Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13 - SİYAH KEPENGİN KARA DELİĞİ

@esaturk

 

 


Anathema - Deep

''Toprak kokusu,'' dedim yalnızca. Ciğerlerime dolan koku, zihnimi de bedenimi de uyuşturmuş gibiydi. Bir maddenin etkisinde gibiydim. Beklediği onca açıklamaya rağmen tek yapabildiğim, kısık bir sesle, ''Özür dilerim.'' diyerek başımı yeniden göğsüne yaslamak oldu.

 

 

♛♚

''Ne için özür diliyorsun?'' diye sordu kısık bir sesle, arkasından imalı bir şekilde ekledi; ''Yine?''

Başımı kaldırarak dağılmış saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Gözlerimi, alev harelerin yansıdığı gözlerine çevirip yumuşak bir sesle, ''Neden bana söylemedin?'' diye sordum.

Kaşları çatıldı ve bir süre merakla yüzümü inceledi. ''Neyi? Neyin var senin? Neden ağlıyorsun?'' diye sordu kısık bir sesle.

''Bendim.'' dediğimde sesim yeniden titredi fakat bu kez kendimi tutmayı denedim. ''Pelin değildi, bendim, benmişim.'' dedim titreyen sesimle. Yeniden ağlamamak için büyük bir mücadele veriyordum bu kez. Deva'nın katil olmadığına inanmak isteyenin yalnızca Pelin değil, benim de olduğumun farkına varmam ise bu mücadeleye büyük bir balyoz darbesi indiriyor ve sesimi depreme gebe kılıyordu. Fakat yine de sesime kurulmaya çalışan depreme meydan okuyor ve Deva'nın karşısında ağlamamaya çalışıyordum. Çünkü onun karşısında bir kez daha ağlamak istemiyordum.

''Nasıl yani?'' diye sordu Deva. Bu kez sesinde salt merak vardı. Gözümün önüne düşen, kulağımın arkasına itemediğimi fark ettiği bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve cevabımı bekledi.

Yarısına, yapay alev hareleri vururken diğer yarısı karanlıkta kalan yüzündeki, görebildiğim her bir mimiği incelemek, hiçbirini kaçırmamak istiyordum. Açık kahve harelerim telaşla yüzünde geziniyordu. ''Sen değilmişsin. Sen yapmamışsın.'' dedim fısıldayarak. ''Neden bana söylemedin?'' diye sorduğumda yüz ifadesi ansızın donuklaştı.

Burnuma dolan patrikora rağmen, tüm zerremde hissettiğim o toprağın canlılığına rağmen donup kalmıştı Deva. Sanki bedeni ansızın soğumuş ve bütün kanı çekilmişti. Sanki tekli koltuk üzerinde, bedenimin altında serili yatan bedeni, iki hafta önce bavula yerleştirdiğim bedeniydi. Tenine işlediğini hissettiğim zemheri soğuğu, kar beyaza dönen rengi ve ifadesiz bakan gözlerine tezat olarak toprak hareleri yerli yerindeydi fakat.

''Nasıl? Nereden?'' dedi kısık bir sesle kekeleyerek ve boğazını temizleyip doğrulmak için küçük bir hamle yaptı. Üzerine serilmiş bedenimi, kalkması için doğrultacağım sırada elleri yeniden zarifçe belime yerleşti ve pozisyonunu bozmamaya karar verdi. Yeniden yerine yerleşen bedeni ile ben de hareket etmedim ve üzerinde serili kalmaya devam ettim.

''Nereden öğrendin? Nasıl öğrendin?'' diye sordu fısıldayarak. Göz bebekleri, gözlerim arasında hızla tur bindiriyorlardı.

''Öğrendim işte Deva,'' dedim omuzlarımı silkerek. Ses tonum düzelmişti ve ne zelzele ne de deprem vardı sesimde. ''Neden söylemedin?'' diye sordum yeniden.

Buruk bir tebessüm peyda oldu dudaklarına. ''İnanmayacaktın,'' dedi sessizce.

Karşı çıkmak istedim, dudaklarımı araladım fakat nefesimi dışarı veremedim. Ses tellerim titremedi ve dudaklarımdan sesim dökülmedi. Haklıydı, inanmayacaktım ve bunu kendim dile getirmiştim. Pelin değildim ben çünkü Pera idim ve ona Pelin inanmak istiyordu. Fakat ben artık, bunu bekleyenin yalnız Pelin değil, Pera da olduğunu çoktan fark etmiştim ancak yine de sesimi çıkaramadım.

''Yanlış mı düşünüyorum?'' diye sorup sağ işaret parmağının tersini kısa saçlarıma çıkararak üzerinde hafifçe gezdirdi. Gözleri, saçlarımla varla yok arası temas ederek akıp giden parmağını izlerken yeniden göz teması kurdu. Kısık bir sesle, ''Haksız mıyım?'' diye sordu derin bir nefes vererek.

''Haksızsın aslında çünkü Pelin değilmiş yalnızca, benmişim,'' dedim ben de onun gibi fısıldayarak ve derin bir nefes çekip özür dilemek için dudaklarımı araladığımda elini hızla saçlarımdan çekerek parmaklarının tersini dudaklarıma hafifçe dayadı. ''Özür dileme Pera,'' dedi aniden. Omuzlarım çöktü. ''Haklıydın, söyledim; seni anlıyorum bundan nefret etsem de.'' dedi.

''Yine de söyleyebilirdin Deva,'' dedim yeniden sesim titrerken. Parmakları dudaklarımdan düştü ve yeniden elini belime nazikçe yasladı. "Öyle olmamasını isteyen benmişim. Söyleyebilirdin aslında ve keşke söyleseymişsin." dedim yeniden sesim titrerken. Kendimi ona karşı çok mahcup hissediyordum. Bu sayamadığım kaçıncı mahcubiyetti bilmiyordum ve artık iyiden iyiye eziliyordum bunun altında.

Yutkundu. "İsteklerimiz her zaman yerine gelmez. Hayatta her zaman bir şeyler isteriz ama her zaman elde edemeyiz." dedi.

"İsteklerimiz hep yerine gelsin ama." dedim hayıflanarak. "İstediğimiz her şey olsun. Olsa keşke ve bunu biraz da biz yapabiliriz sanırım. Biraz da bizim elimizde. Bakmak yerine görmemiz yeter aslında." dedim.

"Evet ama söylediğin şey pek de kolay değil Pera. Bakarız ama her zaman göremeyiz. Ben mesela, bunu senin istediğine hep inanmak istedim ama sen zaten inanıyormuşsun ve ben bunu göremedim. Baktım, uzun uzun baktım sana ama görememişim. Baksana, sen bile fark etmemişsin." dedi.

"Keşke bana söyleseydin." dedim yeniden.

Deva beni yanıtlamadı, göz bebekleri aceleleri yokmuş gibi yavaş yavaş yüzümde gezdi. Bir anda gözlerini kıstı ve ''Hain!'' dedi fısıldayarak. Merakla yüzüne bakarken, ''Uyumuşsun.'' dedi. Mahcubiyetle dudaklarımı birbirine bastırırken ''Uyumayacaktın hani ben gelmeden, bensiz mi uyudun?'' diye sordu ve yeniden gözlerini kıstı. ''Hain!'' dedi yeniden fısıldayarak.

Bakışlarım yüzünü kısaca taradıktan sonra gözlerinin biraz şiş olduğunu fark ettim ve gözlerim büyürken geri doğru çekildim. Yüzümü yüzünden uzaklaştırarak tabloya uzaktan bakmayı denedim. ''Sen uyumadın mı yoksa hâlâ?!'' diye sordum hiddetle.

Başını iki yana salladı.

''Ben, gelirsin ve beraber uyuruz diye düşünmüştüm ama sen gelmeyecektin.'' dedim ve arkasından hızla ekledim; "Yani, beraber derken, tabii beraber değil. O anlamda söylemedim, aynı çatı altında anlamında söyledim. Hani dedim ya; sen gelmeden uyumayacağım, diye. O yüzden, uyuyayım diye gelmeni bekledim. Yani uyuruz diye. Ama beraber değil. Yani, beraber ama öyle beraber değil." dedim telaşla.

Dudaklarımdan telaşlı cümleler dökülürken tebessümle yüzümü izledi. Bitirdiğimde ise küçük bir kahkaha attı gözlerini tavana dikerek. Hareleri yeniden yüzümü bulduğunda çehremde kısa bir gezintiye çıktılar ve dudaklarımda takılı kaldılar. Dudaklarına kurulan büyük ve içten gülümsemesi soldu ve dudakları önce düz bir çizgi hâlini aldı, ardından aralandı.

Dudak hareketlerini anbean takip edebiliyordum çünkü benim harelerim de onun biçimli dudaklarında asılı kalmışlardı. Kırmızı şarabın kızıllığı hafifçe bulanmış aralık dudaklarını bir tablo gibi inceliyordum. Dudakları dışındaki her şey bulanıklaştı ve yavaş yavaş hiçliğe karıştı. Bu kez toprak hareleri değil, aralık duran ve nefesinin süzüldüğü dudaklarıydı beni transa iten.

Fısıldar gibi, "İsteklerimiz her zaman gerçekleşir mi sahiden?" diye sorduğunda nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Tüm sesler ve hatta sessizliğin sesi bile boğuklaşarak kulağıma dolarken, onun bariton sesi kulaklarımda uzunca yankı buldu. Sesine karışan tüm notalar zihnimde eko yaparken kurak dudaklarım, dudaklarının ıslaklığına susamışlardı.

Başımı, onu onaylar gibi salladığımda bir süre öylece bekledi. Toprak hareleri dudaklarımdan bir an olsun ayrılmadı. "Benim mesela, şu an istediğim bir şey var ve gerçekleşmesini istiyorum." dedi. "Ama bunu tek başıma başaramam." diyerek ekledi.

Kısık bir sesle, "Benim de şu an yapmak istediğim bir şey var ve ben de tek başıma yapamam." derken gözlerim aralık duran ve içinden sızan sıcak nefesin dudaklarıma çarptığı dudaklarındaydı halen.

Yelkovan durmaksızın ilerledi, dudakları aralık bir hâlde öylece beklediler. Sıcak nefesi dudaklarıma vurup durdu, kalbim hızla çarptı ve bir müddet, yalnızca tablo izler gibi, nefeslerimizin görünmeyen sıcaklıklarını izleyerek öylece bekledik.

Nihayetinde derin ve titrek bir nefes aldı. Kalkıp inen göğsü hafifçe sarsılmamı sağladı. Transtan bir kez daha uyandım. Boğuk sesler yok oldu ve karanlıktaki alev harelerin çarptığı tüm nesneler yeniden somut olarak yerlerine geçtiler. Başını geri doğru çekti ve yüzlerimiz arasındaki mesafeyi milimetrik ölçüden bir karışa çıkardı. Gözleri gözlerime tırmanırken dudaklarını ıslattı ve sıkıntılı bir nefes verdi fakat verdiği sıkıntılı nefese rağmen gülümsemeyi denedi.

Ben de bedenimi hafifçe geri çektim ve sıkıntılı bir nefes verirken gülümsemeye çalıştım. Dudaklarımın susuzluğunu gidermediği için ona içten içe bencilce kızıyordum fakat Pelin, birkaç dakika önce öğrenmiş olduğumuz somut gerçeklikle ona bir kez daha sıkıca sarılmam gerektiğini haykırıyordu mutlulukla. Pelin'in hatırlattığı video kaydı ve rüyamda gördüğüm kahkaha atan sesini düşünürken gözlerimi, Deva'nın, boşta kalan sol göğsünde gezdiriyordum boş bakışlarla.

Saç tellerimde yeniden işaret parmağını hissettim. Yeniden fısıldadığını işittim. ''Hain!'' dedi bir kez daha şakayla karışık. Gözlerimi yüzüne çevirdiğimde, saçlarımda gezdirdiği harelerini yüzüme doğru kaldırdı ve kaşlarını çattı. ''Bi' daha sana inanmayacağım. Ben gelmeden uyumazmış! Hain!'' dedi bir karış uzağımdaki öfkeli yüz ifadesiyle.

''Rüya gördüm!'' dedim kısık bir sesle. Bedenimi, heyecanla ona doğru çevirdim.

İşaret parmağına, saçlarımda yukarıdan aşağı bir tur daha attırırken, ''Hmm?'' diye mırıldandı sorar gibi. Kaşlarını anlık olarak kaldırdı bunu yaparken.

''Evet,'' dedim heyecanla. ''Dere vardı. Ormandaydım ama güzel bir ormandı, yemyeşildi. Salkım söğütler vardı bir sürü. Üzerimde beyaz bir elbise vardı.'' deyip nefes aldım ve heyecanla devam ettim. Gözlerimi karanlıkta birçok noktaya dokunduruyor, görsellerin gözümün önüne gelmesini sağlıyordum. ''Yemyeşil çimenler vardı, hava güneşliydi ve arkada dağlar duruyordu. Kuş sesleri falan vardı, çok güzeldi!'' dedim fısıldayarak.

''Hmm, başka?'' dedi bir kez daha mırıldanır gibi.

Bakışlarımı, alev harelerinin aydınlattığı zeminden Deva'nın yüzüne çevirdiğimde başını hafifçe omzuna doğru eğmiş, içten bir gülümseme ile yüzüme bakıyordu. O kadar güzel ve samimi bir ifade vardı ki yüzünde, yutkunmama sebep oldu. ''Başka?'' diye sordu kaşlarını kaldırarak. Sol omzumu kaldırıp indirdim. Yumuşak bir sesle, ''Bakalım mı anlamına?'' diye sorarken işaret parmağı bir kez daha tutamlarım arasında yavaşça aşağı aktı.

''Bakalım,'' deyip üzerine serildiğim bedeninden kalkıp üçlü kanepeye geçmek için yeltendim.

Ayağa kalkarken zar zor duyduğum bir sesle, ''Böyle de bakardık aslında.'' diye ağzının içinde mırıldandığında kadrajıma çehresini aldım. Dudaklarını birbirine bastırarak gülmemeye çalışıyordu ve yüzünün yarısı karanlık olmasına rağmen hafifçe kızardığını görür gibi oldum. Duymadığımı umuyor gibiydi. Tebessüm dolu teessüf eden bakışlar gönderecektim fakat bu jestiyle duymazdan gelmeye karar verdim ve üçlü kanepenin köşesine oturdum.

Orta sehpadan aldığı telefonunun üzerinde parmaklarını gezdirmeye başladığında derin bir nefes koyuverdi. Kısa bir süre sonra ''Rüyada orman içerisinde yürümek ya da ağaç kesmek?'' dedi sorar gibi.

''Ağaç kesmedim.'' dedim.

''Rüyada ormanda kaybolmak?'' diye sordu. ''Bir ara etrafımda dönüp durdum, kayboldum mu emin değilim.'' dediğimde, ''İş yaşamınızdaki zorluklar...'' diye cevapladığında lafını böldüm. ''İş yaşamım yok, başka?''

''Yeşil bir orman görmek?'' diye sordu. Heyecanla, ''Evet, yemyeşildi!'' dedim. Sıcak bir gülümseme ile satırları okumaya başladı. ''Elinizi attığınız her iş başarıyla sonuçlanacaktır.'' dedi ve başını kaldırıp bana baktı. Bilmem, der gibi dudak büzdüm çünkü başarıyla sonuçlanacak pek bir işle ilgilenmiyordum. İş hayatım bile yoktu. Amaçsız, hedefsiz, idealsiz geçirdiğim on beş yıl aklıma düştüğünde omuzlarım mağlubiyetle bir kez daha düştü.

''Çok başlık varmış'' dedi hayretle. ''Sen başlıkları oku, ben sana onay vereyim.'' dediğimde gözleri satırlarda hızla gezmeye başladı.

''Ormanda kaybolmak, gövdesine sarmaşıklar sarılmış büyük ağaçlar görmek, ormanda adam görmek...'' dediğinde heyecanla ''Neymiş o?'' diye sorarak araya girdim.

Toprak harelerini bana çevirdi. ''Rüyanda adam mı gördün?'' diye sordu merakla.

Rüyamda Deva'yı görmüştüm fakat bunu dillendirmek ve seni rüyamda gördüm, demek istemiyordum. ''Merak ettim,'' diye geçiştirdiğimde bir süre yüzüme sorgular gözlerle bakıp yeniden kadrajına telefonu aldı. ''Yaşanan kötü olayların elbirliği ile düzeltileceğine, aile ve meslek hayatında gerçek mutluluğu ve huzuru yakalayacağına, zirveye tırmanmak için bir merdiven daha atlamış olacağına tabir edilir.'' dediğinde yine anlamsız bir yorum olduğu için omuzlarımı düşürdüm.

''Rüyada yemyeşil, ulu ağaçlardan oluşan bir orman görmek,'' dediğinde bir anda bakışlarını bana çevirdi. ''Salkım söğütler vardı değil mi?'' diye sordu. Başımı salladığımda bir süre parmaklarını ekranda gezdirdi. ''Rüyada salkım söğüt görmek, zevkli, hoşa giden bir işten kazanılacak hayırlı paradır.'' dediğinde bıkkın bir sesle ''İşim yok'' dedim yeniden. ''Aynı zamanda duygulu, çekici, anlayışlı, iyi niyetli birini de işaret eder.'' diye gülümseyerek ekledi. Bir süre yanıt bekler gibi sustu fakat yanıtlamadım.

''Rüyada erkek görmeye baksana.'' dedim bir anda.

Gözleri yeniden yüzüme çevrildi. ''Rüyanda erkek gördün mü görmedin mi?'' diye sorduğunda başımı yukarı aşağı salladım. Parmaklarını yeniden ekranda gezdirdi ve derin bir nefes alıp başlıkları okumaya koyuldu. ''Rüyada uzun saçlı bir erkek görmek, rüyada genç bir erkek ile konuşmak, rüyada yakışıklı bir erkek görmek...''

''Evet,'' diye araya girdim. Neticede Deva, uzun saçlı değildi, rüyamda onunla konuşmamıştım ve yakışıklı bir erkekti.

Kadrajına yüzümü aldığında, ''Yakışıklıydı,'' dedim. İfadesiz bir yüzle, bir süre yüzüme baktıktan sonra gözlerini telefon ekranına çevirdi.

''Rüyada yakışıklı erkek görmek, çok iyi bir maaşı olan yeni bir iş teklifi alacağınıza işaret eder. Aynı zamanda bu rüya, bekar bir kadın tarafından görüldüğü zaman hayırlı ve inançlı bir talibe işaret eder.'' dedi ve telefonunun tuşlarını kilitledi.

''Bu kadar mı? Daha dereye bakmadık!'' dediğimde kısık bir sesle ''Yeter bu kadar, sen sonra bakarsın.'' dedi ve telefonunu cebine koydu.

Kollarımı bağlayarak sırtımla koltuğu buluşturdum ve ona ters bakışlar göndermeye başladım. O da tekli koltukta arkasına yaslandı ve sağ dirseğini koltuğa dayayarak işaret parmağının üst boğumunu dudaklarına sürtmeye başlayıp gözlerini bana çevirdi. Bir süre o şekilde kaldık; ben ters ters ona bakıyordum, o ise ifadesiz bir yüzle yüzümü inceliyordu. Düşünüyor muydu?

''Hain!'' dedi kısık bir sesle bir kez daha gözlerini kısarak.

Kollarımı çözdüm ve öne doğru eğildim. Yüzümdeki sert ifade de anında dağıldı. ''Sen istersen biraz uyu.'' dedim yumuşak bir sesle.

Dudak kenarları hafifçe yukarı kıvrıldı. Parmak boğumunu dudaklarına sürtmesine ve yüzünün yarısı karanlıkta olmasına rağmen sıcak gülümsemesini net bir şekilde görebiliyordum. Kaşlarını kaldırıp dilini damağına vurdu.

Kaşlarımı şaşkınlıkla havalandırdım. ''Uykun yok mu?'' diye sordum merakla. Umarsız bir sesle ''Var,'' dedi. ''Neden uyumuyorsun o zaman? Uyusana,'' dedim.

Bir süre yüzüme bakıp elini çehresinden çekip kucağına bıraktı, dudaklarını ıslattı ve ''Sen uyu diye geldim, uyumak için değil.'' dedi kendinden emin bir şekilde. ''O yüzden sen de uyu,'' diyerek ekledi.

''Ama ben kaç saat uyudum, uykum yok.'' dediğimde kaşları çatıldı.

''Ha, bir de uzun uyudun yani?'' diye sorup gözlerini kıstı. Yine fısıldar gibi, ''Hain!'' dedi.

Küçük bir kahkaha atıp, ''Gelmeyeceksin sanmıştım.'' dedim.

Bir süre gülümseyerek sessiz kaldı ve dudaklarını araladığında, ''Ben de gelmeyeceğim sanmıştım.'' dedi.

Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı birbirine bastırdım ve hızla ayaklanıp, ''Kalk hadi, odanı göstereyim.'' dedim. Oturduğu yerden kısa bir bakış atıp bıkkın bir nefes vererek ayaklandı.

Üst kata yöneldiğimizde hiç beklemeden ''Nereden öğrendin?'' diye sordu. Şaşkın bakışlarımı ona çevirdiğimde ''Benim yapmadığımı,'' dedi.

İki kez fırsatı olmasına rağmen bunu bana söylemediği için ona halen kızgındım. Kaşlarımı çatarak önüme döndüm ve adımımı merdivenin ilk basamağına bırakırken ''Sus Deva!'' dedim hiddetle. Merakın sarmaladığı bir sesle, ''Ne? Ne yaptım ki?'' diye sordu fakat cevap vermedim ve öfkeli adımlarımı hızlandırdım ve önüne geçtim.

''Pera,'' deyip kolumu yavaşça kavradı. Bedenimi ona doğru çevirdiğimde alt basamakta kalmıştı ve yeniden, ondan yalnızca iki santimetre uzun kaldığım bir andaydık. ''Neden kızdın bana?'' diye sorduğunda bir süre yüzünü inceledim. Karanlık işimi zorlaştırıyordu fakat yine de çehresine oturmuş merak kendini oldukça belli ediyordu.

''Söylemedin bana.'' dedim hayretle karışık öfkeli bir sesle. Yüzünü ekşitti ve kolumu serbest bırakıp bakışlarını etrafta gezdirmeye başladı. ''Söyleyebilirdin,'' dediğimde başını birkaç kez havada savurdu ve yüzünü daha da ekşitti.

''Söylesem inanacak mıydın?'' diye sordu ansızın. Ses tonuna sert bir tını kurulmuştu. Fakat öfkeden çok sitem seziyordum.

''Deneyecektim Deva, denerdim. Güvenmiyorsan bile en azından denemelisin, demiştin. Denerdim.'' dediğimde toprak hareleri bir süre yüzümü eşeledi. Sorguluyor ve cevap arıyor gibiydi.

Cevabı bulamamış olacak ki, ''Dener miydin gerçekten?'' diye sordu zor duyduğum bir sesle.

''Elbette Deva!'' diyerek çıkıştım ve kalan basamakları tırmanmaya koyuldum.

O da arkamdan geldiğinde, koridordaki üç odadan solda olanın kapısını gösterdim ve ''Burası müsait, burada kalabilirsin.'' dedim. Ortadaki odada benim kaldığımı biliyordu, daha önce odaya girmişti. Gözleri sağdaki kapıya takıldığında soru sormadı fakat ''Orada Ahmet Arif kalıyor.'' diyerek sorulmamış sorusunu cevapladım. Anlık olarak yüzü ekşir gibi oldu fakat hızla toparladı.

Kalacağı odanın kapı kulpuna uzandığında kolundan tutarak ''Ahmet Arif'ten hoşlanmadın mı?'' diye sordum merakla. Neden merak ettiğim ve neden bu soruyu sorduğum hakkında en ufak fikrim yoktu. Yersiz bir soruydu aslında ayrıca cevaplamak zorunda da değildi. Fakat yine düşünmeden aldığım bir aksiyondu ve yine Deva sorumu nazikçe cevapladı.

''Hoşlanmıyor değilim.'' dedi ve kısa bir süre sonra ''Nereden çıkardın?'' diye sordu.

''Bilmem, bir emaresi yok aslında. Öyle hissettim sanırım. Kötü biri değildir.'' diyerek kendi çapımda manasız bir açıklama yaptım.

Deva bedenini tamamen bana doğru çevirdi ve ''Kötü biri olduğunu bir an bile düşünmedim. Yıllarca arkadaşınmış, kötü birileriyle arkadaşlık edeceğini sanmıyorum, biri hariç." dedi ve gözlerini devirip yeniden göz teması kurdu. "Ayrıca sana çok değer verdiği belli. Bence sorgusuz sualsiz güvenilebilecek biri hatta.'' dedi.

Beklemediğim bu cevapla kaşlarım neredeyse saç diplerime kadar kalktılar. Sarkastik bir gülüş koyuverip ''Neden şaşırdın?'' diye sordu. Yalnızca, bilmem, der gibi omuz silktim.

Dudaklarından içeri uzun bir nefes çekti ve ''Biraz şey biri, nasıl desem...'' deyip düşünmeye koyulduğunda, ''Gevşek,'' diyerek araya girdim. Küçük bir kahkaha attı. ''Gevşek değil aslında ama fazla samimi. Yani benimle bile ilk tanıştığı akşam yıllardır tanışıyormuşuz gibi davrandı. Garip geldi bana bu.'' dediğinde kollarımı bağladım.

''Doğu gibi yani,'' deyip dudaklarımı ıslattım ve bir tebessüm takınıp, ''Doğu da benimle ilk tanıştığında tıpkı böyle davranmıştı ki bence bu kötü bir şey değil.'' dediğimde ifadesiz bir yüzle yüzüme bakıyordu. Fakat yüzümü görmediğinden emindim çünkü düşünüyor gibiydi.

Bir süre o şekilde kalıp gözlerini kaçırdı ve ''Haklısın,'' deyip kapıya doğru yavaşça döndü. Halen düşünüyordu, gözleri sağa sola hızla değiyor, düşüncelerini dağıtmak istemiyormuş gibi ağır hareket ediyordu.

Kapının kulpuna yeniden uzandığında ''Sen de uyu, uyku düzenini bozma.'' dedi sessizce.

Dudaklarımı aralayıp itiraz edeceğim sırada başını hafifçe omzuna eğerek, ''Dene en azından Pera,'' diyerek konuşmama müsaade etmedi.

Pes etmiş bedenim, ağır adımlarla ortadaki kapıya dönerken Deva kalacağı odanın kapısını açtı. İçeri gireceği sırada, ''Bu arada, adam gerçekten yakışıklıydı sanırım. Yüzünde bir gülümseme vardı, çok huzurlu görünüyordun, uyandırmak istemedim.'' dedi imalı bir sesle.

Ona doğru döndüğümde odaya girmiş olduğunu ve aralık kapıdan baktığını gördüm. Heyecanla, ''Odaya mı girdin yani?'' diye sordum. Rahatsızca dikleşti. O, muhtemelen, yaptığı ima ile ilgili bir cevap beklemişti fakat benim aklımda, uyandığım sırada burnuma çarpan patrikor dolaşıyordu. Patrikorun sebebi oydu; burnuma çarpan koku, rüyadan kalan koku değil onun kokusuydu. "Hayır, kapı aralıktı, girmedim. Baktım sad-" derken araya girdim. ''Ha! Patrikor!'' dedim heyecanla.

Kaşları çatıldı. ''Nereden çıktı bu patrikor? Patrikor, deyip duruyorsun.'' dedi.

Kocaman gülümseyip ''Boş ver.'' dedim ve gülümsememi silmeden kapıyı açıp, ''Bu arada evet, gerçekten yakışıklıydı ve uzun zamandır en huzurlu uykumdu. İyi geceler.'' deyip kendimi odaya attım ve kapıyı yavaşça kapattım.

Kapının önünde bir süre kalp atışlarımı dinledim çünkü odaya girdiğim an burnuma yeniden silinmek üzere olan patrikor çalındı. Kokuyu birkaç kez ciğerlerime doldurup iki adım attığım sırada sertçe çarpılan bir kapı sesi duydum. Gülümseyerek yatağa ilerledim ve üzerimi değiştirmeden, yatağın üzerindeki objeleri almadan kendimi yatağa attım. En huzurlu ikinci uykuma hazırlanıyordum.

 

 

♛♚

Uykumu fazlasıyla almış bir hâlde sırt üstü uzanarak tavanı izliyordum. Yüzümden bir türlü silemediğim gülümseme, yüz kaslarımı hafifçe sızlatmaya başlamıştı. On beş yıldır ilk kez bu denli içten ve uzun süredir gülümsüyor oluşumun fikrinin zihnime düşmesi bile o gülümsemeyi silemedi yüzümden. Pelin haklı çıkmıştı, haklı çıkmaya devam edecekti ve ben yıllar sonra ilk kez Pelin gibi hissediyordum.

Telefonum titrediğinde bakışlarımı komodinle buluşturdum ve hiç beklemeden telefonu elime aldım. Ekranda Deva'nın adını gördüğüm ilk an, gitmiş olduğunu düşündüm ve kaşlarım çatıldı. Fakat sonrasında attığı mesajı okudum ve yüz kaslarım yeniden gülümsemenin verdiği yetki ile sızlamaya başladı.

Deva Altınçayan:
Duşu kullanabilir miyim?

Gözlerim, ekranın sol üst köşesine kaydığında saat sabah dokuzu on sekiz geçiyordu. O kadar uykusuz olmasına rağmen bu kadar erken uyanmış olması kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

Siz:
Günaydınn
Saat daha 9
Aldın mı uykunu?
Rahat edemedin mi yoksa

Deva Altınçayan:
Günaydın.
Aldım sayılır

Siz:
Tam alamadın yani o zaman?

Deva Altınçayan:
Yoo aldım
Huzurlu bir uyku değildi sanırım sadece

Siz:
Neden?
Rahat edememişsin işte

Deva Altınçayan:
Yoo ondan değil
Rüyamda huzurlu uyuyabileceğim şeyler göremedim
Senin kadar şanslı değilim sanırım

Okuduğum mesajlarla gülümsemem büyüdü ve hemen akabinde uzun bir kahkaha attım. Alenen bana tavır yapıyordu. Ayrıca tanıştığım günden bu yana, Deva'nın bir kez bile tavır takınacak ya da trip atacak biri olduğunu hiç düşünmemiştim. Bu gördüğüm manzara ile bir kez daha çocuk Deva ile karşılaştım. Tıpkı acıktığı zamanki gibi, ufak bir çocuk vardı sanki karşımda. Kahkaham bitmeden telefonum titredi.

Deva Altınçayan:
Neden gülüyorsun?

Sol elimi dudaklarıma kapadım ve gelen mesajla bir kahkaha daha koyuvermek istedim fakat bu kez kahkahaları içime atmayı denedim.

Siz:
Sana gülmüyorum pardon
Üzüldüm huzurlu bir rüya göremediğine

Deva Altınçayan:
Her neyse
Banyoyu kullanabilir miyim?

Siz:
Deva!
Soruyor musun?!
Bu evde yapmak istediğin herhangi bir şey için soru sorma
Duş mu alacaksın al, dışarı çıkacaksan çık, uyuyacaksan uyu, televizyon izlemek istiyorsan izle, acıktıysan yemek ye
Soru sorma, ne istiyorsan onu yap

Deva Altınçayan:
İsteklerini istediğin an yerine getir diyorsun

Siz:
İsteklerimiz her zaman, o an, yerine gelmeli diyorum :)
Yeni kural: Bu evde ne isteniyorsa, koşulsuz, şartsız, izinsiz yerine getirilecek

Deva Altınçayan:
Başka kurallarımız var mıydı ki yeniyi ekledin

Siz:
İlk kural*

Deva Altınçayan:
O zaman duşa gireyim
Banyo nerede

Siz:
Koridorun karşısında sağda bir kapı var
Merdivenin hemen yanında
Orası
Ayrıca sen eşyalarını getirdin mi?
Ve ne zaman geldin?
Bunları sormadım dün heyecandan

Deva Altınçayan:
Heyecandan?
Beni gördüğün için bu kadar heyecanlandığını bilmiyordum :)

Siz:
Huzurlu bir rüya gördüğüm için heyecanlıydım
Rüyamdaki adam gerçekten çok yakışıklıydı ve uyanmak istemedim
Uzun zamandır böyle güzel rüyalar görmüyordum

Deva Altınçayan:
İyi
Duşa giriyorum ben

Siz:
Hep kabus görüyordum
Uzun zamandır ilk kez böyle güzel rüya gördüm

Deva Altınçayan:
Anladım Pera tamam!
(09:29)

Deva Altınçayan:
Neden kahkaha atıyorsun yine?!
(09:30)

Siz:
Sana gülmüyorum yaa :(
Sorularımı cevaplamadınn

Deva Altınçayan:
Elbette yanımda kıyafet var

Siz:
İyi çıplak gezmeni istemeyiz

Yatakta bir süre daha boş boş uzanırken küçük çalışma masasında duran kırmızı defter gözüme takılıp duruyordu. Gözüme çarpan ve varlığını gözüme sokan defter, gülümsememi yüzümden silebilen tek şey oldu. Deftere ara sıra kaçamak bakışlar atıp gözlerimi yeniden tavana dikiyordum. Koşup defteri almak ve henüz gerçekleştiremediğim baştan sona okuma işlemini yapmak istiyordum fakat ellerim deftere bir süre daha kapı duvar olacak gibiydi.

Hemen solumda, birkaç adım ötemde duran defter, bana daha fazla nefes alacak bir alan tanımadığında hızla ayaklandım ve odadan çıktım. Banyonun aralık duran kapısı, Deva'nın duştan çıktığını gösteriyordu. Bakışlarım sağa döndüğünde, kendi kapısının ise kapalı olduğunu gördüm ve o giyinirken kahvaltı hazırlamak için mutfağa ilerlemeye başladım.

Merdiven basamaklarını indikçe, kırmızı defteri ve zihnime sürülen kara mürekkebi kovuşturmaya çalışıyordum. Burnuma dolan tereyağı kokusu ile adımlarım yavaşladı, kaşlarım çatıldı ve zihnime doluşan cümleler dağıldı.

Sessiz adımlarla mutfağa ilerledim ve eşikte durduğum an, omlet yaptığını tahmin ettiğim Deva'nın çıplak sırtıyla karşılaştım. Mutfağın siyah perdelerini çekmişti ve zaten meşe kaplamalara rağmen koyu renklerin hâkim olduğu mutfak biraz daha karanlık bir hâl almıştı bu sebepten. Altında siyah bir eşofman altı vardı ve bar sandalyelerinden birine bıraktığı siyah tişört ise hemen arkasında duruyordu.

Karanlık mutfakta biraz gözlerimi gezdirip ''Günaydın vampir,'' dedim.

İrkilerek arkasını döndü ve telaşla bar taburesinde duran siyah tişörte uzandı. Tişörtü hızlı hareketlerle, saniyeler içinde üzerine geçirdi ve ''Günaydın,'' diyerek yeniden ocağa döndü. Omzumu kapı pervazına yaslamış, kollarımı bağlamış bir şekilde telaşına gülümseyerek boş bakışlarla ona bakıyordum. ''Vampir mi?'' diye sordu meraksız bir sesle.

Mutfağa doğru ağır adımlar atmaya başladığımda ''Evet, kapkaranlık olmuş mutfak. Neden perdeleri çektin?'' diye sordum.

''Sıcak çünkü bugün. Ocak da terletti, güneş geliyor diye perdeleri çektim.'' dedi ve ekledi; ''Perdeler neden siyah?'' Bu kez sesine merak hâkimdi.

Yanına kadar ilerleyip ona doğru döndüm ve kalçalarımı tezgaha yasladım. Omuz silkip ''Bilmem,'' diyerek cevapladım sorusunu. Bakışlarımı, çırptığı yumurtaları tavaya dökerken büyük bir ciddiyet kuşanmış yüzüne çevirdim. Hafif uzun saçları henüz tam kurumamıştı ve alnına doğru perçem gibi düşüyorlardı. Kaşları hafif çatıktı; kaşlarının ortasında oluşan kırışıklık varla yok arası görünüyordu. Hareketleri aceleci fakat yüzü oldukça sakindi. Bir süre yüzünü izlediğimden midir, bilmiyorum, dudağının sol kenarı hafifçe kıvrılır gibi oldu. ''Ellerine sağlık,'' dedim minnet dolu bir sesle.

Gülümsemeye çalışarak, ''İzin almadım ama...'' dedi. Gülümsemeyi beceremediğinde yüzü yeniden ifadesizdi ve keskin hatları oldukça sert duruyordu.

''İlk kural; hiçbir şey için izin almak yok. Bu evde, ne isteniyorsa, istendiği an, izinsiz, şartsız, koşulsuz yapılacak.'' dedim kendinden emin bir sesle. Deva'nın rahat etmesini istiyordum, oysa bu biraz da kendime verdiğim bir telkin gibiydi çünkü yuvam bana bile halen yabancı sayılırdı. Başını hafifçe hay hay, der gibi eğdi ve yumurtaları pişirmeye başladı.

Kısa süren sessizliği bozmak için tam dudaklarımı aralayacağım sırada, ''Seslenseydin keşke, giyerdim tişörtü.'' dedi düz bir sesle. Yüzü asıktı, sesi düz olmasına rağmen kaya gibi sertti ve göz teması kurmuyordu. Gerçekten çıplak sırtını gördüğüm için mi öfkeliydi? Oysa, otelde onu gördüğüm ve ölü olduğunu sandığım ilk anda gömleğini açtığımı ve çıplak karnına oturarak kalp masajı yapmayı denediğimi biliyordu.

''Ben de onu soracaktım. Neden çıplaktın?'' dedim gülümseye çalışarak.

''Sıcaktı çünkü.'' dedi kısaca.

''Neden öfkelisin sen bana Deva?'' diye sordum merakla. Kaşlarım çatılmıştı ve açık kahve harelerim, ifadesizliği ile daha da belirgin hâle gelen keskin hatlarının oturduğu yüzünü inceliyordu. ''Öfkeli değilim.'' dedi yumuşak tutmaya çalıştığı bir sesle. ''Öfkelisin.'' dedim. ''Değilim,'' diyerek yanıtladı anında.

Derin bir nefes verdim burnumdan. Sol elimin tersini hafifçe koluna vurup, ''Bana baksana sen, çıplak olduğun için gelirken seslenmedim diye mi öfkelisin?'' diye sordum merakla.

Gözlerini devirerek bana doğru çevirdi ve baygın, ters bakışlar gönderdi yüzüme. ''Hayır, ayrıca öfkeli değilim.'' deyip önüne döndü.

''Deva söyleyecek misin?'' diye sorduğumda derin bir nefes verdi ve gözlerini yukarı dikti.

Gözlerini gözlerime çevirerek göz teması kurdu ve ''Tekrar günaydın Pera,'' dedi yüksek bir sesle. Diyaloğa baştan başlamak istiyor gibiydi. İmalı bir şekilde, ''Aldın mı uykunu?'' diye sordu ve yeniden ocağa döndü.

Sorduğu soru ile yüzümde bir tebessüm peyda oldu ve kaşlarım hafifçe kalktı. Başım, beynimden emir almadan savruldu ve birkaç kez yukarı aşağı sallandı. Yaşadığım aydınlanma ile ona doğru yeniden döndüm. Bir süre yüzünü ve jestlerini izleyip, ''Rüya ile alakalı bana kızgın olman için bir tane mantıklı sebep söyle.'' dedim gülümseyerek. Mesajlaşırken üzerine gitmek ve onu görünmez parmaklıklar ardına sıkıştırmak oldukça hoşuma gitmişti ve aynı aksiyonu yüz yüze aldığımda daha çok eğleneceğim kesindi.

Başını bana doğru çevirdi. Bir süre düşünür gibi gözlerime boş boş baktı, gözlerini tezgaha doğru indirdi, yeniden yüzüme çevirdi ve bir süre düşünüp tamamen önüne döndü. ''Haklısın,'' dedi kısık bir sesle.

''Ne konuda?'' diye sordum.

''Rüyan ile alakalı sana kızmam ya da öfkelenmem için ufacık bir mantıklı sebep bile yok.'' dedi. Dudaklarımı araladığım sırada elindeki işi bırakıp bana doğru döndü ve neşeli bir sesle, ''Pankek yaptım!'' dedi. Yüzündeki bozgun mimikler, yerlerini her zamanki mimiklerine bırakmışlardı.

Bir süre mimiklerini inceledikten sonra neşeli ve gür çıkarmaya çalıştığım sesimle, ''Ellerine sağlık. Ama haber verseydin beraber hazırlardık.'' dedim.

''Rica ederim. Toparlamasını beraber yaparız.'' dedi gülümseyerek.

Başımı onaylar gibi eğdim ve Deva çayları doldururken tezgahta kalan birkaç tabağı masaya iliştirdim.

 

 

♛♚

''Sen dün ne zaman geldin?'' diye sorduğumda uzun süren sessizliği bozan ben olmuştum. Dudaklarını büzdü. ''Saate bakmadım ama geldiğimde direkt yanına çıktım, uyuyordun. Sonra aşağı indim ve bir süre şöminenin karşısında oturdum.'' dedi. Göz teması kurmuyordu.

''Amcam ve Ahmet'ten haberin var mı?'' diye sordum merakla.

''Ben geldiğimde amcan buradaydı. Ahmet de sen yalnız kalma diye gelmek için yoldaymış. Amcana burada kalacağımı söylediğimde Ahmet'i aradı, gelmemesini söyledi. Kendisi de ben evde olduğum için çıktı.''

''Ne değiştirdi kararını?'' Kahvaltım benim için bitmişti ve tek ilgilendiğim Deva'nın yüzü idi.

Gözlerini nihayet masadan kaldırıp yüzüme çevirdiğinde perdeleri açtığımız için binlerce kez şükrettim içimden. Çünkü artık içeri oldukça güneş ışığı giriyordu ve Deva'nın gözlerinde karartıyı değil, toprağı net bir şekilde görebiliyordum. Bir süre daha yüzüme düşünür gibi bakıp omzunu silkti ve ''Bilmem,'' dedi.

Arkasından derin bir nefes doldurdu ciğerlerine ve yeniden bakışlarını masaya çevirdi. ''Gelmeyecektim aslında. Suratıma telefon kapatıp durduğun için kızgındım sana. Neden geldim bilmiyorum.'' dedi ve alaylı bir gülüşle, anlık olarak göz teması kurarak ekledi; ''Bir de bavul aldım geldim.''

''İyi yapmışsın,'' deyip arkama yaslandım. Eski mimikleri ve yüz ifadesi her ne kadar yerli yerine geçseler de halen biraz gerginliklik ve bozgunluk görüyordum yüzünde. ''İyi ki geldin. Benimle kalmanı çok istiyordum.'' dedim yumuşak bir sesle.

Önüne düşmüş başının duruşunu bozmadan gözlerini kaldırdı yüzüme doğru. Kırışmış alnının ve kalkmış kaşlarının altından sorgulayan gözlerle bakıyordu. Alt dudağını bir müddet dişlerinin arasında ezip, ''Gerçekten gelmemi istedin mi?'' diye sordu ve başını kaldırdı. Masaya dirseğini dayayıp, çenesini yumruk yaptığı sol eline dayadı.

''Evet,'' dedim hiç düşünmeden. Ben de onu taklit ettim ve aynı pozisyona geçtim. Servis tabaklarımızın üzerinden eğilmiş, birbirimizin yüzlerini sorgular gibi inceliyorduk. Çehrelerimiz arasında yeniden bir karışlık mesafe kalmıştı. Bir süre daha yüzümü inceleme işlemini gerçekleştirdi. Yüzüne oturan bozgun mimikler dağılıyor gibiydi. Dudaklarını araladı. Kaşlarını muzip bir şekilde kaldırıp, ''İnanayım mı?'' diye sordu gülümseyerek.

''İstiyordu.''

İkimiz de irkilerek mutfak kapısına doğru döndük. Ahmet, kollarını pervaza dayamış bizi izliyordu. Siyah bir kot pantolon, siyah bir gömlek ve siyah kemeri vardı.

''Bu evde neden herkes hayalet gibi sessiz geziyor?''

Ahmet, Deva'nın sorusunu, kocaman gülümseyerek ve ''Günaydın,'' diyerek yanıtladı.

''Sen ne kadardır oradasın?'' diye sordum çenemi kaldırarak.

Benim sorumu da, daha fazla gülümseyerek ve yeniden, ''Günaydın,'' diyerek yanıtladı.

Bize doğru adımlamaya başladığında yüzünde oldukça içten bir gülümseme vardı ve ikimize de art arda kaçamak bakışlar atıyordu. Deva ile mırıldanarak, aynı anda ''Günaydın,'' dediğimizde Ahmet yuvarlak masaya gelmiş ve ortamızdaki sandalyeyi çekip oturmuştu bile.

Bana dönüp, ''Bir süredir oradaydım,'' dedi ve Deva'ya dönüp, ''İstiyordu, çok istiyordu. İnanmalısın bence,'' dedi.

Deva ile göz göze geldiğimizde Ahmet'e aç olup olmadığını sordum. Karnının tok olduğunu ve sigara içmek istediğini söylediğinde Deva da onunla, çimenlerin ve taşların olduğu küçük terasa gitmek için ayaklandı.

"Sen gelmiyor musun?" Kapı eşiğinde durup omzum üzerinden Deva'ya baktım. "Siz çıkın, ben bi' üzerimi değiştirip geleyim." diyerek yanıtladım onu.

Hızlı adımlarla üst kata çıkıp kaldığım odaya girdim ve bavulu açıp ilk gördüğüm gri lastikli eşofman altı ile siyah tişörtü çıkardım. Hava güneşli olmasına rağmen biraz serin olduğu için üzerime de eşofman altının takım olan kapüşonluyu aldım.

Üzerimi hızla değiştirip çıkardığım kıyafetlerimi aldım ve banyoya ilerledim. Kirli sepetini açtığımda Deva'nın kıyafetlerini gördüm ve kendiminkileri de üzerlerine atıp bir süre anlamsız bir şekilde sepetin içine baktım.

Banyodan nihayet çıktığımda hızlı fakat sessiz adımlarla alt kata indim. Mutfak kapısına geldiğimde holdeki kilimin katlanmış olduğunu gördüm ve mutfağa girmeden eğilip kilimi düzelttim. Kalktığım sırada, dresuarda duran sigara paketimi elime aldığımda Ahmet'in sesini duydum.

"Pera benim kız kardeşim gibidir Deva." dedi ciddiyetle. Sesi oldukça yumuşak çıkıyordu. Birkaç adımla mutfak kapısının eşiğine kadar geldim. Bir süre sessizlik oldu. Deva'nın Ahmet'e boş bakışlar gönderdiğinden emindim. "Yani o benim kardeşim gibi." dedi Ahmet yeniden.

"Anladım." dedi Deva anlamamış gibi bir ses tonuyla. Kısa bir süre sonra, "Da neden böyle imalı bir şekilde söylüyorsun?" diye sordu.

Ahmet'in güldüğünü işittim. "Ben senin için tehlike değilim." dedi. Duyduklarımla, balkona direkt çıkmadan holde oyalandığım için bir gülümseme belirdi yüzümde.

"Ne tehlikesi?" diye sordu Deva. Ardından derin ve sesli bir nefes işittim. Sigara dumanını üflüyor olmalıydı.

"Pera ile aramda hiçbir şey yok. Olamaz da." dedi Ahmet.

Deva bir süre sessiz kaldı. Akabinde bir nefes daha koyuverip, "Bu beni ilgilendirmez." dedi.

"Pera ile aranızda bir şeyler var. Görebiliyorum." dedi Ahmet baskın bir sesle. Deva'nın, Ahmet'in ciddiyetine şaşırdığından emindim. Keza ben de biraz afallamıştım ses tonunu işittiğimde. Ahmet'i en son lisenin ilk yılında bu kadar ciddi gördüğümü hatırlıyordum. Benimle ilgili ileri geri konuşan bir çocuğa haddini bildirdiği bir ana tanıklık etmiştim. Aklıma o günler geldiğinde gülümsemeden edemedim.

"Pera ile aramızda bir şey yok." Deva'nın sesi, Ahmet'inkine nazaran daha sertti ve her kelimeyi bastıra bastıra söyledi. "Olamaz da." diyerek ekledi. Kaşlarım çatılırken mümkünmüş gibi nabzımın yavaşladığını hissettim.

''Neden olmasın?'' Koşup Ahmet'in boynuna sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. Ahmet'e sarılmak, teşekkür etmek ve Deva'nın ters bakışlarına maruz kalmak istiyordum.

''Allah yukarıda yakışıklı çocuksun, Pera desen güzel kız. Tanışma hikayeniz Hollywood filmlerindeki gibi. Bir araya gelme sebebiniz bile olaylı, ayrıca kaç kez yollarınız ayrıldı ve tekrar birleşti ki biz buna kader diyoruz.''

Deva, derin bir nefes alıp, ''Ahmet...'' derken Ahmet müsaade etmeden araya girdi.

''Genç insanlarsınız.'' dedi. Deva araya girmesin diye yüksek perdeden çıkan bir sesle konuştu. Akabinde ise sesini düşürerek, ''Ben Pera'nın babası değilim. Bana kem küm yapmana gerek yok Deva. Ben salak da değilim, görüyorum bazı şeyleri.'' dedi.

Deva sessiz kaldığında ''Sizin bileceğiniz şey. Ben yalnızca senin için bir tehlike arz etmediğimi bilmeni istiyorum. O konuda için rahat olsun yani.'' dedi ve ciddi ses tonunu dağıttı.

Kısa bir sessizlikten sonra, ''Sen yoksa eşcinsel falan mısın?'' diye sordu Ahmet gülerek. Deva'nın burnundan nefes vererek serbest bıraktığı gülüşü çarptı kulağıma.

''Homofobik misin yoksa sen?'' diye sordu Deva alayla. ''Asla!'' dedi Ahmet, gülüyordu fakat ciddiydi.

''Kimmiş o homofobik?'' diyerek mutfağa girdim. Adımlarımı durdurmadan yanlarına çıktım. Ahmet, ellerini ceplerine sokmuştu ve sağımda dikiliyordu. Deva ise solumda ayaktaydı. Birbirlerine bakıp gülümsediler.

Ahmet, derin bir nefes vererek, ''Kimse canım.'' dedi imalı bir şekilde. Deva, Ahmet'e birkaç saniye dik dik baktı fakat yüzünde bir tebessüm vardı.

Paketten bir sigara çıkarıp yaktım. Dumanı üflerken, ''Her homofobikte gizli homoseksüellik vardır, derler.'' dedim. İkisi de yanıtlamadı. Bakışlarımı üzerlerinde gezdirip ''Ama bu bilgi bayatladı tabii. İlgi çekici bir bilgi değil artık.'' dedim. Gülümsediler yalnızca.

Ahmet, titreyen telefonuna yüzünü ekşitti ve elini cebine atıp telefonu çıkardı. Ekrana baktığında yüzü daha da ekşidi ve bıkkınlıkla başını savurdu. ''Of! Gidiyorum ben!'' dedi hiddetle.

Ellerimi iki yana açarak, ''E niye geldin niye gidiyorsun?'' diye sordum.

Başını ansızın bana çevirip, öfkeyle, ''Amcana sor güzelim,'' dedi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken başımı gayriihtiyari olarak Deva'ya çevirdim. Yine dik bakışlar atıyordu.

Ahmet bizimle vedalaşıp ağzında küfürler mırıldanarak hızla çıktı ve avludaki araca geçerek gözden kayboldu. Deva ile baş başa kaldığımızda bozulduğumu belli etmemeye çalışarak sigaramı hızla bitirdim ve masayı toparlamak için mutfağa yöneldim.

''Sen iyi misin?'' diye sordu terastan mutfağa geçerken.

Müthiş bir oyunculuk sergileyerek merakla yüzüne baktım. ''İyiyim. Neden?'' diye sordum çocuk gibi. Bir süre ifadesizce yüzüme baktı. ''Olmamam gereken sebepler mi var?'' diye sorduğumda başını iki yana salladı. Birkaç saniye sonra eliyle beni mutfağa buyur etti ve içeri girdik.

Beraber sessizce bulaşıkları makineye dizdikten sonra Deva birer Türk kahvesi koydu. Kahvelerimizin pişmesini beklerken de sessizdik. Fincanlarımızı aldığımızda ''Bahçeye çıkalım mı?'' diye sorarak sessizliği bozan ben oldum. Başını nazikçe eğdi.

Bahçe mobilyalarına oturduğumuzda soğuk minderler ürpermemi sağladı. Mobilyalar gölgede kalıyordu ve gölgelik alanlar gerçekten serindi. Bağdaş kurdum ve esen rüzgarın beni üşütmemesi için istemsizce küçülmeye çalıştım oturduğum yerde. Deva rahat bir pozisyonda karşıma yerleşti. Arkasına yaslanmıştı ve sağ ayak bileğini sol dizinin üzerine yerleştirmişti.

"Üşümüyor musun?" diye sorarak çenemle üzerindeki tişörtü işaret ettim. Başını sessizce iki yana salladı ve dirseğini kol dayama kısmına yaslayıp işaret parmağını dudaklarına sürtmeye başladı. Gözleri dalmıştı ve sabit olarak baktığı zeminde, toprak harelerinin önünden peş peşe cümleler geçtiğini görebiliyordum. Bir süre düşüncelerde boğulan yüz ifadesini izledim.

En sonunda ciğerlerime derin bir nefes akıttım ve ''Ne düşünüyorsun?'' diye sordum. İrkilerek bana döndü. Kaşlarını kaldırarak mırıldanır gibi ''Hı?'' dedi. Yeniden, biraz daha yüksek bir sesle, ''Ne düşünüyorsun?'' diye sordum.

''Bir şey düşündüğümü nereden biliyorsun?'' diye sordu. Çehresine bir tebessüm peyda olmuştu.

Sıkı bir gülümseme takınıp, ''Bir şey düşünüyorsun.'' dedim kendinden emin bir sesle.

Gözlerini kaçırdı ve dudaklarını ıslatıp gülümsemesini bir duman gibi dağıttı. Göğsü, çektiği uzun ve titrek nefesle kalkıp indi. Kısık bir sesle, ''Evime nasıl girdiğini düşünüyordum.'' dedi yerde uzanan yeşil çimenlere bakarak. Bir süre sessizce, çimenlere bakma işlemini sürdürdü ve göğsü bir kez daha kalkıp inerken başını kaldırıp, ''Ve benim yapmadığımı nereden öğrendiğini... Hâlâ söylemedin.'' dedi.

Kahvesinden büyük bir yudum alırken esen rüzgar, kapüşonluma sarılmamı emretti. ''Flashbellek,'' dedim yalnızca.

Merakla kaşları çatıldı ve aniden tüm dikkatini üzerimde topladı. ''Ne flashbelleği?'' diye sordu merakla.

''Pera'daki evden eşyalarımı aldım. Özel anılarımın olduğu bir kutu vardı yatak bazasında. Buraya geldiğimde eşyalarımı yerleştirecektim fakat kutuyu görünce biraz kurcaladım. Belleği de o zaman fark ettim. Bilgisayara taktığımda bir video vardı.''

Deva fincanını orta sehpaya bıraktı ve rahatsızca dikleşti. Kaşları halen çatıktı. Çenesinin gerildiğini ve sakalsız yanaklarında bir boşluk oluştuğunu görebiliyordum. Öne doğru eğilerek dirseklerini dizlerine yasladı, ben ise istifimi bozmadım.

''Video, MOBESE kamerası kaydı gibi bir video idi. Kaza anı anbean kaydedilmiş.'' dedim ve gerginliğini dağıtmak için gülümseyerek, ''Gençken de hoşmuşsun.'' dedim.

''Şah senin evine mi girmiş?''

Dişlerinin arasından, öfkeyle çıkan sesiyle sorduğu ilk soru, tüylerimi ayaklandırdı. Rüzgar esmemesine rağmen buz kestim ve üşümeye başladım. Deva'nın saç tutamlarının, önlerine düştüğü toprak harelerine kitlenip kaldım fakat harelerin yerinde yeller esiyordu. Dudaklarından dökülen sıcak nefesinde can bulan ve beş kelimeden oluşan soru cümlesi, durmaksızın, dörtnala koşuyordu gözümün önünde. Cümlenin sonundaki soru işareti şah damarıma bir yarık attı.

Şah damarım, Şah'ın sıcak nefesinin dolandığı, onun adını taşıyan hayat damarım.

''Şah...'' dedim. ''Benim evime mi girmiş?''

Bir buz kütlesinin içine hapsoldum bu soruyu sorarken. Parmaklarımın içeri doğru katlandığı, kalbimin sesini duyduğum ve genzime oturan yumrunun aldığım her nefesi bana zehir ettiği bir andaydım. Yutkundum zorlukla, kesilen Şah damarımdan akan kanın tadı doldu ağzıma.

Hayatta kendimi çok kez savunmasız, yalnız ve güvende hissetmediğim anlar olmuştu. Hepsi toplanıp üst üste gelip bir duvar örselerdi, o duvar boyuma kadar uzanırdı belki. Fakat bu kurduğum cümlenin ağırlığı koca bir sur gibi dikilmişti karşımda. Elimde, duvarı yıkabileceğim bir top yahut üzerine indirebileceğim bir balyoz yoktu. O duvarı ancak Şah devirirdi ve ben altında öylece ezilirdim.

Evimde, güvenli alanımda olmama rağmen gayriihtiyari bir şekilde etrafıma kısa bir bakış attım. Diken üzerinde hissediyor olsam da sırtımı koltuk sırtına dayadım. Koltuk sırtı, bana bir kalkan görecekti ve sırtıma alacağım herhangi bir darbeye karşı duracaktı. Bu ancak Pelin'in fikri olabilirdi fakat ben de o an Pelin kadar savunmasız ve çaresiz hissediyordum.

Deva bunu hissetmiş gibi, ''İçeri geçelim mi?'' diye sordu. Emir almış bir robot gibi başımı sallayabildim yalnızca. Hızla ayaklandı ve yanıma kadar gelip kalkmama yardımcı oldu. Buz kütlesi bedenimi öyle bir etkisi altına almıştı ki bacaklarım sanki uyuşmuştu ve bedenimi taşıyamıyordu. Yürümeyi henüz öğrenmiş bir çocuk gibiydim.

Deva, sendelediğimi gördüğünde endişeli bakışlarla yüzümü taradı. Ellerini hafifçe iki yana açıp, ''Alabilirim seni.'' dedi kucaklamayı kastederek. Vereceğim cevaba dikkat kesildi. Dudaklarımı ıslatıp başımı iki yana salladım ve omzundan destek alarak yürümeye başladım. Yirmi beş yaşında genç bir kadın değil, doksan beş yaşında bacakları tutmayan bir ihtiyar gibi hissediyordum kendimi.

Solumda kalan Deva, sol eliyle elime, sağ eliyle ise sırtıma destek veriyordu. Birkaç adım sonra biraz daha toparlandım ve bu desteğe ihtiyacım kalmadı. Çıkmayan sesimle, ''Tamam, teşekkürler,'' deyip kendimi hafifçe geri çektim fakat Deva söylediğimi umursamadı.

Yukarı çıktığımızda odanın dağınık olmasına rağmen flashbelleği anında buldu. Bana yatağa kadar refakat edip belleği eline aldı ve ''Bakabilir miyim?'' diye sordu nazikçe. Başımı salladıktan sonra, ilk etapta bir süre belleği inceledi. Sonra ise hızla bilgisayarı açıp aceleci hareketlerle belleği bilgisayara taktı ve video kaydını başlattı.

Ben, başım önüme düşmüş bir vaziyette kucağıma boş bakışlar atarken Deva, defalarca kez izledi kaydı. Ne kadar süre öylece kaldığımızdan emin değildim. Yeniden bir transa girmiştim. Bu kez, Deva'nın toprak harelerine yahut biçimli dudaklarına bakmıyordum. Açık kahve harelerimin hedefinde kucağım vardı ve transa geçmemi sağlayan bu kez Deva'nın sesiydi. Kulağımın içinde, durmaksızın, ''Şah senin evine mi girmiş?'' diye soruyordu endişeli ve öfkeli sesi.

Sol bacağımda sıcak elini hissettim. Destek vermek istercesine yumuşak bir edayla sıkıyordu ve kısa bir süre sonra hafifçe sıvazlamaya başladı. Bakışlarının bana döndüğünü bile fark etmemiştim. Başımı sağa doğru çevirerek kadrajıma onu aldım. İçten bir ifadeyle gözbebeklerini yüzüme dikmişti. Yüz hatları yumuşaktı, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Bir müddet gözlerimin içine bakıp göz temasını sonlandırdı.

Bana doğru eğilip kollarını boynuma doladı ve beni kendine doğru çekti. Sıkıca, destek vermek ister gibi, dostane bir şekilde sarılıyordu. Ben de aynı şekilde karşılık verdim. Deva ile ortak sorunlarımız, soru işaretlerimiz, kafamızdaki bulanık düşünceler ve hislerimiz, bizi ortak paydada buluşturuyordu. Bundandır ki, Deva'yı kendime oldukça yakın ve hatta yıllardır tanıdığım biri gibi hissediyordum. Henüz tanışamamışken, baygınlık geçirdiğimde beni evime götürdüğünde bile normalden daha az bir tepki vermiştim. Adını bile bilmediğim Deva'yı o zaman bile kendime yakın hissediyordum ve ona karşı olan mahcubiyetimin de o sakinliğimde rolü büyüktü.

Ne olursa olsun, ne şekilde olursa olsun, Deva, kendimi tam anlamıyla açabileceğim ve yanında rahat edebileceğim tek kişiydi. Dikenli teller, bedenime yalnızca onunlayken batmıyordu. Garip bir histi fakat huzur veriyordu.

''Ben yanındayım, biliyorsun.'' dedi kısık bir sesle.

''Sen böyle şeyler söylersen ağlarım ben.'' dedim onunki gibi bir tınıyla. Uzun zamandır bana bu şekilde içten destek veren kimse yoktu hayatımda. Yanımda olmaya çalışan, güvenimi kazanmak için mücadele veren ve hatta küçük Pelin'in bile güvenini kazanabilecek kimse yoktu çevremde.

''Ağla, bazen ağlamak gerekir. İstediğin zaman çekinmeden ağla, ben gözyaşlarını silmek için de yanındayım.'' dedi.

Dudaklarımı aralayıp birkaç harf dökmedim dilimden. Kollarımı beline biraz daha sıkı sardığımda verebileceğim en iyi cevabı da vermiştim, edebileceğim en büyük teşekkürü de.

Bir müddet sonra bedenlerimiz ayrıldığında Deva odaya göz gezdirdi. ''Dağınıkmışsın bayağı.'' dedi teessüf eder gibi.

Büyük bir gülümseme gönderip, "Pek dağınık değilimdir ama bu seferlik biraz böyle oldu. Flash ve senin gelmen ortalığı karıştırdı biraz." dedim ve odaya göz gezdirip devam ettim. "Dün gece toparlardım aslında ama uyudum. Senin sözünü dinledim, diyelim." dedim gülümseyerek.

Eşyalar üzerinde gezdirdiği gözlerini bana çevirdi. Gözleri kısıktı ve imalı, yan bir bakış atarak gülümsüyordu.

Çenemle bilgisayarı gösterip, "Senin haberin yok muydu bu videodan?" diye sordum. "Suçsuz olduğumu ispatlayamadım ama beraat ettim, demiştin."

Başı bilgisayara doğru, ters yöne döndü. Başını iki yana ağır ağır salladı birkaç kez. "Avukat biliyordu muhtemelen yoksa nasıl beraat edecektim?" diye sordu uzun bir nefes vererek. Kendi kendine düşünüyor gibiydi.

Soru sormama fırsat vermeden bana doğru döndü. "Avukat beni buldu, ben onu bulmadım." dedi ifadesiz bir yüzle.

Kaşlarım merakla çatıldı. Zihnime bir sürü soru işareti dolmaya başladı hızla. Gözbebeklerimden hızla süzülen soru işaretleri birer ok gibi Deva'nın yüzüne saplanıyorlardı. Deva'nın acıyla ekşiyen yüzünün başka bir açıklaması olamazdı.

Dudaklarını ağzına yuvarlayarak kadrajına zemini aldı ve kısa bir müddet düşünüp, "Avukat beni kendisi buldu, bana kendisi geldi. Aslında şans eseri tanıştık ama şimdi düşününce onun beni bulduğunu anlıyorum.'' dedi ve detaylara biraz dalış yapmamıza karar verdi.

''Bana kartını vermişti. Doğu, onu araştırmış biraz, epey başarılı bir savunma avukatı olduğunu öğrenmiş. Ondan yardım istememiz gerektiğini düşündü ama tabii fiyatı çok yüksekti ki biz öğrenciydik.'' derken histerik bir şekilde güldü ve göz teması kurdu.

Dudaklarımı aralamadan, sessizce anlattıklarını dinlemeye koyuldum. Göz temasını bozmadan devam etti. ''Sonra yeniden karşılaştık. Bir kafede Doğu ile bu meseleyi konuşuyorduk. Arka masamızdaymış. Giderken bize selam verdi ve konuştuklarımızı duyduğunu söyledi. Yardımcı olabileceğini dile getirdi ve çok samimiydi bunu söylerken. Üstelik...'' dedi ve gözlerini kaçırarak derin bir nefes aldı. ''Ücret istemediğini dile getirdi.'' dedi kısık bir sesle. Yüz ifadesi bu cümle ile değişti ve dudaklarını kısa bir süre kemirdi.

''Nasıl yani? Adam seni bedava savundu, nasıl olduğunu anlamadığın bir şekilde beraat ettin ve karşılığında ödeme ya da herhangi bir şey istemedi mi?'' diye sordum merakla.

Kısa bir süre göz teması kurdu, gergin yüz hatları yerli yerlerinde duruyordu. ''Ödeme yaptım.'' dedi ve gözlerini tavana dikti. ''Para ödemedim ama ödeme yaptım.'' deyip uzun bir es verdi. Göz teması kurmadan, kısık bir sesle, ''Adam değildi.'' dedi.

Gözlerim büyürken başım öne doğru meyil aldı. Şaşkınlığımı gizlemek ve onu yargılamamak istiyordum fakat bu konuda pek başarılı değil gibiydim. Deva bunu anlamış gibi, açıklama yapmaya koyuldu.

Gözlerini tavandan çekmeden dudaklarını ıslattı, derin bir nefes aldı ve boğazını temizledi. Başını bana doğru çevirdi fakat toprak hareleri yüzüme tırmanmadılar. ''Bedenimi satmadım.'' dedi gülümsemeye çalışarak. Sesi o kadar az çıkıyordu ki dudaklarını okumasam söylediğini anlamayabilirdim. ''Bir süre düzenli bir ilişkimiz oldu.'' dedi kucağıma bakarak yine kısık bir sesle.

Kaşlarım daha da çatıldı ve onun yüzünü rahatsız edici bir şekilde incelediğimi fark ettim. Onu yargılamıyordum, fakat içimde oldukça nahoş bir his vuku bulmuştu. Kendimi toparlayarak dikleştim ve boğazımı temizleyip yüz ifademi dağıtmayı denedim.

''Seni yargılamıyorum, anlatmak zorunda değilsin.'' dedim düz tutmaya çalıştığım bir sesle.

Gözleri kucağımdan gözlerime tırmandı. ''Beni yargıladığını düşünmüyorum. Anlatmamın sebebi bu değil.'' dedi.

''Anlatmak zorunda değilsin, düşündüğün sebep her ne olursa olsun.'' dedim bedenimi biraz daha dikleştirerek.

Toprak hareleri, bir müddet gözlerimde gidip geldi. Başını kaldırdı ve bedenini bana doğru biraz daha çevirerek, ''Ama ben anlatmak istiyorum, bilmeni istiyorum ve ilk kural; bu evde istediğimiz her şey, koşulsuz, şartsız, izinsiz yerine getirilir.'' dedi kendinden emin bariton sesiyle.

Gülümsemeye çalışarak ciğerlerime bir nefes çektim. Beni, benim silahımla vurmuştu. Başımı dikleştirdim ve alnımın ortasına attığı oku görmezden gelerek sessiz kaldım.

Hafifçe gülümsedi fakat dudaklarını araladığında gülümsemesi dağıldı. Gözlerini zemine dikerek, ''Duygusal bir ilişki değildi. Sanırım duygusal tek ilişkim Aşkım ile oldu. Onunla biraz daha bedensel bir ilişkimiz vardı.'' dedi. Sesi, önceki cümlelerine göre oldukça gür çıkıyordu. ''Ve bunun ödemeyle bir alakası yoktu.'' dedi sıkıntılı bir nefes vererek.

Az önce alnıma sapladığı oka başka oklar eklendi ve o okların hedefi yüzüm değildi. Okların her biri, özellikle orası hedef alınmış gibi göğsüme saplandılar. Boğazımı temizledim. ''Ama sen bundan rahatsızlık duyuyorsun. Madem bedenini satmadın, madem bu senin ve onun tercihiydi, bu durumda yanlış herhangi bir şey yok. Neden rahatsız ediyor bu seni?''

Başını omzuna eğerek, yan bir bakış attı. ''Sence bu anlattığım hikaye ne kadar gerçek bir hikaye Pera? Ancak dizilerde, filmlerde yaşanacak türden bir tesadüf. Hangi avukat böyle bir şey yapar? Kim, icra ettiği işi ücretsiz yapar?'' diye sordu.

''Karşılığını bir şekilde almış ama.'' dedim sesimin titrememesi için ses tellerimle müthiş bir mücadele vererek.

Gözleri kısıldı ve dudaklarını ıslattı. ''O bir karşılık değildi aslında. Kısa bir süre sonra benden hoşlandığını söyledi. Yani aramızda geçen şey onun için bir karşılık yahut ödeme falan değildi.''

''Ama duygusal değil fiziksel bir ilişki olduğunu söyledin.'' dedim üzerine giderek.

''Çünkü öyleydi, o şekilde başladı. Onun için de öyle olduğunu zannediyordum, daha sonra aslında onun için duygusal bir ilişki olduğunu öğrendim. Zaten o zaman iletişimimiz kesildi.''

''Bu yüzden mi rahatsızlık duyuyorsun bu kadar? Yüzün ekşidi anlatırken, sesin çıkmadı ve pişman olduğunu görebiliyorum.'' dedim.

''Hayır, öyle bir şey değil.'' dedi ve derin bir nefes alıp bir müddet düşündü. ''Dedim ya; bu tesadüfler ve böyle hikayeler ancak filmlerde olur, diye... O avukat neden böyle bir şey yaptı? Nasıl beraat ettim?'' Başını sağına doğru çevirip kadrajına bilgisayarı aldı. ''Video gelmiş ona besbelli. Nasıl geldi?'' Yeniden bana döndü. ''Şah ile iletişimde olduğu çok belli değil mi?'' diye sordu ve başını önüne düşürdü.

Bu kez onu destekleyen ben oldum. Tıpkı onun gibi sağ elimi bacağına yerleştirip sıvazladım yavaşça. Dudaklarını minnet dolu bir ifadeyle birbirine bastırdı. ''Kıskaçtayım yani.'' dedi fısıldayarak. ''Ve ne kadar zamandır sıkıştığımla ilgili en ufak fikrim yok.'' dedi yeniden aynı ses tonuyla.

Bu kez ben ona doğru yöneldim ve boyu benden uzun olduğundan dolayı dizlerimin üzerine çıkarak ona doğru kaydım. Hiç beklemeden, çekinmeden, kollarımı boynuna sardım ve yanağımı başına yasladım. Kolları belimde buluştuğunda benden daha sıkı bir şekilde sarıyordu bedenimi. Desteğe benden daha fazla ihtiyaç duyuyor gibiydi. Benim ince kollarım da onun kalın kollarını taklit ettiler. Akabinde ise, zihnim zihnini taklit etti.

''Ben de hep senin yanındayım, sen de bunu biliyorsun.'' dedim ve muzip bir sesle, ''Ağlamak istersen ağlayabilirsin.'' dedim.

Burnundan nefes vererek güldü ve başını göğsüme biraz daha yasladı. İyi ki varsın, gerçekten iyi ki varsın.'' dedi.

''Sen de iyi ki varsın.'' deyip uzaklaştığımda gözleri kısa bir süre için kol saatine kaydılar.

''Dışarı mı çıkacaksın? Programın mı var?'' diye sordum.

Sıkıntılı bir nefes vererek, ''Aslında gitmem lazım ama amcan ve Ahmet ne zaman gelecek bilmiyoruz.'' dedi.

''Randevun mu var?'' diye sorduğumda vereceği cevabı umursamıyor gibi saçlarımı düzelttim. Yüzüne bakmıyor olmama rağmen bıyık altından güldüğünü görebiliyordum.

''Randevu değil, iş aslında.'' dedi kısaca.

''Çık o zaman, geç kalma.'' dediğimde başını savurdu ve ''Daha zaman var ayrıca amcan ya da Ahmet gelmeden çıkmak istemiyorum. Yalnız kalma.'' dedi.

''Ben de seninle geleyim mi o zaman?'' diye sorduğumda hayretle bana döndü. ''Ne?'' diye sordum omuz silkerek.

Yüzüne sıcak bir gülümseme peyda oldu. ''Şu an karşımda Pera değil Pelin var. O nasıl bir ses tonuydu öyle?'' diye sordu.

Gülümseyerek omuz silkip yeniden önüme döndüm. Yüzümü buruşturarak, ''Çok sıkılıyorum evde artık. Elbette seninle gelip işine maydanoz olmam. Dışarıda bir yerde otururum.'' dedim.

Bir müddet profilimle bakıştı. Burun kemerini sıktı ve şakağını kaşıdı. ''Düşündüğünü biliyorum Deva.'' dedim gülümseyerek. ''Düşündüğümü gizlemiyorum.'' dedi ve bir müddet daha sessiz kaldı. Derin bir nefes alarak kollarımı göğsümde bağladım ve ona doğru döndüm. O da kollarını göğsünde bağlamış, işaret parmağının üst boğumunu dudaklarına sürtüyor ve tam karşısına sabit bir şekilde bakıyordu.

Bir anda bana doğru döndü ve ''Doğu'yu arıyorum o zaman, tek sıkılma.'' dedi ve telefonunu cebinden çıkardı. Anında kocaman bir gülümseme dağıldı çehreme.

Parmaklarını ekranda gezdirirken ''Saat dört buçuk gibi çıkalım o zaman, yalnız mutlaka amcana haber ver. Ondan onay al. Eğer onay verirse bir saate hazır ol.'' dedi ve ben başımı sallarken kapıya doğru birkaç adım savurdu.

 

 

♛♚

Koltuğa henüz yerleşemeden, ''N'aber Pera?'' diye sordu Doğu. Omzumun üzerinden ona döndüğümde konuşmama müsaade etmeden, ''Biz en son vedalaşmıştık ya Beşiktaş'ta sanki.'' dedi neşeli bir sesle. Ona ters bakışlar atarken Deva küçük bir kahkaha attı.

''Çok komiksin Doğu!'' deyip önüme döndüm. ''Öyleyimdir canım!'' dedi yüksek bir sesle. Deva'ya, arkadaşını öldürmemem için onu susturması gerektiğini söylemek amacıyla döndüğümde dikiz aynasından Doğu'ya ifadesiz ve sert bir yüzle bakıyordu.

Önüne döndüğünde müziğin sesini biraz yükselttim ve ona doğru eğilip neden gergin olduğunu sordum. Çünkü yüz hatları oldukça gergin ve ruhsuz görünüyordu. Hatta çehresine biraz endişe bile peyda olmuş gibiydi.

''İşle alakalı.'' dedi kısaca. Çevirmenlik yapan bir insan işle ilgili nasıl bu kadar gergin olabilirdi ki? Üstelemedim ve yol boyunca Doğu'nun boş konuşmalarını ve onu zaman zaman tersleyen Deva'yı dinledim. Ara sıra konuşmalara dahil oluyor, ara sıra göz deviriyor, ara sıra gülüyordum.

Nihayet Balat'a geldiğimizde ara sokaklardan birine girdik. ''Balat'ı da çok severim ben.'' dedim. Akabinde, ''Ahmet olsaydı, hemen ismini Balat yap, diye dalga geçerdi benimle.'' diyerek güldüm.

Doğu öne doğru eğilip, ''Neden? Pera'nın böyle bir anlamı mı var yoksa?'' diye sordu hayretle karışık bir heyecanla.

Omzumun üzerinden ona bakarak, ''Evet, Pera'da oturuyorum, bu sana bir şey çağrıştırıyor mu?'' diye sordum.

Kaşları kalktı ve daha da heyecanlandı. ''Yani sen oturduğun yerin adını mı aldın? Neden? Çok mu seviyorsun?'' diye sordu. Her geçen saniye daha da heyecanlanıyordu.

Gülümseyerek önüme döndüm ve ''Çok severdim yıllardır. Özel anılarım da var ayrıca.'' diyerek kısa bir açıklama yaptım ve heyecanla ekledim. ''Ayrıca, Pera kulağa çok hoş geliyor.''

''Ne gibi özel anılar?'' diye sordu Deva. Gözleri, bedenim ve dar Balat sokakları arasında mekik dokuyordu.

''Sanırım ilk kez orada aşık oldum.'' dedim tıpkı amcama verdiğim cevap gibi.

Kaşları kalkıp indi ve önüne döndü. ''Aşka inanır mısın?'' diye sordu kısık bir sesle.

''İnanırdım.'' diyerek kısaca yanıtladım.

Doğu koltuğun kenarına kadar kaymış bir vaziyette başını aramıza sokmuştu ve ''Ya şu müziğin sesini kısın duyamıyorum. Kendimi annesiyle babasının gıybetini dinleyemeyen çocuk gibi hissediyorum şu an!'' dedi hiddetle.

Ben kahkaha atarken Deva, ''Bir şeyi de duyma Doğu! Geberirsin!'' diyerek tersledi onu.

Araç durduğunda gözlerim kısa süre için etrafta dolaştılar. Eski bir sokaktı, tıpkı Balat'ın çoğu sokağı gibi. Üzerinde 'PARK YAPANI SİKİYİM'' yazan geniş ve eski bir depo kapısının önünde duruyorduk.

Deva, dikiz aynasından Doğu ile göz teması kurdu ve ''Saat on bir gibi çıkarım. On birde burada ol Doğu.'' dediğinde gözlerim saate kaydılar. Saat henüz altıyı gösteriyordu.

Doğu hızla başını salladığında ikisi de araçtan indiler. Doğu şoför koltuğuna yerleşirken Deva bagajdan bir dosya çantası aldı ve bana göz kırparak araçtan uzaklaşmaya başladı. İlerlediği yön, depo kapısıydı. Kaşlarım çatılarak Doğu'ya döndüm. Ne alaka, der gibi bakıyordum. Doğu kaşlarını kısa bir süre havalandırarak başını savurdu ve önüne dönüp aracı çalıştırdı.

Yaklaşık yirmi dakika sokaklarda dönüp durduk, Doğu sahile inmek istemiyordu çünkü Balat sahili, trafiğin yoğun olduğu bir yerdi ve geleceğimiz süreyi kestiremiyor, Deva'dan fırça yemek istemiyordu. Bulunduğumuz bölgede yalnızca küçük bir kahve evi görebilmiştik yalnız mekan çok küçüktü ve yer de yoktu.

"Doğu, gel kahve alıp kapının orda bekleyelim. Hem bakarsın erken çıkar falan, direkt gideriz." dediğimde, "Kız ağzın bal yesin!" dedi heyecanla.

Bu kez kahveleri alan bendim. Araca bindiğimde yeniden depo kapısının olduğu sokağa ilerledik. Kapıdan birkaç metre ileride durup aracı park ettiğimizde saat altı buçuğu geçiyordu.

"Evet! Yarım saati gitti, dört buçuk saati kaldı!" dedi Doğu heyecanla. ''Hayırdır? Sıkılacağını mı düşünüyorsun yoksa benden?'' diye sordum gülerek. Ellerini kaldırarak avuç içlerini gösterdi ve ''Tövbe!'' dedi yüksek bir sesle.

Doğu ile oturduğum süre boyunca devamlı olarak sohbet ettik. Doğu'nun sohbeti kesinlikle çok keyifliydi. Deva'dan daha güleç, Deva'dan daha heyecanlı ve Deva'ya nazaran daha gereksiz bilgiler biliyordu.

Dizilerden, filmlerden, lise ve üniversite anılarımızdan ve kısaca Aşkım'dan konuştuğumuz sohbetimizde kısa bir sessizlik olduğunda gayriihtiyari bir şekilde ''Saat dokuz buçuk olmuş.'' diye mırıldandım.

Doğu carplaydeki saate bakıp, ''Otuz bir geçiyor.'' dedi gülerek.

Ona baygın ve yan bir bakış attım. Kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. ''Gerçekten otuz bire gülüyor musun Doğu?'' diye sorduğumda kahkahasını daha fazla dudaklarına hapsedemedi. Kendini tutmaktan yüzü kızarmıştı ve sorumla büyük bir kahkaha bıraktı aracın içine.

Uzun süren kahkahasını tebessümlü bir yüzle izleyip dilimi damağıma vurarak başımı iki yana salladım ve önüme döndüm. ''Siz erkekler, gerçekten çok ilginçsiniz. Bunun neresine gülüyorsunuz? Ayrıca mastürbasyona neden otuz bir denir, o da ayrı bir dava.'' diye kendi kendime mırıldandığımda Doğu heyecanla bana döndü.

Yine gereksiz bir bilgi paylaşacak gibiydi. ''Ebced alfabesinden geliyor!'' dedi heyecanla.

''Ne?!'' Neredeyse çığlık atmıştım. ''Ebced ne alaka?'' diye sordum şaşkınca.

Derin bir nefes alıp, ''Osmanlı döneminde mastürbasyon diye bir tabir olmadığı için, o işleme el çekmek, derlermiş. Bu yaygınlaşmaya başlayınca da ulu orta el çekmek deyimini kullanmak istememiş erkekler. Ebced alfabesini bilir misin? Harflerin sayı karşılıkları vardır.'' dediğinde hızla başımı salladım.

''El kelimesinin harf karşılığı bir ve otuz. Yani Elif ve Lam harflerinin karşılığı... E ve L harfleri yerine bir ve otuz kullanmışlar ebced hesabına göre'' dedi.

''O zaman yüz otuz olur ama.'' dediğimde bunu bekliyormuş gibi araya girdi.

''Arapça tersten okunur. O yüzden yüz otuz değil, otuz bir, demişler. Osmanlıdan günümüze kadar da otuz bir olarak gelmiş bu işlemin adı.'' Yüz ifadesi o kadar gururluydu ki, sanki mastürbasyonun halk arasındaki adının anlamını değil, yaşamın sırrını paylaşmış gibi övgü bekliyordu.

Ona övgüler yağdırmak yerine, ''Neden bu kadar gereksiz bilgi biliyorsun?'' diye sorduğumda kahkaha attı.

''Aynı Deva'nın kurduğu cümle! Yemin ediyorum birbiriniz için yaratılmışsınız.'' dediğinde başım refleks olarak ona döndü.

Doğu ise pot kırdığını gizlemek yahut konuyu hızla değiştirmek yerine yalnızca dudaklarını birbirine bastırabildi. Sarışın teni de kızararak eşlik etti ona.

''Bu cümle aramızda kalsın.'' deyip dudaklarını yeniden birbirine bastırdı. Ben de dudaklarımı birbirine bastırıyordum gülmemek için. Başımı aşağı yukarı sallarken, ''Birer kahve daha mı alsak ya? Saat daha dokuz buçuk,'' dedi yüzünü buruşturarak.

''Olur vallahi, daha bir buçuk saat var işinin bitmesine.'' dediğimde Doğu hızla araçtan indi.

Kapıyı kapattığında bir el silah sesi duyduk. Çığlık atarak irkildim. Kalbim bir yaprak gibi titrerken refleks olarak hızla etrafa bakındım. Doğu'ya döndüğümde onun gözleri de bana çevrilmişti. Bakışlarımız havada birbirlerine dolandıkları an Doğu, kapı koluna uzandı. Kapıyı açarken etrafa yeniden göz gezdirdi. Oldukça temkinli görünüyordu. Araca binip bizi başka bir yere götürmeyi düşünüyor gibiydi.

Bir ateşleme sesi daha duyduk. Arkasından bir el ateş daha...

Sesin geldiği yeri tahlil etmeyi denediğimde, gözlerim depo kapısını buldular. Emin olamadığımdan Doğu'ya döndüm. Onun gözleri de depo kapısı üzerindeydi. Üstelik yüzü tarumar olmuştu. İfadesi darmadağındı ve gözlerinde endişeyle harmanlanmış korkunun her bir zerresini görebiliyordum.

Benim de ondan aşağı kalır yanım yoktu. Kalbim, göğsümü dövüyordu ve nefes alıp verişlerim oldukça sıklaşmıştı. Fakat peş peşe, hızla çektiğim nefesler kesikti ve genzimde asılı kalıyorlardı. Bir el daha silah sesi işittik. Art arda üç el daha... Elim hızla kapı koluna gittiğinde Doğu kapıları kilitledi.

''Doğu!'' diye seslendim ondan medet umarak. Fakat Doğu'nun yapabileceği herhangi bir şey yok gibiydi. Çaresizce adım savuruyor ve savurduğu her adım havada asılı kalıyordu.

Depo kapısı hızla yukarı doğru açıldı. Kapının bir kepenk olduğunu o an fark etmiştim. Gözlerim, siyah, eski kepengi aşındırıyorlardı ve akıp giden her saniye bana saatler geçiyormuş gibi hissettiriyordu.

İçeriden sayılarını hesaplamadığım birkaç adam çıktı. Takım elbiselilerdi ve birinin beyaz gömleğinde kırmızı lekeler gördüğümden emindim. Deva içlerinde yoktu.

Kısa bir süre sonra daha az kişiden oluşan bir grup çıktı. Bu gruptaki adamların üç tanesinin gömleklerinde kan lekeleri vardı. Bir tanesi ise sıkıca kolunu tutuyordu. Hepsinin adımları oldukça aceleciydi. Koşar adımlarla ilerliyor ve öfkeli adımlarıyla zemini eziyorlardı. Deva onların yanında da değildi.

Birkaç saniye kapıya bakıp Deva'nın çıkmasını bekledim fakat bir türlü kapıda belirmedi. ''Doğu!'' diye bağırdım yeniden. Bu kez sesim çatlamıştı. Doğu bu kez sesimi duydu ve kısaca yüzüme baktı. Yüzü bembeyaz olmuştu ve dudakları aralıktı. Çenesi gerilmişti ve yüzünde keşmekeş hâkimdi.

Ona çaresiz ve yakaran bir yüzle bakıyor, bir şeyler yapmasını diliyor fakat isteyemiyordum. Ne yapmasını isteyeceğimi bile bilmiyordum. Küçük Pelin'in hıçkırıklarını duyuyordum ve kalbim bir kez daha kara deliğe çekiliyordu. Bu kez kara delik, deftere bırakılan kara mürekkep değil, siyah kepenkti. Yedi el silah sesi duyulmuştu ve kapıdan, yaralı olduklarını fark ettiğim beş kişi çıkmıştı.

''Doğu!'' dedim yeniden bağırarak. Kalbim, ürkmüş, yarışa çıkan ve kapısı henüz açılmış bir at gibi dörtnala koşuyordu. Zihnim ise bulanmıştı ve bulanıklık kendini gözyaşlarımla dışarı atıyordu. Doğu ile kısa bir müddet bakıştıktan sonra yeniden kapıya döndük. Deva kapıdan çıkmadı.

 

 

♛♚

 

 

Hikaye ve bölüm ile ilgili yorumlarınızı bu satıra bırakabilirsiniz.

 

 

Küçük yıldıza dokunmayı unutmayın.

 

Twitter: esaturk07
Insta: esaturk_07
Wattpad: esaturk

Loading...
0%