2. Bölüm

1. Bölüm

Notrain_
erteminsinanii

Romanya sokaklarında ilerlerken Demir'in olduğu mekana doğru gidiyordum. Mekanın önüne geldiğimde yine zevksizliğini gözler önüne sermişti. İçeri girdiğim anda yüzüme ağır bir alkol kokusu çarptı. Mekana baktığımda hap içenler, öpüşenler ve dans edenler oldukça berbat görünüyordu. Kendimi hiçbir zaman böyle yerlere ait hissedememiştim. Demir'i gördüğümde yanına gittim ve sandalye çekip karşısına oturdum. “Ne güzel bir karşılama yapıyorsun Demir.” dedim ve masada duran bir içki bardağını alarak yudumlamaya başladım. Demir’e baktığımda ise elinde sigarası vardı. “Kusura bakma güzel kızım. Biliyorsun bu aralar oldukça büyük anlaşmalar için uğraşıyorum.” dediğinde bu beni şaşırtmamıştı. Demir zaten en yüksek kazancı nereden kazanabileceğini düşünen biriydi. “Peki benden ne istiyorsun?” diye sordum. Bu anlaşmada benim yerim ne olabilirdi ki?

 

Tam o an birisinin ayağı takıldı ve elindeki içki kabanıma döküldü. Hızla kabanımı çekerken kişi sarhoş bir şekilde özür diliyordu. Buralarda genelde Sırpça da konuşuluyordu ve adam Sırpça konuşuyordu. “Ako ne želite probleme, idite.” (Sorun olmasını istemiyorsan defol) diyerek kovdum. Adam yanımızdan uzaklaşırken içimde bir his vardı. Şu an burada olmaması gereken biri vardı. Sakin bir şekilde Demir'e dönerek “Ne söyleyeceksen söyle.” dedim. “Türkiye’ye gideceksin.” dediğinde bunu beklemediğim için şaşırmıştım. Arkamızda birisinin cidden bize bakıp bakmadığını anlamak için karşıda duran camdan yansımaya baktım yanılmamıştım. O üzerime içki döken kişi de onlardan olmalıydı. Saçımı düzelterek tırnağımı üç kez masaya vurdum. Demir bunu farkettiğinde hemen role girdim. “Sen bana bunu nasıl yaparsın?” diye yüksek sesle bağırarak ayağa kalktım ve çantamı elime aldım. Bunları söylerken tabii ki de Türkçe konuşmuyordum. Demir’e vurduğumda “Adi herif sen bana bunu nasıl dersin?” dedim ve hızla oradan uzaklaştım. Demir de arkamdan rol yaparak bağırmıştı ama şu an o umrumda değildi ve ben topuklu botlarımla sokakta koşarak ilerliyordum. Türk askeri olma ihtimali kanımı donduracak cinstendi. Arkama baktığımda o kişinin peşimden geldiğini gördüm. Kahretsin diye mırıldanarak daha da hızlandım ve bir mağazaya girdim. Kabinde kabanımı ve şapkamı çıkardım ve yerine mağazadan başka bir kaban aldım siyah elbisemi bacağımın yukarısına kadar yırttım ve kabinden hemen çıkarak mağazada bir şeyler bakıyormuş gibi görünmeye başladım. O sırada lacivert kabana uyumlu Japon tarzı toka ile saçımın yarısını yukarıdan topuz yaptım.

 

Omzumun üstünden dışarı baktığımda kimse görünmüyordu. Kasaya doğru giderek üzerime aldığım şeylerin parasını ödedim ve aradan vakit geçince dükkandan dışarı çıktım. Türk askerlerine yakalanmak istemiyordum çünkü örgütteki muhbir bendim. Türk askerlerine haber taşıdığım anlaşıldığı an biletim kesilirdi.

 

Koştuğum yolları geri yürürken sokak oldukça tenhalaşmıştı. Diğer sokağa doğru yürürken arkamda duyduğum adım sesleri ile tam arkama dönecektim ki boğazıma yaslanan bıçak ile olduğum yerde durdum. Sırtımı göğsüne yasladığında bileklerimi de tutmuştu. “Nereye kadar kaçacağını sandın?” diye sordu.

 

“Türk askeri misin?” diyerek soruyla karşılık verdim. Beni çıkmaz bir sokağa getirdiğinde güldüm. “Beni öldüremezsin asker.” dediğimde “Bu kadar emin olma.” demişti. Durduğumuzda dizimi kendime doğru çektim ve ayakkabımın topuğu ile onun bacağına vurdum. Buna rağmen kollarını boğazımdan çekmemişti. Botumun içinden çıkardığım çakıyı bacağına sapladığımda bir adım sendeledi. Hemen elindeki bıçağı elimin kesileceğini umursamadan eldivenli elimle tuttum ve aldım. Bana vuracağı sırada diğer elimle yüzüne yumruk attım ve geriye çekildim. Üzerime doğru geldiği sırada göğsüne tekme attım. Bıçağı ona doğru savuracakken beni bileğimden yakaladı ve yumruk attı. Kanlı elimi tutarak elimdeki bıçağını aldı ve beni duvara doğru savurdu. Sırtım duvara çarparken bıçağı olduğu yerden bana fırlatacağını gördüm ve hemen yana çekildim. Bıçağı cidden fırlatmıştı ruh hastası.

 

Beni tuttuğu gibi tekrardan duvara yasladığında sokak lambasının ışığı sadece benim yüzüme vuruyordu. Onun yüzü ise karanlıkta kalıyordu. “Kimsin sen?” diye sorduğunda “Yabancı birisi değilim. Hatta sizi oldukça yakından tanıyan biriyim.” dediğimde bir elini boğazıma dolamıştı ama sıkmıyordu. “Açık konuş.” dediğinde istediği cevabı yine tam olarak vermedim. “Elbet başka bir yerde yine karşılaşırız asker. Bu kadar sabırsız olma.” dediğimde boğazımda olan elini sıkmaya başlamıştı. Elimi koluna doğru götürdüğümde “Sen ve olduğun timin beni Siyah Orkide olarak biliyor.” diye fısıldadım. “Sana neden inanayım?” dediğinde ise “İnanmak zorundasınız.” diye karşılık vermiştim.

 

Tam o an duyduğumuz patlama sesi ile bakışlarımız sesin geldiği yöne döndü. Gökyüzüne doğru yükselen ateş ve duman oldukça büyük bir patlama olduğunu gösteriyordu. Elini boğazımdan çektiğinde yüzüme attığı yumruk ile yere düştüm. Öksürürken “Bir sonraki görev yerini haber veririm.” diye mırıldandım. Beni orada bırakıp patlamanın olduğu yere koşarken duvara tutunarak ayağa kalktım. Sonunda çalıştığım Türk askerlerinin kim olduğunu öğrenecektim.

 

Sokaktan çıktığımda bir takım kalabalık toplanmıştı ve ne olduğunu konuşuyorlardı. Patlayan mekana bile bakmadan otele doğru yürümeye başladım. Demir ölüp ölmediği beni ilgilendirmiyordu.

 

Odama girdiğimde telefonumu açtım hiçbir arama olmadığını gördüğümde telefonu yatağın üstüne attım ve duşa girdim. Duştayken bundan sonra ne olacağını düşünmeye başladım. Bir sonraki görev Türkiye’de ise bu ana vatanıma geri döneceğim anlamına geliyordu. Bunun dışında ise kardeşime zar zor orada bir hayat kurmuşken oraya dönme ihtimalim onun düzenini bozmamalıydı. Örgüt Anıl’ın varlığını bile bilmemeliydi. Eğer öğrenirlerse onu da benim gibi bir hayata mahkum ederlerdi. Kendimi düşünecek olursam bir Türk askerine yakalanmışken orada ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Duştan çıktığımda üzerime şık bir takım giymiştim. Saçlarımı kuruttuğumda ne kadar uzadıklarını fark ettim. Saçlarımı hiçbir zaman aşırı kısa olacak şekilde kestirmemiştim. Annem bana uzun saçın yakıştığını söylerdi çünkü. Ama bu örgüt annemi elimden almıştı. Aynadan gözlerime bakarken annemin gözlerine bakıyormuş gibi hissediyordum. Onun da gözleri benim gözlerim gibi maviydi.

 

Annemi daha fazla düşünmek istemeyerek makyaj yapmaya geçtim. Gözlerime siyah bir göz kalemi çektim, fondöten ve allık uyguladıktan sonra bordo rujumu sürdüm. Saçımı sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra diğer telefonumu çıkardım. Telefonu açıp aramalara girdim ve kardeşimle olan son konuşma tarihine baktım.

 

20.10.2020

 

Peki bugün günlerden neydi?

 

26.02.2021

 

Arayıp aramamak konusunda emin değildim ama arama tuşuna basmıştım. Telefonu kulağıma yasladığımda ilk aramamda telefona bakmadı. İkinci kez aradığımda ise telefonu açtı.

 

“Abla?”

 

“Anıl...”

 

“Nasılsın? İyi misin?” diye sordu endişeyle. Bize verilen şey buydu. Birbirimizi aradığımızda bile bir şey mi oldu diye korkutan hissi bize örgüt vermişti.

 

Dolan gözlerimden yaş akmaması için gözlerimi yumdum ve odadaki sandalyeye oturdum. “Ben Türkiye'ye geliyorum.” Dediğimde ise derin bir sessizlik oldu. O an Anıl’ın neler hissettiğini anlamamıştım.

 

 

 

İstanbul sokaklarında dolaşırken üzerimde kırmızı kaban ve siyah bir takım vardı. Saçlarımı ensemden bir at kuyruğu yapmıştım ve bir şapka takmıştım. Gelmem gereken apartmanın önünde durdum ve inceledim. Eski olduğu belliydi. Kapıyı ittirerek içeri girdim ve merdivenleri çıktım. Açık olan daire kapısından içeri girdiğimde içeride örgütten bana bilgi vermek amacıyla görevlendirilmiş kişi vardı. Camın önünde duruyordu ve salonun ortasına doğru ilerleyerek çantamı komodinin üzerine koydum. Yüzünü bana döndüğünde bu kişiyi örgütte görüp tanımadığımı farkettim. Bana örgüt kimliğini gösterdiğinde adının Vural olduğunu gördüm bu tabii ki de gerçek adı değildi çünkü gerçek isimler kullanılırsa başkasının eline geçme ihtimali vardı.

 

“Patronun bana ilettiği mesaj nedir?” diye sordum. “Patron ondan önce Demir’i niye tek bıraktığını öğrenmemi istedi.” dediğinde sahteden şaşırmış gibi davrandım. “Aa öldü mü? Oysa o hep kaçmanın bir yolunu bulurdu.” dedim dalga geçerek. “Evet, Türkler mekanı patlattı ama patlatmadan önce Demir’den bilgi aldılar mı bilmiyoruz. Almış olma ihtimallerini de düşünerek bu göreve gitmen emredildi. Ve bunun dışında Demir’i niye tek bıraktığını sordular.” Küçümser bir şekilde güldüm. “Kadınları küçümseyip dururken bana güvenerek mi o mekana gitti? Ayrıca ben kendimi kurtarmasaydım durumun ne kadar felaket bir hal alacağının farkında mısınız?” dediğimde tam olarak benden beklenen bir tepkiyi gerçekleştirdiğim için karşımda duran kişi güldü. Örgütte benim tanımadıklarım bile bu “egomu” biliyordu. Aslında bu benim çizmek istediğim imajdı. Çünkü benim duygularımı gizleme şeklim buydu.

 

Vural derin bir nefes alarak “Örgütte bir ajan var.” dediğinde kaşlarımı çattım. “Nasil ajan var? Kim örgüte ihanet etmeye cesaret edebilir?” dediğimde ise “Bilmiyorum bana bilgi verilmedi. Patron sen geri döndüğünde seninle bu konu hakkında konuşmak istiyor.” dediğinde başımı salladım. “O kişiyi aramaya ben de katılacağım. Patrona bunu söylersin.” dediğimde ise heyecanlıydım çünkü örgütteki ajan bendim.

 

Konu sonunda göreve geldiğinde ise tamda o askerlere yazdığım görevin içinde olmayı asla beklemiyordum.

 

 

 

Görev Günü

 

İçimden küfür ederek arabadan indiğimde burada bir kamyon dolusu adam vardı. Dahada sinirlenerek arabanın kapısını vurarak kapattım. Elimde olan çantayla içeri doğru yürüdüğüm sırada adamlar resmen beni selamlamıştı. Türk askerlerine attığım görev bilgilendirmesinin içine kendimin de dahil olacağını nerden bilebilirdim ki? Lanet olsun ki o komutanla tekrar karşı karşıya kalabilirdim. Ve benim ise yarayacağımı düşündüğü için bu sefer beni öldürmek yerine direkt alırdı. Öfkeyle saçımı arkaya doğru savurdum ve merdivenleri çıktım. Sözde örgütün en önemli kişilerindeniz ama şuna bak karşılamak için kalkıp karşılayan bile yok. Koridorda yürürken topuklu botlarımın çıkardığı ses yankılanıyordu.

 

Toplantı odasının önünde duyduğumda gözlerimi kapatıp derim bir nefes aldım ve içeri girdim. Beni gören herkes ayağa kalkarken masanın baş kısmına geçerek çenemi dikleştirdim. “Oturabilirsiniz.” dediğimde liderliği hemen elime almamdan rahatsız olanlar vardı. Daha doğrusu bir “kadın” olarak liderliği elime almamdan rahatsız olanlar vardı. Çantayı masaya koyarken saçımı düzelttim. “Anlaşmayı yapan kişinin ben olmasından rahatsız olan varsa şu an çıkıp gidebilir.” dedim ve ayağa kalktım. Kimse ayağa kalmadığında “Güzel.” diye mırıldandım ve anlaşma gereklerini anlatmaya koyuldum.

 

“Bildiğiniz üzere örgütümüzü yıkmak için herkes elinden geleni yapıyor ama kimse bizim hakkımızda bugüne kadar bir bilgiye ulaşamadı. Şu an karşımızda olan tek güç Türk Ordusu. Örgüt liderleriyle yaptığımız toplantıda aldığımız karar ise madem güçlüyüz niye daha güçlü olmayalım? Öyle değil mi? Örgütümüz size bir beraberlik uzatıyor. Kabul edip etmemek size kalmış ama işin ucunda ciddi bir miktar kazanç var ve bu teklifi kaçıracağınızı düşünmüyorum.” Güven vermek istercesine güçlü bakıyordum hepsinin gözlerine.

 

Masada olan birisi “Peki sizin kazancınız ne olacak?” dediğinde ellerimi arkamda birleştirdim. “Bizim tek kazancımız daha güçlü olmak, gücümüze güç katmak ve Patron bunun için sizi uygun görmüş. Fakat ben görüyorum ki oldukça yanlış bir karar vermiş çünkü bu miktarı reddederek kendini ipe götüren kişi benim gözümde aptaldır.”

 

“İpe götüren derken?”

 

“Sizce örgüt liderlerinin sağ kolu olan birisinin yüzünü bu kadar rahat görebilir misiniz? Ya sizinle anlaşacaktır ya da sizin o yüzü son görüşünüz olacaktır. Karar sizin.” Onları bu yönden vuruyordum çünkü onların tek korkusu ölümdü.

 

“Sen bizi tehdit mi ediyorsun?” dedi birisi yükselerek.

 

“Hayır, tehdit etmiyorum. Bence Türkler tarafından öldürülmek yerine ben tarafından öldürülmek oldukça güzel bir şey. Türklerin eline geçerseniz sizin aklınıza gelmeyecek bin bir türlü işkenceleri var. Ben ise hiç öyle şeyler yapar mıyım? Ben oldukça masum biriyim. Sadece sizin bu dünya ile olan ilişkinizi kesiyorum.” dedim dalga geçerek. Bu konuşma böyle devam ederken sonunda ikna olmuşlardı. Anlaşmayı imzaladıklarında rahat bir nefes alarak kağıtları çantama koydum. Yanıma gelen kişi elini bana uzattığında boş gözlerle sadece ona baktım. O ise benim bluzumda olan hafif dekolteye bakıyordu. Elini tutup büktüm inledi ama ortamda içki içiliyor ve şarkı sesi vardı. “Bir daha bana öyle bakarsan tahmin edemeyeceğin işkence yöntemleri ile öldürüm seni.” dediğimde şaşkın gözlerle bana baktı ve ben de onun elini bırakarak dışarı doğru yönelecektim ki duyduğum silah sesleri ile olduğum yerde durdum ve uzakta durarak cama doğru bakmaya başladım. O sırada kapı sert bir şekilde açıldığında masanın yanına eğilerek korunmaya çalışanlar “Sen kimsin?” diye bağırdılar. Asker ise “Bugün azrailim.” diyerek birkaçını öldürdü ve diğer ikisini de timinden olan kişilere teslim etti ve kapıyı kapattı. Camdaki yansımadan ona bakarken kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu sırada masaya yaslanmıştım. “Tekrar karşılaştık demek ki Yüzbaşı.” dedim ve yüzümü ona döndüm. “Tanıştığıma memnun oldum Arda Öztürk. Bana Adelin derler.” dediğimde ise karşı karşıyaydık ve ben ne kadar korkusuz baksamda içimde bir yerlerde olan küçük kız çocuğu korkuyordu.

 

Bölüm : 08.02.2025 20:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Notrain_ / Balkan Kızı / 1. Bölüm
Notrain_
Balkan Kızı

31 Okunma

8 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...