@erkanbirlik
|
Üç gemi dalgalarla savaşıyor, kıyıya varmak için rüzgârın yardımını alıyordu. Ege kıyılarına doğru hareket ediliyordu. Mısırlı gemiler her üç ayda bir ticaret anlamında Atina’dan önce Ege’ye gelirlerdi. Özellikle Priene’yi ziyaret edip dışarıda toplamış oldukları şeyleri buralarda satarlardı. Mısır, Priene ile ilişkilerini hep sıkı tutmuştu. Bu ilişkiler sonucunda şehir de yapılanlara karşı bazı yapılar inşa etmişti. Arada bir Mısırlıların geldiği Priene, artık sürekli olarak gelinen yer olmuştu. Ticari anlaşmalar olmuş ve şehir bundan kazançlı çıkmıştı. Tüccar Nekhtamen, üç gemiden birinde duruyordu. Arada güverteye çıkıp ne kadar yol kaldığını anlamaya çalışıyordu. Bazen denizin ve gökyüzünün maviliği birleşiyordu. Beyaz bulutlar araya girip şekillere bürünüyordu. Yanındaki insanlara arada işaret parmağıyla bulutları neye benzettiğini söylüyordu. Diğerleri de ona katılmış, bir oyun misali devam ediyorlardı. Nekhtamen susup geri çekilince, oradaki arkadaşları hala bulutlara bakıp birbirlerine göstermeye devam etti. Gülümseyerek oradan ayrılıp bastığında gıcırdayan tahta zeminin üstünde ilerleri. Odasına girip yatağının altına sakladığı bir şeyi çıkardı. Kahverengi beze sarılmış eşyayı tek eliyle tuttu. Sonra onu açınca karşısına Rahsira çıktı. Eliyle ortada bulunan kristaline ve altın işlemelerine dokunarak, “Büyüleyici bir şeye benziyorsun,” dedi. İçini açıp boş sayfalara göz gezdirdi. “Ama içinde ne yazı var ne de başka bir şey. Seni satmak zor olacak.” Kitabı yeniden beze sarıp sakladığı sırada birinin bağırdığını duydu. Biraz ne olduğunu anlamak için kapıdan başını uzattı.
“Kara göründü! Kara göründü!”
Geminin ön ucuna yanaşan Nekhtamen ellerini korkuluklara koydu. Ege kıyılarını gördüğü zaman aylar önce buraya geldiğinde yaşadıklarını hatırladı. Özellikle Priene’deki insanların sıcakkanlı halini seviyordu. Buraya ticaret yapmak için gelen insanlara karşı inanılmaz saygılı davranıyorlardı. Kadınından erkeğine, yaşlısından gencine kadar hepsinin kendisinde bırakmış olduğu izlenimler vardı. Gemileri limana yanaştırdıklarında etraftaki yıkılmış yerleri gördüler. Limanın bazı yerleri, ağaçlar, kıyı şeridindeki bazı heykel ve yapılar zarar görmüştü. Nekhtamen ve ardındakiler burada ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Şehirden gelen atların yardımıyla bazı eşyaları taşıyorlardı. Olan biteni anlamak için şehrin içeriye açılan kapısının önüne gelen Nekhtamen, karşısında Aristaios’u gördü. Onu selamlayan komutan, “Hoş geldin!” dedi. Merakını gizleyemeyen Nekhtamen, kendisini almak ve Kral Lontelius’un sarayına götürmek için bekleyen at arabasının önünde durdu. “Burada ne oldu böyle? Niçin herkesin yüzünde hüzün var?” “Lidyalılar…” “Lidyalılar ne?” “Onlar ile bir savaş verdik. Savunmamız sonucunda şehrin, onların eline geçmesini önledik.”
Gözleri yaş dolu bazı annelerin, çocuklarına sarılıp bahçe duvarları önünde olduklarını gördü. Buraya her zamanki gibi ticaret için gelmişti. Böyle bir şey ile ilk kez karşılaşıyordu. Ata binmiş giderken ister istemez gözü insanlara gidiyordu. Kısa zamanda saraya vardığında dışarıda Kral Lontelius'u gördü. Belli belirsiz bir gülümseme ile araçtan inip yanına geldi. "Kral Lontelius sizleri selamlıyorum." Başıyla selamı alan Lontelius onu içeriye davet etti. Onun da durumu halkından farksızdı. Daha önceki karşılaşmalardan eser yoktu. Oldukça keyifsiz, morali düşük ve bunu insanlardan saklamak istemiyordu. Tahtın bulunduğu kata gelince karşılıklı oturup birbirlerine baktılar. Sessizlik derin bir hal alınca Nekhtamen, "Bu nasıl oldu?" diye sordu. İç çeken Lontelius, pencereden dışarıya baktı ve sonra gözlerini karşısındaki adama çevirdi. "Açgözlülük, doymak bilmeyen ruhun bedeni ele geçirmesi ve işte geride bıraktıkları. Ne kadar barışı sağlama isteğimiz olsa da düşmanlarımız savaş istiyor. Bulunduğumuz diğer şehir devletleri yetmiyor gibi bir de Alyattes ile uğraş veriyoruz." "Peki, bundan sonra ne yapacaksınız?" "Bunu bilmem gerekiyor değil mi? Açıkçası ne yapacağımı, hangi yöne hareket etmem gerektiğini ve aldığım kararların hangi sonuçlar doğuracağını bilmiyorum. Şehrin sınırlı kaynakları ve kısıtlı asker topluluğu var. Lidyalılara karşı savunmayı güçlü tutmak bir mucizeydi." "Çevrenizdeki şehirlerden yardım istemek gerekmez mi?" "Ortadan kalkmamız işlerine gelecektir. Bu yüzden yardım etmeyeceklerdir." "İsterseniz Mısırlı dostlarımıza durumu bildirebiliriz." "Onlar Priene şehrinin yeniden kurulması konusunda gerekli desteği verdiler. Bundan sonrası bize ait." Nekhtamen bunun üzerine sessiz kaldı. Sonra, "Aaa! Size bir şey vermeyi unuttum," dedi. Boynuna astığı heybeden beze sarılmış kitabı çıkardı. "Bu size..." Ne olduğunu bilmese de elini uzatıp onu alan Lontelius, bezi açmadan inceleri. Eliyle yoklayıp tahmin yürüttü. "Kitap mı bu?" "Evet, sizin için küçük bir hediye diyelim." Bezi bir kenara bırakıp kitabı incelemeye başladı. Parmaklarıyla altın işlemelerinin soğukluğunu hissediyordu. Son olarak ortadaki kristale dokunduğu anda gözlerini fal taşı gibi açtı. Gözleri bir şeyi hızlıca izliyor gibi sağdan sola gidiyordu. Nefes alış verişi artmıştı. Buna daha fazla dayanamayarak geriye doğru düşüp bayıldı. Bir süre sonra... Lidya Krallığı / Sardis Neredeyse her hafta sarayın bahçesinde kendisi için kurulmuş olan yere gelirdi. İçi tüy dolu minderlerin üstüne oturur, seçilen savaşçıların dövüşlerini izlerdi. Bundan inanılmaz zevk alır, hatta krallığın soylularını da davet ederdi. Yemeklerin yendiği, içkilerin içildiği ve dansların olduğu bu zamanları sürekli hale getirmişti. Orta ölçekli bir çember arenada dövüşen savaşçıların tek görevi rakiplerini yenmekti. Aynı zamanda bunu yaparken kral, soylular ve bazen dış krallıklardan gelen misafirleri eğlendirmekti. Alyattes için Priene'de yaşanılanları bir nebze unutmak adına kendisini daha da eğlenceye vermişti. Diğer tarafta ise başka toprakları ele geçirmek için talimat vermişti. Mağlup gördüğü durumun ancak gelebilecek galip durumlar ile örtülebileceğini düşünüyordu. En iyi komutanlarından biri olan Aryat, bunun için biçilmiş kaftandı. Son zamanlarda neredeyse kazanmadığı savaş yoktu. Kolay görünen Priene, onun için de sürpriz olmuştu. Onun tek amacı küçüklüğünden beri hizmet ettiği kralını memnun etmekti. Önünde sonunda alamadıkları şehri de bir gün alacaklarını söyleyerek, askerlerinin akıllarındaki olumsuz tabloyu dağıtmaya çalışıyordu.
Sardis'e birileri giriş yapıyor... Kafası sarıklı, oldukça sakallı, baktığında insanın içini ürperten on beş kişilik atlı asker grubu, önlerinde bulunan kişiyi takip ediyorlardı. Hepsi siyah ve koyu renkleri giymişlerdi. Aydınlığın gölgeleri gibi Sardis'ten içeriye girdiler. Onları Lidyalı üst düzey bir refakatçi karşıladı. Kral Alyattes'ten izin alınarak eğlencenin olduğu yere kadar getirildiler. Sonrasında atlardan inen grup beklemeye başladı. Çünkü başlarında bulunan kişi eliyle onlara oldukları yerde kalmalarını istemişti. Yüzü kapalı, sadece gözleri görünen, sarıklı ve oldukça güçlü görünen kişi, kendisine refakat edenle birlikte yürüdü. Kral Alyattes, gelen kişiyi yanına davet ederek, "Hoş geldin Kahev," dedi. Peçesini çıkaran Kahev, yüzünde herhangi bir mimik oynamadan gelip kralın yanına oturdu. Dövüşen savaşçıları gösterdi. "Hiç hoş gelmedim. Size istediklerimizi yapamadınız. Şimdi burada eğlence düzenleyecek kadar iyisiniz. Yüce gücün sahibi Pers hükümdarı Kiros size çok öfkeli ve o öfkelendiğinde bir nefesi ile üzerinizde fırtınalar çıkarabilir. Ayaklarını yere vurunca depremler yaratabilir. Başarısızlığınız sonucunda neler olabileceğini size daha önce de bildirdim." "Peki, şimdi ne olacak? Dediklerine bakılırsa buraya bizi yok etmek istediğinizi söylemeye geldin." "Aslında başarısızlığınız sonucunda Kral Kiros, bunun bedelini ödetmek için önce sizi, sonra ise Priene'i ve tüm bu toprakları ele geçirirdi. O ise size merhamet etti. Bir şans daha vermek istiyor. Bunun için Priene'yi hediye olarak size verecek." "Priene'i isteyen Kiros'un fikri neden değişti?" "Bunu sorgulamayın! Priene'yi ele geçirin ve sadece bir kitabı bizlere teslim edin." "Ne kitabı?" "Kralın koleksiyonuna eklemek istediği bir kitap. Şu an Lontelius'un eline geçti. Onu istiyoruz." "Anladığım kadarıyla Kiros için önemli bir koleksiyon parçası olacak. Peki, anlamadığım bir şey var. Büyük Pers ordusu neden Priene'e kendisi savaş açmıyor?" "Sizinle bir anlaşma yaptık. Topraklarınızda hala yaşamaya devam ediyorsanız bu anlaşma sayesindedir." "Kitabı nasıl anlayacağız?" "Altın işlemeli ve ortasında bir kristal var." "Kitabı size ulaştıracağız." Kahev oradan ayrılırken, Kral Alyattes bu kitabın, Kiros için neden önemli olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kendi kendine – Bunun sadece koleksiyon parçası için olmadığına eminim- dedi. Yine de denileni yapacak ve Priene'i ele geçirip kitabı da teslim edecekti. |
0% |