@esaturk
|
Anathema - Lost Control Hayat kimisine göre bir yol, kimisine göre bir maratondur. Hayat nedir, sorusunun cevabı her dudaktan, her kalpten farklı bir şekilde zikredilir. Benim kalbim uzun zaman boyunca yalnızdı. Uzun yıllar boyu boşluktaydı ve kalbime uzun yıllar boyu zihnim eşlik etti. Bir sağa-bir sola savruldular hep boşlukta. Hep çok iyi anlaştılar, başkalarının aksine hiç savaşmadılar. Çünkü hiç savaşmalarını gerektirecek bir durum olmadı on beş yılda. Kalbim bir kez bile zihnime başkaldırmadı. Bir kez bile ayrı düşmediler. Hayat benim için karanlık ve sonsuzluktu. Boşluktu. Hiçlikti. Nefesim kesilmiş bir şekilde uyandığım geceler oldu. Dibe vurduğumu sandığım, kasırgaya çekildiğim kâbuslarım oldu. Boşluktan düşermiş hissi veren kâbusları hep çok sevdim. Boşluğa değil, boşluktan düşmeyi hep çok istedim. Dip, benim bilinmezimdi, ben ise bilinmezleri, bilinmeyenleri hep merak ettim. Tanımadığım, bilmediğim bir otel odasında; tanımadığım, bilmediğim bir adamla baş başa uyandığımda yatağın solunda olmadığı için ona içten içe kızacak kadar süzülüyordum yoklukta. Sonsuz karanlığa teslimim ve dibe merakım yıllar boyu sürüp giderken, bir sabah dipten o kadar korkacağımı on beş yıl boyunca hiç düşünmemiştim. Alacakaranlık yerini aydınlığa bırakırken, karanlık beni nihayet usul usul terk ederken ben zifte batıyordum o sabah. Derime işleyen zift benim için çok tanıdık olsa da ben bedenimi terk etmek istiyordum. Kurtulmak istiyordum karadan yine. En büyük boydan bir bavul istediğimde odaya artık güneş ışınları hücum ediyordu. Aydınlık tümüyle bize vururken gözlerimi bedenime çevirdiğimde yılanın zehrinin çoktan hücrelerime işlediğinin bilincindeydim artık. Yalnızca birkaç dakika önce usulca yanıma sokulan büyük, kara yılan dakikalar içinde yutmuştu beni. Dakikalar sürmüştü yalnızca zihnimin her zerresine zehrini akıtması. Yıllar yılı teslim olduğum, kurtulmak istediğim karanlığa ait değildim artık; karanlığın ta kendisiydim. Kara bendim, zift bendim artık. Dibe olan merakım dinmek üzereydi yıllar sonra nihayet fakat ben nefret ettiğim o karanlık ve sonsuz olan boşluğa razıydım bu kez. Kapının tıklatılmasını beklerken kısa bir süre, kahve-krem tonlu odada boş boş göz gezdirdim. Zemindeki duvardan duvara halı koyu maviydi. Aydınlık süzülen pencere, yatağın solunda kalıyordu ve adam yatakla pencere arasında çaprazlamasına uzanıyordu. Gözlerimi yabancı adama değdirmeden, sağa-sola çeviriyordum. Acınası bir halde kaçıyordum adamın bedeninden. Gözlerim kapı üzerinde gezinirken tıklatıldığını duydum. Yataktan yavaşça doğruldum ve kapıya ilerleyerek görevliye seslendim. "Bırakabilirsiniz kapıya, teşekkürler," Beklediğim bavul nihayet gelmişti. Görevlinin gitmesini bekleyip içeri aldığım tekerlekli, neredeyse göğsüme kadar çıkan, siyah büyük bavula baktım. Akabinde dönüp yerde yatan adama... Adamın boyu nereden baksam 1.80-1.85 olmalıydı. Üstelik çok ağır bir bedeni olduğunu da bir saatten az bir süre önce deneyimleyerek öğrenmiştim. Bavulu kapının önünde bırakarak yabancının yanına ilerledim ve onu incelemeye koyuldum. Bir saat içinde hiç yapmamışım gibi merakla süzüldü gözlerim bedeninde. Açık kahverengi büyük gözlerim önce yüzünde dolaştı; kumral ve dağınık saçlarından başlayarak, birbirine geçmiş siyah kirpiklerine, düz ve kalın olmayan kaşlarına, biçimli dudaklarına sıra sıra değerken, bir anda sabırsızca gövdesine kaydı akabinde. Bir saat içinde üzerindeki gömleğinin düğmelerini çözdüğüm ve üzerine oturarak kalp masajı yapmaya çalıştığım gövdesinin bir kaç yerinde morluklar çarptı gözüme. Kaşlarım çatılırken başım refleks olarak sola doğru eğildi hafifçe. Kısılan gözlerim bedenini daha dikkatli tararken morlukları neden yeni fark ettiğimi sorguladım ve arkasından o genç yabancının gerçekten tehlikeli biri olup olmadığını düşünmeye başladım. Bir an gömleğinin kolunu yukarı sıyırıp dirsek içlerini kontrol etmeyi düşündüm iğne izi olup olmadığını görmek için fakat akabinde vazgeçtim. Tüm bunları süzgeçten geçirirken boylu boyunca yatan bedeninde geziniyordu gözlerim halen. Zihnime ve hücrelerime mühürlenmiş zehre ve zifte inat muhteşem bir dinginlikle inceliyordum onu. Güzel bir adamdı o. Hayatta olsaydı onu tanımak isteyeceğimi düşündüm, hikayesini merak ettim bunları düşünürken. Sanki ansınız yanımda ölü olarak uyanmamış gibi, 'Neden buradayız, hiç bir şey hatırlamıyorum. Neden bir şey hatırlamıyorum?' diye sormak yerine adını, yaşını, mesleğini, bağımlılığını sorardım. O merakım bana dibe olan merakımı hatırlattı beynimin içinde cümleler birbirini silik bir şekilde takip ederken, tebessüm ettim. Belki o adam da Dip'ti? Gözlerimi bedeninden çektim ve sağ elimle alnımı sıvazlayarak düşüncelerimi dağıtmaya çalıştım. Ayağıma batan nesne bir an irkilmeme sebep olurken düşüncelerime bir yenisini ekledi. Yerde, masanın altına doğru uzanan şırıngaya baktım birkaç saniye. Arkasından sağa sola bakındım lastik görmek için fakat göremedim. O adam sanırım gerçekten de bağımlıydı ve muhtemelen aşırı dozdan hayatını kaybetmişti. Fakat benim onunla işim neydi? Bavulu bir kenara bırakıp polise gitseydim? Ne anlatacaktım? Belki de odada her ne olduysa benim üzerime kalacaktı. Hiçbir şey hatırlayamıyorken onlara neyi izah edebilirdim? Gözlerimi kapatarak derin bir nefes çektim ciğerlerime. Bu kez yerine ulaşmıştı çektiğim nefes; kara yılanın zehrindeki soğukkanlılığın tesiri altındaydım çünkü. Bavulu açarak yere bıraktım ve bir peçete ile şırıngayı ve su şişesini yerden alarak bavulun içine attım. Akabinde adamı yerden kaldırmayı denedim. Ben 50 kiloydum o ise neredeyse iki katımdı. Kaldıramayacağımı anladığımda sürüklemeye başladım onu. Sürüklemek bile çok zordu genç yabancıyı. Bavulun üzerine bedenini nihayet serdiğimde uzun bir süre bavulun şeklini alması için uğraşmaya başladım. Yaklaşık yarım saat uğraştım adamı doğru pozisyona sokmak için, sırada bavulun kapağını kapatıp fermuarı çekebilmek vardı. Fermuarın hiç kapanmayacağını düşündüğüm bir anda kapağın üzerine oturdum ve ağırlığımı verdim genç adamın omzuna. Kemiklerinin kırılacağını düşünürken, bavulun işe yaramayacağı da aklımdan geçiyordu aynı anda. Bir yandan fermuarı çekmeye çalışıyor, bir yandan alternatif bir yol düşünüyordum. Kafamdan bin bir düşünce peş peşe geçerken fermuarı zorlukla kapattım ve derin bir nefes alıp bavulu güçlükle doğrulttum. Yılan zehrinin soğukkanlılığı bedenimi hapsetmişken, hata yapmamak için ardı arkası kesilmeyen sorulara da aklımda cevaplar arıyordum. Parmak izi bırakmamam gerekirdi fakat nerelere dokunduğumu bile bilmiyordum. Lastik varsa eğer onu bulmam gerekirdi çünkü o lastikte parmak izim olabilirdi. Yatağa saç telim düşmüş olabilirdi, adamın düşmüş bir saç teli ise halıda bir yerlerde olan biteni izliyor olabilirdi. Başka herhangi bir şey düşürmüş de olabilirdik. Sorular peşlerinden yeni soruları sürüklüyor, ben ise bir noktadan sonra cevap bile aramıyordum. Çünkü zaten on beş yıldır ensesinde ölüm nefesi ile yaşayan bir kadındım. Kaybedecek tek bir şeyim bile yoktu. Ben her şeyimi Şah'a kaybetmiştim zaten. Derin bir nefes daha çektim ve komodindeki çantamı boynumdan geçirdim. Bavulu sürüklemeye başlayıp yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Asansörü beklerken 5. kata çıktığını gördüğümde hangi katta bile olduğumuzu bilmediğimi fark ettim. Hangi oteldeydik? Hangi semtteydik? Belki de yabancı bir otel değildi, belki de biriyle karşılaşabilirdim. Asansörün zil sesiyle düşüncelerimi bir duman gibi dağıtıp kahverengi renklerin hakim olduğu koridordan asansöre geçtim. Aynadaki aksimle karşılaştığımda yüzümdeki ifadesizlik ve boş bakışlar beni ürküttü. Beni bile rahatsız eden bakışlarla personellerin karşılaşmaması gerektiğini düşünerek ifademi toparlayıp başımı hafifçe iki yana salladım. Fakat sorular yeniden bir yılan gibi kafamın içine sokulmaya devam ediyordu. Aracım otelde miydi? Otele nasıl geldiğimi bilmiyordum. Eğer araç yoksa taksi çağırmam gerekecekti ve taksici benim için sorun teşkil edebilirdi. Sorulara bulamadığım cevaplara yüzümü ekşittim refleks olarak ve spontane gelişecek bu durumlar iyiden iyiye sinirlerimi bozmaya devam ediyordu. Plansız bir şekilde ceset yok etmeye çalışıyordum. Yeniden kendime gelmeyi denedim ve tekrar zil sesi duyduğumda ağır bavulu güçlükle zemin katta sürüklemeye başladım tekrar. Resepsiyonda beklerken gözlerim duvarlarda geziniyordu. Resepsiyonun arkasındaki duvarda sarı tonlarda onyx mermer kullanılmıştı. Mermerden süzülen ışığın da sarı olması yüzümü ekşitti ve o otelin tanıdık bir otel olmadığına kanaat getirdim. Otel zevksiz döşenmişti ve tercih edeceğim bir otel bile değildi. Neden o oteldeydim? Oda ve bavulun ödeme işlemleri için elimdeki kredi kartıyla beklerken, o kadar zaman aklıma gelmeyen en önemli farkındalık çakıldı beynime. Kredi kartı üzerinde adım soyadım yazılıydı. Parmak izine, saç teline gelene kadar en önemli şeyi atlamıştım; otelde adım kayıtlıydı. Ödemeyi kendim yapmasam bile henüz ilk girişte adım, soyadım, kimlik numaram alınmıştı bile. Kamera kayıtları ise cabasıydı... Ben zehrin soğukkanlılığına minnet duyarken, zehir beni kör etmişti. Biraz panik iyiydi belki de. Refleks olarak yutkunduğumda genzimin acıdığını hissettim. Her ne kadar Şah'a her şeyimi kaybetmiş olsam da, her ne kadar yıllardır ölüme yalnızca bir nefes kadar uzak olsam da, insanın en büyük içgüdüsü hayatta kalmak ve özgür olmaktı. Yoksa, 155'i tuşladıktan sonra ahizeyi yuvaya geri çarpmazdım. Bavul istemez, bu güzel yabancıyla bu kadar süre mücadele vermezdim ve yılan da zihnime zehrini akıtmamış olurdu. Fakat ne olursa olsun, işlemediğim bir suçun esaretine giremezdim; girmeyecektim. En önemli içgüdüm çoktan beni tesiri altına alıp harekete geçirmişti ve artık o yoldan geri dönemezdim. Yolu çoktan yarılamıştım fakat aslında henüz bir adım atmış olduğumu ise çok sonra anlayacaktım. Personellere bir şey belli etmemek ümidi ile başımı önüme eğdim, ödemeyi temassız olarak hızlıca gerçekleştirdim ve biraz oyalandım resepsiyonda. Elimi çantama attığımda anahtar çantadaydı fakat araç neredeydi? Kapıda bekleyen valeye doğru hızla ilerlemeye çalıştım. Çalıştım çünkü bavul beni çok yavaşlatıyordu. ''Merhaba,'' dedim gülümsemeye çalışarak. Anahtarı bir ümit eline uzattım adamın. Küçük kulübeye girdi ben gerginlikten sağ bacağımı sallarken. Çıktığında hareketleri aceleciydi. Aracı hemen getireceklerini söyleyip anahtarı genç bir çocuğa uzattı. Derin bir nefes çektim ve o nefesle ciğerlerimin oksijene ne kadar susadıklarını fark ettim. Araç geldiğinde kulübenin önünde bekleyen adam bavulu taşımam için yardımcı oldu. Fakat iki kişi bile zor kaldırmıştık bavulu. Direksiyon koltuğuna oturduğumda saate baktım; 07:02. Nerede olduğumuzu bile bilmeden tekerlekleri hareket ettirdim ve boş sayılabilecek yollarda ilerlemeye koyuldum. Bulunduğumuz yer Beyoğlu'na benziyordu, nerede olduğumuz her ne kadar o an umurumda olmasa da müsait olduğunu düşündüğüm bir noktada sağa çekip dörtlüleri yaktım ve telefonumu elime aldım. Gidebileceğim uygun bir yer bulmaya koyuldum. 10 dakika boyunca internette gezdim, haritada gezdim, düşündüm. En sonunda, içinde göl de olan bir orman kestirdim gözüme. Navigasyondan yol tarifi başlattığımda gerçekten Beyoğlu'nda olduğumuzu fark ettim. Pera'daydık, gülümsedim. Kafamda göl vardı. Göle gidecektim ve onu göle atacaktım. Pek parlak bir fikir değildi belki göl fakat o da umurumda değildi. Planım en başından beri sağlam bir plan değildi zaten; bunu ödeme yaparken, henüz ilk adımımda anlamıştım. Fakat gölden başka bir şey gelmiyordu aklıma. Belki seri katillere ilgim olsaydı, belgeseller ya da diziler izleseydim hali hazırda kafamdaki planları uygulamaya koyabilirdim fakat ben ne katildim ne de bunu örtbas edebilecek kadar bu işlere çalışıyordu beynim. Artık geri dönemeyeceğimi düşünerek, batacaksam da bataklığa kendim yürümeye karar vermiştim. 20 dakika sonra göl fikrinden tamamen uzaklaşmaya başladım. Gözlerim yola dikiliydi fakat transa geçmiş bir şekilde yolu görmüyordum bile. Kafamın içindeki sorulara hapsolmuştum. Veremediğim cevaplar beni esir alıyordu. Başarısız olacaktım yahut yakalanacaktım. En başından, otel odasında iyi bir plan yapmalıydım. Yılanın zehri beni kurtaracak zannetmiştim oysa. Düşüncelerime hükmetmesi, işlemediğim bir cinayetin cesedini ortadan kaldırmam için beni ikna etmesi ve aşıladığı gereksiz özgüven ve soğukkanlılık; sorularıma cevap aramamama ve hatta soruları görmezden gelmeme sebep olmuştu. Zaten en başından bir kara yılanın zehrine güvenmek yanlıştı. Çünkü o yılandı ve zehrini bedenime salmıştı. En başından yanılmıştım. Yıllar sonra ilk kez bir şeye güvenmiştim ve yüzüstü kalmıştım yine. Başından beri bir sürü hata yapmıştım ve emindim ki aklıma gelmeyenler de cabasıydı. Önemi yoktu fakat. Bu hayatta benim çok şıkkım yoktu zaten. Karanlık ve sonsuz boşluk benim hayatımdı ve süzülmek ile çakılmaktan başka seçenek sunamazdı bana. O gün olduğum noktada ise bir alternatif fazlam vardı; ölmek, hapse girmek ve şans yüzüme gülerse özgür ve hayatta kalmak. Hoş; üçüncü seçenek de benim için diğer ikisinden pek farklı sayılmıyordu aslında, fakat işte; içgüdü! Şehir merkezinden uzaklaşmadan fikrimi ansızın aldığım bir kararla değiştirip bir yapı markete girdim. Bu da yaptığım yanlışlardan biriydi; kararsızdım. Yapı markette hızlıca kazma ve kürek kaptım. Fenere ihtiyacım yoktu, gündüz olmuştu. Dezenfektan, ıslak mendil ve bolca peçete de aldım. Ödeme işlemlerini gerçekleştirip koşar adımlarla araca geçtim. Geçen her dakika aleyhime işliyordu çünkü sabah olmuştu. Belki de o işi geceye bırakmak gerekirdi çünkü mezar kazmak da uzun sürecek bir işlemdi. Saatlerimi alacaktı. Fakat bu sefer de ceset kokardı sabaha kadar artık. Direksiyon koltuğunda aracı hareket ettirdikten sonra avuçlarımla yüzümü sıvazladım düşüncelerimi savuşturmak için. Sinirlerim daha da gerilmişti artık, zaman geçtikçe de onları toparlamak daha da güç olacaktı. "Ne yapıyorum ben?" Dudaklarımın arasında mırıldandığım bu soru, kanımın çekilmesine sebep olurken beni daha da geriyordu. Ne yapıyordum? Parmaklarımın gerildiğini hissettim direksiyonu istemeden sıktığımda. Belki de tansiyonum yükseliyordu. Terlemeye başlamıştım. Şimdi de panik esir almıştı vücudumu. Zehir, panik, soğukkanlılık... Her şey vücudumu rehin alıyordu sanki mantık dışında. Polise gitmek için çok mu geçti? Bana kalacaktı o iş, bunu biliyordum. Nasıl ispatlayacaktım benim yapmadığımı? Hatırlamıyordum ki hiç bir şey! Ne anlatacaktım? Zaten o noktada polise gitmek istesem bile, otelden çoktan çıkış yapmıştım elimde kocaman ve ağır bir bavulla, üstelik ceset bavulun içindeyken. Gaza asıldım ve şehir merkezinden uzaklaştıkça boşalan yollarda savurmaya başladım aracı. Nihayet bir ormana geldiğimizde saat artık 08:10 olmuştu. Kahvaltı saati yaklaşıyordu ve ormana kahvaltı için gelmek isteyenler olacaktı belki. Koşu için gelenler ise muhtemelen çoktan adımlarını savuruyorlardı ormanın içinde. Bulunduğum bölgede mesire alanı yoktu fakat bunu riske alamazdım; en azından bunu alamazdım. Ses tellerim yırtılırcasına çığlık attım direksiyonda, artık kendimi tutamayacak gibiydim, gerilime ve strese katlanamıyordum. Fakat öfkenin değil, mantığın etkisi altına alması gerekirdi beni o an. Git gide umudum azalıyordu; çuvallayacağımdan artık emindim. Arabayı durdurduğumda ellerimle yüzümü kapadım ve ciğerlerime derin nefesler çekmeye başladım. Birkaç ağacın içine kadar girmiştim ve aracı, ağaçlık alanın içine doğru ters bir şekilde sokmuştum; ön kısım toprak ve tenha yola, bagaj ise ormana bakıyordu. Cesaretimi toplayıp araçtan indim ve etrafta kimsenin olmadığından emin olana kadar ormanda sessizce göz gezdirdim. Bavulu çekiştirerek bagajdan indirdim ve biraz ileri sürükledim. Başına çöktüm ve kaçtığım her şeyi süzgeçten geçirdim. O an bavulu bırakıp gitmek istedim fakat her yerinde parmak izlerim vardı. Adamı gömdükten sonra bavulu yanıma alacak ve yakacaktım. Adamı bavuldan indirip orada öylece bırakıp gitseydim peki? Kim nereden bilecekti kimin bıraktığını? Toprağı kazmak çok uzun sürecekti ve geri kapatması da cabası. Kaldı ki bavulu ormanın içine kadar sürüklemek gerekecekti. Üstelik gece değil gündüzdü. Artık daha fazla dayanamıyordum içinde olduğum strese. İki buçuk saatlik dinginlik ve soğukkanlılığı çok bile sürdürmüştüm. Zehrin tesiri artık tamamıyla bedenimi terk ederken kalp çarpıntım olduğunu hissettim. Sol elim göğsüme giderken sol gözümden bir yaş düştü. Elimin altında hissettiğim kalp atışları aklıma güzel yabancının kalbini getirdi. Onun kalbini düşünmeye başladım bu kez. Kalbi güzel miydi acaba? Atmıyordu artık. Nasıl biriydi? Benim gibi yalnız mıydı o da? Belki de çevresi çoktan onu aramaya başlamıştı. Belki ailesi, arkadaşları, dostları vardı. Belki güzel bir sevgilisi... "Özür dilerim," diye fısıldadım hıçkırıklarım arasında. Göz yaşlarım peş peşe dökülürken artık onları durdurmak imkansızdı. Artık yüzleşiyordum tüm sorularla ve yıllardır o çok merak ettiğim dibe yaklaştıkça daha çok korkuyordum dipten. Yolun sonundaydım. Yakalanacaktım ve cezası bana kesilecekti. Artık boş vermiştim her şeyi, belki de bavulu orada bırakıp en yakın karakola gidip her şeyi anlatmalıydım. Vazgeçmek üzereydim artık. İçimde bir yerden, uzaktan bağıran ve yankılanan ses her ne kadar o işi bitirmemi söylese de, ben iki buçuk saattir yeteri kadar onu dinlediğimi düşünüyordum. Fakat yine de ikilemdeydim, yine kararsızdım. Sağ elimi bavulun üzerine doğru uzattım ve üzerine yasladım sebepsizce. Tezattaydım; hem işi temiz yapmadığım için kendime kızıyor, hem de parmak izi bırakırken umursamayabiliyordum. Ya da güzel bir plan yapmadığım için kendime kızarken, otelden çıktığımda hangi semtte olduğumu umursamıyordum. Çelişkiliydim ve bu da benim sonumu getirecek şeylerden biriydi. Sonumu getirecek hatalar listesi uzayıp giderdi. Bu da benim yüzüme tokat gibi çarpan başka bir gerçek oldu ve nefes alamadığımı hissettim. Ağaçların ortasında, oksijen cennetinde sanki benim için bir nefeslik oksijen bile yoktu. "Ne yapıyorum ben?" Başımı yukarı kaldırıp gökyüzüne diktim gözlerimi, nefes almayı denedim tekrar fakat işe yaramıyordu. Çektiğim nefesler genzimde asılı kalıyordu sanki. Boğulduğumu hissettim o an. Bir el sanki boğazımı sıkıyordu. O elin adı neydi, kime aitti bilmiyordum. Vicdan? Suçluluk? Panik? Stres? Nefes alamamak çok zordu, ciğerlerimin oksijene susamış olması kalp atışlarımı hızlandırıyor ve bedenimi güçsüz kılıyordu. Önümde yatan güzel yabancı saatlerdir nefessizdi. Gözlerimden yaşlar dökülürken göğsüm hızlı hızlı kalkıp iniyordu bunları düşünürken. Yabancı düşmüştü yine aklıma tüm düşüncelerden sıyrılıp. Bir an bavulun fermuarını çektim hafifçe. Nedenini bilmiyorum, bavulun kapağını açmak gibi bir düşüncem yoktu. Belki de nefes alsın istedim. Muhtemelen bedeni soğumuş ve kanı çekilmişti. O güzel yabancıyı o şekilde görmek istemezdim. Fermuarı tutup yaklaşık on beş santimetre çekerek bir parmak izi daha bırakmış oldum saatler sonra. Ve o da umurumda olmadı o an, yine umurumda olmadı. Gözlerimi sıkıca kapadım ve nefes çekmeye devam ettim, bu kez oksijen ciğerlerime ulaşıyordu, tebessüm ettim ağlarken. Kısık sesli çıkan hıçkırıklarımın arasında bir ses işittim sanki. Yaprak hışırtısına benziyordu. Hızla doğrulup arkama döndüm panikle. Sağa sola baktım, gözlerimi hızla ağaçlar arasında gezdirdim fakat kimseyi göremedim. Ses tekrar çarptı kulaklarıma fakat bu kez arkamdan gelmişti. Yeniden hırsa arkamı döndüm. Kalp atışlarım iyice hızlanmış, sesi ise kulaklarıma doluyordu sanki. Baktığım hiç bir noktada kimseyi göremiyordum. Belki de bir hayvandı geçen, keza; bu kadar kısa sürede bu kadar hızlı yer değiştiremezdi bir insan. Yahut ben yanılmıştım belki de. Belki de sesin geldiği yeri analiz edemiyor ya da var olmayan bir sesi duyuyordum. Panik hâli gaipten sesler duymama sebep oluyordu belki de. Birkaç dakika hareketsiz bekledim ve dinginliği dinledim. Çıt çıkmadı ormandan. Gevşeyen vücudumla bir adım atıp yere çökeceğim sırada yeniden o sesi duydum, bu kez ayak diplerimden gelmişti sanki. Gözlerimi bavula çevirirken sanki bavulun kıpırdadığını gördüm. Halüsinasyon mu görüyordum yoksa? Gözlerim refleks olarak büyürken kulağıma korkunun uğultusu doldu. Dikkatle bavula dikmiştim çatılan kaşlarımın altındaki büyük kahverengi gözlerimi. Hareketsiz bir şekilde bavulu izliyordum ve göğsüm hızla kalıp iniyordu. Ciğerlerim yine çektiğim nefesleri kabul etmiyordu. Parmaklarımın uyuştuğunu hissettim ve zihnim de sanki onlara eşlik ediyordu. Kontrolümü kaybetmek üzereydim, her an çığlık atabilirdim. Bavul kıpırdamış mıydı gerçekten? Yoksa ben sıyırıyor muydum artık? Gözümü kırpmadan siyah bavula bakıyordum. Hareket etti. Gözlerim daha da açılırken kalbim göğüs kafesimi kırarcasına dövmeye başladı. Eğilip, yarım açık fermuarı aniden tamamen açtığım anda, perdeler inmiş soluk gözleri gözlerime değdi. Hayattaydı. Hayattaydı ve bir anda fermuar üzerindeki sağ elimin bileğine sarıldı soğuk eli. Solgun gözlerini dikmiş gözlerimin derinliklerine bakıyordu. ♛♚ Twitter: esaturk07 / Insta: esaturk_07 / Wattpad: esaturk Bölüm : 18.12.2024 04:56 tarihinde eklendi |