Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Schmidt kardeşler neyin peşinde?

@erkanbirlik

Mısır

 

Başını tutarak ayağa kalkmaya çalıştı. Bunu başaramadı. Olduğu yerden etrafına bakarken tepeden yansıyan ay ışığı gözlerini kamaştırdı. “Neredeyim ben?” diyerek yeniden ayaklarından güç aldı. Ay ışığı da önüne bulutlar geçince her yer kararmıştı. Nekhtamen sırtını bir yere dayadığını hissetti. Eliyle dokununca buz gibi mermeri hissetti. Aklı yerine gelmeye başlayınca çocuğu hatırladı. Onun yüzünden buraya düşmüştü. Altın kesesi de yanındaydı. Eliyle yoklayınca onu da buldu. “Neyse ki altınlarımı buldum,” dedi. “İyi de buradan nasıl çıkacağım?”

Karanlık olduğu için yanlış bir şey yapıp yeniden başka yerlere düşmek istemiyordu. Emekleyerek ilerledi ve bir duvara geldiğini anladı. Ayağa kalkıp duvarı, kendine yön belirleyip ilerledi. Epey yürüdükten sonra, kendi kendine söylenirken sert bir yere çarptı. Eliyle yoklarken bazı kabartılar hissetti. Ne olduğunu anlamak için dokunmaya devam ettiği sırada elini elektrik çarptı.

Yol boyunca duvarlarda asılı olan meşaleler yanmaya başladı. “Ne oluyor?” demeye kalmadan, elini çarpan şeyin lahit olduğunu gördü. Burası gizli bir mezarlıktı. Piramitlerin dışında böyle bir yere rast gelmenin hayreti içerisindeydi. Lahitin içinde ne olduğunu merak ediyordu. Çünkü ölüler ile gömülen değerli eşyalar olabilirdi. Kapağı açmak için etraftan ne bulduysa üstünde denedi. Sonunda epey yorgun düşüp sırtını lahite dayayıp elini yumruk yapıp vurdu. Bazı sesler gelmeye başladı. Bilmeden lahit mezarın kapağını açmanın yolunu bulmuştu. İçinde iskelet ve kitap dışında hiçbir şey yoktu. “Kahretsin!” dedi. “Elimizde sadece şu kitap var. Altın kaplamalı görünüyor ama bunun bile altın olduğunu sanmıyorum.”

 

Büyük gürültü…

Elindeki kitabın içine bakmak isteyen Nekhtamen, altından gelen sarsıntı ile sallanıyordu. Meşaleler tek tek yere düşerken, tavandan taşlar ve mermerler yuvarlandı. Canını kurtarmaktan başka çare yoktu. Burası her an çökmek üzereydi. Koşarak yolun sonuna gitmeye çalışırken, arkasındaki yerin yıkıldığını gördü. Sonra kendisini yere attı. Toz bulutu her yeri kaplamıştı. Öksürerek ayağa kalktı. Yoluna devam edip elindeki kitap ile çıkış buldu ve oradan kaçtı.

 

 

 

      

 

 

 

 

Günümüz

Berlin / Almanya

 

Sarı saçları önüne düştüğü için topladı. Yüzündeki yağı bezle silip arabanın altına yeniden girdi. Bir o alet bir bu alet derken tamir işini bitirmek üzereydi. Evinin garajını tamirhaneye çevirdiği için her işini burada yapıyordu. Kadın olması sebebiyle bu işlere bir tamircinin bakması gerektiğini söyleyen erkek kardeşini pek dinlemiyordu.

Günün birinde baygın bir adamı, erkek kardeşiyle taşıyıp hurdalığa getirmişti. Onu bekleyen takım elbiseli, iri yarı adamlar, baygın kişiyi aldılar. Arkadan gelen ve onların başındaki kişi ise para dolu çantayı, iki kardeşe teslim etti.

Adam, “İyi işti he Anna,” dedi.

Paraları sayan Anna, çantayı kapatıp kardeşi Dieter’e verdi. “Çantayı arabaya götür, ben geliyorum.”

Dieter başıyla onaylayıp oradan ayrıldı.

Adama doğru yaklaşan Anna, karın boşluğuna sert bir yumruk yerleştirdi.

Adam nefes almakta güçlük çekiyordu. Diğer adamlar da silahlarına sarılmak isteyince, başlarındaki kişi onları el işaretiyle durdurdu. “Bu ne içindi?”

“Bir daha çocuklarının yanında olan birini sana getirmemi isteme! İşte bu, bunun içindi.”

“Tamam, bir daha olmaz.”

 

Anna araba hurdalarının arasında yürürken araçlardan biri dikkatini çekti. 1967 model Ford Taunus kırmızı rengiyle öylece duruyordu. Ona yaklaşıp araca dokundu. Yeni gibiydi ama sadece üstü tozlanmış ve iki tekeri yerinden çıkartılmıştı. Adama dönmeden, “Bu aracı da alıyorum,” dedi.

 

O günden sonra elinden birçok araç geçmesine rağmen en sevdiği araç bu oldu. Her şeyiyle kendisi ilgilendi. Kesinlikle Dieter’in de binmesine izin vermedi. Hız tutkunu kardeşinin, arabaya zarar vermesini istemiyordu.

 

Telefon çalıyor…

 

Arabanın altından çıkan Anna, elindeki ve yüzündeki yağı sildi. Mutfaktaki telefonu açıp konuştuktan sonra gülerek kapattı. Şarkı mırıldanarak duşa girdi. Temizlenip giyindi ve evden hızla ayrıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Aydın / Türkiye

 

Yemekhaneye doğru giden çocuklar sıraya girmişti. Öğretmenleri onların başında bekliyordu. Çocuklardan biri arkasındaki iki çocuğa kısık seste ıslık çaldı. Öğretmenine bakıp sesi duyup duymadığını kontrol etti. İşler istediği gibi gittiği için kafasıyla işaret yaptı. Diğer çocukların sıradan çıkmasını istedi. Üçü birlikte sıradan çıkıp bir odaya girdiler. Burası onların kaldıkları yerdi. İki katlı ranzaların altına sakladıkları üç çantayı sırtlarına geçirip binadan ayrıldılar. En önde giden Can’dı. Her şey onun başının altından çıkardı. Yurttan kaçma fikri de onun fikriydi. Bunu birkaç kez daha yapmışlardı. Suçu üstüne alan Can olsa da diğer iki arkadaşı da ceza almaktan kaçamamıştı. Geriden gelen Arda ise pek kurnazdı. Yaşı küçük olmasına rağmen, etrafında olup biteni iyi analiz ederdi. Onun yanında ise Emir vardı. Mizah anlayışı en iyi olan belki de oydu. Her olumsuz anda bile mutlu olmaya çalışırdı. Şimdi hep birlikte ayda birkaç kez yaptıkları yurttan kaçma geleneğini uyguluyorlardı.

Ön kapıda bekleyen kısa boylu, gözlüklü ve oldukça kilolu güvenlik görevlisini geçmek zordu. Hele ki, üçü yüzünden epey azar işittiği için hazırlıklıydı. Çocuklar ise bahçenin duvarından tırmanmayı düşünseler de bunu yapamazlardı. Müdüre hanım, buradan atlayıp kaçtıklarını öğrenmişti. Hemen ertesi sabah çocuklar camlara yapışmıştı. Duvar üstlerine işçiler tarafından tellerin çekilmişti. Üç çocuk diğer arkadaşlarının yanından ayrılmış, hayal kırıklığıyla o günü sadece uyuyarak geçirmişlerdi.

Beyaz kamyonete doğru gizlenerek geldiler. Yemekhaneye meyve – sebze getiren bu aracın neredeyse her hafta geldiğini biliyorlardı. Yarım arka kapağı geçip içeri saklandılar. Birkaç dakika sonra araç hareket edip oradan ayrıldı. Planları başarılı olmuştu. Hepsi birbirine beşlik çakıp özgürlüğü yeniden kutladılar. Araç uygun bir yerde durunca atlayıp bir adamın yanına vardılar. Bu adam orta yaşın biraz üstünde, giysileri eski ve kirliydi.

Adam onları görünce gülümsedi. “Ooo üç küçük kaçak süvari. Küçük kaçak…” Adam kendi söylediklerini düzeltmeye çalışıyordu. “Ehh neyse ne. Niye geldiniz?”

Can öne çıktı. “Para için.”

“Tamam, ne yapacağınızı biliyorsunuz. İki kişi yola çıkıp araç temizlemeye yardım edecek. Biriniz de su satacak. İşiniz bitince de paranızı alırsınız süvariler.”

Arda, Emir’e yaklaştı. “Bunun neden okumadığı belli oldu. Cümlede gereksiz sözcük kullanıyor.” Gülüştüler.

Kaşlarını kaldıran adam, “Ne gülüyorsunuz?” dedi.

Arda ciddileşti. “İşe geçsek iyi olacak diyorum.”

“Evet, hemen işe koyulun, paranız bende.”

 

Onlar işe başlamışken bizler de Berlin’e geçelim. Orada da bir şeyler oluyor.

 

           

           

           

           

 

 

Berlin

 

Kafeye gelen Anna, kahve kokularını içine çekti. Kahve almak istiyordu ama sıra olduğu için es geçti. Bu sırada kardeşi Dieter’in köşedeki masada oturduğunu gördü. Yanına gidip sandalyeyi çektiği sırada Dieter onu durdurdu.

“Oturma!”

“Neden?”

“İçeri geçeceğiz.”

“Oh! İş gizli ve büyük. Geçelim bakalım.”

 

İçeri doğru geçince takım elbiseli insanları gördüler. Masanın arkasında oturan kel adam, elindeki beyaz bastonu yere vurdu. Ayağa kalkıp arkasında duran kitaplıktan bir kitap seçti. Bu bir düzenekti ve kitaplığın ortasından kapı açıldı. Kardeşler de daha önce buraya defalarca girdikleri için şaşırmadılar. İçeriye girdiklerinde ışıklar açıldı. Burası orta ölçekli bir odaydı. Kitaptan başka bir şey yok gibiydi. Ortada duran masaya karşılıklı oturdular.

 

Adam elindeki siyah kaplı dosyayı kardeşlerin önüne bıraktı. “Buna bakın!”

Dosyanın içerisinde bazı resimler vardı. Bu resimlerde altın işlemeli, tam ortasında beyaz çemberden kristali olan bir kitap vardı.

Adam yeniden söze girişti. “Gördüğünüz kitap eğer gerçekse Perslerin zamanında arayıp bulamadığı kitap!”

Dieter şaşırdı. “Persler mi?”

“Yazılı bir kaynak var mı? Belki de sahte kitaba yönleniyoruz,” dedi Anna.

“Sahte olup olmadığını, siz, onu getirince anlayacağız. Aydın’da arkeolojik kazı yapan birisi tarafından bulunmuş. Adam hala aynı yerde. Dün bize ulaştı.”

Gülerek konuşan Dieter, Anna’nın dirseği ile ciddileşti. “O kadar adamınız varken, kitap gibi basit bir şey için bizi neden seçiyorsunuz?”

“Açıkçası bu işin profesyonel kişilerce gerçekleşmesini istedim. Adamlarım benimle bağlantılı. Türkiye’de yakalanıp işin bana kadar gelmesini istemiyorum.”

Anna ayağa kalktı. “Ne zaman gidiyoruz?”

“Hemen bugün! Yarın ise adam ile buluşup ona parasını verin ve istediğimi alıp bana getirin. Yolda size buluşacağınız kişinin bilgilerini de atacağım.”

           

 

Schmidt kardeşler artık Türkiye yoluna çıkacaktı…

Loading...
0%