@esaturk
|
Ellerim kağıt üzerinde hoyratça hareket ederken ve dudaklarımdan onlarca bilgi dökülürken ciğerlerime inen koku başımı çoktan döndürmeye başlamıştı bile. Poların ucu halen burnumun üzerindeydi. Polara gömüldükçe gömülmek istiyordum.
Ve artık üşümüyordum.
Aksine, biraz terlediğimi ve sıcak bastığını bile hissediyordum. Yine de poları çıkarmaya niyetli değildim.
Gökdemir'in dudak denemeleri artık çok daha iyi bir noktaya geldikten sonra, "Sence burnu neyden oluştururuz?" diye sormuştum.
Duraksadığını gördüğümde ise, "Bu bilgiyi başta vermem gerekirdi; çizebileceğin neredeyse her şeyi geometrik şekillerden çıkarabilirsin. Mesela daire, kare prizma, elips, dikdörtgen prizma ve silindir. Mesela dudağı daireyle çizdik. Çünkü formu o şekilde." derken iki parmağımı dudaklarıma hafifçe dokundurdum.
Gökdemir de yaptığımı taklit ederken gözleri, parmaklarımı üzerlerinde hafifçe gezdirdiğim ve o belli belirsiz daire formlarını hissettiğim dudaklarımdaydı.
"Daire gerçekten," diye mırıldandı, parmaklarını dudaklarına belli belirsiz temas ettirirken.
"Burun peki?"
Gözleri burnuma çıktı. Kısa bir müddet burnumu inceledikten sonra gülümsemenin tüm mimikleri yüz hatlarına bir kez daha peyda oldu. Başını hafifçe çevirip burnuma biraz daha yandan bakmaya çalıştı. "Burnun ne güzel!" dedi gülerek.
Kıkırdadım ancak konuyu dağıtmadım. "Teşekkür ederim. Cevap?"
Yutkunurken halen gülümsüyordu. Burnuma bir-iki saniye daha baktıktan sonra,"Daire ile çizeriz herhalde." dedi.
Başımı sallayıp yeniden kağıda döndüm. Elimi ahşaba daha iyi dayayabilmek için ona doğru biraz daha kaydım. Arkasına biraz daha yerleşti ve kadrajına el hareketlerimi aldı. Bu kez kolunu arkama doğru uzattığının bilincindeydim.
"Bir büyük top." Araştırma çizgilerini yerleştirdim. "Sağına ve soluna daha küçük birer top." Polar ağzımı kapattığı için sesim boğuk çıkıyordu. "Şimdi ortaya çıkan belli belirsiz formu artık belirginleştiriyoruz." deyip üç topun altına burun deliklerini ve burun yanaklarının çizgilerini yerleştirmeye başladım. "Yine araştırma çizgileri atıyorum, sonra ise doğru olanları referans alıp belirginleştiriyorum."
Elimi geri çekip tepkisini ölçmek için profiline bakmaya başladım. Yüzünü neredeyse çift görüyordum. Dikkatle çizime bakıp, "Tamam ben bunun burun olduğunu bildiğim için burna benziyor ama bilmesem bunu burun sanmazdım." dedi ve bana döndü. "Yani, bunun gölgelerini falan yapmamız gerekmez mi?" diye sorarken yeniden çizgileri inceliyordu.
"Gerekir tabii ki. Ama tarama sonranın konusu. Biz şu an temeli öğreniyoruz. Temelde burun böyle yapılır."
"Peki, deneyelim." dedi ve kalemi aldı.
İki farklı burun çizdi ama kalemi biraz fazla bastırıyordu. "Çok bastırıyorsun, araştırma çizgilerinin hafif olması lazım."
Yeniden denedi. Bu deneme daha iyi olsa da kalemi halen olması gerekenden çok bastırıyordu. Bir kez daha denedi. Sonuç yine benzerdi. "Ben öyle senin gibi hafif çizemiyorum."
"Çünkü dirseğini hareket ettirmiyorsun." Kalemi elinden yeniden alırken poları ağzımdan çektim. "Sen dirseğini bir yere sabitleyip bileğini çeviriyorsun. Hem ulaşabildiğin alanlar daha dar oluyor, hem de elin kağıda daha yakın olduğu için çizgiler kalın ve sert oluyor." Elimi kağıda hizaladım. "Dirseğime bak." Büyük bir daire çizerken bileğimi hareket ettirmeden tüm yönlendirmeyi dirseğe verdim. Çizdiğim daire mükemmele yakındı.
Kaşları havalandı bunu gördüğünde. Kalemi elimden alıp kendisi de denedi. Dirsek hareketi fena değildi ancak daire berbattı. Çünkü dairenin formuna değil, sadece dirseğe odaklanmıştı.
Yeniden gösterdim, yeniden yaptı. Sonuç kötüydü. Bir kez daha gösterdim, bir kez daha denedi. Sonuç kötüydü. Ve Gökdemir'in yüz ifadesi de artık düşmüştü. "Bu kadar basit bir şeyi nasıl yapamıyorum ki?" diye sorarken bu işin onun için artık daha mühim olduğunu fark ettim.
Bir kez daha çizerken, "Ya bir dakika dursana!" diye yükseldim. "Kalemi ne kadar sıkıyorsun?"
Bu soruma ne cevap vereceğini bilememiş gibi bir hâli vardı. "Yani, normal." diye mırıldandı.
Elimi elinin üzerine yerleştirdim. Kalem tutar gibi tutuyordum elini. Parmaklarım onun parmaklarının formunu almıştı ve elleri çok soğuktu.
Elleri çok güzeldi.
Gözlerimi kırpıştırarak çizime odaklandım. Parmakları kesinlikle fazla sıkıydı. "Bu kadar sıkma, gevşet." dedim, parmaklarını sıkarak. Gevşetti. "Şuraya bi araştırma çizgisi at. Düz olsun." derken tutuşumu gevşettim. Elim elinde bir ağırlık olmamalıydı, ben yalnızca hareketini hissetmek istiyordum. Çizgiyi çekti, çizginin kesinlikle mükemmel bir tadı vardı.
Çeneme kadar inen poların kokusu artık çok uzaktan geliyordu.
"Minik bir daire çiz." dedim. Sessizce dediklerimi yapıyordu ve ellerimiz birlikte bir daire çiziyordu. "Uzun bir çizgi çek, yatay olsun."
Nefesi saçlarıma vuruyordu ve emindim ki şu an kısık bir sesle konuşsa sesindeki o büyüyü işitecektim.
Yatay uzun çizgiyi çekerken dirseğini o kadar güzel kullandı ki bu, en baştan beri çizdiği en iyi çizgi olmuştu. "Mükemmel!" diyerek geri çekildim. Elim kucağıma düştü. "Şimdi yeniden dene."
Yeniden burun çizmeyi denedi. Bu, önceki denemelere nazaran daha iyi olsa da çizgi tatları az evvelki gibi değildi. İki kez daha denedi. İkisinde de sonuç aynıydı.
Esef dolu yan bakışlar atmaya başladım. Çünkü az evvelki çizgileri şahaneyken şimdi onları yakalayamıyordu ancak istese yakalayacağını biliyordum.
Bakışımın sebebini anlamış gibi belli belirsiz tebessüm etti. Gözleri yüzüme kayarken kalem tutan elini hafifçe kaldırdı. Gülümseyerek ve kısık bir sesle, "Sen elimden tutunca daha güzel çiziyorum." dedi.
Tüylerim bir kez daha şahlanırken suçu rüzgara yıkmak istedim ancak rüzgar falan yoktu. Anlık olarak dağılan ve etrafa saçılan ifademi çabucak toparlamaya çalıştım. Bunu yaparken gözlerimi yüzünden kaçırmam çok acınası bir aksiyondu. "Kendin yapabilmen lazım ama, ben her zaman tutmayacağım elinden."
Yeniden göz göze geldik. Kısık gözleri biraz daha kısık duruyordu. "Bence tut, en azından öğrenene kadar." diye mırıldandı.
Ne cevap vereceğimi bilemiyordum çünkü ses tonu kulaklarımın dibinde can bulmasa da bir kez daha beni etkisi altına alacak cinstendi.
"O zaman geç öğrenirsin ama. Geç öğrenmeni istemeyiz, daha beni çizeceksin." diye kaçamak bir cevap verip poları yeniden burnumun üzerine kadar çektim. Koku ciğerlerime indi.
Bunu yapmak için çırpınan ellerimin çabasına bu kadar dayanabilmiştim.
Sessiz kaldığında ona döndüm. Adını ne koyabileceğimi bilemediğim, o an için sakinlik dediğim ve yakın zamanda doğru kelimeyi hayranlık olarak seçeceğim bir yüz ifadesiyle bakıyordu yüzüme.
Gözleri, burnumun üzerindeki polara kaydı. Uzanıp hafifçe aşağı indirdi onu. Yeniden yukarı çektim. Gülümsedi. Bir kez daha indirdi. Poları tekrar yukarı kaldırırken kaşlarım çatılmıştı.
Bu kez güldü. "İndirsene onu ya, sesin az geliyor." dedi gülerek.
"Yok, böyle iyiyim." diye mırıldandım.
"Üşüyor musun ki? İçeri geçebiliriz." diyerek çenesiyle ilerideki kapalı mekanı gösterdi.
"Yok. İyi böyle. Sıcak hatta."
Ağzımdan kaçırdığım cümle ile gözlerimiz yeniden ortada buluştu. Dudak kenarlarına yeniden peyda olan tebessüm bu defa biraz daha özgüvenli görünüyordu. "Sıcaksa neden burnuna kadar çekiyorsun poları?" Fazlasıyla çekikleşmiş gözlerinin içi adeta parlıyordu.
"Burnum üşüyor." diye yanıtladığımda boğukça kıkırdamaya başladı.
Ben ise dik dik yüzüne bakıyordum çünkü sıkıştığımı hissediyordum. Gülüşü bittiğinde yeniden göz gözeydik ve o yine gülümsüyordu. Gökdemir'in toy gülümseyişini çok seviyordum. "Çok tatlısın," dedi içtenlikle.
Gözlerimi, onun göz hapsinden apar topar kaçırırken çekingen bir şekilde teşekkür ettim. "Neyse, nerede kalmıştık?"
"Bence artık göze geçebiliriz." diyerek yerinde dikleşti.
"Gözlerle ne alıp veremediğin var Allah aşkına? Sanki bana dünyanın en güzel göz çizimlerini yapacak haspam!"
Gülüşü hafifçe dağılıp yeniden bir tebessüme dönüşürken önündeki kağıda bakıyordu. "En güzel göz çizimlerini yapamam ama en güzel gözleri çizebilirim." Siyah gözbebekleri yüzümde ağır bir gezintiye çıkmışken nefes alış verişlerim tekdüzelikten çıktı. Çünkü çok güzel bakıyordu.
Yanıtın nasıl verildiğini unuttuğum bu anda telefonumun çaldığını duymak, beni hemen harekete geçirdi.
Nisa'nın çağrısını yanıtladığım an kaşlarım çatıldı. Çünkü ağlıyordu. "Ne oldu?" diye sordum telaşla.
"Çınar'la kavga ettik." derken iç çeke çeke ağlıyordu.
"Ne kavgası?" Fazlasıyla şaşkındım çünkü sevgili bile değillerken nasıl kavga etmiş olabilirlerdi ki? "Niye ettiniz?"
"Çınar'la mı kavga etmişler yoksa?" diye hayretle mırıldandı Gökdemir.
Başımı sallayıp yeniden odağıma Nisa'yı aldım. "Ya salak bu erkekler! Bıktım artık bunlardan!" diye hıçkırıyor ve oldukça öfkeli görünüyordu. Bir süre devam etmesi için müsaade ettim ancak doğru düzgün konuşamıyordu. "Ya kavga etmedik aslında! Ben kızdım ona!"
"Neredesin?" diye sordum. Ve toparlanmak için hazır bir hâle geçtim.
"Sen neredesin asıl? Evde misin?"
"Ulus Parkı'ndayım. Neredesin, söyle, geleyim yanına."
"Tek misin?" diye sorarken sesi neredeyse genzinden dökülmedi.
"Gökdemir var yanımda. Sen nerede olduğunu söylesene Nisa!"
Öfkeyle, "Geliyorum oraya! Sen gelme bir yere!" dedi ve telefonu kapattı.
Suratıma kapanan telefon, Gökdemir'le göz göze gelmemize neden oldu. Umuyordum ki hıncını ondan çıkarmazdı.
"Ne olmuş ya?" diye sordu merakla. "Neden kavga etmişler ki?"
Başımı geri savurarak saçlarımı omzumun arkasına attım. Gökdemir geri savurduğum saçlarımda gezdirdiği gözlerini yüzüme çıkarırken, "Bilmiyorum! Kız ağlıyor telefonda! Arkadaşına sormak lazım!" dedim öfkeyle.
"Ağlıyor mu?" Havalanmış kaşlarının altından şaşkınlıkla bakıyordu. Başımı hiddetle yukarı aşağı salladım. Bir süre dudaklarını ıslatarak sağa-sola baktı. Ardından telefonunu çıkardı ve bir çağrı başlattı. Birkaç saniye sonra, "Neredesin?" diye sordu karşı tarafa. Hemen akabinde, "Nisa ile kavga mı ettiniz?" diye sordu.
Kolunu telaşla dürterek, "Hoparlöre alsana!" dedim hızla.
Gökdemir başta bunu istemese de telefonu ısrarlarım sonucu hoparlöre aldı. Çınar'ın sesi fazlasıyla telaşlıydı. "Ya Allah belamı versin kavga etmedik ya! Sinirlendi gitti! Anlamadım bile neye sinirlendiğini!"
"Çınar ne demek anlamadım bile ya?! Kızı ağlatmışsın, niye ağlattığını bilmiyorsun!" diye seslendim.
"Ya ne ağlaması?! Niye ağlıyor ki şimdi?! Arıyorum, açmıyor da!"
"Açmaz tabii! Zar zor konuşuyor ağlamaktan!" Gökdemir müdahale etmeden bizi dinliyordu. Daha doğrusu onun lafa girmesine müsaade etmeden ben söze karışıyordum.
"Ya Allah'ım delireceğim! Ya niye ağlıyor ki?! Vallahi billahi kavga etmedik Ülkü!" Duraksadı. "Nerede Nisa? Sana söylemiştir. Nerede? Söyle gideyim yanına."
"Söylemedi." dedim umarsızca.
"Ya Ülkü söylesene, gidip kızın gönlünü alayım!"
"İzin vermeseydin o zaman gitmesine!" deyip ardıma yaslandım ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Gökdemir bu cevabıma gülmeye başladı.
"Lan gülme sen de!" diye bağırdı Çınar. "Ya bir anda kalktı gitti Ülkü! Peşinden gidecektim zaten, kalktım hemen, koşturdum! Ama baktım garsonlar peşimden geliyor, döndüm geri hızlı hızlı hesabı ödedim! Geri çıktım, yok! Koca AVM! Nasıl bulayım ya?! Ben de bilirdim gitmesine izin vermemeyi!"
Bu söylediği mantıklı geldiği için sustum. Gökdemir''in yan bakışlarıyla benimkiler ortada buluştuğunda bu kez buna gülmeye başladı.
"Ya Ülkü! Nisa nerede?" Çınar'ın sesi oldukça telaşlı geldiği için gardımı indirecek gibi oldum ancak yapmadım. Zaten Nisa'nın nerede olduğunu da bilmiyordum.
"Sen Ulus Parkı'na gelsene." dedi Gökdemir.
"Ya Gökdemir!" diye çıkışıp koluna vurdum.
Bu esnada Çınar, "Ulus Parkı ne alaka ya?! Ne işim var yanınızda?! Nisa'yı soruyorum ben!" diye çıkıştı.
"Hayır! Sakın!" diye ikaz etsem ve koluna vurarak telefonu elinden almaya çalışsam da Gökdemir rahat bir tavırla arkasına yaslandı ve telefonu benden uzaklaştırdı.
Bir yandan, "Nisa buraya geliyor. Gel al gönlünü sen de." diyordu.
Çınar telefonu apar topar kapattı.
***
Nisa'nın hıçkırıkları, "Gelmiş bana; sen de buna benziyorsun aynı, diyor!" derken göğsünün teklemesine sebep oluyordu. Üzerinde, benim üzerimdeki poların aynısı vardı.
Gökdemir'le göz göze geldik. İkimiz de ne yapacağımızı bilemiyorduk.
Gökdemir çaresizce; "Aslında kötü bir niyetle söylemediğinden eminim." dedi, kadrajına Nisa'yı aldıktan sonra.
Nisa'nın yaşlı ve hâli hazırda büyük olan gözleri biraz daha büyüdü. "Eşek miyim ben?! Nasıl iyi niyetle söylemiş olabilir Demir? Ben eşek miyim ya?!" Başını savurup Çınar'ın arkasından, "Gerizekalı!" diye söylenirken karşımda oturan Gökdemir'le gözlerimiz yeniden ortada buluştu.
Üzerine gitmemesi için kaş göz yaptım çünkü Nisa o an hiçbir şeyi kabul edecek bir durumda değildi.
Nisa ağlayarak, "Aptal ya!" diye söylendi bu defa.
Profilini izlerken sessizliği bozdum. "Hayatım biraz sakinleş. Sana eşek demek isteyeceğini ben de sanmıyorum." Gerçekten sanmıyordum. Çınar Nisa'ya neden eşek diyecekti ki? Nisa muhtemelen Çınar'ın söylemek istediği bir şeyi yanlış anlamıştı.
Nisa bedenini bana çevirdi. "Ya Ülkü, eşek maskotunu gösterip aynı buna benziyorsun diyor bana! Ne saçmalıyorsun ya?! Kimin tarafındasın?!"
"Tabii ki senin tarafındayım. Ama," Sustum çünkü Çınar'ı da dinlememiz gerektiğini söyleyecektim ve Nisa bunu duyduğu an muhtemelen biraz daha delirecekti.
Nisa sözümün devamını merak etmedi. Elleriyle yüzünü kapatarak hayal kırıklığı ile ağlamaya devam etti.
Birkaç saniye sonra Gökdemir çenesiyle arkamda bir yeri işaret etti. Başımı geriye çevirdiğimde koşa koşa yanımıza gelen Çınar'ı gördüm. Kalkıp sessizce Gökdemir'in yanına oturdum. Çınar'ın koşarak gelip Nisa'nın yanına nefes nefese oturması yalnızca birkaç saniye sürdü.
Nisa irkilerek sağına baktığında gözleri öfkeyle büyüdü. "Senin ne işin var burada ya?!" Çınar nefeslenirken bana döndü bu kez. "Ülkü alacağın olsun! Niye söylüyorsun buraya geleceğimi?!"
"Ben söyledim." diye araya girdi Gökdemir.
Nisa Gökdemir'i paylamak için dudaklarını araladığında araya Çınar girdi. "Ya Nisa," nefeslendi. "Güzelim niye kalkıp laps diye gidiyorsun ya?" Yeniden nefeslendi. "Niye telefonlarımı açmıyorsun? Allah aşkına neye kızdın bu kadar?"
"Ben seninle konuşmuyorum Çınar!" Nisa kollarını bağlayıp diğer yöne dönerken sessizce gözyaşı döküyordu.
"Ya tamam da niye?"
"Ya ne demek niye ya?!" Ağlayarak Çınar'a döndü. El jestleri fazlasıyla hiddetliydi. "Eşeğe benzettin beni! Salak mısın Çınar?! Soruyor musun bir de?!"
Çınar hayret içinde Nisa'nın yüzüne bakarken halen nefesleniyordu. "Ne eşeği?"
Gökdemir ve ben çıt çıkarmadan aralarındaki gergin ancak bir o kadar tatlı gözüken anı izliyorduk. Çünkü Çınar'ın yüz ifadesine bakılırsa Nisa gerçekten bir şeyleri yanlış anlamıştı. Ve muhtemelen birazdan kalkıp kol kola gideceklerdi yanımızdan.
"Ya sen bana maskotu gösterip sana benziyor demedin mi?! Eşek maskotunu!"
Çınar bir-iki saniye kirpiklerini kırpıştırarak şaşkınlıkla baktı Nisa'nın ağlayan yüzüne. Akabinde gülmemek için kendini dizginlemeye başladı. Bunu yaparken ellerini Nisa'nın yüzüne uzatıp, "Buna mı ağlıyorsun sen?" diye sordu.
Nisa bu soruya biraz daha sinirlendi ve yüzünü geri çekti. "Ya neye ağlayacağım başka?! Ne kadar kaba olduğunun farkında değil misin?! Ne diye görüşüyorsun benimle o zaman?!"
Ardıma yaslanmış, kollarımı göğsümde bağlamış bir hâlde merakla izliyordum olanları. Gökdemir de solumda, çıt çıkarmadan onlara bakıyordu. Ve sağ kolunu yine arkama uzatmıştı.
"Ya Nisa," Çınar gülmeye başlayınca Nisa biraz daha sinirlendi. Öfkeyle araya girmek istedi ancak Çınar gülüşünü dizginledi ve sözlerine devam etti. "Ya minicik peluş oyuncak eşekti o! Çok tatlıydı! Ondan sana benzettim! Ben sana niye eşek diyeyim?"
"Ya defol git! Salak mısın Çınar?! Böyle mi özür diliyorsun ya?! İnkar da etmiyorsun bir de!"
Nisa yeniden kollarını bağlayıp ağlayarak başını diğer tarafa çevirdiğinde Çınar şaşkınlıkla bize bakıp yeniden ona döndü. "Ya güzelim sen iyi misin? Ben sana neden kötü anlamda eşek diyeyim? Eşeklerin gözleri çok güzel, senin de gözlerin büyük. Ondan öyle dedim. Hem o eşek çok tatlıydı. Minicikti. Sen de ufak tefek, tatlı bir şeysin. Ondan dedim ya!"
Nisa bıkkın bir şekilde başını savurdu. Halen sessizce gözyaşı döküyordu. Onun bu hâline içim ezilse de Çınar söylediklerinde ciddi gibiydi. Çünkü yüz ifadesinde sahici bir şaşkınlık vardı.
"Deme!" Nisa gözyaşlarını silerken bir süredir düz çıkan sesi yeniden titredi. Başı halen diğer tarafa dönüktü. "Böyle iltifat edeceksen etme!"
Çınar onun saçlarına bir-iki saniye tebessümle baktı. Ardından yumuşak bir sesle, "Ciddi ciddi buna mı ağlıyorsun?" diye sorarken çenesini kavrayıp başını kendine çevirmeyi denedi.
Nisa başını ona çevirmedi. Çınar duraksadı. Yeniden şaşkınlıkla bize baktı. Fazlasıyla afallamış görünüyordu. İkimiz de sessizce ona bakarken ben olacakların merakından dudak içlerimi kemiriyor ve gülümsüyordum.
Bir şey söylemek için nefes çekip dudaklarımı araladım ancak Gökdemir beni susturmak için ikaz eden bir tavırla elini bacağıma iki kez dostane bir tavırla vurdu. Sustum. Belki de konuşmayıp kendi meselelerini kendi aralarında çözmelerini beklemek daha sağlıklı olacaktı.
Çınar yeniden Nisa'ya dönmüştü. "Ya Nisa, güzelim," derken sesi bu kez çok daha sakin ve yumuşaktı. "Tamam, kendimi tam ifade edememişim, özür dilerim." Duraksadı. Hâlâ oldukça şaşkındı. "Yani ben hiç böyle anlayacağını düşünmedim. Yemin ederim o anlamda söyledim. Tekrar özür dilerim ama sen de keşke devamını dinleseydin."
Nisa burnunu çekti. "Söylemedin ki bir şey!"
Çınar gülmek istedi fakat kendini tuttu. "Çünkü izin vermedin." dedi gülümseyerek. Nisa'nın başı diğer tarafa dönük olduğu için gülümseyişini görmedi. "Ben zaten devam edecektim. Senin gibi çok tatlı, gözleri çok güzel falan diyecektim ama konuyu değiştirip lafı ağzıma tıktın. Sonra da dakikalar sonra bir anda kalkıp gittin. Anlamadım bile neye kızdığını." Nisa göz ucuyla Çınar'ın yüz ifadesini incelemeye koyuldu. "O an kızdığını anlasaydım zaten açıklardım ben kendimi. Neden kalkıp gidiyorsun?" diye devam etti Çınar.
Nisa hiçbir şey söylemeden burnunu çekti ve yeniden diğer tarafa döndü. Gökdemir de ben de Nisa'nın bu hâline sessizce kıkırdadık çünkü muhtemelen ikna olmuştu ama halen gardını indirmiyordu. Ve çok sempatik görünüyordu.
Çınar, Nisa'nın yüzünü kendi yüzüne çevirmeyi bu defa başardı. Bir süre daha benzer şeyleri söyledi. Nisa artık çok daha sakindi fakat yelkenleri suya indirmiyordu. Çınar dakikalarca dil döktü. Yumuşak yumuşak konuştu, kendini uzun uzun izah etti. Nisa'ya peş peşe iltifatlar düzerken Gökdemir'in de tıpkı benim gibi kendini o banklarda fazlalık hissettiğinden emindim.
Nisa en sonunda ikna oldu. Çınar belki altıncı kez özür diledi. Nisa ise onu tam dinlemediği için yarım ağız kusura bakma dedi. Yanımızdan kalkmadan önce sinemaya geciktiklerini konuşuyorlardı.
Nisa bu kez, "Yetişemeyiz ki!" diye hayıflanıyordu ve gözleri yeniden dolmaya başlamıştı. Çünkü biletler alınmıştı ve o bunun için kendini suçluyordu. Bundan emindim çünkü onu çok iyi tanıyordum.
Çınar ise hevesle ayaklandı ve, "Taksiyle gidersek yetişiriz! Kalk hadi!" dedi şevkle.
Nisa başını kaldırmış ona bakarken, "Ya bulamazsak? Ya yetişemezsek?" diyor ve içten içe halen kendini suçluyordu. Sesi yeniden titremeye başlamıştı.
"Aşkım o zaman gitmeyiz ya. Ağlayıp durma. Başka bir şey yaparız o zaman, yemek falan yeriz, ne bileyim."
Kullandığı hitap, Gökdemir ile şaşkınlıkla birbirimize bakmamıza sebep oldu. Ve gördüm ki sevgili olduklarını benim gibi Gökdemir de bilmiyordu.
Hemen akabinde Nisa'yı buldu bakışlarım. Yüzü kızarmıştı. Belli ki bunu Nisa da bilmiyordu. Gökdemir dizimi dürttü. Çenesiyle Çınar'ın yüzünü işaret ettiğinde kadrajıma bu kez onu aldım. Gözleri büyümüş, şaşkınlıkla bakıyordu Nisa'nın yüzüne. Belliydi ki Çınar da bunu bir an için ağzından kaçırmıştı.
Sessiz geçen saniyelerde kelimenin tam anlamıyla gerginlik seziyordum. Nisa da Çınar da muhtemelen yanlarında biz olduğumuz için gerilmişlerdi. "Bence yetişirsiniz. Ama hemen kalkmanız lazım. Şu an zaman öldürüyorsunuz." diyerek Çınar ve Nisa'nın o garip bakışma anını dağıttım. Bu anlamsız utangaçlığı bozduğum ve Çınar'ı kurtardığım su götürmez bir gerçekti.
Çınar bu sözlerim üzerinde hızla söze girdi ve az önceki an hiç yaşanmamış gibi davrandı. "Hadi!" dedi. "Kalk, yoksa yetişemeyeceğiz!"
Nisa afallamış ve kararsızdı ancak hızla ayaklandı. Bize selam verip hızlı adımlarla ilerlemeye koyuldular. Çınar birkaç metre sonra elini Nisa'nın omzuna attı. Dostane bir yakınlaşmadan fazlasıyla uzaktı. Yarım yamalak sarılarak uzaklaşıyorlardı. Gökdemir ile sessizce arkalarından bakarken, "Onlar sarılıyor mu yoksa bana mı öyle geldi?" diye sordum gülümseyerek.
"Yok, bayağı bayağı sarıldılar." dedi. Gözbebeklerimiz birbirlerini buldu. Yüzüne bir gülümseme asarken, "E aşkımı da duyduk zaten, hayırlı olsun diyelim." dedi ve derin bir nefes alarak yerine biraz daha yerleşti.
İkimiz de gülümseyerek sağa-sola bakarken çenesiyle ikimizi işaret etti. "Biz?"
Gözlerim hafifçe büyüyüp vücut ısım yavaş yavaş yükselirken şaşkınlıkla ona döndüm. "Ne biz?"
Bu kez çenesiyle karşı bankın kenarındaki kağıdı ve üzerinde duran duraliti işaret etti. "Nerede kalmıştık?"
"Ha," diye uzunca mırıldandım. "Eee..." Duraksamam kaçınılmaz oldu çünkü ana halen geri dönememiştim.
"Göz öğretecektin bana en son." Ona doğru döndüğümde başını omzuna eğmiş güzel bir gülümseme ile bakıyordu. "Ben de en güzel gözleri defalarca kez çizecektim."
Dudaklarım aralık kalmış bir şekilde kısa bir müddet yüzüne bakıp, "Evet," diye mırıldandım. "Göze geçecektik." Karşımızdaki ahşap ve kağıda uzanmadan önce saçlarımı omuzlarımın arkasına savurdum. Ben onları alıp geri otururken güldü. Yeniden kadrajıma yüzünü aldım. "Ne? Ne oldu?"
Çenesiyle saçlarımı işaret etti. "Saçlarını savurmana güldüm."
Duraksadım. Yüzümdeki tüm mimikler dondu. Bu hareketime bir son vermem gerekiyordu. "Neden?" diye sorarken sesim neredeyse çıkmadı. Yüzüm donmuş, öylece bakıyordum ona. Bir kişinin daha kendini beğenmiş biri olduğumu düşünmesini ve bununla alay etmesini kaldıramazdım.
O ise sıcak bir gülümseme sürdürmeye devam etti. "Çok hoş görünüyorsun. O hareket sana çok farklı bir hava katıyor. Alımlı oluyorsun." derken sıcak gülümsemesi, sözlerini sarf ettikçe naif bir tebessüme döndü. "Gerçi yapmasan da öylesin."
Bir müddet sessiz kaldım çünkü duymaya alışık olmadığım ve beklemediğim bu sözler beni afallattı. Saniyeler sonra, "Teşekkür ederim." diye mırıldandım ve bunu yaparken kekelememek için kendimle büyük bir mücadele verdim.
Kucağımdaki duralitle ve kağıtla oyalanmaya başladığımda Gökdemir yeniden çizim yaptığımız pozisyona geçmişti. Sol omzumun arkasına yaslanmış, sağ elini arkama uzatmıştı ve nefesi yeniden saçlarıma vuruyordu.
Başını omzuma yaslaması beklenmedikti. Gözlerim karşıma mıhlandı, terlemeye başladım, çoktan ısınmış sıcak ellerim buz tuttu.
Kısık bir sesle, "Rica ederim. Ayrıca çok güzelsin." derken sesindeki o büyü yeniden tüylerimi ürpertti. Ve bunda iltifatının da etkisi olduğu, su götürmez bir gerçekti. ***
Twitter: esaturk07
Instagram: esaturk_07
Wattpad: esaturk |
0% |