Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6 - ŞIRINGANIN SİVRİ UCU

@esaturk

Hoş geldiniz 💙
Yorumlarınızı ve oylarınızı beklerimm 💙

 

♛♚

Jole - Picture Perfect

"Pera o şırınga benim değildi. O sana aitti."

♛♚

Deva'nın dudaklarından dökülen kelimeler kulaklarımda uzun uzun yankılandı. O kelimelerin her birinin ekosunu uzun uzun işittim. Göğüs kafesimde bir zelzele baş gösterdi ve gözlerim Deva'nın kumral boynuna takıldı. İğne izi göremeyecek olmama rağmen içimdeki dürtü kontrol etmem için yalvardı bana. Endişeli ve telaşlı ve gözlerim, gözleri ve boynu arasında birkaç kez koşturdu. Akabinde endişenin yerini mahcubiyet aldı ve bu yeni his ıslanarak gözlerimin akına işlendi. Islak gözlerim, koşar adımlarla zemindeki koyu mavi halıyı buldu.

Deva müthiş bir sessizlikle bedenimi esir alan utancı izliyordu. Elleri omuzlarıma yaslıydı ve başı boylarımızı eşitlemek ister gibi öne doğru eğilmişti. Adem elmasının yukarı aşağı kayarak çıkardığı ıslak ses, genzine dizilen kelimelere takılıyor ve toklaşıyordu. Kelimeler dudaklarından dökülemeyecekti. Bende de durum farklı değildi.

Anadilimi unutmuş gibiydim. Cümle nasıl kurulur, kelimeler sırt sırta nasıl verilir, hangi sesleri çıkarmam gerekir, hepsini unutmuştum sanki. Boğazım onunkini taklit etti ve ben de bir kaç kez yutkundum peş peşe.

Sessizlik çığlığını nihayet onun dudaklarından dökülen bariton ses bozdu. ''Odada gözlerimle etrafı taradım, kaşların çatıldı.'' Açık kahverengi harelerim gözlerine dikildiler benden izin almadan. ''Çantan var mı diye kontrol ettim, enjektör için. Enjektör senindi çünkü."

Merakla odada gezdirdiği ve kısa bir süre içinde merakın giderildiği toprak rengi hareleri geldi aklıma. Çantam ve şırıngam var mı diye merak etmişti. Haklıydı; güvenmiyordu bana. Güvenemezdi de.

Dudaklarımı birbirine bastırdım mühürlemek ister gibi. Fakat yersiz bir çabaydı bu. Araladığımda ise boğazımı temizledim ve "Anladım." dedim. "Anlıyorum. Haklısın kontrol etmek istemekte."

Telaşlı cevabı gecikmedi. "Hayır. Onu söylemek istemedim. Sana güvenmediğimi düşünmeni istemem. İçgüdüydü sadece arayışım." Cevabında her ne kadar dörtnala koşan bir telaş olsa da sesinde yine de bir kayanın sertliği vardı.

"Bana güvenmek zorunda değilsin ki Deva." dedim. "Ben olsam güvenmezdim."

Derin bir nefes aldı. "Sana güvenmiyor değilim Pera." dedi. Gözleri gözlerim arasında hızla gidip geliyorlardı bir şeyler arar gibi.

"Güveniyor da değilsin ama Deva." dedim soru sorarcasına. Dudak kenarlarım, yüzüme yerleşen tebessümle kıvrılmışlardı. Ses tonumda gizli bir ima da vardı; güvenmemeliydi. ''Güvenmemelisin de!'' dedim hızla.

İki kez ölümüm kara kapısından geri çevrilmişti. O kara kapıya onun bedenini bırakıp kapıyı tıklatan kadına güvenmek istemesi anlamsızdı. Güvenmiyordu bana ancak güvenmek istiyordu. Harelerine yerleşen ısrarın başka bir manası yoktu.

Yeniden yerlerimize geçtik. Saniyeler birbirini kovalarken birbirlerine mühürlediği dudaklarını ayırmadı. İkimiz de uzun uzun sustuk. Deva işaret parmağının üst boğumunu yeniden dudaklarına düşünceli bir tavırla sürterken ben dalgın gözlerle zemini izliyordum. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum fakat bu düşünce selinin ortasında hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.

Şırınganın bana ait olduğu fikrini zihnimde atamıyordum. Deva'nın gözleri yüzümü ağır ağır aşındırırken ben gözlerimi halıdan çekemiyordum.

Zorlukla yutkundum ve ''Gidelim mi artık?'' diye sordum fısıldar gibi.

''Soruların var.'' dedi nihayet mühürlenmiş dudaklarını ayırarak.

''Evet var. Hepsine bu gece cevap verebilir misin sence?'' Ses tonum 'Hayır' yanıtını bastırıyordu. Cevap 'Hayır'dı. Başını varla yok arası salladı iki yana. ''Çok yorgunum. Çok şey yaşadım bir haftada.'' Sanki o bir haftada hiç bir şey yaşamamış gibi, bencilce kurduğum cümle sesimden dökülür dökülmez dudaklarım kapandı telaşla. Sesimde artçı bir depremin etkisi vardı.

''Şırınga için kendini suçlama desem de suçlayacaksın değil mi?'' Başımı hiç düşünmeden yukarı aşağı salladım. ''İnatçısın değil mi?'' Yeniden aynı hızla salladım başımı. Güldü. Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yasladı. Kalkan kaşlarının altındaki zift karasına dönmüş gözlerini gözlerime dikti karanlığın içinde.

Bir noktada zift harelerinden başka bir şey göremeyeceğim kadar kalakaldık öylece karanlıkta. Uzaklaşan tüm evrene tezat olarak ise hareleri harelerime yaklaşıyor ve yaklaşıyordu. Transa geçmiştim. Gür kirpiklerinin altından bakan iki adet zift karası hipnoz ediyordu beni. Harelerindeki toprak kahvesini, irislerindeki tüm detayları ve tüm renk geçişlerini daha da net görmeye başladım yavaş yavaş. Karanlığın içinde gördüğüm tüm kahve tonları, izlemeye doyamadığım ve doyamayacağım şahane bir sanat tablosunu andırırken ''Pera'' diye seslendi usulca. Nefesi dudaklarıma çarptığında transtan uyandım. Bu iki-üç saniye süren an, saatler almış gibiydi.

Yumuşak bir sesle, ''Gitmek istiyorsan gidelim. Ama kendini suçlarsan vicdan azabı çekerim.'' dedi başını sağına doğru eğerek. Neden çekecekti ki? O gece odada ne yaşamıştık ve ne hissedeceğimden korkuyordu?

Bu cümleleri ne söyleyeceğimi bilemediğim o utanç anının ortasına düşmüş ve bana bir cevap hakkı doğurmuştu. ''Ben sana şırıngayla mı saldırdım?''

Cevap vermesini bekledim birkaç saniye. Cevabın sesinden dökülmeyeceğinden emindim. Yüzünde bir mimik dahi oynamazken cevap adem elmasından geldi.

Bu cevap ise bana yeni bir söz hakkı doğurdu. ''Ölebilirdin.'' dedim. Bu kez sesim kısık olmasına rağmen daha sert çıkmıştı.

''Ama ölmedim.'' Kaşlarının ortası havalandı bu cevapla ve ses tonu minimum perdeden çıktı. Sesi o kadar kısıktı ve o kadar farklı bir tınıyı misafir ediyordu ki, kısık sesi bir an için ninni gibi geldi.

''Ama ölebilirdin!'' diye bağırmak istedim çünkü ölebilirdi. Üstelik iki kez. Ancak bunu yapmadım. Sesindeki büyüyü yekten bozmak istemedim. Ben o odada küçük Pelin'dim ve karanlıkta ninni dinlemeye ihtiyacım vardı.

Ninni bariton sesti.

Onu onaylarcasına ''Ölmedin.'' diyebildim yalnızca fısıldayarak.

''Ölmedim.'' Sesini biraz daha yükselterek onayladı beni. Gür sesi, bana güven vermek ister gibi kendinden emin çıkmıştı.

Bir-iki saniye öylece sustuk. ''Gidelim.'' dedim ve dirseklerimi dizlerimden çekerek hızla ayaklandım. ''Numaramı al istersen. Tabii eğer yoksa''

Karanlıkta uzun süre kalmanın verdiği görme yetisi ile yan bir şekilde gözlerini kısarak attığı bakışı yakalayabildim. Yüzüne tebessüm yerleşmişti ve cevap vermeyerek imamı görmezden geldi. Derin bir nefes vererek ayağa kalktığında ellerini ceplerine soktu ve gülüşünü yüzünden silmeden numarasını söyledi.

♛♚

Vedalaştıktan sonra, Deva ve Doğu araçlarının olduklarını söyledikleri Odakule'nin arkasındaki İspark'a ilerlerlerken ben Pera sokaklarında adımlarımı evime doğru savurmaya başladım. Başım öne düşmüş bir şekilde, dar sokaklarda savrulurken taş zemini inceliyordum. Arka cebimdeki titreyen telefonumu elime aldığımda ekranda büyük harflerle yazan 'AŞKIM' yazısıyla karşılaştım. Aramayı reddederek telefonu yeniden arka cebime sıkıştırdım.

İçeri girdiğim an yaptığım ilk şey kendimi koltuğa bırakmak oldu. Ayakkabılarımı çıkarmadan, ceketimi üzerimden atmadan, telefonumu şarj etmeye yeltenmeden...

Birkaç dakika karanlıkta öylece oturdum ve duvar saatinin sesini dinledim. Dışarıdan gelen gürültüler saatin mekanik sesine karışırken birkaç cevapsız çağrıya dönüş yapmam gerektiğinin bilincindeydim. Derin nefeslerle kendimi kalkmaya ikna edip telefonumu şarja taktım ve cevapsız çağrılara dönüş yaptım. Hepsi tek bir kişiden gelmişti.

''N'oluyor Pera? Neredesin sen?!'' Selam bile vermeden kulağıma yüksek perdeden vuran endişeli ve öfkeli sesi, o an bir baş ağrım olduğunu fark ettirdi bana.

Parmaklarımı şakaklarıma dayadım ve ''Evdeyim canım.'' dedim sakin bir sesle.

''Açmıyorsun, kaç gündür arıyorum! Delirdim burada ya!'' Bağırmaya başlamıştı ve başımdaki ağrı da şiddetleniyordu sanki git gide.

''Bağırma! Evdeyim, gel!'' deyip uzatmadan davet ettim yanıma.

''Başına bir şey geldi sandım Pera!''

Gelmemiş de sayılmazdı keza. ''Aşkım iyiyim! Gel yanıma çok merak ettiysen!'' deyip bir kez daha davet ettim. Eğer tekrar davetimi görmezden gelip baş ağrımı şiddetlendirecek bir şey daha söyleseydi, şansını kaybedecekti.

Hırsla ''Geliyorum!'' dedi ve suratıma kapattı telefonu.

Lambaderi yakarak karanlığın kırılmasını sağladım. Gidip kahve demlemeye koyuldum. Kalçalarımı tezgaha dayadığımda bu defa kahve makinesinin sesini dinliyordum. Gözlerim zeminde bir noktaya dalmış öylece dururken zil sesiyle irkildim. Gözlerim saate döndü. Bu kadar sıra sürede Teşvikiye'den Pera'ya gelmesi imkansızdı. Ürkek fakat meraklı adımlarım kapıya yöneldiğinde kapı dürbününden cılız bir koridor ışığı sızıyordu. Tek gözümü dürbüne yasladığımda karşımdaki dikilen bedenin sahibi Deva idi.

Telaşla kapıyı açtım ve şaşkınlıkla bedenini baştan aşağı süzdüm. Açık kahve harelerimin büyüdüğünü hissediyordum. ''Hoş geldin Deva?'' dedim soru sorar gibi. Akabinde merakla bakan gözlerim bir mecburiyetmiş gibi, uzun ve geniş bedeninin arkasında gezerek hızla koridoru taradılar. ''Bir şey mi oldu?'' Sesimdeki endişe apartman koridorunda yankılanıyordu.

''Yok hayır. Bir şey olmadı, sakin ol.'' dedi sesimdeki telaşı silmek ister gibi.

Birkaç saniye gözlerimden çıkan soru işaretlerinin yağmuruna tutuldu. ''Kimliğin'' dedi sağ eli siyah kot pantolonun arka cebine giderken.

Kaşlarım çatılırken ''Kimlik?'' diye sordum.

Cebinden bir cüzdan çıkardı ve ''Çıkış işlemlerini yaparken kapıda sigara içiyordun ya...'' dedi. Kirpiklerim olan biteni anlamak istercesine bir kaç kez birbirlerine çarptılar. Ses seviyesini düşürdü. ''Bende kalmış. Unutmuşum vermeyi.'' Koridordan süzülen ışık benim yüzüme vururken, onun yüzüne eve hakim olan karanlık vuruyordu ve karşımda yalnızca siyah bir silüet şeklinde dikiliyordu. Yüzüme peyda olan şaşkınlığı henüz def edememişken ''Getireyim dedim.'' dedi.

Şaşkınlık içinde yüzüne bakıyordum. Manasızdı söylediği şey; acelesi yoktu kimliğin, ki Deva mantıklı bir insandı.

''Gideyim ben'' deyip kimliğimi bana doğru uzattı. Mahcubiyet yerleşmiş sesi kısık çıkmıştı.

Ana döndüm ve geç gelen bir farkındalıkla gülümsedim. ''Yok yok, içeri gel.'' deyip kapıyı ardına kadar çektim. Bedeni karanlığa bürülüydü fakat gözlerinin hızla bir kaç yere değdiğini seçebiliyordum. Bedenime, kapıya, karanlık küçük koridora ve yeniden bedenime değerek içinde bulunduğumuz durumu sorguluyordu. Geç kalmış bir sorgulamaydı bu çünkü ben bu işlemi çoktan gerçekleştirip acelesinin muhtemel sebebinin cevabını almıştım ve bu sebeple yüzüme yerleşen gülümseme de yerli yerinde duruyordu.

Yüzüne oturan mahcubiyet onu terk etmeyecek gibiydi. Hâlâ emin değildi adımlarını ileri mi yoksa geri mi savurması gerektiğinden. İkilemini, bedenine vuran karanlığa rağmen net bir şekilde görebiliyordum. ''Gel hadi'' dedim derin bir nefes vererek. Gerilmiş kaslarının gevşemesi ve rahat hissetmesi için ise içeriye doğru adımlayarak ona doğru seslendim. ''Kahve demliyordum ben de!'' Birkaç saniye süren sessizliğin ardından ayakkabılarını çıkarttığını işittim. Mutfakta fincan çıkarırken alt dudağımı gülmemek için dişlerimin arasına aldım ve üst dudağımı da üzerine bastırdım.

Kimsesizler yurdundaki küçük Deva gelmişti evime.

Filtre kahvenin demlenmesini beklerken iki fincan Türk kahvesi koydum diğer makineye. Hareketleri o kadar çekingen, ağır ve mahcuptu ki; o mutfak kapısına gelene kadar ben makineye kahveyi ve suyu koyup çalıştırmıştım bile.

İki makine yan yana çalışırken yanına çıktım ve elimle işaret ederek salona yönlendirdim onu. Siyah deri ceketini çıkarıp televizyonun karşısındaki kanepenin sağ ucuna yerleşirken ben de koltuğun diğer köşesine iliştim.

Gözlerim ona döndüğünde bu kez hareketlerinde gayet rahat bir tavır olduğunu seziyordum. Soğukkanlı bir tipti. Mahcubiyeti çoktan terk etmişti onu. Ancak görüyordum ki yine de içinde bulunduğu durumdan biraz rahatsızlık duyuyordu.

Gözleri salonu kısaca taradıktan sonra elindeki kimliğimi yavaşça orta sehpadaki telefonumun yanına bıraktı. ''Acelesi yoktu aslında. Muhtemelen yarın görüşecektik zaten. Yarın da verebilirdin.'' dedim sıcak bir sesle. Yüzümdeki arsız tebessümü gizleme gereği duymuyordum.

Deva'nın yüz hatlarına da benzer bir tebessüm peyda oldu fakat o en amiyane tabirle bıyık altından sırıtıyordu. Ayrıca benim aksime bunu saklama ihtiyacı duyuyordu. "Yok Pera, olur mu öyle şey? Kimlik bu, bulunsun yanında!" dedi kaşlarını çatarak. Bıyık altından sırıtışını yüzünden silmek istercesine çattı kaşlarını fakat fayda etmiyordu. Sahte bir anlayışla gülümseyerek başımı yukarı aşağı salladım.

''Doğu nerede?'' diye sordum. Daha fazla mahcup hissetmesine içim elvermedi. Bu kez utancını def etmesine yardım etme sırası bendeydi ve tıpkı onun her seferinde yaptığı gibi konuyu bir an önce değiştirmek istemiştim.

''Ne bileyim nerede.'' dedi şaşırarak.

''Beraber yaşamıyor musunuz?''

Teessüf dolu bir bakış attı. Gözlerini kısarak yan bakıyordu. ''Yirmi dokuz yaşıma geldim ben, Doğu desen yirmi sekiz yaşında. Neden beraber yaşayalım öğrenci gibi? Koca adamlar olduk.'' Sesi sorduğum soruyu alenen kınıyordu. Ben ise kınamasını görmezden geldiğimi kaşlarımı şaşkınlıkla havalandırarak belli ediyordum. Yüzüme kurulan şaşkınlık mimiklerime daha abartılı şaşkınlık mimikleri ile cevap verdi. ''Buna şaşırmış olamazsın.'' dedi hayretle.

Kaşlarımı indirerek dudaklarımı ıslattım ve dizlerimi kırıp bacaklarımı koltuğa yatırdım. Bedenim ona doğru döndüğünde ''Yok, ben bunu düşünmemiş olmama şaşırdım.'' dedim dürüstçe. ''Yani, kocaman adamlarsınız doğru.''

Başını aldığı cevabın verdiği tatminlikle hafifçe savurdu ve bedeni bana hafif bir şekilde dönük vaziyette suskunluğa büründü. Ben de ona eşlik ettim. Bir süre sustuk ve nefes seslerimizi dinledik loş ışıkta.

''Şırınga nerede?'' diye sordum bir anda. Neden merak ettiğimi bilmiyordum, o an aklıma geldi ve sormak istedim yalnızca. Bıkkın bir bakış gönderdi gözlerime. Şırınga konusunu açmamı istemiyordu. Konusu her geçtiğinde kendimi suçlayacağımı bilecek kadar tanımıştı beni artık. Çünkü mimik ve jestlerimi çok iyi analiz ediyordu, bunun farkındaydım.

Fakat kendimi suçlamamla ilgili ne derdi vardı, bunu anlayamıyordum. Bir insan elbette diğer insanların geneline göre daha fazla anlayışlı olabilirdi. Fakat yeni tanıştığın ve seni öldürmeye yeltenmiş bir yabancı karşısında bu kadar anlayışlı olmak, nereden baksam aptalca ve yersiz geliyordu. Ki Deva'nın bu tutumu, mantıklı bir adam oluşunun karşısına geçiyor, onun bu konumunu yekten mağlup ediyordu.

Soğukkanlı ve mantıklı tipler garanticidir, tabiri caizse; eşeği sağlam kazığa bağlamayı uygun bulurlar her şeyden önce. Normal şartlarda Deva'dan beklentim bu olurdu. Fakat kendimi suçlamam konusundaki tavrı, bana karşı olan gereksiz derecede anlayışlı ve güven dolu tutumu bu düşüncemi kökten çürütüyordu. Bu fikir ise ne zaman ona bir adım atacak olsam ayaklarıma bağlanıp olduğum yere çiviliyordu beni. 'Dur' diyordu, 'Acele etme'

Belki Deva düşündüğüm kadar mantığı ile hareket eden bir insan değildi, belki de yalnızca şartlar normal değildi.

Teessüf dolu bıkkın bakışlarını, gözlerini devirerek ağır ağır çekti yüzümden. ''Şırıngayı unut Pera! Bırak artık. Getirme aklına!'' dedi her bir kelimeyi bastırarak. Yeniden yüzüme döndü gözleri. Unuturdum, onu dinlerdim. Fakat bana yaklaşımı o kadar mantıksız geliyordu ki, ne yapmam gerektiği konusunda kararsız kalmamı sağlıyordu her seferinde.

Çıkışını görmezden geldim. ''Şırınga benim değil mi Deva?'' diye sordum hiddetle. ''Nerede?'' Sesim ikinci soruyla biraz daha kısılmıştı.

Uzatmadı ve derin bir nefes aldı gözlerini tavana dikerek. ''Evde. Çok istiyorsan yarın getiririm!'' dedi öfkeyle. Bir saniyeden kısa süren suskunluğun ardından harelerini harelerime değdirdi. ''Bavulu da getiririm hatta!'' diye ekledi ve ayaklandı. Bana karşı olan naif ve anlayışlı yaklaşımını görmezden gelmeme bozulmuştu fakat yapabileceğim bir şey yoktu. ''Sigara içebilir miyim?''

Ayağa kalkıp elimle televizyon sehpasının solundaki küçük balkon kapısını işaret ettiğimde beklemeden hızlı adımlarını balkona doğru savurdu. Benim adımlarım ise mutfaktan gelen kahve makinesi sesinden aldıkları emir ile oraya doğru, ters istikamete yöneldiler.

Kafamı bulandıran düşüncelerin eskortluğunda ağır adımlarla mutfağa ilerledim. Doğru mu yoksa yanlış mı yaptığım konusunda emin değildim. Yalnızca dudaklarımdan dökülen cümleler hakkında değildi kafamın içindeki belirsizlik durumu. Yaptığım her şeyle ilgiliydi. Deva ile olan iletişimim, ona karşı sergilediğim tavırların hangi noktada olması gerektiği, ona karşı gardımı kaldırıp kaldırmamak arasındaki ince çizginin ne tarafına geçeceğim ve daha nicesi. Onun karşısında güven gömleğini sırtıma geçirmeli miydim yoksa gömleği bir kenara fırlatıp anadan üryan karşısına dikilmeli miydim, bilmiyordum.

Elimde iki fincan ile balkona adım attığımda gözlerimiz karanlığı delerek havada çarpıştı. Fincanları hangi ara doldurup getirdiğimi anlayamamıştım zihnimi meşgul eden düşünceler ile. Mekanik bir robot gibi verdiğim emirleri uygulamıştı yalnızca bedenim. O ayakta dikilirken fincanları küçük masa üzerine bırakıp sandalyelerden birine kendimi bıraktım. Bir sigara da ben çıkardım ve ucunu alevlendirdim. Ben soluduğum zehrin henüz yarısındayken o ölü sigarasını parmakları arasından küllüğe bıraktı. Dudaklarım arasından süzülen dumanlı sıcak nefesin sesi dışında hiç bir şey dökülmüyordu dudaklarımızdan. Benim gözlerim sigaranın yanan ucu üzerindeyken o kalçalarını balkon ferforjesine dayamış ve kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde dikkatle beni izliyordu.

Sessizliği yırtıp atan sesi oldu. "Eğer gerçekten istiyorsan getireceğim" Sesi yumuşacıktı. Cevap vermedim, veremezdim çünkü bilmiyordum gerçekten isteyip istemediğimi. Gözlerimi bedenine çevirdiğimde bakışlarının da yumuşacık olduğunu gördüm. İstemediğimden emin gibi görünüyordu.

"Bilmiyorum" dedim sessizce ve yeniden bakışlarımı sigaranın ucuna diktim.

"Biliyorum" dedi usulca. Derin bir nefes verdi ve ellerini ceplerine sokarak "Bilmediğini biliyorum" dedi.

Güldüm. "Biliyorum. Size yurtta akıl okuma dersleri vermişler galiba." dedim ve kahvemden son yudumumu aldım.

"Şerefsiz! İtiraf etti mi bunu! Sırdı bu!"

Küçük bir kahkaha attım. Sigaramdan son nefesi çektim ve ciğerlerimden geri bırakırken bakışlarımı yeniden yüzüne çevirdim. "Şırıngayı getir Deva. Bende dursun" dedim kısık bir sesle. Başını 'Hay hay' der gibi eğdi.

Sigara izmaritini parmaklarım arasında acımasızca küllüğe bastırdıktan sonra aynı anda hareketlendik ve elimizde fincanlarla, akşam soğuğundan kaçarak sıcak odaya geçtik. Eski yerlerimize oturduk sessizce. Boş fincanları orta sehpaya bırakıp kanepenin iki ucuna konumlandık aynı anda.

''Bavul nereden çıktı?'' diye sordum sessizce. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki, sessizliği bozmak istemediğim her hâlimden anlaşılıyor olmalıydı. Harelerimi profilinden görebildiğim yüzüne çevirdiğimde karşısındaki kapalı televizyon ekranına dikiliydi gözleri.

''Nasıl taşıyabildin beni? Çok merak ediyorum.'' Bakışlarını bana çevirerek yönelttiği soruyu yüksek perdeden çıkan bir ses ile sormuştu. Fakat sesi, aramızdaki anlamsız gerginliği bozmak istercesine, sıradan bir sohbet ediyormuşuz gibi bir tınıyla dökülmüştü dudaklarından. Yüzüne ise yine yumuşak bir tebessüm takınmıştı ve dudak kenarları varla yok arası kıvrılmıştı. Televizyon sehpasının sağındaki lambaderden süzülen loş ışık tam karşımızdan vuruyor, yüzünün sağ kısmını aydınlatıyordu karanlıkta.

Omuzlarımı silktim. ''Bilmem. Yani, bavul tekerlekliydi zaten. Bir şekilde sürükledim.'' Cümlelerim arasında bitmesini istemediğim esler veriyordum. Esler hiç bitmesin, sonraki cümle hiç gelmesin istiyordum. Benim için bu konuyu konuşmak bu kadar zorken, sesim deprem etkisinde zangır zangır titrerken o nasıl ifadesiz bir yüzle bunları dinleyebiliyordu?

''Rahatsız olmuyor musun?'' Bedenimi merakla ona doğru çevirdim. Bir bacağımı kırıp önüme aldım ve saat on iki yönümde, tam karşımda kalmıştı vücudu. Sesime peyda olan merak, rahatsızlık hissinin yarattığı tınının önüne geçmiş ve titremeyi ortadan kaldırmıştı.

Dudaklarını birbirine bastırarak yüzüme baktı yalnızca. Ne söyleyeceğini bilmiyor, kelimeleri bulamıyor gibiydi. Başını iki yana sallayarak yeniden kapalı televizyona çevirdi ve sessizce ''Bilmiyorum'' dedi.

Birkaç saniye, duvar saatinin saniyede bir çıkardığı mekanik sesi yankılandı odada. Şırınga ve bavul, günler önceki zehirli kara yılanı taklit eder gibi beyin kıvrımlarım arasında geziniyor, bana nefes alacak bir alan bırakmıyorlardı. Kulaklarımıza saniyede bir çarpan sesin çığlığını bariton sesi dağıttı. ''Asit'' dedi. Gözleri hâlâ televizyondaydı. Karşıdan süzülen loş ışık yüzünü aydınlatırken, ben karanlıkta kalan profiliyle bakışıyordum.

Onu yanıtsız bıraktığımda başını yavaşça bana doğru çevirdi ve çatılmış kaşlarımla karşılaştı. Dudaklarından dökülecek kelimeleri merakla bekledim. Biçimli yüz hatlarında çekingen fakat kendinden emin bir ifade vardı. O da benim dudaklarımdan dökülecek kelimeleri bekliyordu. Dudaklarının arasında hazır beklettiği cevabı sorularımla davet etmemi istiyordu. Fakat birkaç saniye sonra o soruları dudaklarımdan değil gözlerimden aldığında, sessizliğin ortasında sabırsızca serbest bıraktı sesini.

''Aside yatırmalıydın.'' dedi soğukkanlı bir sesle.

Ne demek istediğini sormak istiyordum fakat kelimeler dilimi uyuşturuyor, bir türlü sesime dökülmüyorlardı. Ne demek istediğini biliyordum. Bu fikir, ucu buz kaplı bir hançer gibi beynime saplanıp zihnimi uyuşturdu. Dilim ve zihnim mükemmel bir uyum içinde buzla kaplandığında, kendinden emin fakat bir o kadar kırılgan bir sesle kurduğu cümle ile tüm bedenim onlara kısa sürede eşlik etti.

"Beni gömmek iyi bir fikir değildi. Cesedimi bir küvet içinde aside yatırmalıydın."

Zemheri soğuğunu hatırladım. Deva'nın, güzel ve ölü yabancının, elinden sağ bileğime ve oradan tüm bedenime bir dalga gibi yayılan o uyuşturucu etkideki soğuk düştü aklıma. Günler sonra zemheri soğuğuna yeniden yakalanmıştım, yeniden hapsetmişti beni. Her zerremin uyuşarak titrediğini hissediyordum. Yutkunmayı denedim duyduğum o buz gibi cümle üzerine. Yutkunamadım. Nefes almayı denedim, alamadım.

Kurduğu cümlenin somutluğu bir buz şeklinde bedenimi kafeslemişti ve ben hareket edemiyordum. Harelerimi dahi çekemiyordum harelerinden.

Zorlukla, ''Ölürdün.'' dedim mırıltıyla.

Kısa ve histerik bir gülüş kopardı. ''Ölmüştüm zaten Pera'' dedi. Sesi titremişti bu kez. Onun sesine de artçılar uğruyormuş meğer, bunu anladım. Açık sözü, afallamamı sağladı.

Zorlukla gülümsedi. Sesine bir rahatlık boca etti sanki gergin bir andan ziyade sıradan bir sohbet anındaymışız gibi. ''Breaking Bad izlemedin mi hiç?'' dedi ve başını yeniden kapalı televizyona çevirirken devam etti aynı rahat tonda; ''Küvet kullanmışlardı. Küvet de zemin de delinmişti. Plastik kullanmak gerekiyordu.'' İzlemiştim. Gözlerim odanın birkaç noktasına takıldı düşünürken. Pinkman ve Heisenberg'in yaptıkları geldi kısa bir süre için aklıma. Başını yeniden bana doğru çevirdiğinde zemindeki parke kaplamasından kaldırdığım gözlerim yüzünü buldu. Yüzündeki sohbet havası artmıştı. Kaşlarını kaldırarak, muzip bir sesle ''En etkili yöntem Pera'' dedi bir çocuğu ikna etmek ister gibi.

Başımı salladım hızla. Bu hareketim buzlarımın dağıldığını fark ettirdi bana. ''Evet, etkili bir yöntem. İz bırakmaz.'' dedim tebessüm ederek. Tebessümüm gülümsemeye dönüştü. ''Bir daha seni öldürürsem aside yatırırım merak etme.'' dedim ve uzanıp koluna yavaşça iki kez vurdum dostane bir şekilde.

Başını hafifçe eğip gözlerini kısarak baktı gözlerime. Zift dağılmıştı ve harelerindeki sanat tablosunu andıran kahvenin tonları seriliydi önümde. Dudakları aralanırken gülümsemesi genişledi.

''Açıkça kınıyorsun beni?'' soru soran sesimde sahte bir azar gizliydi. Yüzündeki ifadeyi dağıtarak hemen yerine heyecanlı ve muzip bir ifade yerleştirdi.

Bedenini dikleştirerek bana doğru çevirdi. Kaşlarını havalandırarak ''Kınamamalı mıyım?'' diye sordu merakla.

''Kınamamalısın. Fikri sen verdin.'' Kaşlarımı sahte bir öfkeyle çatıp yüzümü ekşittim. Başını geriye doğru yatırarak bir kahkaha koyuverdiğinde ona eşlik etmek için geç kalmadım.

Birbirine karışan gülüşmelerimizi orta sehpadan gelen titreşim sesi dağıttı. İkimizin de gözleri aynı anda ve gayriihtiyari bir şekilde telefonuma kaydığında gülüşlerimiz de son buldu. Karanlıkta parlayan ekranda büyük harflerle yazan 'AŞKIM' yazısını gördüğüm an, kaşlarım merakla çatıldı. Ben telefonu elime alırken Deva'nın hafifçe dikleştiğini fark ettim.

Ayağa kalkarak telefonu şarjdan çektim ve parmağımı ekranda kaydırarak telefonu açtım. ''Efendim?'' derken bir kaç adımla balkona ilerlemiştim bile. Gözlerim dar sokakta gezerken bedenini göremiyordum bir türlü. ''Bir şey istiyor musun? Ekler alayım mı aşağıdaki pastaneden? Arabayı park ettim apartmana gireceğim.'' dedi hızlıca.

''Hayır hayır, sen gel yeter. Açıyorum kapıyı.'' dedim ve telefonu kapatıp salona girdim tekrar hızla. Deva'yı ayakta gördüğümde kaşlarım havalandı şaşkınlıkla. ''Gidiyor musun?'' diye sordum.

Neye olduğunu anlamadığım bir şeye bozulduğunu açıkça gördüğüm asık suratlı ifadesine, bir de hayret yerleşti sorumla. ''Gideyim Pera!'' dedi farklı bir tonlamayla. Tabii ki gidiyorum, der gibiydi tonlaması.

Başımı usulca sağa doğru eğdim 'Sen bilirsin' dercesine. Yüzüme bir şaşkınlık yayılmıştı ve bunu engelleyemediğimin farkındaydım. Misafirim geldiği için gitmek istemesi normaldi, tanımadığı biriyle oturmak ve zaman geçirmek zorunda değildi elbette. Ancak yüzünde gördüğüm bir kaç parçaya bölünmüş ifadeye anlam veremiyordum.

Ceketini giydikten sonra kapıya kadar eşlik ettim ona. Ayakkabılarını giyerken kulaklarımıza merdivenden gelen adım sesleri çarptı. ''Hoş geldin!'' diye seslendim onu gördüğümde. Deva çekingen bir tavırla ona doğru arkasını döndü, o ise bakışlarını tanımadığı adama dikmişti.

''Aşkım?'' Gizlenemez, önlemez, sınırsız ve dolup taşan bir merakla sordu Deva bu soruyu.

Deva ile aynı anda, ''Deva?'' diye sorarken aynı ton Aşkım'ın sesinde de vardı.

Gözlerim merakla ikisi arasında gezerken ''Siz tanışıyor musunuz?'' diye sordum. Benim sesimdeki merak da onlardan geri kalmıyordu.

İkisi de cevap vermediler bir süre. Aşkım merdivenleri bitirip yanımıza kadar çıkmıştı. Deva ise ayakkabılarını çoktan giymiş, dikiliyordu kapıda. Sorumu yalnızca Deva, başını belli belirsiz sallayarak onayladı. Sol omzumu pervaza dayadım ve sessiz geçen birkaç saniyede, örülen buzdan ağları anbean izledim. İkisinin de yüzlerinden binlerce ifade geçiyordu hızla. O kadar hızlı geçiyorlardı ki, ifadeleri yakalamayı denemedim bile. Tek gördüğüm ve emin olduğum; ikisinin de yüzlerindeki ekşimiş ve rahatsız ifadeydi. Bu ifadeden hiç hoşlanmamıştım.

Deva sessiz geçen birkaç saniyenin sonunda ''İyi akşamlar Pera'' dedi ve hızla merdivenlere yöneldi. ''İyi akşamlar'' diye karşıladım cümlesini.

Deva henüz birkaç basamak inmişti ki Aşkım'ın bana attığı öfkeli bakışla karşılaştım aniden. Başımı soru sorarcasına iki yana salladım. Gözlerindeki öfkeyi bir an dindirmeden içeri adımladı.

''N'oluyor Aşkım? Ne bu suratın?'' Sesimdeki sabırsız merak yadsınamazdı. Kapıyı kapatırken sorularıma devam ettim. ''Nereden tanıyorsun Deva'yı? Ne bu suratının hâli?'' Yüz ifadesi o kadar korkunçtu ki, bununla alakalı olan sorumu ikiletmek zorundaymışım gibi hissettim.

Derin ve sıkıntılı bir nefes vererek gözlerini birkaç saniye sıkıca yumdu. Hırsla geri açtığında ''Dolandırma lafı'' dedim direkt.

''Deva eski sevgilim benim'' dedi.

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında ne söyleyeceğimi, ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. Ben neden tanımıyordum, neden hiç adını duymamıştım, neden hiç görmemiştim gibi sorular peş peşe zihnime düştüler. Fakat yüzündeki korkunç ifade hâlâ tazeydi ve bu bakışların sebebi bu olamazdı. Sorguladığım en büyük şey ise; bu kadarın tesadüfün fazla olduğuydu. Deva ile tanışmamızın ne kadar ilginç olduğunu hatırladım ansızın. Bu gerçekten basit bir tesadüf olabilir miydi?

''Ne kızım bu suratının ifadesi? Hortlak görmüş gibisin Aşkım!'' diyerek kafamdaki düşünceleri dağıttım.

''Bu adamdan uzak dur Pera!''dedi, net bir şekilde. Sesi netti, öfkesi netti, emri netti.

Normal şartlarda kıskançlık yaptığını düşünürdüm fakat Aşkım böyle durumlarda pek kıskançlık yapacak bir insan değildi. Ayrıca yüzündeki keşmekeş de halen yüzüme bir tokat savurur gibi bakıyordu. ''Aramızda bir şey yok!'' dedim meselenin ne olduğundan emin olmak ister gibi.

O esnada Aşkım'ın dudaklarının aralandı. Yüzündeki dehşet ifadesi ise yerli yerindeydi. Harelerini zemine dikip öfkeli ve derin bir nefes aldı. Gözlerini sıkıca yumarak ise o nefesi sıkıntılı bir şekilde geri bıraktı. Göz kapaklarını kaldırıp, artık endişenin de okunduğu öfkeli gözbebeklerini benimkilere dikti.

''Aranızda bir şey olamaz zaten!''

Yüksek bir sesle, kendinden emin bir şekilde kurduğu bu cümleden sonra bir es verdi ve bu kez kaya gibi sert bir sesle dişlerinin arasından öfke kustu.

''Bu adam katil Pera! Cezasını çekmemiş bir katil hem de! Uzak dur!"

♛♚

Yorum satırı 💙

Twitter: esaturk07 / Insta: esaturk_07 / Wattpad: esaturk

Loading...
0%