Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10 - TAN

@esaturk

 

 


Zack Hemsey - The Way (Instrumental)

Meraklanacağım ve hatta sesini duymak için sabırsızlanacağım kadar uzunca süren bir sessizlik oldu. Deva sesini dudakları arasından özgür bıraktığında, tanıştığımızdan beri ilk kez sesindeki gürlük gitmişti. Gürlüğün yerini, yenik, ağlamaklı, kısık çıkan mahcup bir ses almıştı. ''Benden buldu, fotoğrafı benden aldı.'' dedi.

Tüm tüylerim tek tek, isyan eder gibi başkaldırdılar. Ayaklandılar ve birer zehirli iğne gibi tek tek tenime battılar.

 

 

♛♚

Odaya vuran ay ışığı üzerimden çekildi. Göz kapaklarım, tonlarca ağırlığı sırtlanmışlar gibi gözlerimi örttü. Omuzlarım çökerek zemini boyladılar ve Pelin karşımda bir kez daha mahcubiyetle kızarmaya başladı. Ben ise onun küçük kalbindeki kara deliğe yeniden çekildim.

Tüm duygulardan arınmış kadife gibi çıkan sesi ile ''Pera?'' diye seslendiğinde, bir süre bekleyip en sonunda ''Açıklar mısın?'' diye sorabildim yalnızca.

Derince çekilen titrek bir nefes sesi vurdu kulaklarıma ahizeden. Akabinde aynı nefes, bıkkınlıkla geri bırakıldığında kulağıma vuran sıcaklığını hissettim. Kısık ve titrek bir sesle, es vererek konuştu. ''Bende bir fotoğraf vardı. Fotoğrafta babamla ikimiz vardık. Plaj gibi bir yerde çekilmiş bir fotoğraftı. Ben kuruma bırakıldığımda o fotoğraf da benimleymiş. Hatırlamıyorum tabii ki; çok küçüktüm.'' dediğinde araya girmek zorunda hissettim kendimi.

''Şah fotoğrafı senden nasıl aldı Deva?'' Derin ve sık nefesler alıp veriyordum. Fakat sakin tutmaya çalışmama rağmen yine de sesime karışan gürlüğü ve dominant tonu engelleyemedim. Sabırsızlığımın, öfkemin ve merakımın Deva'ya net bir şekilde ulaştığından emindim.

''Çaldı Şah,'' dedi düşünmeden. Akabinde biraz daha açmaya karar verdi söylediğini. ''Yani, eğer Şah ise çaldı. Ya da Şah değilse de kimdi bilmiyorum ama çalındı, bunu biliyorum.'' dedi. Sesindeki hüznü iliklerime kadar hissedebiliyordum. ''Başka hiçbir şey yoktu elimde. Bir tek o fotoğraf vardı, o da çalındı yıllar önce.'' dediğinde sesi artık deprem etkisindeydi.

''Yurttan çalındığından emin misin?'' diye sordum soğuk bir sesle. ''Eminim,'' dedi. Sesi kendinden oldukça emin çıkıyordu. Ciğerlerime uzun ve derin bir soluk doldurduğumda başımı kaldırarak gözlerimi tavana diktim.

''Ne sormak istiyorsan sorabilirsin Pera.'' dedi. İlk etapta yutkundum. Ardından ciğerlerim oksijene açlarmış gibi birkaç nefes daha teneffüs ettim. ''Soracağım zaten Deva,'' dedim sarkastik bir tonlama ile. Güldü, fakat sesine oturan gülüş histerik bir gülüştü. Bir kez daha yutkundum. ''Yüz yüze konuşuruz, şimdi saat çok geç. Sen de iyi değil gibisin zaten, haklı olarak.'' dedim ve dudaklarımı ıslattım.

Derin ve sıkıntılı bir nefes çekti ve nefesi ciğerlerinden hızla geri itti. ''İyisin değil mi? Şah'tı muhtemelen. Sen o konuda çok hassassın. Yalnızsın diye endişelendim.'' dedi bu kez çok daha sakin bir sesle.

''İyiyim Deva, yalnız da değilim zaten. Ayrıca olduğum yer güvenli; aile evindeyim. Sen bırak şimdi beni. Kendini düşün, senin evine girmiş.'' dedim sakin bir sesle. Dudaklarımın içlerini kemiriyordum es verdikçe.

''Orası öyle ama endişelendim yine de. Ayrıca sen kimlesin? Güvenilir biri mi?'' Sesini oldukça sakin çıkarıyordu fakat peş peşe kurduğu cümleler ne kadar telaşlandığının ispatıydı.

''Güvenilir'' dedim yalnızca. Bir yandan söylediklerini düşünüyor, tartıyordum. ''Emin misin?'' diye sordu. ''Eminim Deva, çocukluk arkadaşım, yıllardır tanıyorum. Yeni tanıdığım biri değil.'' dedim öfke ile. Mesele ben değildim, Deva idi. O an konuşmamız ve telaşlanmamız gereken şey Deva'nın evine girilmiş olmasıydı. Söylemek istediğim buydu ve sesime yayılan öfke de bundan sebepti. Fakat kurduğum son cümleden sonra o kadar rahatsız edici bir sessizlik olmuştu ki, Deva'nın beni çok yanlış anladığı bir noktada olduğumuzu anladım. Bu da avucumu alnıma çarpmama sebep oldu.

''Öyle demek istemedim,'' dedim sakince. ''Anladım ben,'' dedi. İlk kez bozulduğunu açıkça belli ediyordu. ''Deva öyle demek istemedim, biliyorsun.'' dedim. ''Bilmiyorum Pera!'' dedi sesini yükselterek. Yükselttiği sesi, kulaklarımdan geçerek zihnime doldu, şişmiş göz kapaklarım ağır ağır kapandılar.

''Tekrar özür dilerim kaba davrandığım için, hoş olmadı.'' dedim. Bir süre yanıtlamadı beni. Nefes vermedi, ses çıkarmadı. Çağrının sonlandığını düşünerek telefonu kulağımdan çektim ve çağrıyı kontrol ettim. Telefonu yeniden kulağıma dayadım ve ''Deva?'' diye seslendim. ''Efendim?'' dedi. Âdemelmasının ıslak sesini işitir gibi oldum. ''Özür dilerim Deva,'' dedim içten bir sesle. ''Önemli değil,'' dediğinde, önemli olduğunu biliyordum. Önemli olmalıydı.

''Sabah buraya gelebilir misin?'' diye sordum. Aklıma gelen bir fikir ile yerimde heyecanla kıpırdadım. Sabah amcam da gelmiş olacaktı, mutlaka bize bir yardımı dokunurdu. ''Hatta sabah gelme,'' deyip telefonu yeniden kulağımdan çektim ve saate baktım. Saat sabah dördü on bir geçiyordu. Saat geçti fakat amcamdan yardım isteme fikrine tek başıma karar veremezdim. Deva'nın fikrini almadan böyle bir karara varmak bencillik olurdu. Amcam henüz gelmeden konuşup buna da karar vermeliydik. ''Şimdi gelebilir misin? Yani, ne zaman müsait olursan, sabahı beklemeden...''

Bir süre sustuğunda düşüncelere boğulduğunu biliyordum. ''Çok geç saat. Yalnız da değilmişsin. Olmaz öyle şey.'' dedi sıkıntılı bir nefes koyuvererek. ''Bir şey olmaz Deva, amcam gelecek sabah buraya, ondan yardım isteyebiliriz. Bunu konuşmalıyız.'' dedim. Merakla, ''Amcan mı?'' diye sordu. Çatılmış kaşları gözümün önüne geliyordu. ''Evet,'' dedim kısaca. ''Amcan bize yardımcı olabilir mi ki? Tanıyor mu Şah'ı? Daha doğrusu biliyor mu?'' diye sordu merakla.

''Tabii ki tanıyor, bana Şah'tan kim bahsetti, ben Şah'ı nereden biliyorum zannediyorsun?'' diye sordum. ''Doğru sana mektup falan gelmedi. Kendi kendine haberdar olamazsın.'' diyerek tamamladı beni. Bir şey söylememe fırsat vermeden devam etti. ''Yardımcı olabilir mi ki?'' Sesinde dizginleyemediği bir merak vardı fakat merak dışında biraz kararsızlık da sürülmüştü sesine. Belki de endişeliydi, neticede amcamı tanımıyordu ve güvenmek zorunda değildi.

''Elinden geleni yapar. Bu yüzden konuşalım istiyorum. Yalnızca benim değil senin de sormak istediklerin var artık. En kısa sürede gel lütfen.'' dediğimde bir nefes daha verdi. Fakat nefes sesi uzaklaşarak azaldı. Telefonu kulağından çekerek saate bakıyor olmalıydı. ''Rahatsızlık vermeyeyim, saat çok geç. Uyandırdım zaten seni de.'' dedi çekingen bir tavırla. Bıkkın bir sesle, ''Deva, kahve demliyorum, kalk, gel. Bekliyorum, iyi geceler.'' dedim sıra sıra. ''Tamam, görüşürüz,'' dediğinde onu yanıtlamadan telefonu kapattım ve direkt olarak konum göndermeye koyuldum.

 

 

♛♚

Boydan pencerenin önünde dikilerek izlediğim avluda titreyen yapraklar dışında bir hareketlilik yoktu. Yataktan kalktıktan sonra taktığım kol saatime baktığımda saatin dört buçuğu geçtiğini gördüm. Sağ elimdeki fincandan bir yudum kahve daha aldım.

''Uyuyamadın mı?'' Şöminenin bile yanmadığı bir anda, sessizliği delip geçen ses irkilmeme sebep oldu. Bedenimi merdivenlere doğru çevirdiğimde, karanlığın içinde merdivenlerden inen Ahmet'i gördüm. Henüz üzerine geçirdiği belli olan siyah bir tişörtü belinden aşağı indiriyordu. ''Yok, tutmadı uyku.'' dedim yalnızca.

Son basamağı bitirdiğinde yüzü ekşidi. ''Defteri okuduğun için mi?'' diye sordu. Yanıma doğru ilerledikçe yüzünü daha net seçebiliyordum ve onun da gözlerinde uykusuzluk taht kurmuştu. ''Yok, defterden değil. Aslında onun da etkisi var ama henüz tamamını okumadım. Bir arkadaşım gelecek, onu bekliyorum.'' dediğimde merakla kaşları çatıldı. ''Bu saatte mi?'' diye sorduğunda ise kaşları hayretle havalandılar bu kez. Yalnızca başımı sallayarak derin bir nefes bıraktım ciğerlerimden.

''Uykunu alamamışsın, neden uyandın?'' Sorumu, konuyu değiştirmek için yöneltmiştim. ''Uyku tutmadı beni de,'' dedi ve yanıma kadar gelip ellerini ceplerine soktu. Gözleri avluda gezinmeye başladı. ''Arkadaşın kim?'' diye sorup yüzünü bana döndüğünde ben de yüzümü ona doğru çevirdim. Henüz cevap veremeden, avlunun ilerisinden üzerimize vuran araba farı profilimizi aydınlattığında, ''Gelen,'' dedim. İkimizin de kısık bakışları avludaki, eve doğru git gide yaklaşan aracı buldu.

''Arkadaşın güzel mi?'' diye sordu meraksız, muzip bir sesle. Kahvemden bir yudum daha aldım ve ''Yakışıklı diyelim,'' diyerek yanıtladım onu. Kaşlarını kaldırarak bana doğru döneceği sırada kapıya doğru adımlamaya başladım.

Henüz bir iki adım attıktan sonra Ahmet'e dönerek, ''Şömineyi yakar mısın Ahmet?'' diye sordum. Tepeden bir bakış attı. Yüzünde silik bir tebessüm vardı fakat alay da seçiliyordu. ''Yakarım tabii Pera,'' dedi ve iğneleyici çıkan sesi ile ekledi; ''Üşüme,'' Arkasını dönerek şömineye ilerlediğinde burnumdan nefes vererek güldüm.

Sağ elimi kapı kulpuna uzattığım sırada elektrikli şöminenin sesi duyuldu ve akabinde kapıyı açtığımda ise Ahmet birkaç adım arkamda belirdi. Kapı aralandığında ilk gördüğüm, Deva'nın acı kahve gözlerindeki karartı ve karışmış yüzü oldu. ''Hoş geldin,'' diyerek elimi ona uzattığımda Deva bana sarılmayı tercih etti. ''Hoş buldum,'' dedi fısıldar gibi.

Yaptığına ilk etapta anlam veremedim çünkü Deva ile göğüs kafeslerimizi birleştirecek kadar bir samimiyetimiz yoktu henüz. Ancak hemen ardından aklıma otoparkta olanlar geldi. Şah'ın, açık adresimi bildiğini öğrendiğimde her bir hücremde beliren uyuşukluk hissi, birinden yardım ve destek almam için yalvartmıştı bedenimi bana karşı. Bu yalvarışın azmettiricisi ise kalbimdi. Sıcak bir sarılma için yanıp tutuşuyordu, sakinleşmesi ve atışlarının düzene girmesi için tek ihtiyacım olan destekti. O an bana o desteği veren ise Deva olmuştu. Dahası, ben, kalbimden aldığım emirlerle Deva'ya emrivaki yaparak sarılışıma karşılık almıştım bir şekilde.

Çünkü ihtiyacım vardı.

Şah bu kez Deva'nın evine kadar girmişti. Fakat Deva'yı bu denli sarsan, kollarımda zelzele etkisi ile sarsılmasına sebep olan şey, Şah'ın eve girmesi yahut ev adresini bilmesi falan değildi. Ondan babasını almış ve geri vermişti. Deva, Şah'ın onunla oynadığını düşünüyordu, yüz ifadesinden açıkça okunuyordu bu. Bu kez Deva bana emrivaki yapmış ve sarılmasına bir karşılık almıştı bir şekilde.

Çünkü bu kez de Deva'nın ihtiyacı vardı.

Derin bir solukla geri çekildiğinde yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. ''İyi misin?'' diye fısıldayarak sorduğumda yalnızca başını iki yana salladı. Onu içeri buyur ettim. Arkamı döndüğümde Ahmet'in yüz ifadesi oldukça karmaşıktı. ''Tanıştırayım sizi,'' dediğimde Deva ansızın başını kaldırdı. İçeride biri daha olduğunu yeni fark ettiğini gösteren mimikler yerleşmişti yüzüne. Mahcubiyet ve şaşkınlık aynı anda, kısa bir süre çehresinde kendilerini gösterip hemen akabinde kayboldular.

Deva beklemeden elini havalandırdı ve ''Affedersiniz, görmedim. Deva ben,'' diyerek kendini takdim etti bana fırsat vermeden. Deva'nın mesafesine tezat olarak Ahmet sıcak bir gülümseme takınıp, ''Ben de Ahmet Arif ama kısaca Ahmedo, diyebilirsin,'' dedi ve Deva'nın havada duran elini sıkıca kavradı. Deva şaşkınlıkla bakarken Ahmet'in yüzündeki sıcak gülümseme yerli yerindeydi. ''Memnun oldum,'' dedi Deva. Ahmet de aynı şekilde karşılık verdi ve salonu göstererek bizi salona buyur etti. Bize sırtını döndüğü an Deva bana kısa bir bakış attı. Kaşları çatılmıştı bu kısa sürede. Ahmet'in garip biri olduğunu düşünüyor olmalıydı. Keza yanılmıyordu da.

Kısaca kıkırdadım ve ''Ahmet ışıkları mı açsaydık aslında!'' dedim gülerek. Bu fikrin, bu kadar süre boyunca aklımıza gelmemiş olmasına içten içe kızıyordum ve bu kızgınlık sesime bir gülüş olarak dökülmüştü. Deva üçlü kanepenin sol kenarına kendini bırakırken, ''Hayatım ev senin!'' dedi Ahmet beni iğneleyerek. ''Şömineyi aç Ahmet, ışıkları yaksaydık Ahmet, kahve mi yapsak Ahmet, tepsiyi mutfağa götür Ahmet...'' diye söylenirken ışık anahtarına doğru ilerliyordu. ''Tepsiyi kendin götürmek istedin!'' dedim sağ elimin işaret parmağını ona doğrultarak. Ansızın bana döndü ve ''Ha diğerlerini kabul ediyorsun yani!'' dedi gülerek. Cümlesi bittiğinde hiç beklemeden ışık anahtarına bastı ve ışıkları yaktı.

Işıklar açıldığı için üçümüzün de bakışları kısıldı. Deva ile göz göze geldik gözlerimiz kısıldıktan sonra. Onun da aklına, kimliğimi bırakmak için geldiği akşam yaşadığımız benzer durum gelmiş olmalıydı. Fakat ikimiz de bir yorum yapmadık bununla alakalı.

Ahmet'i yanıtlayarak kısaca ''Evet,'' dedim. Haklıydı, saydığı diğer her şeyle alakalı ondan beklentiye girmiştim ve istediği kadar sitem edebilirdi. Ahmet bana doğru yaklaşırken büyük adımlar attı ve yürürken bedeni öne doğru meyil almış, kolları iki yana ayrılmıştı. ''Hayatım, ben hizmetçi değilim, ev senin!'' dedi yeniden. Bu kez sesinde çok daha muzip bir ton vardı ve tüm kelimeleri tek tek bastırmıştı.

Gözlerim birkaç saniye evin içinde gezdiler ve kısık bir sesle, ''Haklısın, ev benim.'' dedim. Ahmet'in muzip tavrını görmezden gelmiştim çünkü şaka yapmak maksatlı söylediği şey benim için çok ifade ediyordu aslında.

Ahmet yanıma geldiğinde başını eğerek kısa bir süre yüzümü inceledi ve buruklaştığımı anladığında, ''Öyle demek istemedim,'' dedi fısıldayarak. Gözlerim Ahmet'in yüzünü bulduklarında beklemeden içtenlikle sarıldı. Fısıldamaya devam ediyordu. ''İncinme, gülmen için söyledim. Gül lütfen,'' dedi. ''Biliyorum,'' derken histerik bir şekilde kıkırdadım. Kısa süren sarılmamız bittiğinde benden ayrıldı ve iki elini keyifsizce birbirine çarparak ''Kahve?'' diye sordu. Gözleri Deva ile benim aramda birer kez gidip gelmişti.

''Olur,'' dedik aynı anda Deva ile. Ahmet cevap vermeden mutfağa ilerlerken kadrajıma Deva'yı aldım. O ise gözlerini zemine dikmişti. Ben de Deva'nın yanına ilerleyerek kanepenin diğer kenarına oturdum. Odaya yeniden hâkim olan tek sesin, elektrikli şömineden çıkan yapay odun çıtırtısı sesi olduğu bir andaydık.

Hiç beklemeden ''Kızgın mısın bana?'' diye sordum kısık bir sesle. Meraklı gözlerim, Deva'nın profiline mıhlanmışlardı. Yan bir bakış attı ve hızlıca başını önüne çevirdi. Dudaklarını araladığında bariton sesini serbest bırakacağını sandım ancak yalnızca dudaklarını ıslattı.

Bozguna uğramış bir hâlde yavaşça önüme döndüğümde, ''Bana güvenmek zorunda değilsin, kızmadım.'' dedi. Fısıldıyordu. ''Ama kırıldın?'' dedim sorar gibi. Sesim merakı kuşanmıştı. O ise ne yüz ifadesini bozdu ne de gözlerini zeminden çekti. ''Evet kırıldım,'' dedi sessizce istifini bozmadan. Mağlubiyet dolu bir nefes bıraktım. Omuzlarım çöktü ve kamburum çıktı. ''Hak veriyorum sana, üzme kendini.'' dedi yeniden kısık bir sesle. Fakat bu kez sesine, biraz da olsa gürlük eşlik ediyordu.

Benim açık kahve harelerim onun üzerine mıhlanmış gezinirlerken, hatta ne olduğunu bilmediğim bir şeyleri ararlarken, Deva bir an olsun pozisyonunu bozmadı ve benimle göz teması kurmadı. ''Sana güvenmeyi öğrenmeliyim sanırım.'' dedim bir anda. Histerik bir gülüş bıraktı. ''Güvenmelisin aslında.'' dedi sert bir sesle. Bakışları bana döndü. Gözbebekleri gözbebeklerime tutundular. ''Ama sana bunun için ısrar edemem elbette.'' dedi ve yeniden önüne döndü.

Ne diyeceğimi bilmiyordum ancak yine de dudaklarımı araladım. Kelimeleri zihnimde toparlamaya çalıştığım ve köşede sıkışıp kaldığım anda Ahmet'in adım seslerini işittik. Gelip orta sehpaya elindeki tepsiyi yerleştirdi ve fincanlarımızı önümüze bırakıp tekli koltuğa geçti. Kendi fincanını eline alarak rahat bir pozisyonla koltuğa kuruldu. Koltukta en amiyane tabirle yayılarak oturuyordu. İkimizin de gözleri Ahmet'in üzerindeydi. Ahmet ise yine orta sehpada uzaktan bir şeyler arıyor gibiydi. İkimizin bakışlarını da görmüyor, sanki odada yalnızmış gibi davranıyordu.

Deva üstelemeden, yeniden bakışlarını zemine dikti. Bu kez sol dirseğini koltuğun kol dayama kısmına yasladı ve işaret parmağının üst boğumunu dudaklarına hafifçe sürtmeye başladı. Uzun bir süre yalnızca şömineden gelen yapay sesleri dinledik.

Deva ile olanları konuşabilmek için çırpınan zihnimi dizginlemeye çalışıyordum fakat neden çırpındığını bilmediğim kalbimi dizginleyemiyordum. Gözlerim devamlı olarak, transa girmiş gibi sabit oturan Deva'nın profiline ve bedenine değiyor ve yeniden Deva'nın tenini eşeliyorlardı. Eşeledikleri yerlerde ne bulacaklarını bilmiyordum, ne aradıklarından haberdar değildim ve azmettirici yine kan pompalamakla görevli olan organımdı.

Uzun süren sessizliği bozan Ahmet oldu. ''Ee? Anlatmayacak mısınız?'' diye sordu gür ve baskın bir sesle. Ses tonu, ucu henüz bilenmiş bir ok gibi, bir anda bedenlerimize batarak aynı anda irkilmemize sebep oldu. Deva başını bana doğru çevirip kısa bir göz teması kurdu benimle. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu fakat Ahmet'i gerçekten garip bulmuş olmalıydı. Gözlerimi Deva'nınkilerden çekerek Ahmet'e çevirirken, ''Neyi?'' diye sordum.

Ahmet burnundan sarkastik bir gülüş bıraktı. Ela hareleri sıra sıra bir Deva'ya bir bana değdiler. Acele etmeden dudaklarını ıslattı ve oturduğu yerde dikleşti. Elindeki fincanı eğilerek orta sehpaya bıraktı ve dirseklerini dizlerine yasladı. Merakla sesini serbest bırakacağı anı bekledik. Ben de en az Deva kadar merak etmeye başlamıştım söyleyeceklerini çünkü gerçekten garip davranıyordu. Birkaç saniye sessizliğe gömülüp yapay çıtırtı seslerini dinlemeye mahkûm etti bizi. Bu süre boyunca gözleri zemindeydi ve ellerini ovuşturuyordu.

Başını ağır ağır kaldırdı ve yeniden sıra sıra yüzlerimizde gezdirdi gözlerini. ''Neyi Ahmet?'' diye sordum yeniden. ''Olanları işte,'' dedi ellerini iki yana açarak. Kaşları kalkmıştı ve alttan baktığı için alnı kırışmıştı. Kısa bir süre ellerini yeniden ovuşturdu bizim kaşlarımız çatılırken. Arkasına yaslandı ve derin bir nefes aldı. Yüz ifadesini düzeltip açıklamaya koyuldu.

''Bir şeyler olmuş. Arkadaşım dedin Deva için ama arkadaş olmadığınızı görebiliyorum. Aranızda bir şeyler geçmiş, birbirinize kırgınsınız, muhtemelen tartıştınız.'' dedi ve gözlerini Deva'ya değdirdi. ''Deva'nın yüzü karmakarışık. Can sıkıcı bir şeyler yaşanmış ve sanırım işin içinden çıkamıyorsunuz.'' deyip bacak bacak üstüne attı.

Dudaklarımı kapalı tutmaya çalışıyordum ancak mıknatısın aynı kutupları gibi, birbirlerinden uzaklaşmak için mücadele veriyorlardı. Ahmet, dizginleyemediğim şaşkınlığı anlamış gibi gülümsedi. ''Erdem amcadan yardım isteyeceksiniz,'' dedi tahmin yürütür gibi çıkardığı bir sesle.

Deva öne doğru eğilerek yüzünü ovuşturmaya başladı. Yaşanılanlardan sonra bunları düşünmeye bile hâli yok gibiydi. Ahmet'in davranış şeklini, yaptığı çıkarımları ve nasıl biri olduğunu kurcalayamayacak bir hâldeydi. ''Nereden çıkardın bunları? Çıkarım kaynakların neler?'' diye sordum çatılan kaşlarımla.

Ahmet gülümsedi. ''Bir şey var Pera! Çok belli!'' dedi gür bir sesle. ''Deva'nın da senin de yüzüne baktığımda yaşanılan can sıkıcı olayın daha taze olduğunu görebiliyorum. Yaşadığınız olay her ne ise, daha bu kadar tazeyken gecenin bu saatinde Deva buraya geldi ve sabah erkenden amcan da gelecek.'' dedi. Sol kolundaki saate bakarak ''Hatta iki, üç saate kadar.'' dedi ve kolunu indirip yeniden gözlerini bize değdirdi.

Deva dirseklerini dizlerine yaslamış bir şekilde zemine boş bakışlar atıyordu, belki bizi dinlemiyordu bile. ''Diyelim ki öyle,'' dediğimde Ahmet kıkırdadı, ben ise susmadan devam ettim; ''Öyleyse bile sana neden anlatalım Ahmet?''

Derin bir nefes aldı. ''Çünkü sabah tüm bunları amcana anlatacaksınız ve anladığım kadarıyla yardım isteyeceksiniz. Sence amcan kimden yardım isteyecek Pera?'' diye sorarken ayaklandı. ''Nereye?'' diye sordum merakla.

Haklıydı, amcam madem Ahmet'le çalışıyordu ve madem Ahmet'in dediğine göre ne zaman çağırsa yanına gidiyordu, öyleyse ona epey yakındı ve belki de eli kolu Ahmet'ti. Bu durumda olanları Ahmet'le elbette paylaşacaktı ve konuşmak için Ahmet'in gidişini beklememiz biraz ahmakçaydı. Fakat bunu düşünecek bir durumda değildim.

''Ben varken konuşamıyorsunuz belli ki, ben yarın amcanla beraber dinlerim. Zaten uykum var.'' dedi ve elini Deva'ya doğru uzattı yanıt beklemeden. Deva, kadrajına giren el ile şaşkınca başını kaldırdı. Böylelikle bizi dinlemediğini de belli etmiş oldu. Ahmet yumuşak bir sesle, ''Memnun oldum Deva, iyi geceler,'' dedi. Deva doğru düzgün doğrulmadan, sağ elini yavaşça kaldırıp Ahmet'in havada duran elini sıktı ve ''Ben de, iyi geceler,'' dedi. Yerinden bile kalkmamıştı. Deva kadar nazik bir insanın bu küçük jesti bile göstermemesi ne kadar sarsıldığının bir ispatıydı aslında.

Biz de birbirimize iyi geceler diledik ve Ahmet merdivenlere çıkmadan önce, ondan ışığı kapatmasını rica ettim. Elbette bunu yaparken söylendi fakat uzatmadı ve hızlı adımlarla terk etti salonu.

Fısıldar gibi, ''Bozuldu mu sence?'' diye sordu Deva. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerinde merak vardı ve elektrikli şömineden yansıyan yapay alev hareleri yüzüne vuruyordu. Tıpkı onunki gibi kısık bir sesle, ''Yok be! Bozulmaz o öyle şeylere,'' dedim.

''Doğu gibi yüzsüz yani?'' dediğinde sesi muzip fakat yorgun çıkıyordu ve yeniden fısıldamıştı. Dirsekleri halen dizlerine yaslıydı ve soruyu sorarken kaşlarını kaldırması, alnının kırışmasına sebep olmuştu.

Sorusuna kıkırdadım ve ''Seni söyleyeceğim Doğu'ya,'' dedim sessizce. Sağ omzunu silkerken gülümsedi ve arkasına yaslandı. Başını koltuğa dayadı ve gözlerini tavana dikti. ''İstersen uyuyabiliriz Deva,'' dedim fısıldayarak. Duruşunu bozmadan, ''Konuşalım,'' dedi. Sesini zar zor duyabildim. Ben de tıpkı onun gibi koltukta yayıldım ve başımı koltuğa dayayıp gözlerimi tavana tırmandırdım.

''Samimi, içten bir arkadaşının olmadığını söylemiştin.'' dedi. ''Yoktu zaten,'' dediğimde başını bana doğru çevirdiğini gördüm göz ucuyla. Yüzüne merak ifadesinin peyda olduğundan emindim. Boğuk bir nefes teneffüs ettim. ''Ahmet Arif çocukluk arkadaşım, benim her şeyimdi. Zaten bir amcam vardı bir de Ahmet.'' dedim ve doğrularak orta sehpada duran soğumuş kahvemin olduğu fincanı elime aldım. Boğazımdan bir yudum soğuk kahve kaydırdım ve yeniden koltuğa yaslanarak aynı pozisyona geçtim. Deva gözleriyle hareketlerimi takip ediyordu.

''Liseden sonra koptuk. Aslında ben liseden sonra kendimi kopardım her şeyden, diyebilirim.'' Son cümlemle gözlerimi, yapay alev gölgelerinin düştüğü yüzüne çevirdim. İfadesiz bir yüzle bakıyordu. Bakışlarımı yeniden tavana çevirerek devam ettim; ''Ahmet ile, amcam ile, Alev diye bir arkadaşım vardı, Alev ile, her şeyle koptum bir şekilde. Pek iyi bir dönem değildi benim için.'' dedim ve yutkundum. Genzimden gelen ıslak ses kulaklarımda yankılandı. ''Aslında, iyi geçirmediğim uzun dönemin henüz başıydı.'' dedim ve yeniden Deva ile göz teması kurdum.

Bakışlarımız bir süre orta noktada birbirlerine sarıldılar. Sonsuza kadar sürecekmiş gibi hissettiren uzun bakışmamızı kesen ben oldum. Bakışlarımı tavana çevirdim ve ''Kötü görünüyorsun,'' dedim fısıldayarak. ''Kötüyüm,'' diyerek yanıtladı beni. ''Özelime bu denli girebilmesi...'' deyip uzun bir es verdi. Sabırla bariton sesini fısıldayarak serbest bırakıp devam etmesini bekledim. ''Bilmiyorum, can sıkıcı.'' dedi ve yutkundu.

''Düşünsene!'' Sesi, fısıldıyor olmasına rağmen gür çıkıyordu ve yorgun bir heyecan karışmıştı. ''Çocuk esirgeme kurumuna kadar girebiliyor, ufacık bir çocuğun elindeki tek şeyi alabiliyor. Yıllar sonra ise dalga geçer gibi onu yerine koyuyor.'' dedi ve histerik bir gülüş bıraktı dudaklarından. ''Küfür gibi!''

''Kendini unutturmamak istiyor gibi.'' dedim sessizce. Benim gözlerim tavana yansıyan yapay alev harelerinde gezinirken Deva bu cümle ile bana döndü hafifçe. ''Eğer yıllardır uyguladığı bu psikolojik işkenceye rağmen bir an olsun kendini unutacağımı düşünüyorsa aptal demektir.'' dedi.

Derin bir nefes alıp başımı salladım. Bir süre sessizliğe karıştık. Şömineden gelen çıtırtı ve patlama sesleri bir ninni gibi dağılıyordu odada. Gözümün önünden geçen görsel selinin ortasında boğulmak üzereyken Deva'nın bakışlarının halen yüzümü yaladığını hissettim. Yüzümü ona doğru döndüğümde, yarısına alev hareleri düşerken yarısı karanlığa gömülmüş olan çehresiyle karşılaştım.

Gözlerinde halen karartı vardı. Aklıma, artık orada olmayan acı kahve harelerdeki toprak geldiğinde bir an patrikor duymayı bekledim, derin bir nefes aldım bu sebeple. Oysa artık patrikor duyamayacağımı biliyordum. Yine de o dört harfli kelimelerin peşine takıldım kısa bir an için. Yine ümit ettim. Burnuma dolan tek şey odadaki ahşap kokularının ve oda parfümünün birbirine harmanlanmış kokusuydu.

Zihnimi, ümit bulanıklığından kurtarıp önümdeki gerçekliğe baktığımda gördüğüm ilk şey, Deva'nın gerçekten kötü göründüğü idi. Yüzünde bazı mimikler vuku bulmuştu fakat seçemiyordum. Yüz ifadesi gözümün önündeydi ancak yakalayamıyordum. Keşmekeş peyda olmuştu yüzüne, ki Deva'yı böyle görmeye hiç alışkın değildim. Kendinden emin ifadesinin yerinde yeller esiyordu.

''Bir defterim var.'' dedim ansızın. Kaşları merakla çatıldı. Ne defteri olduğunu da merak ediyor olabilirdi, neden bir anda böyle bir bilgi verdiğimi de. Başımı yeniden çevirdim ve gözlerimle tavanı buluşturdum. ''Benim için çok özel. Benim için özel olan tek şey.'' dedim fısıldayarak. ''Ailenden mi?'' diye sordu merakla. Bakışları hâlâ yüzümü hedef alıyordu. ''Evet, tıpkı sendeki fotoğraf gibi, o da benim sahip olduğum tek şey. Eğer o defterle alâkalı böyle bir şey yaşasaydım...'' deyip bir süre es verdim. Açık kahve harelerimi Deva'ya çevirdim ve histerik bir gülüşle, ''Kafayı yerdim ben Deva.'' dedim.

"Benim yemediğimi mi zannediyorsun?" diye sorduğunda onun nefesine de acıyla harmanlanmış bir gülüş karışmıştı. Gülüşünü hızla dağıtarak ifadesiz bir yüz takındı. "Kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak değil de ne bu Pera? Nasıl bir psikolojik şiddet bu? Ufacık çocuktum ben, fotoğraf kayboldu diye kendimi ne kadar suçladığımı tahmin bile edemezsin." dedi ve son cümleyi kurarken sesi depreme gebeydi artık. Her an şiddetli bir sarsılmaya maruz kalıp yıkılabilirdi.

Bu kez gözlerini kaçıran ve boş tavanı izlemeye koyulan o oldu. "Küçük bir fotoğrafa bile sahip çıkamadığım için o kadar suçladım ki kendimi..." dediğinde sesini zar zor duyabilmiş ve kelimeleri zor seçebilmiştim.

"Nasıl oldu peki?" diye sorduğumda acıyla güldü. Alevlerin bıraktığı gölgelerle daha da keskinleşen yüz hatlarının olduğu profilinden gözlerimi çekemiyordum. "Anlatmak zorunda değilsin, bunları konuşmak zorunda değiliz." dedim bir anda.

"Anlatmam lazım. Çünkü biz yeni tanıştık Pera." dedi iğneleyici bir sesle. Eş zamanlı olarak başını hafifçe çevirerek yan bir bakış attı. Artık karartı gördüğüm harelerinde kırgınlıkla karışmış öfke de seriliydi. Verebilecek bir cevap bulamadım, zaten Deva da cevap vermeme fırsat vermeden hızla aynı pozisyona döndü ve yeniden fısıldayarak konuşmaya başladı.

''Bir gün okuldan geldik, odaya girdiğimde ilk işim fotoğrafa gitmek oldu çünkü o gün kimliğimde yazdığına göre doğum günümdü. Fotoğrafı hep aynı yerde tutardım. Küçük bir çekmecenin içine, en arkaya ve en alta yerleştirirdim. O gün orada fotoğraf yerine Şah figürü vardı ve ilk kez o gün bana Şah'tan not gelmişti.'' dedi ve bakışları yüzümü hedef aldı.

Sıkıntılı bir nefes verip, ''Sonraki yıllarda hep aynı gün, doğum günümde, Şah geldi bana. Her doğum günüm, babamı kaybedişimi hatırlattı bana, bu yüzden de doğum günlerimi kutlamam.'' dedi ve gözlerini gözlerimden çekmeden dudaklarını ıslattı.

Bu jesti, yeni bir cümleye hazırlandığını gösteriyordu. Hareketsiz kalarak beklemeye koyuldum, nefes bile almadım. Alaylı bir gülümseme ile, ''Aşkım'la da o yüzden ayrıldık biliyor musun?'' diye sordu ve derin bir nefes alarak gözlerini yeniden tavana dikti.

''Nasıl yani?'' diye sordum merakla. Ben de onun fısıldayarak konuşmasına, fısıldayarak eşlik ediyordum fakat bu kez sesim epey yüksek çıkmıştı. Bir süre alt dudağını dişledi ve dudağını dişlerinin esaretinden kurtardığında, ''Doğum günümü kutlamak istedi, ben istemedim. Önceki üç sene boyunca hep anlayış göstermişti ama dördüncü senemizde o anlayışı göstermedi ve doğum günümü kutlamak istemediğim için de ayrıldı benden.'' dedi ve güldü.

''Belki olanları bilse ayrılmazdı, bu saçma bir sebep çünkü.'' dediğimde beklemeden bana döndü. Kaşları alayla havalanmıştı. ''Biliyordu, Şah'ı bilmiyordu ama fotoğrafın kaybolduğunu ve bu sebeple o günü kutlamadığımı biliyordu.'' dedi ve gözlerini zemine dikti. ''Demek ki o sefer anlayış göstermeyesi varmış.''

Şaşkınlık içinde Deva'ya bakıyordum. ''Ama bu çok saçma bir sebep.'' dedim en sonunda. ''Zaten sebep değil bahaneydi. Başkasıyla berabermiş meğer, bahane olarak da onu sundu.'' dedi ve kısa bir süre için bedenimde gezdirdiği gözlerini yeniden tavanla buluşturdu.

''Senden doğum gününde mi ayrıldı?'' diye sordum merakla. Bedenim öne doğru eğilmiş ve gözlerim büyümüştü. Deva kısaca güldü ve ''Evet ama benim için özel bir sebebi yok bunun; zaten kutlamıyorum ki. Ha sıradan bir günde ayrılmış ha doğum günümde, fark etmiyor.'' dedi.

Aşkım'ın adı geçtiği an aklıma Aşkım'ın anlattıkları gelmişti. Bu da aklıma, artık Deva'dan gelen bir ıslak toprak kokusu olmadığını hatırlattı bana. Acı kahve gözlerinin yerine oturan karartı ve Beşiktaş'ta dudaklarından dökülerek Pelin'i yaralayan o kelimeleri zihnimden kovuşturmak için hızla konuyu değiştirdim.

Az önceki konumuza dönerek, ''Oda dağılmış mıydı peki?'' diye sordum. Başını iki yana salladı. ''Ama geri bırakırken evi tamamen dağıtmış. Neden geri verdi o fotoğrafı, anlamıyorum.'' dedi. ''Vermeseydi daha mı iyiydi?'' diye sordum ona sitem eder gibi. Bu vukuatı ben yaşasaydım belki kafayı yer, sinir krizleri geçirirdim fakat gün sonunda o defter yeniden ellerimin arasında olduğu için mutlu olurdum yeniden kavuştuğuma.

Bakışları ansızın yüzümü buldular. ''Ben hayatım boyunca çok kez ezildim ama hiç bu kadar hor görülmüş hissetmedim Pera.'' diyerek yanıtladı sorumu. ''Kendimi savunmasız ve aciz hissediyorum. Kendimi aptal gibi hissediyorum.'' dedi dürüstçe. Acı dolu bir gülüş daha bıraktı. ''Bir de bana demişti ki; Pera'ya git, sahip çık.'' Yersiz ve kısa bir kahkaha attı ve akabinde hızla ciddileşti. ''Ben daha kendime sahip çıkamıyorum.'' dedi kısık bir sesle.

''Sahi, öyle demişti değil mi?'' diye sordum ve artık bu soruyla bedenimi tamamen ona doğru çevirerek koltukta bağdaş kurdum. O da bu jestimle bedenini bana doğru çevirdi ve yan bir şekilde oturmaya başladı koltukta. Bunu yaparken de başını aşağı yukarı salladı birkaç kez. Kağıtta tam olarak ne yazdığını ben henüz soramadan Deva yanıtladı zihnimden geçen soruyu. ''Ben senin hayatını da onun hayatını da mahveden kişiyim. Ona git, sahip çık ve seni bana getirsin, ipuçları onda. Acele etmeyin çünkü hak ettiğimi yaşamak için bekliyor olacağım.'' dedi ve sıkıntılı bir nefes verdi. Gözleri gözlerime mıhlanmıştı.

''İpucu?'' dedim sorar gibi. Deva hiç beklemeden kararlılıkla başını salladı. Alaylı sesimi salona doğru bıraktım. ''Saçmalık! Ne arasın bende ipucu?!''

''Pera bak, geçen sefer bunları konuştuğumuzda üzerinde duramadık çünkü bu mektubu öğrendiğin an baygınlık geçirdin. Ama kendine geldiğinde bile detayları irdelemedin; çünkü sadece öğrenmek istiyordun. Benimle Şah'ın peşine düşmeyeceğini henüz ilk günden anladım ben zaten. Şah, dediğim an ağzıma sıçtın çünkü, kendinden geçtin. Sonra bir kez daha şansımı denemek istedim. Bu kez cinnet, sinir krizi yoktu ama yine irdelemedin. Yine Şah'ın peşine benimle düşmeyecektin zaten sonrasında da görüşmemeye karar verdik.'' dedi ve dikkatle yüz ifademi inceledi.

Konuşmayacağımı anladığında devam etti; ''Eğer bu kez birlikte bir yola çıkacaksak, beraber Şah'ı arayacaksak, önemli ya da önemsiz tüm detayları didik didik etmemiz gerekiyor.'' dedi büyük bir ciddiyetle.

''Tamam ama bende ipucu yok Deva!'' dedim. ''Nereden biliyorsun Pera?'' diye sordu sitemle. ''Çünkü benim evime kimse girmedi.'' dediğimde başı omzuna doğru düştü. Yüzünde gözle görülür bir hayret vardı. ''Nereden biliyorsun? Evinin adresini biliyordu sonuçta.'' dedi yakarır gibi bir sesle.

Sertçe yutkundum ve dudaklarımı araladığım sırada, ''Evine girip girmediğini bilemezsin Pera, evini dağıtmadan girmiş de olabilir. Yanlış anlama ama Beyoğlu'nda, sokak arasında oturuyorsun. Ben rezidansta oturuyorum ve kapıda iki tane güvenlik var, eve bir misafir geldiğinde bile mutlaka arayıp haber verirler bize. Ayrıca kameralar cabası... Ona rağmen benim evime kimseye görünmeden girdi ve ortalığın amına koydu. Sen nasıl bu kadar eminsin bundan?'' diye sordu.

Haklılığı karşısında kalbim bir kuş gibi çırpınmaya başladı. Kurduğu cümlelerdeki her bir kelime tek tek göğsüme darbeler vurdu. Gözlerim peş peşe birçok noktada gezinmeye başladılar. Yutkundukça genzimin ıslak sesi doldu kulaklarıma. Yutkunmaya çalıştıkça boğazım acıdı ve aldığım hiçbir nefes ciğerlerime inmedi. ''Benim kapımda hiçbir zaman zorlanma olduğuna dair bir iz olmadı.'' dedim kısık bir sesle.

Acınası bir hâlde, dört harfli kelimelerin peşinden sürükleniyordum. Betonda papatyalar bitsin istiyordum. Çölde su arıyor ve kararmış bir kalbe beyaz fırça darbeleri vurmaya çalışıyordum. Çaresizlik beni dört harfli kelimelere itiyordu ve Deva'nın bana hak vermesini istiyordum. Oysa Deva'nın tek yaptığı, dudaklarını birbirine bastırarak çaresiz bir yüz ifadesiyle çehremi incelemekti. Karartının hüküm sürdüğü gözleri, yüzümdeki her bir noktaya tek tek değiyordu.

Omuzlarımı düşürürken, mağlup bir nefes verdim. Başım öne doğru eğildi ve bakışlarım kucağımı buldu. ''Pera,'' dedi Deva fısıldayarak. Harelerimi yavaşça ona çevirdiğimde onun da omuzlarının düşmüş olduğunu gördüm. Fısıldamaya devam ederek, ''Amcan bize yardım edebilir mi gerçekten?'' diye sordu. Sesinde somut bir umut vardı. Başımı ağır ağır salladım ve ''Edebilir,'' dedim. Fakat sesimi zar zor itmiştim dudaklarımın arasından.

''Amcam Şah'ı biliyor, demiştin.'' dedi. Konuyu değiştirmek ve mağlubiyetimi silip atmak istiyordu. ''Evet, Şah'tan bana bahseden de amcamdı.'' dedim kısık bir sesle. Yeniden dudaklarımı araladığımda sesimin daha gür çıkması için kısa bir mücadele verdim. ''Ben Şah'ı öğrendiğimde on yaşındaydım. Amcam bahsetti.'' dedim.

''Nasıl bahsetti?'' diye sordu merakla. Küçük bir çocuğa, Şah gibi gizemli ve nereden baksak tehlikeli birinin nasıl anlatılacağını düşünüyor olmalıydı. Burnumdan nefes vererek güldüm ve ''Şah aileni öldürdü, dedi amcam bana.'' dedim. Kaşları çatılırken dudakları aralandı. Yaslandığı yerde rahatsızca dikleşti. ''Nasıl yani?'' diye sorduğunda dudaklarını hareket bile ettirememişti. Hayret ve öfkeyle yüzümü inceliyordu. ''Evet,'' dedim. Akabinde kaşlarımı kaldırdım. ''Benim yüzümden ailemi katlettiğini söyledi.'' Deva'nın yüzüne peyda olan şaşkınlık ve öfke git gide büyüdü ve bedeni rahatsızlıkla daha da dikleşti. ''Nasıl yani?'' diye sordu tekrar.

''Kahve içer misin?'' diye sordum rahat bir tavırla. Deva'nın şaşkınlığı daha da büyüdüğünde yersiz bir kahkaha attım. Ayaklanacağım sırada, ''Pera! Otur lütfen! Bırak şimdi kahveyi!'' dedi dişlerinin arasından. Fakat söylediklerini de ses tonunu da önemsemedim ve ''Gel hadi, mutfağa geçelim. Sigara da içeriz.'' dediğimde bıkkın bir nefes vererek ayaklandı. Ayağa kalktığı sırada, ''Gerçekten çok saçma bir inadın var!'' derken, ağzının içinde mırıldanarak söylenmeyi de ihmal etmedi.

Sol duvarda, buzdolabının yanına yerleştirilen küçük bir dolabın üzerine iliştirilmiş, yan yana duran kahve makinelerinden büyük olanında, Ahmet Arif'in demlediği filtre kahve vardı. Deva, arkamda kalan yuvarlak masaya geçerken ben hızla iki fincan kapıp kahve doldurmaya başladım. Fincanları elime aldığımda ise Deva'ya doğru döndüğümde ilk yaptığım, çenemle, soldaki bahçe kapısını işaret etmek oldu. Deva kısaca başını sallayarak yerinden hızla kalktı ve bahçeye çıkan kapıyı açtı.

Dışarı adım attığımızda sabah ayazı yüzümüze sert birer sille vurdu. Küçük bir metal masa ve dört sandalye bulunuyordu taş zemin üzerinde. Henüz fincanları bırakırken taşların da değiştirildiğini fark ettim. Ben fincanları yavaşça masaya bırakırken Deva, içeri koşturdu hızlı adımlarla. İçeriye mont almak için koşturduğunu varsayıyordum. Arkasından seslenerek, çantamdan sigara paketimi de getirmesini rica ettim. Fakat cevap vermediğinde duyup duymadığını anlayamamıştım.

Oturduğum an metal sandalyenin soğukluğu bedenime hızla yayılıp tüylerimi ürpertti ve refleks olarak ilk yaptığım şey, kollarımı bağlayarak omuzlarımı kaldırmak oldu. Deva yalnızca birkaç saniye sonra geri geldiğinde elinde bir sigara paketi, bir çakmak ve ikimizin montları vardı. Sigara paketi Marlboro markaydı, ben ise Kent marka kullanıyordum. Çakmak ve sigarayı masaya bırakırken ayaklandığımda ikimiz de montları giymeye koyulduk. ''Seslendim ama duymadın sanırım, benimki çantamdaydı.'' dediğimde montunun fermuarını çekerken kısa bir bakış attı bana.

''Duydum,'' dedi ve geri oturacağı sırada duraksadı. Sol eli sandalye üzerinde kalmıştı. ''Çantanı karıştırmak istemedim. Benimkini içeriz diye düşündüm ama eğer marka ayrımı yapıyorsan çantanı getirebilirim.'' dedi.

''Yok yok, otur, tamam. Bundan da içerim, fark etmez.'' dedim ve sağ omzuna iki kez hafifçe vurdum. Oturduğumuzda, ''Ama çantamda pek de özel bir şey yok, alabilirdin. Yani benim için sorun olmaz, aklında olsun.'' dediğimde yan bir bakış attı bana.

''Gerek yok Pera,'' dedi sivri bir sesle. Verdiği sıkıntılı nefesin sivri ucu, açıkça güven problemini nişan almıştı. Dilimi damağıma bastırarak cümleleri geri ittim ve uzunca soğuk havayı çektim ciğerlerime.

''Amcan ne zaman gelir?'' diye sorduğunda sesinde saf bir merak vardı. Kol saatime baktığımda aslında amacım saatin kaç olduğunu öğrenmek değildi. Fakat refleks olarak yaptığım jesti engelleyemedim ve saat, sabah beş otuz sekizi gösterirken, ''Birkaç saate, demişti Ahmet. Bilemiyorum, Ahmet uyuduğundan beri bir saat geçti. Sanırım bir iki saate kadar gelir.'' dedim. Deva derin bir nefes koyuverdi ve başını önüne düşürdü. Çaresiz ve sabırsız görünüyordu fakat buna rağmen amcamı tam olarak tanımadan ondan yardım istemek istemediğini de hissettiriyordu.

''Amcam yardım eder Deva.'' dedim baskın bir sesle. Sesim, güven aşılamak istiyor, kafasındaki soru işaretleri, zihnine kanca geçirmesinler diye çırpınıyordu. ''Umarım Pera,'' dedi fısıldar gibi. ''Ne biliyor?'' diye sordu. Bu kez bakışlarını çehreme çevirmişti. ''Hiçbir şey,'' derken sesim çok normal bir şeyden bahsediyormuşuz gibi rahat çıkmıştı. Üstelik bunu söylediğim sırada, göz temasımızı keserek, umarsız bir tavırla dudağıma bir dal sigara götürdüm. Deva şaşkın bir ifadeyle beni izlerken masada duran siyah çakmakla sigaramın ucunu alevlendirdim. Çakmak yandığında, ortamızda oluşan alevin yaydığı ışık, yüzündeki şaşkınlığın gözlerimin önüne daha cesur serilmesine sebep oldu.

Çakmağı masaya bıraktığımda sıkıntılı bir nefes vererek o aldı ve paketten bir dal da o çıkardı. Sigarasını yakarken çakmak alevi, yüz hatlarına daha da keskinlik kazandırıyor, sakalsız çene hatları ve yanakları daha keskin görünüyordu. Gözlerim hızla çenesinden ve yanaklarından gözlerine kaydılar. Bir tutam toprak görmeyi ümit ettim fakat gözbebeklerim gözlerini buldukları an ateş söndü. Sönen ateş, içimde çaresizce çırpınan umut kıvılcımını da yok etti.

''Anlatacak mısın?'' diye sorduğu an ilk fark ettiğim, sesindeki baskın tondu. Neredeyse bir saattir fısıldıyor olmasına rağmen bu kez sesi oldukça gür çıkmış ve fısıldayan ses tonuna alışan kulaklarımın anlık olarak irkilmesine sebep olmuştu. ''Neyi?'' diye sordum. Bu kez benim sesimde saf merak vardı.

Hayretle bakan bakışlarını yüzüme çevirdi. Dudaklarını bir süre aralık tuttuktan sonra, ''Amcan ne biliyor diye sordum ya...'' dedi. ''Hiçbir şey, dedim ya Deva!'' dedim kısık bir sesle sitem ederek.

Birkaç saniye yalnızca bakıştık. Sessizliğin sesini bozan Deva oldu. Başını önüne düşürerek gözlerini kapattı, ciğerlerine derin ve uzun bir soluk doldurdu. ''Pera,'' dedi sıkıca yumduğu gözlerini açmadan. Akabinde başını kaldırdı ve omzuna doğru yatırdı. Yakararak, ''Çok yorgunum,'' dedi. Bunu söylerken yüzü ekşidi ve gerçekten geldiğinden beri epey yorgun görünüyordu zaten.

''Baştan alalım,'' deyip elindeki sigarayı küllüğe bıraktı. ''Sana Şah'tan bahseden amcan, aileni Şah'ın öldürdüğünü söyledi, aileni Şah'ın senin yüzünden öldürdüğünü söyledi hatta...'' dedi 'Senin yüzünden' kısmını bastırarak. Başımı salladım. ''Başka ne anlattı?'' diye sordu direkt. Sesi yumuşak ve sakin çıkıyordu.

Ben de bedenimi ona doğru çevirdim ve ''Hiçbir şey Deva,'' dedim aynı tonla. Kararmış gözleri bir süre gözlerimde gezindiler. ''Son yaşadığım olayları da bilmiyor. Senden bahsetmedim, Şah'tan bahsetmedim, otelden ya da konuştuklarımızdan bahsetmedim. Yalnızca kutuyu biliyor. Zaten buraya gelmemi de o söyledi. Burası çok daha güvenli çünkü.'' dedim gözlerimi kısa bir süre etrafta gezdirerek.

Kadrajıma yeniden Deva'yı aldığımda büyük bir ciddiyetle beni dinliyordu. ''O zaman her şeyi anlatacak mısın?'' diye sordu. Başımı salladım. ''Beni gömmek istediğini de mi?'' Kısa bir süre bekleyip yeniden başımı salladım.

''İpuçları peki?'' diye sordu. ''Amcamda olması imkansız, zaten yurt dışında devamlı olarak. Küçükken de benimle çok ilgilendi ama sürekli yurt dışına gider gelirdi. O yüzden bakıcılarla büyüdüm, bir de Ahmet vardı işte...'' dedim.

''Amcanda ipucu vardır demiyorum, amcan bir tahmin ya da fikir yürütebilir mi? Yani Şah'ı aramamız konusunda bize yardımcı olacak, onu anladım. Ama bu tip detaylar hakkında bize yardımcı olabilir mi sence?'' Sesindeki ümit dolup taşarak gözlerine vuruyordu. Gözlerinden taşan ümit ise sanki avuçlarıma dökülüyordu. Olumlu bir cevap almaya aç gibi, büyük bir sabırsızlıkla dudaklarımdan dökülecek sözcükleri bekliyordu.

Sigaramı küllüğe bırakarak, ''Bilmiyorum Deva, amcam zeki adamdır. Muhakkak aklına bir fikir gelir, umalım ki doğru olsun ve zaman kazanalım.'' diyebildim yalnızca. Başı, cümlem biter bitmez mağlubiyetle önüne eğildi. Omuzları düştü ve kamburu çıktı. Kendini biraz bıraksa sanki kucağıma yığılacaktı. Sol elimi uzatarak, önüme serilen hafif uzun saçlarına götürdüm.

Parmaklarımı saçlarına hafifçe daldırdım ve yumuşak bir sesle, ''Deva, biliyorum yıkılmış durumdasın, ki bence iyi bile dayanıyorsun. Ama bu kadar bırakma kendini, bir yolunu da mutlaka bulacağız, Şah'ı da mutlaka bulacağız. Amcam en azından Şah'ın gücü karşısında elimizin güçlenmesini sağlayacaktır.'' dedim. Bir şey söylemesini, başını kaldırarak saçlarını parmaklarımın esaretinden kurtarmasını, başını sallamasını, bir şey yapmasını bekledim. Fakat hareket dahi etmedi. Yalnızca, çıkıntılı âdemelmasının sesini duydum.

"Şah aileni neden senin yüzünden öldürmüş?" diye fısıldayarak başını kaldırdı birkaç sessiz dakikadan sonra. Saçlarının arasındaki sol elim yavaşça kucağıma düştü. "Bilmiyorum," diyerek yanıtladım onu. Hayret ifadesi yüzünde bir kez daha dalgalandı. "Sormadın mı?" düye sordu merakla.

"Sordum tabii ki!" diyerek teessüf eder gibi baktım. "Ama cevap vermedi. On yaşımdan beri ne zaman sorsam kaçtı. Sen varsın diye Pelin, sen olacaksın diye, demişti yalnızca. Gerçi zaten bana bunu söylediğinde de on yaşımdaydım." dediğimde dudaklarımdan histerik bir gülüş döküldü. Deva'nın yüzü ise duyduğu cümlelerle git gide karıştı. Bu kez o soru sormak isteyen fakat çekinen taraftı. Dudakları merakla aralanıp geri kapanıyor ve dilinden kelimeleri bir türlü dökemiyordu.

Omuzlarımı düşürerek, "Deva bunu daha sonra konuşsak olur mu?" diye sordum. Soruyu Pelin sormuştu. Ses tınısı Pelin'e aitti.

Deva mağlubiyet yüklü bir nefes vererek omuzlarını düşürdü. Yüz ifadesindeki şaşkınlığa yine öfke eşlik ediyor gibiydi. Mırıldanarak, "Sadece anlamıyorum, on yaşındaki bir çocuğa böyle bir şey nasıl söylenir!" diyerek söylendi ağzının içinde.

Sıkıntılı bir nefes koyuverdiğimde zihnimde küvet ve kana bulanmış altın Şah dolanmalıydı, oysa tek düşündüğüm, Şah'ın Deva'ya bahsettiği ipucuydu. "İpucu," dedim rahatsız bir sesle mırıldanarak. Deva bir dirseğini masaya, bir dirseğini sandalyenin sırtına yaslamış bir şekilde bana bakıyordu. "İpucu," dedim yeniden sıkıntılı bir nefes vererek. Bakışlarımı Deva'ya çevirdiğimde yüzünde karmakarışık bir ifade gördüm. Aynı ifade benim yüzümde de seriliydi. "Varsa eğer nereden bulacağız Deva?" diye sordum çaresizce.

Bir süre sonra sigaralarımızın kendi kendilerine söndüklerini fark ettim. Masadan yeni bir sigara ve çakmak alırken Deva'nın gözleri düşünür gibi sağa sola değmeye başladı. "Evine gidip bakalım mı?" diye sordu aniden. Gözlerim kol saatime kaydılar. "Amcan gelene kadar geliriz, en azından göz gezdirelim." dedi. Amcamdan yardım isteme fikrinden emin olamasa da ondan yardım istemek için sabırsızlanıyordu çünkü çaresizdi. Amcamı beklerken, zamanın Deva için geçmediğini biliyordum çünkü benim için de geçmiyordu. ''Amcam gelene kadar dönemeyiz ki, uzun sürer aramak.'' dedim. Omuzları bir kez daha düştü ben sigaradan çektiğim nefesi üflerken.

''Günaydın!'' Gelen sesle ikimiz de yerimizden sıçradık ve bakışlarımız teras kapısına döndü. Ahmet Arif iki kolunu da pervaza yaslamış bir pozisyonda bize bakıyordu. ''Günaydın,'' dedik mırıldanarak ikimiz de. ''Sen neden uyandın?'' diye sorduğumda yüzünü ekşitti.

İki adımla yanımıza varıp masanın etrafından döndü ve boş sandalyelerden birini çekerek karşımıza oturdu. Yüzünde hâlâ hoşnutsuz bir ifade vardı. ''Erdem amca uyutuyor mu ki?!'' diye öfkeyle söylendiğinde Deva bana kısa bir bakış attı. Amcam Ahmet'i aradığına göre uçaktan inmiş olmalıydı.

Tahminimizden erken geldiği için kaşlarım merakla çatıldı ve Deva'nın da şaşkınlıkla dolu gönderdiği bakışı umursamadım. ''İnmiş mi uçaktan?'' diye sordum merakla. Sigaradan iki derin nefes daha çektim. Ahmet başını salladı. Gözleri ve yüzü şişti, başı her an omzuna düşecekmiş gibi görünüyordu.

Soru soracağım anda, elleriyle yüzünü kısaca ovuşturduktan sonra kaşlarını kaldırarak, ''Kahve var mı?'' diye sordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı iki yana salladım ve önümdeki, henüz bir yudum aldığım soğuk kahveyi Ahmet'in önüne doğru ittim. Deva gözleri ile fincanı ittiğim sağ elimi takip ederken, ''Eğer tiksinmezsen, bir yudum aldım.'' dedim. Ahmet gür bir sesle, ''Ne zaman tiksindim senden Pera?!'' diye sordu. Sesinde gözle görülür bir sitem vardı.

Ahmet fincanı sağ eliyle dudaklarına götürürken, aldığım cevap ile gülümseyerek Deva'ya döndüm. Deva ise ifadesiz yüzüne tezat olan sert bakışlarını gönderiyordu yüzüme. Göz kırparak hafifçe başımı salladım, ne oldu, der gibi. Cevap vermeden bakışlarını masaya çevirdi. Üstelemeden Ahmet'e döndüğümde üzerinde tişört olduğunu yeni fark ediyordum.

''Üşümüyor musun tişörtle Ahmet?! Saat sabahın altısı neredeyse!'' dedim öfkeyle. Deva yeniden bana kısa bir bakış atarken benim gözlerim Ahmet'te geziniyordu. Fakat Ahmet beni, tıpkı benim Deva'yı umursamadığım gibi umursamadı ve kızgın cümlelerimi yanıtlamadı.

Elimde tuttuğum sigara henüz yarısındayken söndürmeye yeltendiğimde Deva elime uzandı ve attığı bakışla sigaramı içmek istediği mesajını verdi. Şaşırdım fakat bir şey söylemeden sigarayı parmaklarının arasına almasına müsaade ettim. Sigaramı aldıktan sonra bir nefes çekti ve Ahmet'in bana cevap vermeyerek yarattığı boşluktan faydalandı. ''Ne zaman gelecekmiş?'' diye sorduğunda Ahmet çoktan kahveyi bitirmişti.

''Almaya gideceğim şimdi.'' dedi ve ayaklandı. ''İnmiş uçaktan.'' dedi öfkeli ve sitemli bir nefes vererek. Sesine yayılan öfke, merakla kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Çünkü uyandırıldığı için öfkeli değildi, aynı zamanda imalı bir bakış da atmıştı bunu söylerken. Henüz soru sormama fırsat vermeden, ''İstanbul Havalimanı'ndaymış. Alır, gelirim hemen. Bir saate geliriz, belki biraz geçer.'' derken teras kapısına doğru ilerledi.

İçeriye henüz girmeden arkasından seslendim. ''Nasıl bu kadar erken geldi? Daha geç gelmeyecek miydi?'' diye sordum. Kısaca duraksadı ve bize doğru döndüğünde, mırıldanarak, ''Bilmiyorum,'' dedi yalnızca. Yüzü yine hoşnutsuzlukla buruşmuştu ve ses tonu da oldukça rahatsız ediciydi. Cevap vermemize olanak tanımadan hızlı adımlarla mutfağa girdi.

Karanlığa karışarak kaybolan Ahmet'in artık göremediğim sırtından bakışlarımı çevirdiğimde, sigarayı söndüren Deva'nın sert bakışlarıyla karşılaştım. ''Neden öyle bakıyorsun bana?'' diye sordum merakla. ''Hiç,'' diye mırıldanarak bakışlarını masaya çevirdi.

Ay ışığının vurduğu profilini dikkatle izlerken, ''Defter ne defteri tam olarak?'' diye sordu bir anda. Bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerimiz havada çarpıştılar. Neden dikkatle onu incelediğimi soracağını düşünüyordum fakat ifadesiz ve kendinden emin bir şekilde bakışlarını sürdürerek dudaklarını aralamadığında, derin bir nefes alarak önüme döndüm ve ''Ailemden bana kalan bir defter. Ondan başka kalan bir şey yok işte, söylediğim gibi.'' dedim.

''Ne var içinde?'' diye sordu meraksız bir sesle. ''Annem bana hamile kaldığını öğrendiğinde günlük tutmaya başlamış. Tüm defteri annem yazmış, babamın bir yazısı var sadece. Maneviyatı büyük yani.'' dedim fısıldayarak.

Deva'dan bir süre yanıt alamadığımda bakışlarım refleks olarak ona döndü. Gözlerimi ona çevirdiğim an hayranlık dolu bakışları gözlerime mıhlandı. Yüzünde silik bir tebessüm vardı fakat hüzün de seziyordum o tebessümde. Onun elinde yalnızca bir fotoğraf varken, ben ailemle konuşabilme şansı yakalamıştım ve buna imrendiğini net bir şekilde görüyordum gözlerinde.

''Hiç öyle bakma Deva,'' dedim gülümsemeye çalışarak. Bedenimi ona doğru çevirdim. Yan yana sandalyelerde karşılıklı oturuyorduk yeniden. ''Her okuduğumda kahroluyorum.'' dedim söylediğimin altını doldurmak için.

Dudaklarını birbirine bastırdı ve ''Okuma o zaman. Neden okuyorsun? Bırak kenarda kalsın o defter. Sen sadece orada ailenden bir parça olduğunu bil ama okuyup kendini harap etme o zaman.'' dedi kadife gibi bir sesle. Birkaç saniye yüzüne baktım yalnızca. Onun gözleri de benimkileri taklit ederek yüzüme dikilmişlerdi.

Ayazdan büyük bir nefes doldurdum ciğerlerime. ''Zaten yıllardır okumuyordum. Buraya geldiğimde gördüm tekrar masada, okudum yeniden.'' deyip gözlerimi masaya çevirdim ve es verdim. Yolumu kaybettiğim için kendime küfürler savuruyordum içimden fakat bunu dudaklarımdan dökme fikri, dudaklarımın yanmasına ve dilimin uyuşmasına sebep oluyordu. Deva sabırla verdiğim esin bitmesini beklerken derin bir nefes daha çektim gözlerimi masadan ayırmadan.

''Söyle,'' dedi fısıldayarak. Kadrajıma onu aldığımda, dirseklerini dizlerine dayamış ve bana doğru eğilmişti. Dikkatle yüzümü inceliyordu. ''Bana güvenmek istediğini biliyorum Pera. Günlerce direttin bunun için, ben sana gerek olmadığını ve seni anladığımı söylememe rağmen. Ama şimdi gerek var. Şimdi bana güvenmen gerekiyor. Seni hâlâ anlıyorum ama denemen gerekmez mi?'' Ses tonunu o kadar kırılgan ayarlamıştı ki dile getirdiği her kelime, dudaklarından döküldüğü an bir tüy gibi uçup hiçliğe süzüldüler.

Fısıldayarak, ''Yolumu kaybetmişim, bunu söyleyecektim sadece.'' dedim titrek bir sesle ve ardından zorlukla yutkundum.

Bir şey söylemeden yüzüme bakma eylemini sürdürdü bir süre. Daha sonra ise beklemediğim bir anda, biraz daha eğilerek omuzlarımdan tuttu ve beni hafifçe kendine doğru çekti. Başımı göğsünde bulduğumda tek hissettiğim şey, bedenimi sıkıca saran kolları değildi. Kalbim, yeniden, bir mahkûm olduğunu ve parmaklıklar ardında sıkışıp kaldığını hatırlamıştı. Yeniden özgürlük istiyor ve hürriyete aç bir hâlde göğüs kafesime darbeler vuruyordu.

Derin bir ürperti hissettiğim an ilk etapta suçu ayaza atmak istedim fakat ürpertinin bedenimin içinde dalgalandığını anladığımda tek yapabildiğim, başımı serbest bırakmak ve tamamen göğsüne dayamak oldu. Burnuma dolan fakat patrikor olmadığını bildiğim koku ile tamamen gevşedim. Bu gevşemeyi bana kabullendiren şey ise gözkapaklarımın ağır ağır kapanması oldu.

O şekilde ne kadar kaldığımızı bilmiyorum fakat Deva'nın derin bir nefes ile kalkıp inen göğsü, gözlerimi yeniden aralamama sebep oldu. Gözkapaklarımı kaldırdığımda ilk gördüğüm ise gökyüzünün, turuncu ve kırmızı renk gömleği üzerine yavaş yavaş geçirmeye başlamış olmasıydı. Saatler geçtiğini düşündüm artık aydınlanmaya başlayan hava ile. Başımı hafifçe kaldırıp, ''Uyudum mu ben?'' diye sordum kısık bir sesle. Fakat bedenimi dikleştirmedim ve doğrulmak için bir hamle yapmadım.

Deva'nın çenesi, başıma dayalıydı ve bu durum, ''Evet, sanırım,'' dediğinde çenesini tam oynatamadığı için söylediklerinin ağzının içinde yuvarlanmasına sebep oldu. ''Kaç dakika geçti?'' diye sordum merakla. Amcamın bir an önce gelmesini ümit ediyordum. ''Bir saat oldu mu?'' diye sordum.

Deva burnundan nefes vererek güldü. Çenesini başımdan hafifçe kaldırdı ve pozisyonunu bozmadan, ''On dakika oldu Pera.'' dedi yumuşak bir sesle.

Ben henüz bir şey söylemeden tekrar başıma dayandığını hissettim fakat bu kez saç diplerime yerleştirdiği sağ yanağı idi. Çünkü, ''Defteri okuma.'' diye fısıldadığında sesi bu kez net çıkmıştı. Ben de fısıldadım onun gibi. ''Okumam lazım. Yıllar sonra ilk kez okumaya başladım ama tam bitiremedim. Bir daha okumayacaksam bile, bir kez daha baştan başlayıp bitirmek istiyorum.'' dedim.

''O zaman yalnız okuma.'' dediğinde bu kez fısıldamamıştı ve sesi yüksek perdeden çıkmamasına rağmen bariton tonu açıkça seçiliyordu. Derin bir nefes aldığımda, fısıldayarak, ''Yalnız okuma Pera.'' dedi tekrar. Başını hafifçe geriye çekmişti ve göz teması kurmak istiyordu. Cevap vermedim. Göz teması kurmadım. Yerdeki, artık yavaş yavaş aydınlanan çimenlere boş bakışlar atmaya devam ettim. Bedenini tamamen geriye çekti ve başını eğerek boylarımızı eşitlemeyi denedi. Kollarımı sıkıca kavradı ve göz teması kurmak için sabırla, yüzümü ona çevirmemi bekledi.

Gönülsüz bir şekilde, gözlerimi ağır ağır yüzüne çevirdiğimde artık göz teması kurmuştuk. ''Lütfen, tek okuma,'' dedi tane tane. Yüzümü ekşiterek başımı salladım. Defteri baştan tekrar okuyacağım zaman Deva'dan yanımda olmasını rica etmeye karar vermiştim. ''Ahmet Arif seni kırmaz. Zaten yıllardır tanışıyorsunuz, muhtemelen aşina olduğu şeylerdir. O da olsun yanında ama tek olma.'' dedi. Ses tonunda ima yoktu, hüzün yoktu, bozgunluk ve mağlubiyet yoktu. Fakat ısrar ve anlayıştan da yoksundu sesi. Söylediklerini, düz bir sesle, söylemesi gerektiği için söylemiş gibiydi.

Şaşkınlık dolup taşan gözlerimi gözlerine çevirdiğimde. ''Ben senden isteyecektim aslında.'' dedim. Kaşları aniden çatıldı, bunu beklemediği belliydi. Derin bir nefes aldım ve ''Haklısın, en azından denemem gerekir. Sen benim yanımda olur musun okuduğumda?'' diye sordum. Fakat yine Pelin sormuştu bu soruyu da. Ses tonum ve sesimi ele geçiren masumiyet, tamamen Pelin'e aitti.

Deva gülümseyerek başını salladı. Gözleri kol saatine kaydığında, amcanların gelmesine hâlâ bir saat var. İstersen şimdi okuyabilirsin.'' dedi. Kısaca düşünüp hafifçe başımı salladım ve aniden ayaklandım. Deva da benimle ayaklandığında hiç beklemeden, hızlı adımlarla içeri girdik ve yine hızlı adımlarla üst kata tırmandık.

Pelin'in odasına değil, kaldığım misafir odasına girdiğimizde kırmızı defter yatağın üzerindeydi. Deva içeri girdiğimizde montunu çıkarırken kısaca odada gezdirdi bakışlarını. Ben ise hiç duraksamadan hızla deftere ilerledim ve yatağın sağ kenarına oturarak defteri elime aldım. Deva ağır adımlarla bana doğru ilerleyip soluma oturduğunda ilk söylediği şey, ''Montunu çıkarmayacak mısın?'' oldu. Defter üzerine mıhlanan gözlerimi çekmedim. Deva'yı yanıtlamadım fakat oda gerçekten sıcaktı ve montumu çıkarsam fena olmazdı. Başımı hafifçe onaylar gibi salladım fakat gözlerimi, pencereden içeri sızan güneş ışınlarının vurduğu defterden çekemiyordum.

Uzun bir soluk alıp defteri dizlerime bırakmaya yeltendiğimde Deva bana doğru eğilerek fermuarı indirdi ve montu omuzlarımdan sıyırarak kollarımdan çeken ve bedenimden kurtaran o oldu. Deva'nın bu aksiyonu ile defteri elimden bırakmadım. Monttan kurtulduğumda yeniden iki elimle kavradım kırmızı defteri ve üst üste üç kez yutkunmayı denedim. ''İstersen sonra oku Pera, zamanımız var.'' dediğinde, ''Ama sen gideceksin.'' dedim çocuk gibi.

Bakışlarım, Deva'nın artık aydınlanan yüzünü bulmuştu ve gözlerim gözlerini eşeliyordu fakat yine toprak göremiyordum acı kahve harelerde. Deva yumuşak bir sesle, ''Gelirim yine istediğinde.'' dedi. Umarsızca sol omzumu silktim ve kadrajıma yeniden defteri aldım.

Biraz daha bana doğru eğildi ve fısıldar gibi ''Şimdi okumak zorunda değilsin Pera. Söz veriyorum, ne zaman çağırırsan, o an geleceğim.'' dedi. ''İşim de olsa, önemli bir programım da olsa, sözüm de olsa, bırakıp geleceğim. İptal ederim gerekirse, önemli değil.'' dedi ve gülerek ekledi; ''Yapmadığım şey değil biliyorsun.'' Gözlerim yeniden onu bulduğunda içten bir gülümseme ile bakıyordu yüzüme. Gözleri kısılmıştı ve yüzüne vuran günün ilk ışınları, kumral teninin buğdaya dönmesine sebep oluyordu.

Gözlerimi yüzünden çekerek birkaç saniye etrafta gezdirdim. Düşünürken ara sıra yaptığım gibi dudaklarımın içlerini yiyordum. Defteri bükerek sayfaları yukarıdan aşağı hızla kaydırdım. Bu işlemi birkaç kez peş peşe yaptım. Akıp giden sayfalara yalnızca bakıyor, bakarken düşünüyordum. Deva'nın gözleri de benim gibi sıra sıra dökülen sayfaları izliyordu. ''Tüm yazılar kırmızı mı?'' diye sordu aniden gülümseyerek.

Ben de onun gibi gülümsedim ve ''Annem hepsini kırmızı yazmış. Babamın yazısı mavi. Muhtemelen o an eline ilk geçen kalemle yazdı.'' dedim ve kıkırdadım. Sayfaları yeniden, bu kez daha ağır bir şekilde yukarıdan aşağı kaydırmaya başladım.

''Defter yıpranır öyle, yapma.'' dedi yumuşak bir sesle.

''Yıpransın, benim defterim işte. Bana benzer.'' dedim histerik bir gülüşle. Gözlerim halen defterin akıp giden sayfalarına bakıyordu. Deva'nın gözlerinin ise profilime baktığını biliyordum. Birkaç saniye sonra, bir aşağı bir yukarı akıtıyordum sayfaları. Fakat bakmıyor ve görmüyordum. Parmaklarım, robotik hareketlerle, kısa sürede ezberledikleri eylemi sürdürüyor, gözlerim ise dalıp gittikleri yerde defterden başka bir sürü şey görüyorlardı.

Bir anda defteri, Deva ile aramızda kalan küçük boşluğa bıraktım. Bakışlarım tavana tırmandılar. Deva, kısık ve kırılgan bir sesle, ''Bakabilir miyim?'' diye sorduğunda defteri kastettiğini biliyordum. Yalnızca başımı salladım. Dikkatle defteri eline aldı. Göz ucuyla, yaptığı hareketleri anlayabiliyordum. Defteri, dünyanın en kırılgan şeyiymiş, önemli bir tarihi esermiş gibi tutuyordu ellerinde. Sayfaları dikkatle ve yavaşça çeviriyor, yalnızca göz gezdiriyordu. ''Annenin yazısı çok güzel.'' dedi fısıldayarak.

''Evet,'' diyerek yanıtladım onu, gözlerim halen tavandalardı. Bir süre, kulağımıza çarpan tek ses, narince açılan sayfaların sesleri oldu. Deva burnundan nefes vererek güldü ve ''Neden deftere not aldın?'' diye sordu sahte bir öfkeyle. ''Ne notu?'' diyerek ona döndüm. ''Ben ağlarken bile kendimden uzak tutuyorum bu defteri deforme olmaması için.'' dedim. Kaşlarını kaldırarak, ''Deforme olmaması için?'' dedi sorar gibi. ''Ama büküyorsun defteri. Öyle mi?'' diye sorarak da sorusunu destekledi. Yüzünde silik bir gülümseme vardı. Sahte bir utançla karışık bir gülümseme gönderdim başımı boynuma eğerek. Bu tepkime kısa bir kahkaha atarak karşılık verdi.

Gözlerini deftere çevirirken, ''37 derece ne?'' diye sordu merakla. ''Ne derecesi?'' diye sorarken kaşlarım merakla çatıldı. Ben de Deva gibi kadrajıma defteri alırken, ''Siyah kalemle yazmışsın hem de. Annene babana neden yamuk yaptın?'' diye sordu gülerek.

Sorusunu sorarken, açık olan sayfanın sağ üst köşesinde, siyah mürekkeple, ''37°'' yazdığını gördüm.

Bir kez bile mürekkep vurmadığım, defalarca okuduğum defterin, önümde açık duran sayfasında, daha önce orada olmadığından emin olduğum ''37°'' yazılıydı siyah mürekkeple.

 

 

♛♚

 

 

Hikaye ve bölüm ile ilgili yorumlarınızı bu satıra bırakabilirsiniz.

 

 

Küçük yıldıza dokunmayı unutmayın.

 

 

Twitter: esaturk07
Insta: esaturk_07
Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%