@erteminsinanii
|
09.09.2022 Kurallar düzen kurmak içindir fakat ben kurallarla yaşayan bir kadın değildim. Kanlı geçmiş, yaşanamamış bir çocukluk ve amaçlarım uğruna bana mecbur bırakılan bir hayat. Ne kadar güzel değil mi? Dünyanın anahtarları elime verildi, liderliğe koştum örgütün en önemli isimlerinden birisi oldum. Kanlı gözyaşlarına, acı dolu çığlıklara, birbirinden farklı işkencelere hem mağruz kalıp hem de izledikten sonra duygu denen kavramlarım yok olmuştu. Benim canım demek son demekti. Son ise cehennemdi. Benim cehennemim on altı yıldır harlanan bir ateşti. Ateşimi söndürebilecek tek şey intikamdı. Benim yaşadığım tek duygu acı ve hiçlikti. Evet hiçlik. Benim hissettiklerimde hiçlikte vardı. Herşeyim vardı ama hiçbir şeyim yoktu. Hiçlik içinde yaşıyordum. Hiç var olmamışım gibi. Sanki bir kuklaymışım gibi. Sanki bir robotmuşum gibi. Ben kim miyim? Ben Adelin Angenov. Yoklukların kraliçesi. Eli kanlı bir terörist tabii ki değildim. İntikam için girdiğim bu şeytan yuvasında Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet ediyordum. Ve tabii ki gizli bir şekilde geçmişimin intikamını alıyordum. Çok acı çekmiştim yanımda kimse yoktu. Bu yolu kendim yaratmıştım ve kendi yolumda ilerliyordum. Bunca emeklerle inşa ettiğim bir yolu da kimseye yıktırmaya niyetim yoktu. Benim kalbim taşlaşmıştı aynı ellerimin nasır tutması gibi nasırlıydı benim yüreğim. Şu an yeni görevim olarak Karadeniz’e açılmıştık. Türkiye’ye yapılması beklenen eylem için kullanılacak silah başlıkları bana verilmişti. Patronumun net emri vardı. Bu işi halletmem. Bu işi halledecektim tabii ki fakat ben çoktan Türkiye’ye haber uçurmuştum. Türkiye beni Siyah Orkide olarak tanıyordu ve örgütüm dahil kimse Siyah Orkide’nin kim olduğuna ulaşamamıştı. Kimse gerçek kimliğimi bilmemeliydi, bilmeyecekti. Romanya’ya vardığımızda adamıma tutunarak vapurdan indim. Rüzgar siyah saçlarımı savururken gözlüğümü çıkardım. Marius adamları ile beni kıyıda bekliyordu. Gülerek bana bakarken diğer adamım güven açısından herhangi bir silah kutusunu elime verdi. “Seni tekrardan görmek benim için bir lütuf Adelin.” Dedi aşırı bozuk bir Türkçe ile. O bana bakarken silah kutusunu açtım. Gözleri adeta parlarken “Umarım anlaşmamızı devam ettirirsin.” Dedim gülümseyerek. Silaha uzanacakken kutuyu aşırı rahat bir şekilde kapattım. “Amacım belli alacağım belli Marius.” Derken kutuyu tekrar adamıma verdim. “Arkamda gördüğün vapur böyle silahlarla dolu. Hızlı halledersen iyi olur çünkü...” yüzümü buruşturdum. “Bilirsin Romanya’dan Bulgaristan’a, Irak’tan Rusya’ya her yere silah satışı yapan bir kadın olarak fazla yoğunum.” “Biliyorum Adelin. Senin gibibir kadına hayran olmamak elde değil. Güzelliğin göz kamaştırıyor.” Dedi karşımda pis pis gülerken. Gülümseyerek yanından geçtim ve hepsi peşimden beni takip etmeye başladı. Örgüte göre bana saygısızlığın bedeli canlarıydı. Bu umrumda bile değildi çünkü ben Türktüm. Onların saygısına ihtiyacım yoktu. Yer altına girdiğimde herkese dağılma emrini vermiş kendi bölgem gidiyordum. Marius ve diğer tanımadığım adamla olacak olan anlaşmaya bir saat vardı. Kolumdaki saatime baktığımda saat 16.14’tü. Türk askerlerinin de gelmesine az kaldığını düşünüyordum. Odanın kapısını etrafa dikkatlice bakarak açtım ve içeri girdim. Kapıyı kapattığımda rahat bir nefes aldım. Odada etrafa bakarken gözüme karşımda duran aynada çarptı. Deniz gözlerimde yangını barındırıyordum. Aynadan kendimi süzdüm. Siyah bir bluz ve aynı renk dar pantolon giymiştim. Hava soğuk olduğu için üzerimde deri bir kaban vardı. Mavi gözlerimi siyah bir göz makyajı ile kapatmıştım böylelikle rengi daha soluk duruyordu. Bordo rujum ile de kendimi tamamlamıştım. Dışarıdan bakıldığında ne kadar güçlü bir kadın imajı çizmiştim kendime. Aslında içimde büyüyemeyen ve büyüyemeyeceğini bilen bir kız çocuğu vardı. Annem içindi hepsi. On beş yıldır annemin yaşadığına inandırmıştım kendimi örgüte katılma amacımda annemdi. Belki onun hakkında bir bilgiye erişirim diyeydi. Erişememiştim. En acı veren şey de buydu. Bilinmezlik bu hayattaki en büyük imtihandı. Kardeşim Anıl ise benden bir yaş küçüktü ve doktor olmuştu. Onun hakkında hiçbir bilgi örgütte yoktu çünkü ben onu hep kendimden bile gizli tutmuştum. Kimse kardeşim olduğunu bilmiyordu. Bu yaptığım da onu korumak içindi. O benim bu hayattaki tek dayanağımdı. Ben ise yurt dışında çevirmenlik okumuştum. Ne olacağımı hiç düşünmemiştim bu yüzden de rastgele bir bölüm okumuştum ve beş tane dil öğrenmiştim. Türkçe ve Sırpça benim kendi dilimdi. Evet ben Karadağ’lıyım ama babam Türk’müş. Annem bu yüzden bize Türkçe öğretmişti. Bu yüzden Türkçe’m çok iyiydi. Şu an Rusça, Bulgarca, Sırpça, İngilizce ve Türkçe biliyordum başka bir dile de zaten şu an ihtiyacım yoktu. Odada tek kişilik eski bir yatak, bir komodin ve loş bir ışık vardı. Komodin kapının yanındaydı ve üzerinde bir şarj kablosu vardı. Aklıma gelen şey ile kabanımın cebinden telefonumu çıkardım. Bade mesaj atmıştı. Bade benim tek dostumdu ve o da örgütteydi. Onun amacı sadece Türkiye’ye yardım etmekti. Onun annesi benim annem gibi Türk Ajan değil teröristti. Annesini Türk askerleri öldürmüştü ve o da benim yanımda duruyordu. Gereken yerde bekliyorum. Tamam. Bir saat sonra anlaşmayı halledeceğim. Sonra Türkler gelecek.
Bade ben kendimi öldürdükten sonra yani kendimi öldü gösterdikten sonra beni götürmek için gizlice buraya gelmişti. Telefonumu tekrar cebime koyarken kapım çalmıştı. Kapıyı açtığımda adamım olan Aco karşımdaydı. İçeri girmesi için kapının önünden çekildiğimde hızla içeri girdi. Sorun neydi? Cebimde hazır tuttuğum şırıngayı hızla çıkarmak için ellerimi cebime soktum. “Bir sorun mu var?” diye sordum kapıyı kapatırken. “Hayır sadece sana adamların banka belgelerini vermek için geldim.” “İyi başka belge var mı?” diye sordum ona yaklaşırken. “Şu an yok.” “Peki.” Hızla şırıngayı çıkarıp boynuna sapladım ve içindeki sıvıyı ona enjekte ettim. Bağıracakken boğazına yapıştım. “Bu zehrin panzehri ben de anlıyor musun? Eğer şu an dediklerimi yapmazsan otuz dakika dolmadan geberip gidersin.” Dedim sert sesimle. Aco silahına uzanacakken kolunu ters çevirdim ama kırmadım. Dikkat çekmek istemiyordum. Belindeki silahı alarak yatağın üzerine attım. Nefessiz kaldıktan sonra onu bıraktım ve yakasına yapıştım. “Üç dakikan doldu bile Aco. Emin misin ölmek istediğine?” dediğimde öksürerek doğruldu. “Ne istiyorsun?” “Buradaki belgeleri bana ulaştırmanı istiyorum.” Öfkeyle bana baktı. “Bunu nasıl yapmamı bekliyorsun?” “Yapamazsan ölürsün.” Dedim net bir sesle. Başını sallayarak odadan çıktı ve gitti. O gittikten sonra gülmeye başladım. Ah insan psikolojisi. Ona enjekte ettiğim şey zehir değil suydu. Ama o buna inandığı için psikolojik etki edecekti. Kabanımı çıkarıp yatağın üstüne bıraktığımda kapımda yüzü kapalı bir adam gördüm. Gülüşümü hemen silerken kapının önünde durmaya devam ediyordu. “Ne var?” “Seahorse örgütünün selamını getirdim.” Seahorse mu? Kahretsin... Yanında duran şarj kablosunu alıp hızla boğazıma dolamaya yeltenirken kapıyı kapattı. Şarj kablosunu tam boğazıma dolayacakken elimi çevik bir hareketle şarj kablosuna siper ederek ters çevirdim. Kabloyu onun boğazına dolarken arkasına geçtim. Kollarım arasında dirseğini bana vururken onu tüm gücümü kullanarak yere doğru biraz eğdim. Daha sonra ise topuklu çizmemin topuğunu omzuna bastırarak destek aldım. Yüzü morarırken hareketsiz kaldı. Kopmak üzere olan şarj kablosunu odanın bir köşesine savurdum. Adamı da odanın ortasına bırakmıştım. Seahorse örgütü ikiz kardeşlerin yönettiği bir örgüttü. Bizim örgütten farkı o örgütün yöneticisi belliydi. Bizim örgütte çalışanlar bile örgütün kurucusunu bilmiyordu. Kurucu kadın mı erkek mi onu bile bilmiyorduk. Kurucu o derece kendini saklıyordu. Kurucuyu yalnızca eceli gelenler görebiliyorlardı o da ilk ve son görüş oluyordu. Seahorse örgütünün bu yaptığını onlara elbet ödetirdim. Ne hesap varsa da hesabı ödeteyecektim. Artık bir şeyleri anlamaları gerekiyordu. Koridora öfkeyle çıktım koridordan geçen adamlara “Patronunuzu çağırın!” diye bağırdığımda suratıma baktılar. Başlarını olumsuz anlamda salladılar. “Ne yani ben mi onun ayağına gideceğim?” dedim üzerine doğru yürüyerek. “Bana bu saygısızlığı nasıl yaparsınız? Asıl olarak odamdaki rezillik ne?” derken aralık olan kapıdan içeri baktılar. Başlarını öne eğerlerken Marius koridor başında görülmüştü. Yanıma “Ne oldu?” diyerek yaklaşırken karşısına dikildim. “Sen adamlarını kontrol etmiyor musun Marius? Karşı örgütten birinin burada olmasını ve beni öldürmeye çalışmasının bedelini örgüte nasıl vereceksin?” dediğimde gözleri şok içinde açıldı ve odaya baktı. “Kusura bakma Adelin! Gerçekten sana karşı kendimi aşırı mahcup hissediyorum.” Diyerek başını eğmişti. Örgütteki gücüm böyleydi işte. Yer altını yöneten adam benim karşımda başını eğiyordu. Ben de bu gücüm ile onları vuruyordum. Savaşta kartlar açık oynamak gerekirdi ama ben dahil kimse bu kurala uymuyordu. Kartların gerçekten açık oynanacağı gün kıyamet kopacaktı. Dünya zaten bir cehennem ama o gün cehennem ateşinde hepimiz yanacaktık. “Bu konuyu kendim halledeceğim Marius. Şimdi bir ticarete odaklanalım.” Diyerek saatime baktım. “Sana minnettarım Adelin.” “Yirmi altı dakika sonra toplantı odasında görüşürüz Marius.” Dedim ve sırtımı dönerek odama geri girdim. Odanın ortasındaki adamı çoktan götürmüşlerdi. Kapı aralığından bakarken Marius adamlarını toplayarak kendi yerine gidiyordu. Koridor boşalmıştı. Bu yaptığıma gülümserken Aco’yu görmüştüm. Belimdeki silaha susturucu taktım ve yeniden belimdeki kılıfa koydum. Aco odaya girdi ve belgeleri yatağın üzerine attı. Koridoru ve yer altının sağ bloğunu boşaltma sebebim Aco’yu orada öldürerek tersten dolanacak tekrar yerime gelecektim. Seahorse örgütü sağ olsun benim planıma gerek kalmamıştı ve açıkçası daha kolay olmuştu. “Hadi Adelin.” Dedi gözlerime bakarken. “Senin gibi bir patronun hain olması...” duraksadı ve tiksinir bir şekilde beni süzdü. “iğrenç.” Dedi. “Hain olan ben değil sensin. Ben örgütümüz satmam Aco. Ben silah satarım, hainleri satarım. Amaçlarımı satmam.” Diyerek ikinci yüzümü kuşanmıştım. “Ne zırvalıyorsun sen?!” “Şhh! O sesini alçalt senin karşında böyle şeylere baş eğecek birisi yok!” “Ben hain değilim.” Diyerek silahını başıma dayadı. “O tetiğe basarsan kendi topuğuna sıkmış olacaksın aptal. Ben seni öldürürsem,” Silahın tetiğini ona doğrulttum. “Örgüt kolu olduğum için ve değerlerim için sen unutulacaksın ama kara listeye girmiş olacaksın. Sen beni öldürürsen yine kara listeye girerek patronunu öldüren bir hain olarak anılacaksın ve kurucunun karşısında birbirinden farklı işkencelere mağruz kalarak öleceksin. Yani ben senin ecelinim.” Onu boş bir yere götürürken etrafa bakmayı ihmal etmiyordum. Kameralar zaten devre dışıydı. Berbat bir yere geldiğimizde yüzümü buruşturdum ama yapacak bir şey yoktu. Belimdeki silahı çıkarıp hemen Aco’nun kafasına sıktım. Kan duvarda izini bırakırken kan başından oluk oluk akıyordu. Silahımı geri kılıfa yerleştirdikten sonra hızla küf kokan odadan çıktım ama karşımda tabii ki Marius’un adamını görmeyi beklemiyordum. Silahını bana doğrultmuştu. Herşeyi görmüştü. Tam tetiğe basacakken refleksle silahına vurdum ve silahı yere düştü. Bana yumruk atacakken darbesinden geri çekilerek ve dirseğimle vurarak kurtulmuştum. O geri bir adım atarken kılıftan silahımı tekrar çıkardım ve onu vurdum. Tek kurşunla tabii ki devrilmemişti. İkinci kurşunu başında patlatırken yere düşmeden onu tuttum ve odanın içine sürükledim. Adamın silahını bir kez patlattıktan sonra boş kovanı yere mantıklı bir şekilde attım. Kendi kovanlarımı alıp pantolonumun cebine atarken odadan çıktım. Tekrar etrafa baktığımda kimsenin olmadığına emin oldum ve vaktimin daraldığının farkına vararak saatime baktım. Sekiz dakika. Odama koşarken topuklu çizmelerimin çıkardığı tok ses koridorlarda yankılanmıştı. Odama girerek kabanımı tekrar üstüme giyindim ve aynadan saçımı düzelttim. Elim uydu telefonuna giderken plan belliydi. Aco’yu, Marius’un adamı öldürmüştü ve ben de adamı öldürmüştüm. Bu uydu telefonunu da adamdan almışım gibi davranacaktım. Ne yaptığımı tekrar gözden geçirdiğimde saçlarımı geriye attım. Koşarken zaten biraz dağılırlardı ve ben endişeli bir ifade takınırdım. Belgeleri katlayarak kara çantaya koydum ve kilitledim. Çanta elimdeyken bir elimde de silahım vardı. Odamdan çıktım ve nefesimi vererek hazırlandım. Öyle iki dakikalık mesafelerde yorulmazdım ve dikkat çekmem gerekiyordu. Koşmaya başladım.
••• “Marius bu işi acil halletmemiz lazım! Zaten birazdan silahları kullanman için fırsat eline geçecek derhal parayı hesabıma gönder.” Dediğimde para hesabıma gelmişti bile. Marius önden koşarken arkada kalan adamı benden şüphelenmişti. Silahımla onu vurduğumda kimsenin ruhu bile duymamıştı. Evet dediklerime inanmışlardı. Rolünü güzel oynamıştım. Farklı bir yöne doğru koşarken çatışma başlamıştı. Yüzümü kapatırken tam köşeyi dönüyordum ki karşıma çıkan Türk askeri ile olduğum yerde durmuştum. Refleks olarak silahına yumruk attığımda sadece kolu biraz o yöne doğru sarsılmıştı. Kahretsinki yüzümdeki örtü yere düşmüştü ve elimde çanta vardı. Umarım Türkiye Cumhuriyeti’de tanınan birisi değilimdir. Yüzündeki maskeden dolayı sadece gözleri görünen askerin gözlerinde merhamet yoktu. Yanından geçerken ona tekme atmaktı aklımdaki fikir. Aslında gerisin geri kaçadabilirim. Bu adam beni sağ bırakmazdı. “Yoksa avcıya av olan ceylan korkuyor mu?” dedi sert sesiyle. “Kimin av kimin avcı olacağına sen karar veremezsin asker.” dedim ben de dövüş pozisyonumu alırken. Gözleri beni süzdüğünde zaten çantanın farkındaydı. “Türklerin gözünde her terörist avdır cici kız.” Çantayı kolumu ters çevirerek almış kendi tarafına fırlatmıştı. Şaka mı yapıyorsun asker? “Terörist olduğumu nereden çıkardın? Hem maskeni indir de göreyim o nur yüzünü.” Hay hay der gibi baktı suratıma ama maskesini indirmedi. Bana attığı yumruğu kolumla savurayım derken kolumda hissettiğim acı ile koluma çaktırmadan baktım. Az daha uğraşsa içeri göçebilirdi. İkinci yumruğundan ise geri çekilerek kurtuldum. Geri çekildiğim için göğsüne sert bir tekme attım ama sadece bir iki adım geriye gitti. Bir dakika? Bu adam beni öldürmüyor. Demek ki bir bildiği var Adelin. Ona baktığımı gördüğünde yüzüne yumruklarımı atmaya hazırlanıyordum hatta iki tane atmıştım da ama yüzüme geçirdiği yumruk ile geriye çekilmek ve eğilmek zorunda kalmıştım. Ne yapıyorduk biz şu an? Burnumdan kan akarken ters dönerek ona tekme atacaktım ama bacağımı havada yakalayarak çekti beni. Öne doğru sendelerken belimdeki hançeri koluna sapladım. Ufak bir inlerken hançeri çekip çıkardı ve bana savurdu. Yana attığım adım ile arkamdan kayarak gelen adama isabet etmişti hançerim. Şok içinde bakarken “Kimsin sen?” diye bir soru yöneltti bana. “Ecelin.” Diyerek ona atıldım ama o da boş değildi bu sefer yumruklarımız ciddiye binmişti. İkimizde yumrukları yüzümüzde patlatıyorduk. Ta ki o benim boğazıma kolunu dolayana kadar. Dirseğimi yüzüne geçiriyordum ama hiç etkilenmiyordu hayvan. Nefessiz kalınca dizimi kendime çekerek çizmemin içindeki çakıyı dizine sapladım. Çatışma sesi kesilmişti. Kolu gevşerken kolunu tutarak öne çevirdim sonra ise kendim dönerek ona tekme attım. Sonra ise yanından hızla geçtim ve çantayı alarak son sürat koşmaya başladım. O da silahını yerden alıp peşimden gelirken ormanın içine girmiştim. Herif beni bırakmıyordu ve ben şu an rol olarak değil cidden yoruluyordum. Peşimdeki adım sesleri durduğunda duraksadım. Peşimde yoktu. Bu demek oluyordu ki kısa yoldan geliyordu. Hızla ters yöne doğru koşmaya başladım. Bade orada olacaktı ve onunla kaçacaktım ama önce başka bir şey yapmam gerekiyordu. Geldiğim yerde kale gibi bir yer vardı oranın içinde önceden öldürdüğüm kadın teröristin leşi vardı. Peşimi bıraksınlar diye ona kendi üzerimdeki şeylerin aynısını giydirmiştim. Patlama mantığı vermek için leşi kalenin önüne taşıdım ve kaleyi patlattım. O terörist patlamada ölmüştü. Çantanın aynısından ama boş olanı da bir yere savurduktan sonra Bade’nin beni beklediği yere doğru koşmaya devam ettiğimde üç dakika içinde olmam gereken yerdeydim. Bade’yi görünce hemen motora bindim. “Bas Bade!” dediğimde diyeceklerini sonraya saklayarak motoru çalıştırdı. Çantayı motorun arkasına koyarken bir elime silahımı aldım, bir elimlede Bade’nin beline tutundum. Arkama bir bakış attım ama o da neydi? Asker peşimizden motorla geliyordu. Ruh hastası, manyak herif. “Bade!” diye bağırdığımda beni duymuştu ama yola odaklandığı için sadece bir eliyle dizime vurdu. “Bade, Türk askeri peşimizde!” dediğimde Ne? diye bağırmıştı. Silahımla arkama doğru ateş ettiğimde amacım onu vurmak değildi ve zaten vurmamıştım. Kurşunlarım motoruna isabet ediyordu ya da boşa gidiyordu. Tam yanımıza ulaştığında Bade zig zag çizerek kurtulmaya çalışıyordu ama asker ben ona vuracağım sırada beni kolumdan tuttuğu gibi kendine çekmişti. Çığlık atarken beni arkasına çekmişti ayaklarım yere değmesin diye kaldırırken bağırıyordum. Bu çılgınlık aşırı fazlaydı. Kalbim ağzımda atarken ona vuruyordum. Harbi benim silahım neredeydi? Sırtına tutunarak direksiyonuna ayağımı vurduğumda direksiyonu sola kırdı ve resmen motor yana doğru yatıyordu. O motoru yolda kaydırırken kolumu boynuna dolamıştım. Korkuyla dolamıştım ama onu boğmak istiyordum. Motoru durdurup beni kendine çekti ve kolumdan tutarak yaprakların örttüğü zemine beni yatırdığında boğazıma bıçağını yaslamıştı. “Bu sefer şakam yok. Amacın ne senin?!” diye bağırdığında Türk askerlerinin başka kimseye benzemediğine emin olmuştum. “Oysaki sen beni tanıyorsun asker.” “Neyden bahsediyorsun?” “Siz beni Siyah Orkide olarak tanıyorsunuz. Ama hoş bir tanışma olmadı benim için.” Şimdi gerçekten başlıyordum. Davama hoşgeldiniz. |
0% |