@esaturk
|
1 - TANIŞMA "Sakinleş Ülkü. Panik atağın lüzumu yok şimdi. Derin nefesler alıp ver. Sen söylemezsen kimse bilmez." Ellerimi yıkarken derin nefesler alıp veriyor ve içimden kendime devamlı olarak bunu telkin ediyordum. Ben söylemezsem kimse bilmezdi. Kimse yanlış bir şey düşünmezdi. Zaten ortada yanlış anlayacak bir şey yoktu. Üstelik arkadaşım dediğim kişi benim niyetimin ne olduğunu biliyor olmalıydı. Arkadaşlar birbirlerini tanımaz mıydı? Kendi sesim kafamın içinde yeniden yankılanırken ellerimi havlu kağıt ile kuruluyordum. "Panikleyecek bir şey yok. Firdevs seni tanıyor." diye geçirdim içimden. Başımı kaldırıp aynadaki yansımamı kolaçan ettiğimde kaşlarımın çatık olmasından hoşlanmadım. Tuvaletten ne zaman çıkıp yanıma geldiğini bilmediğim Nisa, ne zaman başladığını bilmediğim sözlerine devam ederken ben ifademi düzeltmeye çalışıyordum. Aynadan göz göze geldik. Meraklı gözlerle yüzüme bakıyordu. "Ne desem?" diye sordu. Gözlerimi kırpıştırarak sözlerinin öncesini düşünmeye koyuldum. Tek kelimesini bile hatırlayamıyordum. "Anlamadım. Bir daha söyler misin?" Nisa, "Of Ülkü!" diye söylenirken hâlâ ellerimde çevirip durduğum havlu kağıdı çöpe attım. Lavabolara ilerleyip ellerini yıkamaya başladı. "Çınar kahve içmeye davet etti." deyip yanıtımı dinlemek için duraksadı. Gözleri aynadaki yansımama tırmanmıştı. "Ee?" Nisa ile yeniden aynadan göz teması kurdum. Çünkü söylemek istedikleri bu kadarla sınırlı olamazdı. "Ben de ertelemek istiyorum." deyip ezbere bildiğim sebepleri sıralamaya başladı. "Çünkü öncesinde biraz daha tanımak istiyorum onu. Ayrıca fazla özgüvenli olduğu için de açıkçası biraz çekiniyorum. Bu yüzden de arkadaşıma kahve sözüm var diyeceğim." "Bu senaryodaki arkadaş ben mi oluyorum?" Kalçalarımı lavabo tezgahına dayayıp gülümseyerek kollarımı bağladım. "Evet. Ben de ona böyle bir bahane sunacağım." derken ellerini kuruladı ve telefonunu aldı. "Sen bu çocukla neden görüşmek istemiyorsun? Mesele sadece tanımak istemen mi gerçekten?" Bir süre ekrana bakarak düşündü. "Bilmiyorum. Dedim ya; özgüveninden de çekiniyorum galiba." diye mırıldandı. Nisa'nın derdi üzülmek istememesiydi apaçık. Önceki ilişkisinden edindiği tecrübe ile biraz daha temkinli davranmaya başlamıştı. Ancak yine de bence aldığı bu gard biraz fazlaydı. O telefon ekranına bakarken uzun bir nefes verdim. "Görüşmeden bilemezsin ne kadar özgüvenli olduğunu. Mesajlaşırken herkes özgüvenlidir. Yüz yüze gelince her şey değişir." dediğim esnada kadrajına yüzümü almıştı. "Kaldı ki özgüven kötü bir şey değil. Senin korkun; kendini beğenmiş biri olması. Belki öyle biri değildir. Bunu yüz yüze gelmeden göremezsin. Kaç haftadır konuşuyorsunuz daha yüz yüze gelmediniz." Sıkıntılı bir nefes verirken telefonunun tuşlarını kilitledi. Yanıma ilerlemeye başlaması, yerimde doğrulup tuvaletten çıkmaya hazırlanmama sebep oldu. "Haklısın. Ama biraz ertelemekten zarar gelmez." diyerek koluma girdi. Alt katlara yönelirken, "Zaten seninle kahve içeceğimi söyledim bile. Bu seferlik böyle olsun. Sonrakilere bakarız." diyordu bir yandan. Nisa, her kahve davetine atlamaması gerektiğinden bahsederken beni buna ikna etmeye çalıştığını biliyordum. Fakat daha çok kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. Erkeklerin, flört döneminin ilk etabında fazla tahammüllü ve güler yüzlü olduğu zaten bildiğimiz bir şeydi. Bu süreç bittikten sonraki değişimin kendisini korkuttuğundan ve üzülmek istemediğinden söz ederken binadan çıkmıştık. "Tamam, iki kez davet etti, ikisinde de kabul etmedim ama ilkinde gerçekten kabul edemezdim. Bu iki oldu. Üçüncüdeki tepkisi asıl tepkisi olacak bence. Ayrıca gerçekten görüşmek istiyorsa çabalar." deyip yüz ifademi kontrol etmek için bana döndü. Başımı salladım. "Veya belki de seninle uğraşamam diyecek. Bu durumda zaten Çınar benim için doğru kişi değildir. Ya da beni üzecek biridir ve erkenden yollarımızı ayırmış oluruz." "Haklısın," diye mırıldandım. Ben daha devam edemeden hayıflanmaya başladı. "Keşke aynı okulda olsaydık! Daha kolay olurdu! En azından karakterini az buçuk bilirdim!" diye hayıflandı. Hayıflanışını yanıtlamadan konuyu değiştirdim. "Cevap verdi mi peki mesaja?" Telefonu çevirip ekranı kontrol etti. "Vermemiş," derken kararsızdı. Bu esnada tuş kilidini açtı ve, "Okumuş. Cevap vermemiş." dedi sıkıntıyla. "Ne söyledin tam olarak?" Okuldan çıkmış, caddede tek tük kalmış öğrencilerin arasında ağır adımlarla ilerlerken siyah gözleri zemini izliyordu. "Arkadaşıma kahve sözüm var dedim. Kahve Dünyası'na gideceğiz diye salladım. Hangi Kahve Dünyası dedi. Ulus dedim." Gözleri yüzüme döndü. "O da bir şey yazmamış." Hareleri yeniden zemini bulurken sıkıntılı görünüyordu. Uzun bir nefes alıp verdi. Beyaz profilini izlerken keyfini yerine getirmek için neler yapabileceğimi düşünüyordum. Benim de sıkıntılı bir nefes vermem kaçınılmaz oldu. Başımı kaldırıp gözlerimi açık gökyüzünde gezdirdim. "Hava çok güzel. Bir şeyler mi yapsak?" Göğsü, çektiği uzun nefesle kalkıp indi. Bir an önce eve gitmek istediğini biliyordum. O daha söze girmeden, "Kahve Dünyası'na gidelim madem. Ulus'a." dedim neşeyle. Gülümseyerek bana döndü. Gülümseyişi beni kınıyordu. Umursamadım. "Hem çocuğa yalan söylememiş olursun. Hem hava güzel, neşemiz yerine gelir biraz. Ya da istersen bu konuyu kahve eşliğinde uzun uzun konuşabiliriz de. Gidelim işte, bahane çok." Gülümseyişi genişledi ancak yine de hâlâ durgun görünüyordu. "Peki madem. Ismarlarsan neden olmasın?" "Ismarlarım!" dedim neşeyle. Ulus'a yürüyene kadar hocalar ve öğrenciler hakkında konuştuk. Nisa okulda duyduğu bir olayı iştahla anlatırken kafası biraz da olsa dağılmış gibiydi. Fakat yine de Çınar'ın onunla konuşmayı az evvel kestiği ihtimalinin, zihninin kenarında bir yerinde durduğunu biliyordum. Mekanın girişinden açık alanına doğru laflayarak ilerlerken Nisa önümden yürüyordu. Tam karşıda kalan binanın içindeki kasa kalabalığına göz gezdirirken aniden bana dönerek duraksadı. Çarpıştığımız an büyümüş gözleriyle yüzüme bakıyordu. "Çınar burada!" dedi fısıltılı bir panikle. İlk bir-iki saniye duraksayıp afallama hâlini üzerimden attım ve olağan bir sesle, "Tamam, neden panikliyorsun? Sakin ol." dedim. İlişkiler konusunda fazlasıyla soğukkanlı olan arkadaşım hiç de sakinleşecek gibi değildi. "Çıkalım!" dedi hemen. İçeride göz gezdirmeye başladım. "Nisa saçmalama." derken Çınar'ın bizi fark ettiği için bir yerde bizi izleme ihtimali canımı sıkıyordu. Çünkü üzerimizde bir tuhaflık olduğunun çok belli olduğundan emindim. Ve biliyordum ki Çınar hâlimizi görüp Nisa'ya bundan bahsettiğinde Nisa yüzünü yastığa gömecekti. "Saçma sapan duruyoruz burada. Garip görünüyoruz şu an. Geri falan dönmüyoruz. İçeri yürü." "Gidelim Ülkü! Görmemiştir beni!" dedi panikle. "Nerede oturuyor ki?!" Fısıltılı sesimi hafifçe yükselttim. "Ayrıca bir sakin olur musun? Ne bu hâller?!" "Off! Sağ arkada. Görmediyse de sayende görecek ya! Gidelim!" Eşikten geçmeye yeltendi ancak müsaade etmedim. Bahsettiği kısma baktığım an, fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla tanıdık gelen yüz tam olarak bize dönüktü. Çevrede göz gezdirir gibi yaparak gözlerimi kaçırdım ve mimiklerimi olağan tutmaya başladım. En azından çabaladım. "Gördü zaten, bize bakıyor. İçeri gir." Nisa yüzünü ekşitti. Arkasını dönerken ise ifadesini çabucak toparladı. Tam karşısındaki binaya bakarak yürürken ben de çocuğu hiç tanımıyormuş gibi bir ifadeyle çevrede göz gezdiriyordum. Çınar'ın gözleri ise, yanındaki arkadaşına tezat olarak üzerimizden ayrılmıyor ve bizi takip ediyordu. Bir-iki masa yanlarından geçeceğimiz esnada, "Nisa?" diyerek seslendi. Ses tonu şans eseri biriyle karşılaşmışlıktan uzaktı. Çok olağan, çok sıradan, fazlasıyla düzdü. Nisa duraksayıp ona döndü. "Aa! Çınar! Nasılsın?" diyerek yanına ilerlemeye koyuldu. Gözlerimi devirmek istesem de kendimi tuttum ve peşinden ilerlemeye koyuldum. Çınar Nisa'yı selamlamak için ayağa kalkarken onu dikkatle süzmekle meşguldüm. Kumral bir çocuktu. Kahverengi gözleri vardı ve fönlü saçlarının önü bizim okulun izin vermeyeceği bir uzunluktaydı. Üzerinde fermuarlı lacivert bir polar vardı. Polarda okullarının adının kısaltması olduğunu düşündüğüm harfler yazılıydı. Krem bir gömlek, aynı krem renkte pantolon giyiyordu. Bizim beyaz gömlek, siyah etek, siyah kravat üçlemesinden oluşan üniformalarımıza nazaran onlar biraz daha spor görünüyordu. Bu başarı polara aitti. Nisa ve Çınar el sıkışıp çekingen bir şekilde sarılırken Çınar'ın arkadaşı da ayaklanmıştı. Ayrıldıklarında garip bir an yaşandı. Çınar gülümseyerek yeniden elini uzattı ve, "Çınar," diyerek kendini Nisa ile tanıştırdı. Günlerdir uzun uzun sohbet eden bu ikilinin o an ilk kez tanışması beni gülümsetti. Nisa da gülerek kendini ona tanıttı. El sıkışmaları bittiğinde ise beni Çınar'la tanıştırdı. Tebessümle, "Çok memnun oldum Ülkü." diyen Çınar kibar birine benziyordu. Onu seveceğimi düşünmeye başlamıştım. Ardından Çınar çenesiyle yanında sessizce dikilen arkadaşını işaret etti ve, "Demir," diyerek takdim etti. Gözlerim bu defa Demir denen çocuğun üzerinde hızla dolaşmaya başladı. Aynı üniformayı giyiyorlardı. Saç modelleri aynıydı ancak Demir'inki siyahtı. Beyaz tenliydi ve rengini tam çözemediğim kısık gözleri vardı. Demir denen çocuk elini Nisaya uzatırken "Gökdemir," diyerek adını düzeltti. Nisa'dan sonra bana yönelen elini sıkıca kavradım. "Ülkü ben de, memnun oldum." Gülümsedi. "Ben de memnun oldum." Çınar nazik bir tavırla, "Oturmak ister misiniz?" diye sorarak masayı işaret etti. Söz hakkı Nisa'nındı. Gözlerim yüzünü bulduğunda biraz utangaç ancak istekli bir edayla bu teklifi kabul etti. Yüzünde yalnızca benim görebildiğimi bildiğim o istek, az önceki tavrına gülmeme sebep oldu. Biz yerlerimize otururken Çınar ayaktaydı. "Ne içersiniz? Kahve alayım ben." Gözlerim onların bardaklarına döndü. Kahvelerinin dumanı tütüyordu ve neredeyse hiç içilmemişlerdi. Dalgın bir tavırla, "Latte," derken bu farkındalığın dudak kenarlarıma bir tebessüm yerleştirmemesi için kendimle mücadele veriyordum. Bakışlarımı Nisa'ya çevirdim. Çınar'la konuşan ve ne içeceği hakkında kararsız görünen Nisa; Çınar'ın buraya tesadüfen değil, mekanı Nisa'dan öğrendikten sonra geldiğinin farkında bile değildi. Üzerimde gezinen gözleri aldım kadrajıma. Gökdemir ise ne düşündüğümün farkındaydı. İlk etapta Çınar'ın yaptığının emrivaki olduğunu düşündüm fakat hemen akabinde Nisa'nın masaya istekle oturmuş olduğunu hatırladım. Eğer Çınar oturmak isteyip istemediğimizi sormasaydı bu kesinlikle onun hanesine eksi puan olarak yazardı. *** Aradan geçen bir saatten sonra Gökdemir'e de Çınar'a da ısınmıştım. İyi insanlara benziyorlardı. İkisi de fazlasıyla nazikti. Çınar'ın Nisa'ya bakan gözlerinde gördüğüm ya da gördüğümü düşündüğüm şeyi sevmiştim. Her göz göze geldiklerinde gözleri Nisa'nın gözleri arasında gidip geliyordu. Çekingenliğine şaşırdığım Nisa ise gözlerini her defasında kaçırıyor, Çınar'ın bakışlarından köşe bucak saklanıyordu. Çınar, tıpkı Nisa'nın söylediği gibi özgüvenli bir çocuktu. Yüz yüze geldiğimizde bu değişmemişti. Ve Nisa'nın korktuğunun aksine kendini beğenmiş biri değildi. Gökdemir'in de Çınar'dan aşağı kalır yanı yok gibiydi. Buluşmamızın merkezinde Çınar ve Nisa olduğundan ikimiz de çoğunlukla sessiz kaldığımız için Gökdemir'i pek gözlemleyememiştim. Fakat konuştuğumuz konularla ilgili zaman zaman yorum yapıyor, ele aldığı perspektiflerle gözümde güzel bir yere oturuyordu. İkisinin de bakış açısını genel olarak sevmiş olsam da bir an geldi ve Gökdemir ile tezat fikirlerde kaldık. Konu konuyu açmış; derslerden, gelecek hedeflerimizden ve akran zorbalığından ilerlemiş sohbet; en sonunda erkeklerin kendini ispatlama çabalarının çeşitliliğine gelmişti. Nisa'nın "Özellikle arabalar konusunda uzun uzun konuşan erkekler genellikle kendilerini ispatlamaya çalışıyor bence. Hele ki motosikletler hakkında tutkusu olduğunu söyleyenler... Motosikletin daha havalı olduğunu düşündükleri için kızların da böyle düşüneceğini sanıyorlar. Gerçi kızlar da zaten böyle düşünüyor." demesi üzerine Gökdemir buna karşı çıkmıştı. "Bence yanlış düşünüyorsun. Yani aslında kendince haklısın ama bunu genellemek doğru değil." Nisa bunun üzerine, "İlla ki istisnalar vardır ama yüzde doksanı böyle yaptığı için bence bunu genelleyebiliriz." dedi. Gökdemir omuzlarını silkti. "Eğer yüzde yüzü böyle değilse genelleme her zaman yanlıştır bence. Ben de motosikletleri çok severim. Hatta tutkunu olacak derecede seviyorum. Motosikletlere hakimim de üstelik. Ama mesela benim bir ispat çabam yok." "Demek ki sen yüzde onluk dilimdesin." diyerek araya girdim. Gökdemir'in gözleri yüzüme döndü. "İstisnalardanmışsın yani. Ama yine de kalabalık olan taraf diğer taraf olduğu için bence genelleme yapılabilir. Yani kalabalık bir grubun olduğu yerde genelleme yapmak normal. Hem az önce sen demedin mi tarih öğretmenleri acayip bayıyor diye? Bu durumda sen de tarih öğretmenlerini genellemiş oluyorsun." Tebessüm etti. "Doğru. Ama aramızda bir tarih öğretmeni yok. Bu yüzden yaptım o genellemeyi. Ama zaten ben öylesine bir yorum yapmıştım. Çok evirip çevirmedim kafamda." "Mesele aramızda tarih öğretmeni olması değil ki. Mesele yüzde yüzü aynı olmayan bir grubun genellenmesi. Evirip çevirmedin belki ama sonuçta bu genellemeyi sen de yaptın. Hem Nisa da söylediklerini kafasında evirip çevirmedi belki, bilemeyiz. O da aramızda motosiklet tutkunu olup olmadığını bilmiyordu." derken tebessüm ettim. Gökdemir genişçe gülümsedi ve arkasına yaslandı. Dudaklarını araladı ancak araya girmesine izin vermedim. Ben de dudaklarıma bir gülümseme bocaladım ve gözlerimi karşımda oturan iki erkek arasında gezdirmeye başladım. "Ve bir genelleme daha yapacağım. Buna ikiniz de muhtemelen katılmayacaksınız. Erkekler kızların yanında futbol bilgilerinden bahsederken de kendilerini ispat çabasına giriyorlar bence." Gökdemir ve Çınar aynı anda itiraz ederken tam olarak bu tepkiyi beklediğim için tebessüm edip kahvemden bir yudum aldım. Nisa onların benzer cümlelerine gülmeye başladı. Gökdemir az önce hezimete uğradığını düşünmüş olacak ki; laf kalabalığının tam ortasında işaret parmağını arkadaşına kaldırarak onu susturdu ve söze kendi girdi. "Bence bu ispat çabası olayında kesinlikle yanılıyorsunuz. Bir kere bahsettiğimiz şeyler hobi. İnsanlar hobileri, ilgi duydukları için yapmaz mı? Ve insanlar, ilgi duydukları şeylerden bahsetmekten keyif almaz mı? Bu durumda arabalara ilgi duyan bir erkek bundan bahsederken ilgi alanından bahsediyor. Ya da motosiklet de aynı şekilde. Ya da futbolu seven bir erkeğin futboldan konuşması ve bundan keyif alması çok normal değil mi?" Gözleri ikimiz arasında gidip gelirken Çınar onu şiddetle destekliyordu. İkisi de artık üzerlerindeki çekingenliği tamamen atmış, daha samimi davranıyordu. Gökdemir, bize düşünme süresi vermesine rağmen biz söze girmeden devam etti. "Mesela senin ilgi alanın ne Ülkü? Ne yapmaktan keyif alıyorsun?" Varmak istediği yeri bildiğim için tebessüm ettim. Varmak istediği yer, bana net bir cevap doğuruyordu. "Çizim yapıyorum ara ara. Hobi olarak." "Bu durumda çizim yapmaktan bahsetmen, kendini ispatlamak istediğin anlamına mı geliyor? Şimdi sen bildiğin teknik şeyler hakkında konuşsan mesela, biz kendini ispatlamaya çalıştığını mı düşünmeliyiz? Aynı şey. Sen onu bilirsin, onu seversin, ondan bahsedersin. Mesela Çınar da futbol bilir, futbol sever, futboldan bahseder." "Ama ben girdiğim hiçbir ortamda çizimden anlamayan insanlara çizim anlatmıyorum ki. Söylemek istediğimiz şey aslında bu. Mesela Çınar şimdi gelse, durduk yere arabalar hakkında konuşsa, bilmediğimiz terimlerden bahsetse, biz onu öylece dinlesek bu abes kaçmaz mı? Bahsettiğimiz şey bu aslında. Çınar bunu yapsa ben bir şeyler bildiğine dair kendini ispatladığını düşünebilirdim. Ama örneğin bu zaten konuşulan bir konudur, Çınar üzerine yorum yapar; orası ayrı. Biz ilk senaryodan söz ediyoruz." Gökdemir arkasına yaslanırken derin bir nefes aldı. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirirken çevrede gezdirdiği gözleri, ona düşünceli bir ifade katıyordu. "Ama iki ayrı senaryodan bahsediyorsan genelleme yapmış olmazsın işte." dedi tebessümle. Gözleri yeniden yüzüme döndü. "Nisa arabalardan bahseden erkekler olarak, sen de futbol anlatan erkekler olarak genellediniz. Buna denk bir örnek olarak ben desem ki; sürekli çizim terimlerinden bahseden insanlar kendini ispatlamaya çalışıyor, buna sen de itiraz ederdin. Çünkü ortada bir senaryo yok, genelleme var. Yani şöyle olsa şöyle düşünürdüm, böyle olsa böyle derdim demek yerine genelleme yapmış olurdum. Siz az önce ikisini de yaptınız." Nisa ve Çınar'ın gözleri yüzümü bulurken Gökdemir ona hak vereceğimi anlamış gibiydi. Çünkü gülümsedi. "Aslında haklısın." derken mağlubiyet dolu omuzlarım düştü. Dudaklarımı ise yenik bir tebessüm süsledi. "Biz kendimizi eksik ifade etmişiz. Ama bu yine de bizi haksız çıkarmaz. Aslında seçtiğimiz yol eksik olsa da söylemek istediğimizde bence haklıyız. Durduk yere bildiği şeylerin konusunu açan ve büyük büyük konuşan erkekler ispat çabasında oluyor diyelim." diyerek söylemek istediklerimi toparladım. Kahvemden bir yudum daha alacağım sırada fincanı ağzımdan geri çektim ve hızla, "Ve bu sadece kadınlara karşı değil, erkeklere karşı da böyle oluyor bazen." diyerek sözlerimi tamamladım. Çınar, "Buna ben de katılıyorum." diyerek beni destekledi. "İspat çabası her zaman karşı cinse karşı olmuyor. Bizim sınıfta bir çocuk var. Kafayı alkole takmış." Gökdemir gülmeye başladı. "Her Pazartesi geliyor, hafta sonu şöyle içtim, böyle içtim, sarhoş olmadım falan; anlatıp duruyor. Bunaldım artık ya!" "Sigara da öyle!" dedi Nisa. "Hepsi öyle olmasa da bence bizim yaşımızda sigara içenlerin çoğu da aynı durumda. Büyüdüm ve serserileştim imajı veriyorlar aslında. Bu da bir nevi kendini ispatlamak değil mi?" Alkol ve sigara konusunda hepimizin hemfikir olması bizi ortak paydada buluşturdu. Bir süre akranlarımızın yeni keşfetmeye ve yıllardır merak ettikleri için kullanmaya başladığı şeylere karşı takındıkları tutumu istişare ettik. Bunun üzerine onlarca örnek verip bir noktada çevremizdeki insanların da dedikodusunu yapmış olduk. Konu aynı güzergahta devam ederken yaşıtlarımızda cinselliği yeni keşfetmenin etkilerini konuşmaya başladık. Erkeklerin bu konuda biraz daha açık sözlü ve en amiyane tabirle daha arsız olmasının sebebini, toplumun kadınlar üzerindeki baskısına getirdiğimizde derin bir nefes alarak kahvemin son yudumunu içtim. Soğumuş kahveyi mideme gönderirken artık kalkmam gerektiğini biliyordum. Bu konular uç uca eklenip daha da uzayıp gidecekti ve ben bugün Nisa ve Çınar'ın yalnız kalması gerektiğini düşünüyordum. Zaten Çınar ve Gökdemir'in yanına ilk ilerlerken de kafamdaki plan buydu ve sohbetin bu kadar ilerleyeceğini hiç düşünmemiştim. Bir saat oturup kalkmayı planlarken ve Gökdemir de bana ayak uydurduğu takdirde onları yalnız bırakmak isterken iki saat oturmak bana da sürpriz olmuştu. Artık kalkmam gerektiğini söyleyip ayaklandığımda ilk tepki Çınar'dan geldi. "Yoksa bu tarz konuları konuşmaktan çekiniyorsun da o yüzden mi gitmek istedin?" Gülümseyişi ile merakını bastırmaya çalışıyordu. "Hayır, ne ilgisi var?" Çantamı omzuma astım. "Kötü bir şey konuşmuyoruz ki neden çekineyim? Sadece ders çalışmam lazım. Ve anneme de iki saat diye söz vermiştim. Şimdi kredilerimi tüketmeyeyim." Nisa itiraz ederken Çınar sessiz kaldı. Muhtemelen bu hamlem işine geliyordu. Nisa sitemli sözlerine devam etse de Gökdemir de bana ayak uydurarak ayaklandı. "Ben de gitsem iyi olacak. Çınar biliyor zaten çok zamanım yoktu." dedi Nisa'ya. Nisa mesafe gereği ona benim kadar sitem etmedi ancak yine de söylendi. Çınar'ın sessiz kalması ise beni gülümsetiyordu. Kahve için Çınar'a teşekkür edip Gökdemir ile beraber çıkışa yöneldik. Sanki az önce uzun uzun sohbet etmemişiz gibi sessiz kaldık bir süre. İkimiz de ağır adımlarla yürürken zemini izliyorduk. Aramızda garip bir hava vardı. Garip bir çekingenlik esir almıştı bedenlerimizi. Bu, itiraz edemeyeceğim kadar somut bir gerçekti. Gökdemir, dakikalar sonra sessizliği bozmadan önce derin bir nefes alıp verdi ve bunu yaparken bedenini dikleştirdi. "Ne tarafa gideceksin?" diye sorarken sesinde garip bir çekingenlik vardı. "Beşiktaş'a ineceğim." Kadrajıma profilini aldım. "Sen?" Gözleri yüzümü buldu. "Ortaköy'e." İkimiz de başımızı önümüze eğip sustuk. Aramızdaki sessizliğin garip bir sessizlik olduğu su götürmez bir gerçekti. Bu beni konuşmak zorunda hissettiriyordu. "Orada mı oturuyorsun?" diye sordum. "Evet. Sen? Nerede oturuyorsun?" Adımlarımız bizi Etiler'e git gide geri yaklaştırırken, "Ben de Abbasağa'da oturuyorum." dedim. Yeniden o garip sessizlik anı oluştu. Birkaç dakika susarak yürüdük. Gökdemir en sonunda, "Çınar günlerdir kafamın etini yiyor." diyerek sessizliği yeniden bozdu. Bunu yapmadan önce yine derin bir nefes almış, yine bedenini hafifçe dikleştirmişti. Ancak bu defa tebessüm ediyordu. Ben de tebessümüne kayıtsız kalmayarak gülümsedim. Gözlerim yeniden profilini hedef aldı. "Ne konuda?" diye sorduğum sırada artık Etiler'deydik. Ağır adımlarla otobüs durağına yürüyorduk. Elleri cebinde yürürken, "Nisa konusunda." dedi ve dirseklerini, olağan bir şeyi açıklar gibi havalandırıp indirdi. "Ne gibi?" Gülümsemem genişlemiş, başımı tamamen ona çevirmiştim. Yaya geçidinde duraksadığımızda onun da gülümsemesi genişledi. "Demir şöyle mi yapsak, Demir böyle mi yapsak, Demir Nisa'nın okul çıkışına mı gitsek bir kahve içmek istiyorum, falan." Sohbetimizin o an aktığı noktada, benim de buna karşılık Nisa ile ilgili bir şeyler söylemem gereken bir andaydık. Gökdemir'in niyeti bu muydu bilmiyordum ancak niyeti buysa bile ona Nisa'nın hisleriyle ilgili herhangi bir ipucu vermeyecektim. Zaten Nisa da vermemi istemezdi. Bu sebeple konuyu değiştirdim. "Arkadaşların sana hep Demir mi diyor?" Beklemediği bu soru sebebiyle şaşkınlık yerleşen bakışları yüzüme döndü. Güneş yüzüne tam karşıdan vurduğu için gözleri kısıktı ve göz rengini halen tam olarak anlayamıyordum. Ben merakla göz rengini seçmeye çalışırken, "Evet," dedi, gün gibi ortada olan bir cevabı gözüme sokmak ister gibi. "Adım Demir çünkü." Kırmızı ışık yanıp arabalar durduğunda yeniden ilerlemeye koyulduk. "Ama senin adın Demir değil, Gökdemir." dedim, gün gibi ortada olan bir şeyi gözüne sokmak ister gibi. Benim gözlerim zemine dönerken Gökdemir'in gözleri profilimi buldu. Herhangi bir yanıt vermedi. Yaya geçidini bitirip durağa adım adım yaklaşırken yeniden o sessizliğe maruz kalmaya başlamıştık. Gençlik yıllarımın en güzel günlerinde, 16 yaşımda zemini izleyerek sessizce yürürken fark etmediğim bir şey vardı. İlk ve son aşkımla ilk defa az önce karşılaşmıştım. Ben Gök ile böyle tanıştım.
*** |
0% |