Eğer onların izni olursa, bende sizi desteklerim.” “Teşekkür ederim Kral Lontelius.”
Lidya Krallığı / Sardis
Hızlı adımlarla uzun koridoru ve on adım başı yerleştirilmiş muhafızları geçerek büyük altından yapılmış kapının önüne geldi. Onu gören kapı askerleri her iki tarafa doğru kapıyı açarak içeri girmesine izin verdiler. İçeride kendisini bekleyen krala doğru yanaşmak için bekliyordu. Çünkü kral hala elçilerine bir şeyler anlatıyordu. Kral, onu görünce elçilerine eliyle işaret edip çıkmalarını istedi. Artık daha rahat konuşabilirlerdi.
Yanındaki üzümlerden ağzına birkaç tane yuvarlayan kral, “Ne o Aryat, yüzün neden asık?” dedi. “Kralım, Lontelius mesajınıza olumlu bir cevap vermedi.” “Nasıl?” “İsteğiniz üzerine, bizlere bağlanmalarını ilettim. Fakat kendileri böyle bir şeyin asla olmayacağını size iletmemi istedi.” “Bu adam kendini ne sanıyor? Büyük Lidya Kralının önünde diz çökmek yerine isyan ediyor!” Aryat elindeki papirüsü vermek için yaklaştı. “Ayrıca bunu, size vermemi istedi.”
Kral Attayes, papirüsü alıp okudu. Öfkelenerek yerinden kalktı. “Demek savaşa hazırsın! Peki, o halde. İstediğini alacaksın.” Aryat’a dönerek, “Hemen hazırlanın,” dedi. “Priene ile savaşa giriyoruz!”
Priene
Şehirde Lidya Krallığı ile girilebilecek savaş konusu dilden dile yayılıyordu. Halkın korkusu, yeniden kurdukları bu şehrin düşman tarafından yok edilmesiydi. Bu konuşmalar ve oluşan baskı meclisi acil toplanmaya itti. Kleon isimli genç meclis başkanı konuşmaya başlamak için kralı bekliyordu. Şehrin dört bir yanından vatandaşlar da bu önemli toplantıyı takip etmek amacıyla gelmişlerdi. Kral Lontelius içeri girince uğultular kesildi. Zaten ayakta olan Kleon, “Hoş geldiniz Kral Lontelius,” dedi. Meclis başkanının yüzünde donuk bir ifade vardı. Sözlerine devam etti. “Sayın meclis üyeleri ve Priene şehrimizin tüm insanları burada ne için toplandığımızı biliyorsunuz. Kralımızın, Attayes’i savaşa davet eden tutumu bizler tarafından doğru değildir. Orta bir yol bulmak yerine, zaten yeni ve zorluklarla kurduğumuz bu şehri, boy ölçüşemeyeceğimiz Lidyalılar ile yok edilmeye hazırlamak en düşüncesiz karardır. Burada toplanan herkesin huzurunda soruyorum. Şimdi ne olacak Kral Lontelius?” Etrafına bakınan Lontelius, oturanlar arasında Bias’ı, Eurydice’ı ve komutan Aristaios’ı gördü. Nefes alıp birkaç adım öne çıktı. “Ben Lontelius. Bu güne kadar birçok savaşın eşiğinden döndük ya da savaştık. Biliyorum ki, savaş büyük kayıptır. Savaşın kazananı yoktur. Az kaybedeni veya çok kaybedeni vardır. Ama bölgemizde büyük tehdit olan Lidyalılar, yine bizleri, himayelerine girmemiz konusunda uyardılar. Biz Prieneliler, tarihimiz boyunca huzur içinde yaşadık. Kimsenin bayrağı altında hareket etmedik. Bugün birileri güneşimizi çalıp gölgelerinde kalmamızı istiyor. Dün nasıl buna izin vermediysek, bugün de izin vermemizi kimse bizden beklemesin. Priene’nin özgürlüğü, esaretinden daha önemlidir. Bunun için savaşmamız gerekliyse savaşacağız.” Konuşmalar karşısında dinleyicilerin bir kısmı, “Özgürlük için savaş!” derken, diğer bir kısmı ise savaşmanın gerek olmadığından söz ediyordu. Bias, söz isteyerek ayağa kalktı. Hem meclis hem de insanlar arasında saygı gören Bias’ın ne söyleyeceği merak ediliyordu. Boğazını temizlemek için birkaç kez öksüren Bias, Kral Lontelius’u gösterdi. “Değil midir o, bizi savaşlardan galip çıkaran? Değil midir o, Priene’i en yüksek yere koyan? Değil midir o, Atinalılar ve Spartalıların yanında, bize saygı duyulmasını sağlayan. Peki, nedendir şimdi ona karşı güvensizliğiniz?” Gülümseyen Kleon, “Bias!” dedi. “Burada Kral Lontelius’a güzel sözler söylemek için bulunmuyoruz. Yakında bir savaş ile sarsılacağız ve bununla ilgili düşüncelerinizi merak ediyoruz doğrusu.” Her ne kadar sinirlense de bunu belli ederek üstünlüğü Kleon’un eline vermek istemeyen Bias, sözlerine devam etti. “Amacım Kral Lontelius’a güzel sözler söylemenin ötesindedir. O, bizim kralımız. Karşımızda Lidyalıların doymak bilmeyen kralı Attayes var. Eğer bugün onun isteklerini kabul ederseniz, yarın daha da fazlasını isteyecektir. Benim düşüncem, ona burada ilk mağlubiyetini tattırıp heves ettiği topraklarımızdan onu uzak tutmaktır.” Kleon, “Karşımızda her savaşını neredeyse kazanan Lidyalılar var!” dedi. Komutan Aristaios yerinden fırladı. “Bizim de Priene için ölmeyi bekleyen askerlerimiz var.” Son konuşmayı ise Kral Lontelius yaptı. Çünkü eğer araya girmezse asıl konudan sapan toplantı, ikili kavgalara sahne olacaktı. “Beni dinleyiiin!” diye bağırdı. “Daha önceden tüm diplomatik yolları denedik. Artık her iki tarafın da diplomasi seçeneği kalmamıştır. Ya savaşacağız ya da bu şehri onlara teslim edeceğiz. Kimse benden burayı teslim etmemi beklemesin!”
Sözlerini bitirdikten sonra oradan ayrılan Lontelius’u diğerleri de takip etti. Meclisin büyük çoğunluğu, kralın kararını destekliyordu. Coşkuyla ellerini birbirine vurarak bağırıyorlardı. Artık savaş kaçınılmazdı.
|
0% |