Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ

@erturanaysenur

Merhaba aşklarımm!! ARAP KIZI kitabıma hoş geldiniz. Beğenmeniz dileğiyle, iyi okumalar dilerimm!

Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen!

😘😘😘😘😘

 

2000 - Van

Sırtında fazlasıyla ağır kitapların bulunduğu okul çantasını taşırken yerdeki taşlardan birini iteleyerek ilerliyordu Ayaz. Bir 2. sınıf öğrencisiydi ve şimdiden okuldan nefret ediyordu. Okulda zorla ders gördükleri yetmiyormuş gibi evde de çalışsınlar diye ödev veriyorlardı. Böyle bir saçmalık olabilir miydi!?

"Ne diye 5 kere aynı şeyi yazmamız gerekiyor ki? Bir kere yazınca anlamıyorsak beş kere yazınca mı anlayacağız sanki!" diye homurdandı tekrar önündeki taşı sinirle iteleyerek. 8 yaşındaydı fakat büyük dertleri vardı. Evde saatlerce ödev yapmak yerine parka gidip lojmandaki arkadaşlarıyla futbol oynamak istiyordu.

Sokağa giren kocaman siyah arabalar ile kafasındaki düşüncelerden sıyrıldı. Şaşkın bakışlarla gördüğü arabalara bakıyordu, çünkü buradan geçen araçlar belliydi; askeri araçlar ve pek de lüks olmayan eski model arabalar. Cumhurbaşkanı mı gelmişti acaba? Ne diye bu kadar çok siyah araba vardı ki? Arabaların hepsi arka arkaya durduklarında, Ayaz yürümeyi bırakıp arabaların içinden kimlerin çıkacağını izlemeye karar verdi. Arabalardan bir tanesinin içinden ellerinde silah olan iri yarı adamların çıktığını görünce şaşırmadan edemedi. Cumhurbaşkanının korumaları olmalıydılar. Ama bu sakallı koca adamlar, ona rahatsız edici bir şekilde bakıyordu.

Onların bakışlarından rahatsız olunca oradan uzaklaşmak için adımlarını hızlandırdı fakat kafasına inen sert bir darbe buna engel oldu. Aldığı darbe ile başı yana savrulurken etrafındaki her şeyin bir anlığına durduğunu hissetti. Dünya yavaşlamış, zaman donmuş gibiydi. Neler olduğunu anlamaya çalışırken başından yayılan, boynuna doğru akan kanın sıcaklığını ve ardı sıra gelen acıyı hissetti. Öne doğru sendelediğinde görüşü bulanıklaşıyordu, dengesini bulmakta zorlandı. Bu adamlar kimdi ve neyin nesiydi? Ondan ne istiyorlardı? Kararmaya başlayan görüşüne ve ayakta tutmakta zorlandığı küçük bedenine inat oradan koşarak uzaklaşmak istedi. İç sesi bağırarak ona kaçması gerektiğini söylerken öne doğru bir adım attı fakat kaçma girişimi yere yığılan bedeni ile son buldu. Korkuyordu ve bunu iliklerine kadar hissediyordu. "Babam gelsin.." diye geçirdi içinden, "Babam gelsin ve beni kurtarsın.."

Etrafındaki sesler giderek silikleşiyor ve yerini büyük bir uğultuya bırakıyordu. Sanki bir denizin derinliklerinde, uzaklardan gelen bir yankı gibiydi. O an, kendini zamanın dışındaymış gibi hissetti; dünya bulanık ve belirsizdi. Gözleri usulca kapanırken anlamadığı dilde bir ses duydu belli belirsiz. Hangi dildi bu? Arapça mı?

"Atın şu itin oğlunu arabaya!" diye gürledi aralarından biri.

Birinin onu kucağına aldığını hissettiğinde bağırarak kaçmak istedi. "Sizi babama söyleceğim!" diye bağırmak istedi ama bunu yapacak gücü kendinde bulamadı. Karanlık onu git gide içine çekerken korkuyla hızlanan kalp atışlarını duydu. O büyük siyah arabalardan birine bindiklerini hissetti. Gerisi ise uzun bir sessizlikti.

 

****************

 

Bedenini saran soğukluk ürpermesine neden oldu. Bu soğukluk, altındaki sert zeminden geliyordu, iliklerine kadar yayılan buz gibi bir soğukluk vardı. Dışarıda korumaların yaptığı sohbeti duydu belli belirsiz. Etraftaki sesler giderek netleşirken vücudunu kıpırdatmayı denedi, lakin yapamadı. Tüm bedeni soğuktan ve uzun süre hareketsiz kalmaktan uyuşmuştu. Ağır göz kapaklarını yavaşça araladığında karşılaştığı şey ise büyük bir karanlıktı.

Hücre gibi bir yerdi burası, ancak karanlık o kadar yoğundu ki gözleri açık mı yoksa kapalı mı, anlayamıyordu. Hiçbir şey göremiyordu; karanlık onun etrafını hissetmesine izin vermiyor gibiydi. Soğuk taş zemin, üzerine karabasan gibi çöken korku ve etrafını saran ağır, nemli hava nefes almasını zorlaştırıyordu ve bu daha fazla korkmasına neden oluyordu. Hareket etmeye çalıştıkça sert zeminden yayılan soğuk, vücudunu felç ediyordu. Bir hücrede olduğunu anlamıştı, ama o kadar karanlıktı ki, taş duvarlar sanki yok gibiydi; sadece soğuk ve sessiz bir boşluk vardı.

Karanlık, üstüne çökerken bir anda nefesi boğazına tıkandı; korku, derin bir düğüm gibi nefesini kesti. Refleks olarak elini boğazına götürdüğünde parmakları soğuk ve sert bir cisme çarptı. Boğazındaki baskıyı hafifletmek isterken parmaklarının demir bir prangaya takıldığını fark etti. Kalbi tekrar korkuyla atmaya başladığında pranganın ağırlığı nefes almasını daha da zorlaştırıyordu. Dışarıdan gelen sert adım sesleri ile korumaların sohbeti kesildi ve kısa bir sessizlik oluştu. Kapının ardındaki sessizliği bozan, metal anahtarların birbirine vurmasıyla oluşan keskin bir sesti. Karanlık hücrede yankılanan bu ses, yaklaşan tehlikenin habercisi gibiydi.

Bir süre sonra ağır demir kapı yavaşça aralandı ve içeri biri girdi. Adamın içeri girmesiyle karanlık hücreye bir ışık yayıldı, loş ve cızırtılı. Tavandaki eski lamba titrek bir şekilde yanıp sönerek hafif bir ışık saçıyordu. Hücrenin içine yayılan solgun sarı ışık, duvarları daha da korkutucu hale getiriyordu. Gerçi şu an her şey, Ayaz için fazla korkutucuydu.

Adam, ağır adımlarla Ayaz'a yaklaştı. Yüzü gölgelerin arasında belirdiğinde, teninin karanlıkta bile fark edilen esmer tonu dikkatini çekti. Kumral saçları, özensizce alnına düşüyor, bakışlarına aldırmadan gevşekçe sallanıyordu. Fakat Ayaz için en ürpertici olan şey, adamın derin kahverengi gözleriydi. O gözlerde herhangi bir şefkat ya da merhamet belirtisi yoktu; sert ve soğuk bakışları Ayaz'ı korkutuyordu, ancak babasının ona hep söylediği gibi korkusunu göstermedi. Adam adeta bir yargıç gibi, sessiz ama ezici bir hükümle ona bakıyordu.

Çenesini saran ince top sakal, adamın tehditkâr havasını daha da güçlendiriyordu. Sakalı keskin, yüz hatlarıysa merhametsizce sertti. Sanki bu sakal, onun vahşiliğini gizlemek yerine daha da belirginleştiriyordu. Adamın sessizliği, hücredeki havayı keskin bir bıçak gibi yarıyor, her adımıyla Ayaz'ın çocuk kalbine bir korku iğnesi saplanıyordu.

Sonunda, adamın dudakları hafifçe kıvrıldı, ama bu bir gülümseme değildi. Yüzünde beliren o sadist ifade, karanlığın içinden gelen bir tehdit gibiydi. Sesini ilk kez duyduğunda, Ayaz'ın içindeki ürperti daha da derinleşti. O adamın burada ona ne yapacağını düşündükçe, hücre onun için daha karanlık ve daha soğuk bir yer haline geliyordu.

"Hoş geldin, küçük." dedi alayla, dudaklarında bir sırıtış belirirken. Kollarını iki yana açarak yavaşça ona doğru eğildi. "Rahatına bak, burası uzun süre senin evin olacak."

Adam Türkçe konuştuğu için Ayaz onu ne dediğini anlamıştı ama anlamamayı tercih ederdi. Ne demek bu soğuk ve karanlık hücre uzun süre onun evi olacaktı? "Ne istiyorsunuz benden? Beni neden burada tutuyorsunuz?" diye sordu Ayaz, sesi titrekti ama içinde bir direnç vardı. "Senin burada olma nedenin basit," dedi, sesi soğuk ve kontrolsüz bir öfkeyle doluydu. "Babanın benden aldığı bir şey vardı... Ben de onun en değerli varlığını aldım." dedi hafifçe sırıtarak ve devam etti. "Bakalım, canı ne kadar yanacak?"

Babası ondan ne almış olabilirdi ki? Yüzbaşı Kemal KARAN, bu adamdan ne almış olabilirdi? "Babam burada olduğumu öğrenince seni öldürecek, biliyorsun değil mi?" dedi, içindeki baş kaldıran tarafa tutunarak. Fakat sert bir tokat yüzüne inince korku tekrar baş göstermeye başladı.

Pranganın üzerinden boğazına sarılan bir el ile gözlerindeki korkuyu saklayamadan adama baktı. "Tabii, oğlu o zamana kadar yaşarsa bunu deneyebilir." dedi, yüzündeki sadist sırıtışla. Kalbi kulaklarında atarken boğazına sarılan eli çekmeye çalıştı ama adamın gücü karşısında çaresizdi. "Bırak!" diye bağırdı, adamın eline dişlerini geçirmeden önce.

Adam elini hızla çekti, hemen ardından diğer yanağına da sert bir tokat attı. "İt oğlu it! Türklerin hepsi de köpek gibi mi olur!" diye bağırdı, çocuğun dişlerini geçirdiği elini iğrenerek mendile silerken. Ayaz, bu sefer ne dediğini anlamadı; çünkü adam Arapça konuşuyordu. Yanakları atılan tokatların etkisiyle hala sızlarken, sürünerek uzaklaşmaya çalıştı. Adam, korumalara tekrar Arapça bir şeyler söyledikten sonra oradan ayrıldı. Korumalar, Ayaz'a bir süre aşağılayıcı bakışlarla baktıktan sonra ışığı ve kapıyı kapatıp gittiler. Ayaz, bu karanlık ve soğuk hücrenin içinde yalnız kaldığında içindeki korku ve umutsuzluk daha da derinleşti. Korkudan midesi bulanıyordu. Kendini tutamayarak öne doğru öğürdüğünde, midesinden dışarı çıkan hiçbir şey yoktu. Açlıktan midesi kazınıyor, susuzluktan boğazı kuruyordu. Her saniyede, karanlığın ve yalnızlığın ağırlığını üzerinde daha çok hissediyordu.

Soğuktan titreyen vücudunu hücrenin duvarına yasladığında gözleri yavaşça kapandı. Ne kadar sürdüğünü bilmediği bir uykunun ardından, hücrenin kapısına tıklatılmasıyla gözlerini araladı. Belki de tıklatılmamıştı, yanlış duymuştu. Titreyen bedenini zorlukla kapıya doğru sürükledi ve tekrar o tıklatma sesini duydu. "Biri mi var orada..?" dedi, soğuktan kısılmış sesiyle. Tıklatma sesi kesildiğinde kısa bir sessizlik oluştu. Ardından, küçük bir kız çocuğunun sesi doldu Ayaz'ın kulaklarına.

"Sen o Türk Çocuğusun, de mi?" dedi kız, bozuk Türkçesiyle.

Ayaz şaşkınlıkla kısa bir duraksamanın ardından konuştu. "Sen kimsin?"

"Ben Leila!" dedi, sesinde garip bir neşe vardı. "Sen kimsen peki?"

Ayaz bir süre sessiz kaldı. Sesinden küçük bir kız çocuğu olduğu anlaşılan bu kişinin böyle bir yerde ne işi vardı? İçinde beliren korku ve merakla, "Seni de o adam mı getirdi?" demeyi tercih etti; kim olduğunu söylemek yerine. Sesinde bariz bir endişe vardı.

"Hayir, ben burada yaşirem. Sen neden burdasen? Babam seni getirdi, neden? Kaç yaşındasın? Büyük abiler gibi kalın bir sesin yoktir." Ard arda sıraladığı sorular bitince derin bir nefes aldı. "Vurdu mu sana..?" diye sordu bu sefer de, sesindeki endişe belirgindi.

Kızın söyledikleri onu fazlası ile şaşırtmıştı. "Baban mı..?" diye sordu sadece. O adam bu küçük kız çocuğunun babası mıydı? Küçük kız çocuğu adına korkmuştu Ayaz. O adamın korkunç bakışları vardı.

"Evet.. Sana vurdu mu Türk Çocuğu? Canın acıyorsa yanına gelebilirem."

Ayaz, endişesini gizlemeye çalışarak yanıtladı, "Yanıma gelirsen baban sana kızmaz mı?" Kendinden önce o küçük kız için endişelenmişti. Şahsen öyle bir babasının olmasını asla istemezdi.

"Belki kızar, belki kızmaz. Yanına gelem mi Türk Çocuğu?" dedi, sesinde küçük bir mutluluk vardı. Ayaz, bu mutluluğu anlamlandıramıyordu, aynı kalbinde bir şeylerin sarsılmasını anlamlandıramadığı gibi.

"Gelme.. burası soğuk, üşürsün." dedi titrek bir sesle.

"Eğer birbirimize sarılırsak hiç üşümezmişez, bi kitapta öyle yazeydi." dedi kız, ellerini birbirine çarparak.

Kaşlarını çatarak kısık sesle güldü. "Hangi kitapmış o?" dedi alayla.

Kısa bir sessizlik oluştu bu soğuk hücrede. Gerçi Ayaz artık üşümüyordu; Leila'nın sesi, içini ısıtan bir ateş gibi yanıyordu. Kitabın adını hatırlayamadığı için "Bi kitapta yazeydi işte!" dedi.

Kısık sesiyle güldü Ayaz. Bu soğuk ve karanlık hücreye, açlıktan kazınan midesine ve susuzluktan kuruyan boğazına rağmen güldü. Korkusu, kuş misali gökyüzüne süzülüp gitmişti; Leila, bu karanlığın içinde parlayan bir yıldız gibi belirmişti. Bu yerde yalnız olmadığını bilmek, bu soğuk ve karanlık hücrenin bile onun gözünde sıcak ve aydınlık bir yere dönüşebileceğini hissettiriyordu. Belki de umut, en beklenmedik yerlerde bile var olabilirdi, en beklenmedik yerlerde bile karşınıza çıkabilirdi.

 

****************

 

1 HAFTA SONRA

 

Karnına isabet eden sert bir tekme ile yerde iki büklüm oldu Ayaz. Ağzına dolan kanı yere kusarken, tekme atılan yerde dayanılmaz bir acı vardı. Aynı bölgeye gelen bir diğer tekmeyle tekrar iki büklüm oldu. Acı dolu inlemeleri hücrenin soğuk duvarlarında yankılanırken dışarıdan Leila'nın sesini işitti, birilerine bağırıyordu. Dişlerini sıkarak nefesini tuttu, acısını dışa vurmamaya çalıştı, çünkü Leila üzülürdü. Onunla her konuştuğunda Ayaz'ın ailesinden uzak kalmasına ağlıyordu, karanlık ve soğuk bir hücrede tek başına olmasına ağlıyordu, çoğu gün aç ve susuz bırakılmasına ağlıyordu. Kısacası onun canını yakan her şeye ağlıyordu.. Ve Ayaz, hala neden burada tutulduğunu bile bilmiyordu. Bildiği tek şey, her geçen gün ölüme daha fazla yaklaştığıydı, en azından o böyle hissediyordu çünkü o adam ona nefes aldırmıyordu, yemek ve su vermiyordu, aydınlığı ona göstermiyordu, annesinin gövdesindeki sıcaklığı ona vermiyordu. Ne kadar artık annesi de ona o sıcaklığı vermese de.. annesini özlemişti Ayaz, annesini ve yeni doğan kız kardeşi Tuğçe'yi çok özlemişti...

Boğazına aniden sarılan güçlü ellerle düşüncelerinden sıyrıldı. Nefesi anında kesilirken bu çocuk ve güçsüz bedeninden nefret etti, tiksindi. Babası gibi olsaydı silahını çekip onu vurabilirdi. Ama babası gibi korkusuz değildi, babası gibi güçlü değildi, babası gibi dayanıklı değildi. Yine de onun gibi olmaya çalıştı. Hala baş kaldıran tarafına tutunarak acısını ve korkusunu gizlemeye çalıştı fakat acı dayanılmazdı. Karnındaki acı, boğazına yapılan baskıdan daha derin ve daha yakıcıydı. Sanırım kaburgaları kırılmıştı, acıdı kendi haline..

Adam boğazını daha da sıkı tutarak Ayaz'ı yerden kaldırıp hücrenin duvarına yapıştırdı. Boğazını sıkan ellerini bıraksın diye delicesine çırpınıyordu ama adam inatçıydı, ölene kadar bırakmayacak gibiydi. Görüşü kararmaya başladığında kalan tüm gücüyle çırpındı, yere değmeyen ayaklarını adama doğru savurdu ama nafileydi. Ayaz ölmek istemiyordu, ailesi üzülürdü. Ailesinden hep bir kız kardeşi olmasını istemişti ve o daha yeni doğmuşken onu bırakmak istemiyordu, onu kaybetmek istemiyordu. Tutamadığı yaşlar gözlerinden akarken son gücüyle tırnaklarını adamın eline geçirdi. Tam boğulmak üzereyken adamın elleri çekildi boğazından. Ayaz sertçe yere düşerken minik elleri boğazına sarıldı ve nefes almaya çalışırken şiddetli bir öksürük krizine girdi. Arka planda Leila'nın bağırışlarını halen duyuyordu ama dikkatini ona veremiyordu. Adam ellerini iğrenerek bir mendille silerken yanındaki adamlara Arapça şeyler söyleyip gitti ve Ayaz tekrar o soğuk yerde yalnız kaldı..

 

****************

 

Yıldıza basmayı unutmayın aşklarım!

Öpüldünüz 😘

Loading...
0%