Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5 - DALGALARIN ÖFKESİ

@esaturk


Jessie Reid - Whole Heart

Toprağın altına gömdüğümüz gerçeklerimiz vardır sandık içinde. Yahut şişelerin içine doldurup derin okyanuslarda boğulmasına izin verdiğimiz... Gerçeklerimiz bir ayna görevi görür çoğu zaman. Karşımıza dikildiklerinde yüzleştirirler bizi kendimizle. Bir sır gibi saklarız onları herkesten, her şeyden. Zaten bu yüzden derin sulara ya da toprağa gömeriz. Bir gün birinin karşısına dikilmesinler diye. En çok da bizim...

Fakat bir gün o şişe dalgalarla karaya vurur ve ayak diplerimizde biter. Bir gün üzerine bastığımız yumuşak toprağın eşelendiğini fark ederiz ve sandık açık seçik önümüzde serilidir artık.

Belki şişenin kapağını açmayız. Belki sandığın kapağını ise kaldırmayız. Ancak bir gün biri gelip, elimizin gitmediği o kapağı tutup uzaklara fırlatabilir. Şişeden de sandıktan da zehirli bir yılan çıkar ve gün sonunda kaçışımız olmayabilir o yılanın zehrinden.

Ben on beş yıl boyunca köşe bucak kaçmıştım o gerçekten. On beş yıl boyunca saklandığım yerde kimse bulamamıştı beni. Bir gün bir yabancı çıkagelmiş ve kalbimin en hassas noktalarında vuku bulan acıyı sürmüştü bedenime. Kabuk bağlamış yaralarımı yeniden eşeleyerek o kabukları bir bir kaldırmıştı.

Dişlerim birbirine vuracak kadar kadar soğuğa bürünmüşken, çenemi hareket dahi ettiremeyeceğim kadar sıkmama sebep oluyordu yabancı. Yaralarımı yeniden önüme seriyordu. Bileklerimin acısını yeniden hissettiriyordu.

Dudaklarını aralayıp kapatıyor, gür sesini döküyordu aralarından. "Şah" diyordu ve ben yeniden küçük Pelin oluyordum 101 numaralı otel odasında.

''Şah'' kelimesinin, kulaklarımda vuku bulan yankısı bittiğinde kendimi toparlayıp ciğerlerimi derin bir nefesle doldurdum ve elimi avuçlarından çekip karşısındaki diğer berjere geçtim. O ise öne meyil almış vücudunu önce dikleştirdi, sonra sırtını geriye yasladı. Daha rahat hissetmek için bacak bacak üzerine attım. Bedeni bedenimi taklit etti. Az evvelki pozisyonuna geri döndü ve işaret parmağının üst boğumunu yeniden hafifçe dudaklarına sürtmeye başladı. Gözleri gözlerimdeydi; gözlerimi okumaya çalışıyordu sanki. Kollarımı berjerin iki yanına yaslayarak "Anlat lütfen." dedim kibarca. "Mektuplardan başla."

Derin bir nefes aldı ve gözlerini kaçırdı. O da zorlanıyor gibiydi konuşmak konusunda. Oturduğu koltukta ufacık kalmıştı sanki. Sanki karşımda yirmili yaşların sonundaki Deva değil, küçücük bir Deva vardı. Keza, dudaklarını araladığında gür sesinin içine ufak bir erkek çocuğun sesi gizlenmişti sanki. Belki de ona karşı yersiz güvenim, onu anlayacağıma inanmam da onu kendime benzettiğimdendi. Hikayesini bilmiyordum, onu gerçekten tanımıyordum ancak içinde bir yerde bir Pera var gibi hissettiriyordu.

Hayır, içinde bir yerde küçük bir Pelin var gibi hissettiriyordu.

''Ben kimsesizler yurdunda büyüdüm.'' dediğinde artık küçük Deva ve küçük Pelin baş başa kalmışlardı.

'Ben kimsesizler yurdunda büyüdüm.' Ben de kimsesizler yurdunda büyüdüm sayılır Deva.

''Şah'' dedi yeniden, ciğerlerinden derin ve sıkıntılı bir nefes koyvererek. Gözlerini koyu mavi halıda bir süre sabit tutarak yutkundu.

''Şah'' demek ona da zor geliyordu. O kelimeyi her kullandığında bedeni parçalara bölünüyordu. O parçaları toparlamak için bir kaç saniye bekliyor, derin bir nefesle ancak kendine gelebiliyordu.

''Şah benim de hayatımda önemli bir yerde.'' Gözleri zeminden gözlerime tırmandı.

'Benim de' Deva hayatım hakkında tahminimden daha fazla bilgiye sahip gibiydi. Bu durum, her ne kadar ona karşı yersiz bir güven ve rahatlık duysam da tüylerimi ürpertiyor ve beni kendime getiriyordu. Tüylerimin ürpertisi kalbimi azarlıyordu ve her ne olursa olsun Deva'ya tam anlamıyla güvenmemem gerektiğini haykırıyordu.

''Benim de, derken?'' diye sordum. ''Benim hayatımda bu kadar önemli bir yerde olduğunu nereden biliyorsun ki?'' Dudaklarımın arasından ansızın dökülen sesimde rahatsız edici bir ima vardı. Fakat zamanı geriye alamaz ve ses tonumu değiştiremezdim.

Dudakları arasından kısa ve kesik bir nefes koptu ve alaylı bir gülüşe dönüştü. Bir çok harfin hızla akıp gittiğini gördüğüm acı kahve gözleri, gözlerime dikiliydi. ''Adını duyman cinnet geçirmene yetiyor Pera. Ve birini öldürmeye çalışmana...''

Beklemediğim anlarda, sözleriyle kalbime hançer saplayacak birine benziyordu Deva. Devamlı olarak yaptığı buydu. Omuzlarımın düşmesini engelleyemedim. Dudaklarımı araladım kaşlarımı çatarken fakat sesim dudaklarımdan düşüp parçalanıyordu zeminde. ''Bunu sürekli hatırlatacak mısın?''

Yüzündeki alaya tezat olarak yerleşmiş sert ifade duman gibi dağıldı. Elini dudaklarından çekti ve bir kaç saniye nereye koyacağını bilemeyip en sonunda kucağına bıraktı. Naif bir ses döküldü dudaklarından fakat kelimeleri keskindi. Yüzüme çarpan kelimeleri cildime ince yarıklar atıyordu. ''Sen sürekli böyle imalarda bulunmazsan ben de böyle kelimeler kullanmak zorunda kalmam. Kırılmak sadece sana has bir şey değil. Benim de bir kalbim var unutma.'' Küçük erkek çocuk saklandığı yerden çıkıp gitmişti ve olgun gür sesi kalmıştı geriye. Kadife gibi yumuşacık bir ton ise sesine eşlik ediyordu. ''Müsaade edersen eğer, anlatıyorum.''

Sessiz kaldım. Dudaklarımı birbirine bastırdım istemsizce. Dinlediğimi ima eder gibi hafifçe başımı salladım. Özür dilediğimi ima eder gibi hafifçe başımı salladım. Anladığımı ima eder gibi hafifçe başımı salladım. Ben başımı hafifçe yukarı aşağı salladım, o ise ne anlamak istiyorsa anlamakta özgürdü.

''Şah'' Sesi kısık bir seviyeden çıkmıştı ve yine es verme gereği duymuştu. ''Uzun zamanadır bir şekilde hayatımda Pera.'' Gözleri yeniden gözlerimdeydi ve bu hislerini anlamama çok yardımcı oluyordu.

Deva beni yormuyordu, onunla iletişim kurmak çok rahat ve kolaydı. Bu durum derin bir nefes aldırıyordu bana.

''Bana hediye gelirdi mesela çocukken doğum günümde. Şah figürü gelirdi. İmzasız, notsuz. Ya da ne bileyim, Oyun DVD'leri geldi örneğin bir keresinde, yine yanında küçük bir şah figürü vardı.''

''Şah?'' Şah'tan başkası olamazdı. Şah Deva'nın bir akrabası yahut aile dostu olabilirdi ve bu fikir oturduğum yerde dikenler batırıyordu bedenime.

Başını aşağı yukarı sallarken ''Şah. Şah gönderdi.'' dedi. Kaşlarım çatıldı rahatsızlıkla. Evet Şah olduğu belliydi fakat Şah'ın ufak bir çocukla uzaktan da olsa iletişim kurması rahatsız olmama yetmişti. Gülümsedi bunu bekliyormuş gibi.

''O zaman imza yoktu, not yoktu. Sadece hediye gelirdi ve biz kimin gönderdiğini anlamazdık.'' Kaşlarım çatıldı yeniden merakla, bu kez ''Biz'' kelimesine kimin dahil olduğunu merak ettim ve yine beni yormadan bunu da anladı Deva hızla. Başıyla otel odasının kapısını işaret ederek ''Doğu, yurttan arkadaşım benim.'' dedi.

Başımı yavaşça salladım ve ona doğru eğilip dirseklerimi dizlerime yasladım. Böylelikle aramızdaki mesafe azaldı. Sanki bu hamleyi yaparsam, ona biraz daha yaklaşırsam, onu daha iyi anlayacakmışım gibi aramızdaki açığı kapatırcasına eğildim ona doğru.

Dudaklarını ıslattı, dudaklarını ağzının içine yuvarladı ve araladı sesini serbest bırakmak için. ''Ergenlik çağıma geldiğimde, daha doğrusu; on sekiz yaşıma geldiğimde, ilk kez o zaman not gibi kısacık bir mektup geldi. İlk kez bana gelen bir şeyde imza vardı; Şah. Yine doğum günümdü.'' Gözleri koyu mavi halıda hızla geziniyordu fakat aceleleri yok gibiydi. O gün gözünün önünde bir film sahnesi gibi oynuyordu halı üzerinde. Bu her hâlinden belli oluyordu. ''Mektupta doğum günümü kutlamış ve önceki yılların hediyelerini kendisinin gönderdiğini yazmış yalnızca. İmza ise Şah''

"Bu kadar kısa mı mektup?" Sesimdeki merakı dizginleyememiştim.

''Evet. Mektup sayılmaz aslında, dediğim gibi; not gibi, kısa bir mektup.'' Yeniden başımı onaylar gibi salladım hafifçe ve komodine bıraktığım kadehi elime aldım ve yeniden dirseklerimi dizlerime yasladım. Deva elimdeki kadehi gördüğünde, halıya bıraktığı boş kadehi aldı ve makyaj masasına bıraktığım şişeye doğru ilerledi. Kendine yeni bir viski doldururken, başımı çevirmiş şekilde, üzerinde siyah ve ince bir kazak olan sırtıyla bakışıyordum. ''Neden daha evvelki hediyelerde not ya da mektup yoktu anlamadık.'' Arkası dönük olduğu için sesi biraz daha az geliyordu. Başını hafifçe kaldırdığında aynadan göz göze geldik. ''Şah kim, bilmiyoruz.'' dedi ve bir kaç saniye soru sorar gibi bakıştık ayna üzerinden.

Arkasını döndü ve bir kaç adımla yeniden karşımdaki berjere geldiğinde konuşmasına devam etti. ''Ama sonra bir şey oldu.'' Oturduğunda yeniden bacak bacak üzerine atacak sandım fakat benim gibi öne doğru eğildi ve bedenimi taklit eder gibi dirseklerini dizlerine yaslandı.

Acı kahve gözleriyle, o gözlere merakla bakan gözlerim arasında bir kaç santimetre vardı yalnızca. ''Ne oldu?'' diye sordum. Merakımın gözlerimden taştığından emindim.

''O günden sonra bir el var oldu hep üzerimde.'' dedi.

Çatılmış kaşlarımın altındaki açık kahverengi gözlerimde yine soru işaretleri vardı. Dudaklarım aralandı sanki kelimeler benim dudaklarımdan dökülecekmiş gibi.

''Ne zaman bir şeye ihtiyacım olsa, hep uzaktan bir el bana yardım etti Pera.'' dedi hayretle.

''Şah mı?'' Kaşlarımın ortası havalanmıştı. Dünya üzerinde çekilmiş en gizemli diziyi izliyordum sanki Deva'nın gözlerinde. Dudaklarını her geri kapattığında heyecanlı bölüm sonuna gelmiş gibi hissettiriyordu bana. Gözlerim acı kahve hareleri ve dudakları arasında, sabırsız ve meraklı bir şekilde dünyanın en değerli şeyini arar gibi geziniyordu. Cevabını bildiğim soruları merakla soruyor, bildiğim cevapları almak için abırsızlanıyordum.

''Şah'' dedi nihayet fakat düşünüyordu hâlâ, gözleri bir kaç noktaya değiyordu peş peşe.

''Emin misin? Çok düşündün.'' dedim kendimi tutamayıp. Sesim, yersiz bir sitem gizlenmiş gibi çıkmıştı.

Gülümsedi. İki yanağında da çok belirgin olmayan birer çukur oluştu. Gülümsemesi o kadar hızlı soldu ki, gamzeleri var mı yok mu anlayamadım bile. ''Çünkü o zaman Şah mı, değil mi emin değildik. Hâlâ tam olarak emin değiliz aslında. Ama Şah olduğunu varsayıyoruz. Bir notunda buna benzer bir şey söylemişti ama üstü kapalı bir imaydı yalnızca, bilemiyoruz o yüzden.''

''Neden bu kadar gizemli?'' dediğimde gözleri kadehine döndü. Derin bir nefes aldı ve göğsü ağır ağır kalkıp indi. ''Bilmiyorum Pera.'' dedi. ''Ve dedim ya; o günden sonra hep bir el var oldu üzerimde, diye. Şimdi düşününce aslında on sekizinci yaş günümden önce de sanırım eli hep üzerimdeydi.'' Kaşlarım merakla çatıldı. Gözleri kadehine döndü. ''Şah'' dedi. Mırıldanır gibi söylediği kelimeden sonra hareleri yeniden harelerime tırmandı. Bir kaç saniye o şekilde kaldık ve en sonunda doğrularak geri yaslandım.

Yüzüne içten bir gülümseme yayıldı. ''Şah kim?' diye sormak istiyorsun deli gibi değil mi?'' dedi ve viskisinden bir yudum aldı. Bir tebessüm peyda oldu yüzümde. Gözlerini kadehine çevirdi ve ''Hayır, sormak istemiyorsun.'' deyip benim gibi arkasına yaslandı, sıcak gülümsemesi yerli yerindeydi. Tebessümüm gülümsemeye dönüştü. Haklıydı; sormak istemiyordum aslında fakat haksızdı; bilmek istiyordum ve sormalıydım.

''Şah benim hayatımı mahveden insan Pera.'' İçten gülümsemesi buz gibi bir ifadeye dönüştüğünde yüzünde bir mimik dahi yoktu. Boş bakışlar değiyordu yüzüme.

Benim de gülümsememin yerinde yeller esmesi uzun sürmedi. Yüzüme hayret ifadesi yerleşti hızla. ''Ama sana yardım etmiş?'' dedim sorar gibi.

Başını iki yana salladı kararlılıkla. Ciğerlerine derin bir nefes çekti ve göz kapakları düştü. Ormandaki Pera'yı getirdi aklıma bu hareketi. Ciğerleri oksijene susamıştı. Onu çok iyi anlıyordum. Kalbi sıkışıyordu, benim kalbim sıkışmıştı.

''Ben uzun yıllar Şah'ın benim bir akrabam olduğunu düşündüm. Ailem ben çocukken öldüler. Ablam, babam ve annem. Tanıdığım akrabam yok.'' Sesi titremiyordu fakat kulağıma her değdiğinde artçı depremlerle sarsılıyor gibiydi. ''Kimse ziyaretime gelmedi. Kimse yanıma gelip 'Ben senin şuyunum' demedi. Sadece Doğu var. Başka kimsem yok.''

Es verdiğini sandım gözleri yeniden kadehe çevrildiğinde fakat uzun bir süre sustu. Ona yardımcı olmam gereken noktadaydık. Dudaklarımı aralamam ve kulakları ile sesimi buluşturmam gereken andaydık. Neden bilmiyorum; zor oldu ancak nihayet sesimi serbest bıraktım. ''Sen de ailen öldüğü için Şah'ın ailen olmadığını ve bir akraban ya da aile dostu falan olabileceğini düşündün.'' dedim. Dudaklarını ıslatırken başını varla yok arası salladı.

''Ailenin öldüğünden emin misin?'' dedim kırılgan bir sesle.

Bir kaç saniye ifadesiz bir yüzle yüzüme baktı. ''Senin ailen hayatta mı Pera?'' diye sordu. Onun sesi de en az benimki kadar kırılgandı. Bunun da cevabını biliyor gibiydi. Başımı iki yana salladım. ''Emin misin?'' dediğinde kaşlarım çatıldı. Oysa bu kez sesi daha da kırılganlaşmıştı. Küçük bir çocuğa gülümser gibi gülümsedi. ''İşte ben de tıpkı senin gibi eminim.'' dediğinde bakışlarım kucağıma düştü.

Derin bir nefes vererek ''Her neyse'' dedim. ''Nasıl bir el bahsettiğin?''

''Mesela...'' Derin bir nefes aldı düşünürken. ''Mesela yirmili yaşlarımın başında bir kız arkadaşım vardı. Öğrenciyim tabii. Yurttan ayrılmışız Doğu ile, öğrenci evinde kalıyoruz. Kız arkadaşımla sinemaya falan gidecektik, yemek yiyecektik; yıldönümümüzdü. Param vardı aslında, kendimi ayarlamıştım buna göre. Sonra bir sebepten harcamak zorunda kaldık tüm paramızı. O gün sabah uyandım, kız arkadaşıma ne diyeceğimi düşünüyordum. Bütün planlar çöp oldu. Telefon elimde düşünürken banka uygulamasından bildirim geldi. Hesabıma para yatmış. Sene 2013, bin lira yatmış hesabıma. Çok büyük para o zaman.''

Kaşlarım havalandı şaşkınlıkla. Gerçekten büyük paraydı bir öğrenci için.

''O dönem devletten burs alıyordum. Düşün burs üç yüz liraydı. Bana yatan para bin lira. Asgari ücretten bile yüksek.'' O güne gitmişti ve o heyecanı yeniden yaşıyordu. Gözlerinin içi parlıyordu. Tanışalı çok zaman olmamıştı fakat ilk kez gözlerinin içinin parladığını görüyordum ve o parıltılar acı kahve gözlerine çok yakışıyordu.

Derin bir nefes aldı ve başka bir örnek vermek istedi. ''Üniversiteye başlayacağım zaman mesela... On sekiz yaşındaydım, Boğaziçi'ne girdim. Yurttan ayrıldık dediğim gibi. Öğrenci evi tutulacak, para yok. Doğu o sene girmedi üniversite sınavına. Lise tekrarı vardı. Okulum Hisarüstü'nde. Yakın bir yer olsun istedik ev okula. Ama malum pahalı oralar. Başka semtlere bakıyoruz, uygun fiyatlı yer yok. Ne yapacağımızı düşünüyoruz sürekli.'' Derin bir nefes daha aldı ve manidar bir bakış yerleşti kalkan kaşlarının altındaki gözlerine. ''Sonra bana burs bağlandı bir yerden. Devletten de burs çıktı ama bağlanan burs devletten geleni ikiye katlıyor.''

Şaşkınlıkla anlattıklarını dinliyor ve eğer tüm bu destekleri Şah yaptıysa sonucu hayatını mahveden kişiye nasıl bağlayacağını düşünüyordum.

''İki burs birden alıyordum yani. Ki aslında üç burs kadar bir ücret geçiyor her ay elime. Doğu da ben de işe girdik. Rumeli Hisarüstü'nde bir ev tuttuk. İyi geçiniyorduk aslında ama işte bazı zamanlar bir problem yaşıyorduk ve para suyunu çekiyordu. Öyle zamanlarda da hep bir şekilde benim hesabıma para yattı. İlk etapta ikimiz de o gelen paraya dokunmamaya karar verdik. Kimden geldiğini bilmiyoruz, kimseye borçlu kalmak da istemiyoruz sonuçta. Gencecik adamlarız. Gurur yapıyoruz bir yandan. Ama işte en sonunda bir şekilde kullanmak durumunda kaldık artık. Sonra da bir şekilde öyle gitti.''

''Nereden haberi oluyor bu kişinin peki? Artık o kişi her kimse... Param bitince para geliyordu, diyorsun.''

''Hiçbir fikrim yok, inan.'' Gözleri elindeki kadeh ve gözlerim arasında gidip geliyordu. ''Ki bu mesele beni çok rahatsız ediyor. Kim, nereden biliyor, nasıl haberi oluyor? Kaç sene geçti, yirmi dokuz yaşıma geldim ve hâlâ öğrenemedim.''

''Ürkütücü'' dedim mırıldanır gibi.

''Ürkütücü'' dedi sesimi taklit eder gibi.

Bakışlarımı zeminden kaldırdığımda dikkatle yüzümü inceleyen harelerle karşılaştım. Endişeli bakan yüzü bir an irkilmeme sebep oldu. ''İyi misin?'' diye sordu fısıldar gibi. Bunu neden sormuştu ki? Derin bir nefes alarak başımı yukarı aşağı salladım. Dudaklarımı ıslatmak istedim fakat ağzım kurumuştu. Viskiden son yudumu alıp susuzluğumu giderdim. Yeniden harelerimi karşımdaki geniş bedene çevirdiğimde yüzündeki endişenin yerli yerinde olduğunu gördüm.

Şaşkınlık ifadesi tüm yüz kaslarımı rehin aldı. ''İyiyim Deva?'' dedim sorar gibi. Gözleri odada gezindi. Bir şey aradı sanki fakat cevabını hemen almış gibi kesti bakışlarındaki merakı. Kaşlarım yeniden çatıldı. Yüz kaslarıma sözümü geçiremediğim bir andaydık. Dudakları aralandı fakat geri kapandı.

Bakışlarını kadehinden kaldırdı. ''Aç mısın?'' diye sordu aniden. Bedenimi dinledim. Açtım. Çok açtım. Midemin isyanları bir anda kulağıma çarpmaya başladı. Başımı salladım. ''Hadi yemek yiyelim. Ben de çok açım.'' dedi ve ayaklandı.

Başımı kaldırıp merakla yüzüne baktım. Yemek nereden çıkmıştı ki? Bu benim için olduğu kadar onun için de önemli bir konuydu. Hatta onun için daha önemli bir konuydu sanırım Şah. Ben kaçtıkça o üzerine gidiyordu Şah'ın çünkü. Ben saklandıkça o bana yalvarır gibi defalarca kez konuşmamız gerektiğini söylemişti. Fakat benim rolüm neydi ki? Deva beni nereden biliyordu, nereden tanıyordu? 'Pelin' diye seslenmişti. Bunu nereden bilebilirdi? Tüm bu sorular kafamın içinde birbirini takip ederken merakla yüzüne bakmayı sürdürdüm.

''Şah'ı konuşmanın senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum ve görüyorum. Bir anda her şeyi konuşmamıza gerek yok. Bir anda her şeyi sindiremezsin zaten. Ben de anlatırken zorlanıyorum üstelik. Benim için de kolay değil. Karnımızı doyuralım, devam ederiz.'' dedi ve elini uzattı kalkmam için.

Haklı olduğunu düşündüm. Deva, soğukkanlı olan ve sürekli mantık süzgecini kullanıp bir şekilde haklı cümleler kuran tiplere benziyordu. Çok özendiğim, kıskandığım ve asla olamayacağım tiplerdendi Deva. Zihnimde süzülen bu fikre yenilmenin hüznü ile yüzümü ekşittim ve elinden destek alarak ayaklandım ben de. ''Doğu'yu da ara lütfen.'' dediğimde kahkaha atarcasına güldü.

''O kendini aç bırakmaz, on kere yemek yemiştir.'' dedi.

''Olsun sen ara. Hem tanışmış oluruz. Hâlâ tam olarak tanışamadık.'' dediğimde odadan çıkmıştık ve Deva elindeki kartla kapıyı çekiyordu. 'Hay hay' der gibi başını hafifçe salladı ve asansörün önüne geldiğimizde cebinden telefonu çıkararak parmaklarını gezdirdi ekranda.

Asansöre bindiğimizde gözlerim çelik kapıya mıhlanmıştı. Onun bakışlarının ise sert bir ifade yerleşmiş yüzümü yalayıp geçtiğini biliyordum. Sağımda, kalçalarını demir tutamaca dayamış, kollarını göğsünde bağlamıştı fakat yine sağ elinin işaret parmağını dudağına sürtüyordu. Sert bir ifadeyle asansör kapısını incelediğim için ne düşündüğümü merak ediyor olmalıydı. Bir anda kaşlarımı çattım ve başımı ona çevirip ''Yüz bir numaralı odanın beşinci katta işi ne? Çok saçma değil mi?'' diye sordum huysuzca.

Boğukça kıkırdamaya başladı. Yüzüme bir tebessüm yayılmıştı fakat kaşlarım şaşkınlık ile çatılıydı bu kez. Başımı hafifçe ona doğru eğdim, 'Neden gülüyorsun?' der gibi.

Genişçe gülümseyerek birkaç saniye yüzüme baktı. ''Yüz ifaden o kadar ciddiydi ki; sen beni nasıl buldun, evi nereden biliyorsun, falan diye soracaksın sandım. Beklemiyordum o soruyu. Gafil avlandım.'' dedi. Yeniden genişçe gülümsemeye başladı. Pek derin olmayan, hatta neredeyse hiç görünmeyen silik gamzelerinin olduğundan emin oldum.

Tebessümüm ve şaşkınlığım dağılıp yerlerine ciddi bir ifade konuverdi hatırlattığı sorularla. Asansör kapıları aralanırken o da ciddiyete büründü ve yan bir bakış atarak "Hepsini anlatacağım, için rahat olsun." dedi.

Otelin restoranına ilerlerken lobide bekleyen Doğu'yu buldu aynı anda gözlerimiz. Ve adımlarımız aynı anda ona doğru çevrildi. Ortada buluştuğumuzda Deva "Sen yemek yemedin mi?" diye sordu azarlar gibi.

"Çıkınca yedim." dedi hızlıca. Doğu'nun gözleri Deva ile benim yüzlerimiz arasında gidip geliyordu. Fakat gözleri benden çekindiğini belli edercesine yan bir şekilde değiyordu yüzüme. Gözleri ikimize de değerken cevap verdiğinde başını da hızla sallamıştı.

Gülümseyerek derin bir nefes aldım. Muhatap almak istediği bendim. Deva'ya nezaketen cevap veriyordu. Elimi uzattım ona doğru ve "Pera" dedim.

Gülümseyip elimi sıkacak sandım fakat yüksek bir sesle, muzipçe sitem etti. "Benimle hiç konuşmayacaksın sandım. Memnun oldum."

Gözlerim büyüyerek Deva'ya çevrildi şaşkınlıkla. Çünkü bu tepkiyi hiç beklemiyordum. Doğu'nun sağ eli, havada kalan sağ elime sıkıca sarıldığında yeniden ona çevirdim harelerimi. "Doğu ben de." dedi. Başımı eğerek karşılık verdim.

Yüzümde büyük bir gülümseme vardı. Gerginliğimi atabildiğim için yürüdüğümüz lobi bile kötü anıları zihnime getirmiyordu. Gülmeye ihtiyacım olduğunu fark ettim. Karşımda birilerinin gülmesine çok ihtiyacım varmış, bunu anladım. Sakin adımlarla restoran girdik.

Doğu oturmadan ellerini yıkamak için lavaboya gitmiş ve Deva ile ikimiz başbaşa kalmıştık. Karşıma oturduğunda şaşkın fakat tebessümlü bir ifadeyle bakan hareleri yüzümde geziyordu ben restoranı incelerken. Bakışlarımı iki ifadeye de ev sahipliği yapan yüzüne çevirdiğimde soru soran gözlerime cevap verdi. "Gülmek yakışıyor sana."

Gözleri parmakları arasında savrulan menü sayfalarına çevrildiğinde "Hep böyle dobra mısındır?" diye sordum.

Kaşlarını kaldırarak harelerini yüzüme tırmandırdı. "Sen değil misin?" diye sordu imayla. Karşısındakine cevabını bildiği soruları sormayı seviyordu.

İçten bir gülümseme peyda oldu yüz hatlarıma. "Haklısın, öyleyim ben de" deyip diğer bir menüyü önüme çektim. "Hep böyle haklı mısındır?" Bu kez cevabını bildiği bir soruyu soran bendim.

Nefes vererek güldüğünde bakışlarımı yüzüne doğru kaldırdım ve yeniden işaret parmağının üst boğumunu dudaklarına hafifçe sürttüğünü gördüm. Eli gülüşünü perdeliyordu. "Teşekkür ederim." dedim. Erken gelen bir iltifat için geç kalınmış bir teşekkürdü.

"Rica ederim." dedi kibarca ve yeniden sayfaları parmakları arasında savurmaya başladı.

Derin bir nefes aldığımda günler sonra temiz oksijen ilk kez ciğerlerime doluyordu. Dudak kenarlarım günler sonra gelen dinginlikle kıvrılıyorlardı yukarı doğru durmaksızın. Beyin kıvrımlarım arasında günlerdir kol gezen kara dumanlar artık dağılmış ve bedenim ziftten günler sonra arınmıştı. Ruhumun günlerdir muhtaç olduğu sakinlik hâli nihayet vuku bulmuştu her zerresinde. Stresten, paranoyadan uzak, huzurlu hissediyordum.

Deva'nın gözleri siparişlerimizi vermek için garson ararken Doğu'yu da beklememiz gerektiğini söylüyordum ısrarla. Deva ise söylediklerimi görmezden gelerek bir kaç mimikle muzip bir şekilde geçiştiriyordu beni. Yüz hatlarına oturan mimikleri ve el jestleri beni içten içe güldürüyor, içimde vuku bulan kahkahalar yumuşak bir gülümseme ile yüzüme yansıyordu.

Dakikalar sonra Doğu da geldiğinde birer pizza sipariş ettik. Deva, Doğu'nun bir-iki saat önce yemek yemiş olmasına rağmen yine de büyük boy pizza sipariş etmiş olmasına söylenirken Doğu onu neşeli tavırlarla geçiştiriyordu.

Gülümsedim. Uzun yıllardır süregelen bir arkadaşlığım olmamıştı onlarınki gibi. Kısa bir an için imrendim ilişkilerine. Gözlerim ikisi arasında gezerken ufak bir atışma başlamıştı aralarında. Tatlı tartışmalarının konusu Doğu'nun yaptığı muziplikle alakalıydı fakat ikisinin de söylediklerini dinlemiyordum. Deva'da tatlı öfke hâli hakimken, Doğu onun terslemelerini pek de umursamıyor gibiydi. Umursamamakla da kalmıyor, ikazlarını geçiştiriyordu. Kulaklarımı kapatmış yalnızca davranışları üzerine odaklanmıştım ikisinin de. Dudaklarıma kocaman bir gülümseme sürülü bir şekilde transa geçmiş gibi onları izliyordum.

Doğu'nun ne söylediğini dinlemiyordum bile. Yalnızca gülümsüyor ve gülümseyebildiğim için iyi hissediyordum. Deva, kaşları çatılmış bir şekilde öfkeyle önüne döndü ve ardından gözleri arkama takıldığında çehresine yerleşen tebessümle yemeklerimizin geldiğini anladım.

Yemeklerimizi yerken derin bir sessizlik hakimdi masaya. Son lokmalarımızı yuttuktan sonraki birkaç dakikada da öyle. Onların ne düşündüğünü bilmiyordum. Fakat ben, normal bir çevresi olan normal bir insan gibi hissediyordum. Bu hissin içinde kavrulurken Deva ile refleks olarak göz göze geldiğimizde bir an için bu otele geliş sebebimizi bile unuttuğumuzu düşündüm.

"Ben ödemeyi yapayım. Sigara kullanıyor musun Pera?" Olumlu anlamda başımı salladım. "Tamam. Siz açık alana geçin, geliyorum." Hep beraber ayaklandığımızda Deva kasaya ilerlerken Doğu ve ben açık alana doğru adımladık.

Sandalyeye oturduğum an derin bir nefes aldım ve sigaranın ucunu alevlendirdim. Ciğerlerime derin bir nefes çektim. Doğu karşımdaki sandalyeye kurulmuştu. Güneş direkt olarak üzerimizi hedef almıştı. Terlemiştim aslında fakat o kadar ağırlık çökmüştü ki üzerime, ince ceketimi çıkaracak hâlim yoktu.

"Üşeniyorsun değil mi?" diye sordu. Gözlerim yüzünde şaşkınlıkla bir cevap aradı. "Ceketini diyorum, çıkarmaya üşeniyorsun değil mi?"

"Size yurtta akıl okuma eğitimi falan mı verdiler?" diye sordum. Oysa amacının kısa süren garip sessizliği bozmak olduğunu biliyordum.

Genişçe gülümsedi. Sigaramı küllüğe bırakıp krem renkli ince ceketimi çektim omuzlarımdan. Masaya, üzerinde üç adet Türk kahvesi olan bir tepsi bırakıldı ve bakışlarım Deva'ya döndü. Arkasından kendini sandalyeye bıraktı ve bir sigara da o yaktı.

Az önceki kahkahalara tezat olarak sağır edici bir sessizlik içinde kahvelerimizi içtik. Sessizliğimizi bozmadan kalktık ve adımlarımızı lobiye savurduk. Lobiye adım attığımız ilk anda gözlerim resepsiyona takıldı. Çirkin dekorasyon yerli yerindeydi. Karolaj seramik zemindeki krem ve kahve tonlarına takıldı harelerim yürürken. Beş gün önce, yanımda yürüyen uzun boylu adamı, bir bavulun içinde zorlukla sürüklüyordum o seramikler üzerinde.

Sessizliği bozan Deva'nın mırıldanışı oldu. "Hala anlamıyorum nasıl taşıyabildin beni." Gözbebeklerimiz birbirini bulduğunda harelerime yerleşen mahcubiyeti gördüğünden emindim. Ciddiyetini biraz da olsa bozdu. Sesine şakacı bir ton yerleştirip tıpkı kaşları gibi omuzlarını da havalandırdı konuşurken. "Seksen bir kiloyum ben." Tebessüm ettim.

Bir anda lobinin ortasında durdurdu adımlarını. Adımlarım onunkileri taklit etti. Bedenini bana doğru çevirdi ve ellerini kot pantolonunun ceplerine soktu. Doğu ise bir kaç adım arkamızda durmuştu. "Bugünlük yeter mi? Yoksa devam edelim mi?"

"Devam edelim lütfen." dedim kibar bir tonla.

Başını 'Hay hay' der gibi kibarca salladı. "Nereye gitmek istersin? Nerede rahat edersin? Yukarı mı çıkalım tekrar?"

Adımlarım benden izin almadan bir sağa bir sola döndüler. Hiç düşünmediğim bir yerden sormuştu. Odayı görebilecekmişim gibi gözlerim tavana dikildi. "Eğer sen de rahat edeceksen yukarı çıkalım. Galiba orda daha rahatım." bakışlarımı tekrar yüzüne indirdim. Kaşları merakla çatıldı. "Biliyorum çok garip. Eğer sen de rahat edeceksen?" diye sordum tekrar.

"Benim için problem yok. İstediğin her yere gidebiliriz. Ayrıca garip falan da değil." dedi ve Doğu'ya çevirdi acı kahve harelerini başıyla birlikte. Profili tam karşımda bana bir bakış çakarken hızlıca Doğu'ya başıyla bir işaret gönderdi ve yüzünü yeniden yüzüme çevirdiği için profiliyle vedalaşmak zorunda kaldım.

Doğu otelin çıkış kapısına ilerlerken eliyle bana selam vermeyi ihmal etmedi. Selamını aldım ve "Neden gidiyor?" diye sordum. Sesimde bir çocuğun azarı vardı.

Asansörlere doğru ilerlemeye başladığımızda, "Daha rahat ederiz öyle." diye yanıtladı. Gözleri asansör üzerindeki dijital ekrana odaklıyken asansörü çağırdı ve sağ elini yeniden pantolonunun cebine soktu. "O gece orada Doğu yoktu. Bugün de olmasının anlamı yok." dedi ve dudaklarını ıslatarak yüzüme kısa bir bakış attı. Yanıtlamadım söylediğini.

Asansörde beşinci kata çıkmayı beklerken yine aynı pozisyondaydık. Benim gözlerim çelik kapıya mıhlanmıştı. Onun gözleri ise dikkatle yüzümü inceliyordu. Burnundan nefes vererek kısa bir gülüş kopardı. Aşağı inerken söylediğim şey gelmiş olmalıydı aklına. Ben de eşlik ettim bu kez gülüşüne.

'101' yazılı, ceviz kaplamalı kapıdan içeri önden girdiğimde Deva'nın "Merak ettiğin her şeyi sor lütfen. Atlamak istemem hiçbir şeyi." diyen sesini duydum arkamdan.

"Aslında alakasız olacak ama, bağımlılığını merak ediyorum." dedim odanın ortasında durup. Arkamı döndüğümde ifadesinin sert olduğunu gördüm. Bu sertlikte derin fakat silik bir merak da vardı. Bana doğru ağır adımlarla ilerledi. Onca soru içinden bunu sorduğuma şaşırmış olabilirdi. Özel bir konu olduğu için bunu sormama kızmış olabilirdi. "Özür dilerim, özel bir konu. Sormamalıydım." dedim ansızın gelen farkındalıkla. Fakat ifadesinde mimik oynamadı ve şaşkınlık bulanmış sert bakışları yerli yerindeydi.

Tam karşıma geçtiğinde bir kaç kez gözlerini kırpıştırdı. "Bağımlılık derken Pera? Ne bağımlılığı?" diye sordu. Sesi yüz ifadesine karşın sakindi.

Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim. Bir anda "Uyuşturucu" demek istemedim fakat başka nasıl cevaplayabilirdim ki sorusunu? "Madde" dedim mırıldanır gibi.

Kaşları havalandı "Madde? Madde bağımlılığı? Ne maddesi pardon? Nereden çıktı bu?" Sertlik yerli yerindeydi aslında yüz ifadesinde. Fakat şaşkınlık katlanmıştı.

"Şırınga" dedim yalnızca, ne olduğunu anlayacağını bildiğim için.

Kaşları daha da havalandı. Şaşkınlık katlanarak arttı. "Ne şırıngası Pera?" dedi. Kollarını göğsünde birbirine bağladı.

"Sen madde kullanmıyor musun?" diye sordum. Soruyu soran Pelin'di. Tonlamam tıpkı küçük Pelin'in tonlaması gibiydi.

Bir kaç saniye ifadesini bozmadan yüzüme baktı. Gözleri yüzümdeki her bir noktaya dokunuyordu. Tane tane konuşmaya başladı. Ses tonunu olabildiğince kırılgan tutmaya çalışıyordu. "Pera, ben hayatımda bir kez ot bile içmedim." dedi.

"Şırınga?" dedim mırıldanarak. Daha fazla kelime kullanmadım, zaten neyi sormak istediğimi tek kelimeden anlayacaktı.

Yine uzun uzun yüzüme baktı. Kaç saniye geçti bilmiyorum fakat bir kaç saat gibi hissettirmişti. İfadesi tamamen farklıydı artık. Sertlik ve şaşkınlık dağılmış, yerine endişe oturmuştu. "Hangi şırınga?" diye sordu fakat cevabı kendinin de bildiği her hâlinden belliydi. Emin olmak için soruyordu.

Yutkundum. Sürdürdüğümüz diyalog, Deva'nın yüzüne oturan ifadeler ve sesi hiç hoşuma gitmiyordu. Bir kez daha yutkundum zorlukla. "Şırınga vardı." dedim ve sağ işaret parmağımla masanın altını işaret ettim. Başı ve gözleri benimle birlikte o noktaya çevrildi.

Bakışlarını bana çevirdiğinde yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu. Göğsünde bağladığı kollarını çözdü, ellerini yavaşça omuzlarıma yerleştirdi ve yeniden tane tane konuştu. Sesi daha da kırılganlaşmıştı. Kullandığı kelimeleri rahatsız edici olmayan bir şekilde bastırıyordu. Ağzından çıkan her bir kelime önce kalbime dokundu daha sonra zihnime mıhlandı.

"Pera o şırınga benim değildi. O sana aitti."

♛♚

Twitter: esaturk07 / Insta: esaturk_07 / Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%